Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-, insanî ve İslâmî eğitimi öncelikle kendi evinde, hanımlarına vermiştir. Zira, iyi bir İslâmî eğitime sâhip olan hanım, dinini yaşarken eşi için samimi bir dost; çocukları için iyi bir anne ve onların kaliteli yetişmesinin teminatı olacaktır.
Bir Müslüman için eğitim denildiğinde ilk akla gelen şey dînî bilgisini geliştirmek ve ilmihâlini öğrenmek olmalıdır. Daha sonra da diğer hususların eğitim ve öğretimi anlaşılmalıdır. Çünkü birincisi ebedî hayatı kazandırırken ikincisi fâni olan dünya hayatının idâmesini sağlamaya yöneliktir. Cenâb-ı Hak dînî eğitimin âilede sıkı bir şekilde yapılması gerektiğine şöyle dikkat çekmektedir:
“Âilene namazı emret, kendin de ona sabırla devam et! Senden rızk istemiyoruz, biz seni rızıklandırırız. Âkıbet ise takvâ sâhiplerinindir!” (Tâhâ 20/132)
Bu âyet-i kerîmeden, dînî eğitim yapılan, bilhassa namaza itina gösterilen hânelerde maddî ve mânevî rızkın bol olacağı ve oralarda takvâ hayatının yaşanacağı, dolayısıyla âkıbetlerinin de hayırla netîceleneceği anlaşılmaktadır.
Peygamber Efendimiz, Cenâb-ı Hakk’ın emrine imtisâlen âilesinin eğitimine önem vermiştir. Meselâ o, sabah namazının sünnetini evinde kılar, hanımlarını namaza kaldırdıktan sonra Mescid-i Nebevî’ye giderdi. (İbn-i Hanbel, VI, 236) Nâfile namazlarını, İslâmî terbiyenin bir parçası olarak daha çok evinde kılar, ashabına da böyle yapmalarını emrederdi:
Ka’b bin Ucre -radıyallahu anh- anlatıyor:
Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, Abdü’l-Eşhel oğulları mescidinde akşam namazını kılmıştı. Cemaat, farzı bitirince nafileyi kılmaya başladı. Bunu gören Efendimiz:
“– Bu, evlerin namazıdır” buyurdular. (Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 15; Nesâî, Kıyâmu’l-leyl, 1)
Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem-, eşlerin birbirlerini teheccüd namazı mevzuunda teşvik etmelerini isteyerek, bu istikamette gayret gösterenleri şöyle medhetmiştir:
“Geceleyin kalkıp namaz kılan, hanımını da kaldıran, kalkmazsa yüzüne su serperek uyandıran kimseye Allah rahmet etsin. Aynı şekilde geceleyin kalkıp namaz kılan, kocasını da uyandıran, uyanmazsa yüzüne su serperek uykusunu kaçıran kadına da Allah rahmet etsin.” (Ebû Dâvûd, Tatavvu, 18)
Ancak Allah Resûlü’nün bu tavsiyesini tatbik edebilmek için âile içinde derin bir muhabbet havası tesis edilmeli ki yüzüne su serpilen hanım veya beyefendi, yatağından tebessüm ve sevinçle kalkıp huzûr-ı İlâhî’ye durabilsin.
İnsanların cehennem azâbından korunmaları, âile içindeki bu eğitime bağlıdır. Erhamu’r-râhimîn olan Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Ey îmân edenler! Kendinizi ve âilenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyunuz.” (et-Tahrîm 66/6)
Bu âyet hakkında Hz. Ali -kerremallahü vecheh- şu îzâhı yapar:
“Kendinizi ve âile fertlerinizi ateşten koruyun,” emri, “kendinize ve âile fertlerinize hayrı, ilmi ve edebi öğretin” mânâsına gelmektedir.
İbn-i Abbas -radıyallahu anh- da âyet-i kerîmeyi:
“Onları Allah’a itaate alıştırın, isyan ve günahlardan sakındırın ve ehlinize Allah’ın zikrini emredin ki Allah da sizi cehennem ateşinden kurtarsın” şeklinde tefsîr etmiştir. (Taberî, XXVIII, 211-212)
Yine bu âyet-i kerîmenin tefsiri hakkında Zeyd bin Eslem şunu söyler:
Bu âyet nâzil olduğunda ashab:
– Yâ Rasûlallah! Kendimizi koruyabiliriz, ya ehlimizi nasıl koruyacağız, diye sordu.
Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“– Onlara Allah’a kul olmayı, tâat ve ibadeti emredersiniz. Allah’a isyan etmekten ve günah işlemekten de nehyedersiniz, işte bu onları korumak demektir” buyurdu. (Âlûsî, XXVIII, 156)
Allah Resûlü hanımlarının tâlim ve terbiyesinde daha ziyâde sohbet usûlünü tercih etmiştir. Sohbet Peygamber Efendimiz için, hem ashabının hem de Ehl-i Beyt’inin yetiştirilmesinde önemli bir vâsıta idi. Bundan hareketle Allah dostları da bu metod üzerinde hassasiyetle durmuşlar, hatta Şâh-ı Nakşibend hazretleri; “â°ùàÑë°U QO Ée ≥jônW: Bizim yolumuz sohbetle kâimdir” buyurmuştur.
Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- hanımlarının her biriyle başbaşa sohbet ettiği gibi onları bir araya toplayarak da sohbet etmiş, bu âdetine hayatı boyunca devam etmiştir. Her sabah mescidden çıktıktan sonra ve her ikindi namazını müteâkip, hanımlarını tek tek ziyaret ederek kısa bir müddet onlarla sohbet ederdi. (Ebû Dâvûd, Nikâh, 38; İbn-i Sa’d, VIII, 85) Akşamları ise diğer hanımları, yanında kalacağı hanımının odasına gelerek Resûlullâh’tan feyz alırlardı. (Müslim, Radâ’, 46; İbn-i Hanbel, VI, 107, 157)
Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in en mühim vazifesi tebliğ ve terbiye olduğu için hayatı, ilâhî hakîkatlerin insanlara ulaştırılması ile geçmiştir. Herkesten önce kendi âilesini hayatın fitnelerine karşı uyarmış, âhirete hazırlanmaları için teşvikte bulunmuştur. Ümmü Seleme -radıyallahu anhâ-, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in birgün hanımlarını telâşla ve tedirgin bir şekilde îkâz ettiğini şöyle nakletmektedir:
Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir gece uyandı ve:
“– Sübhânallah bu gece ne fitneler indirildi ve nice hazîneler açıldı! Uyanın ey hâne halkı! Dünyada nice giyinmiş kadınlar vardır ki âhirette çıplaktırlar” buyurdu. (Bûhârî, İlim, 40)
Bir defâsında da Âişe vâlidemizi günahlardan sakındırırken şu dikkat çekici ifadeleri kullanmıştır:
“Ey Âişe! Küçümsenen işlerden (önemsenmeyen en küçük günahlardan dahi) sakın! Zira Allah katında onları gözetleyip kaydeden bir (melek) vardır.” (İbn-i Mâce, Zühd, 29; Dârimî, Rikâk, 17)
Şer’î hususların öğretilmesine daha çok önem veren Resûl-i Ekrem Efendimiz, bilhassa îtikâdî mevzularda hemen müdahale etmiştir. Âişe -radıyallahu anhâ- şöyle anlatır:
Üzerinde resim olan bir yastık almıştım. Nebî -sallallahu aleyhi ve sellem- kapıda durdu ve içeri girmedi.
Ben:
– Bir günah işlediysem Allah’a tevbe ederim, dedim.
“– Bu yastık da ne?” buyurdu.
– Üzerine oturman ve yaslanman için aldım, dedim.
“– Bu resimlerin sâhipleri kıyâmet gününde azaba dûçâr olacaklardır. Onlara «Yarattığınız şeylere can verin!» denilecektir. Ayrıca melekler, içinde resim olan eve girmez” buyurdu. (Buhârî, Libâs, 92) 48
Fahr-i Kâinât Efendimiz’in hanımlarını îkâzı ile alâkalı diğer bazı misalleri şöyle zikredebiliriz:
Ümmü Seleme -radıyallahu anhâ- diyor ki:
Resülullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- yanımda idi. Evde de kardeşim Abdullah ile bir muhannes49 konuşuyorlardı. Bu şahıs, kardeşim Abdullah’a:
– Ey Abdullah, şayet yarın Allah, Tâif’in fethini müyesser kılarsa, ben sana Gaylân’ın kızını göstereceğim, diyerek onun bazı kadınlık vasıflarını anlatmaya başladı.
Bu söz üzerine Efendimiz:
“– Böyleleri bir daha yanınıza girmesin!” buyurdu.
Bu sözüyle muhannesleri kasdetmişti. Bundan sonra o şahsın, ümmühât-ı mü’minînin evlerine girmesi menedildi. (Bûhârî Megâzi, 56; Müslim, Selâm, 32)
Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem-, bir keresinde de yanına âmâ sahâbîsi geldiğinde, hanımlarına perde arkasına çekilmelerini emretmiştir. (Ebû Dâvûd, Libâs, 34; Tirmizî, Edeb, 29)
Hz. Âişe -radıyallahu anhâ- anlatıyor:
Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir gece yanımdan ayrılmıştı. (Benim nöbetimde) hanımlarından birinin yanına gitmiş olabilir, diye içime kıskançlık düştü. Geri gelince hâlimi anladı ve:
“– Kıskandın mı yoksa?” dedi.
Ben de:
– Evet! Benim gibi biri senin gibi birini kıskanmaz da ne yapar, dedim.
Aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz:
“– Sana yine şeytanın gelmiş olmalı” buyurdu.
Ben:
– Benimle birlikte şeytan mı var, dedim.
“– Şeytanı olmayan kimse yoktur” buyurdu.
– Senin yanında da var mı, dediğimde ise:
“– Evet, ancak ona karşı Allah bana yardım etti de Müslüman oldu!” buyurdu. (Müslim, Münafikun, 70; Nesâî, İşretü’n-nisâ, 4)
Allah Resûlü böylece âilesine, kıskançlığın şeytanî bir vasıf olduğunu bildirmekle birlikte, şeytanın hilelerine karşı her an uyanık olmak gerektiğini de anlatmıştır.
Hz. Hafsa kıskançlık saikiyle Safiyye vâlidemizi incittiğinde ise Peygamber Efendimiz onu tesellî etmiş, Hz. Hafsa’ya da yaptığı hareketin çok kötü olduğunu bildirmiştir. Enes -radıyallâhu anh- hâdiseyi şöyle anlatır:
Hz. Safiyye, Hafsa’nın kendisini “Yahudi kızı” diyerek hafife aldığını öğrendiğinde ağlamaya başladı. Tam o esnâda Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- yanına girdi ve:
“– Niçin ağlıyorsun?” diye sordu.
Safiyye şöyle cevap verdi:
– Hafsa bana “Yahudi kızı” dedi.
Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:
“– Sen bir peygamber kızısın. Senin amcan da bir peygamberdir50[1], ayrıca bir peygamberin de nikâhı altındasın. Öyleyse o sana karşı neyi ile iftihar ediyor ki?” diyerek hanımını teselli etti.
Sonra da:
“– Ey Hafsa! Allah’tan kork!” buyurdu. (Tirmizî, Menâkıb, 63)
Allah Resûlü, bütün kadınlarda rastlanması tabiî olan kıskançlık, itaatsizlik, dünya hırsı gibi çeşitli can sıkıcı davranışlara kendi hanımlarında rastladığında hep sabırla ve tatlılıkla mukâbele etmiştir. Hanımları Efendimiz’in tasvip etmediği tarzda davransalar bile onları incitecek, gönüllerini kıracak hiçbir söz söylememiş, sadece yapılan hareketi beğenmediğini yüz hatlarıyla ifade etmeyi yeterli görmüştür. Hanımlarının geçim bolluğu ve dünyalık isteyerek kendisine sıkıntı verdikleri meşhur Îlâ hâdisesinde51 dahi kırıcı bir söz söylememiş, ancak onları tedip etmek için bir ay yanlarına uğramamayı tercih etmiştir. (Müslim, Talak, 29, 34-35; İbn-i Hanbel, I, 34)
Fahr-i Kâinât Efendimiz’in bu usûlle hanımlarını eğittiğini gösteren bir misal de şudur:
Âişe -radıyallahu anhâ- der ki:
Bir sefer esnâsında Safiyye’nin devesi hastalanmıştı. Zeyneb’in de yanında fazladan devesi vardı. Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Zeyneb’e:
“– Safiyye’nin devesi hastalandı, ona bir deve versen!” buyurdu.
Zeyneb:
– Şu yahudiye mi vereceğim, diyerek devesini vermek istemeyince Allah Resûlü çok kızdı, Zilhicce ve Muharrem ayları ile Safer ayının bir kısmında onun yanına uğramadı. (Ebû Dâvûd, Sünnet, 3; İbn-i Hanbel, VI, 261)
Efendimiz’in bu kızgınlığı, ırkı, nesebi, kabilesi, vatanı gibi ârızî sebeplerle bir Müslümanı küçümsemenin, zor durumda olan bir insanın ihtiyacı karşısında lâkayt kalmanın ne kadar kötü olduğunu öğretmek ve insanları bu tür mezmum hasletlerden uzaklaştırmak içindir.
Allah Resûlü hanımlarını infak konusunda da eğitmiştir. Birgün Peygamberimiz’e keler hediye edilmişti. Efendimiz keleri yemediği için Âişe vâlidemiz, o sırada kapıya gelen bir fakire onu verip veremeyeceğini sordu.
Nebiyy-i Muhterem -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“– Onlara kendinizin yemediği şeylerden vermeyin!” buyurdu. (İbn-i Hanbel, VI, 105, 123)
Âişe -radıyallahu anhâ- diyor ki:
– Ey Allah’ın Resûlü! Safiyye’nin şöyle şöyle oluşu sana yeter, dedim.52
Bunun üzerine Hz. Peygamber:
“– Ey Âişe! Öyle bir söz söyledin ki, eğer o söz denize karışsa idi onun suyunu bozardı” buyurdu.
Başka birgün de kendisine bir insanın durumunu takliden hikâye etmiştim. Hz. Peygamber:
“– Bana dünyanın en kıymetli şeylerini verseler, ben yine de bir insanı hoşlanmayacağı bir şekilde taklid edip anmayı kesinlikle istemem” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Edeb, 35; Tirmizî, Kıyâmet, 51)
Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem- hanımlarının birbirlerini söz veya tavırlarıyla tahkir etmelerini hoş karşılamamış, âhir ömründe bile onları eğitmekten geri durmamıştır. Mü’minlerin anneleri, son hastalığında Resûlullâh Efendimiz’in yatağı etrafında toplanmışlardı.
Safiyye vâlidemiz:
– Ey Allah’ın Resûlü! Vallahi sana gelen bu sıkıntının bana gelmesini isterdim, dedi.
Diğer zevceler kaş ve göz işâretleriyle Hz. Safiyye’ye tarizde bulundular. Allah Resûlü onların ne yaptığını görmediği hâlde:
“– Ağızlarınızı yıkayınız!” buyurdu.
Onlar şaşırarak:
– Niçin yıkayalım, diye sordular.
Peygamber Efendimiz:
“– Safiyye’yi kaş ve göz işaretiyle çekiştirmenizden dolayı… Allah’a yemin olsun ki o samimîdir” buyurdu. (İbn-i Hacer, el-İsâbe, IV, 348)
Resûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in âilesini ve yakınlarını her vesîleyle uyardığına ve onları ahlâken en güzel kıvama getirmek için gayret ettiğine bir misal de şudur:
Âişe vâlidemiz kızkardeşi Esma ile birlikte oturuyorlardı. Peygamberimiz içeri girdi. Esma’nın üzerinde geniş kollu Şâmî bir elbise mevcuttu. Efendimiz Esma’yı görür görmez derhal dışarı çıktı. Hz. Âişe kardeşine:
– Uzaklaş, Resûlullah sende hoşlanmadığı bir şey gördü, dedi.
Esma çıkınca Allah Resûlü tekrar girdi. Âişe vâlidemiz bu davranışının sebebini sorduğunda:
“– Görmüyor musun durumu? Müslüman bir kadının ancak şu kadarı görünebilir” buyurdu ve elleriyle kendi yenlerini tutup parmaklarına kadar örttü, sonra da elleriyle şakaklarını örterek sadece yüzünü açık bıraktı. (Heysemî, V, 137)
Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- bu vesileyle Âişe -radıyallahu anhâ-’ya, Müslüman bir hanımın nasıl örtünmesi gerektiğini hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde bizzat tarif etmiştir.
Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- mânâ itibariyle hoş olmayan isimleri değiştirmeyi de eğitimin bir parçası kabul etmiştir.53 Nitekim Cüveyriye, Zeyneb bint-i Cahş ve Meymune vâlidelerimizin isimleri bu hassasiyetin bir netîcesidir. (Müslim, Âdâb, 14-19; İbn-i Sa’d, VIII, 118, 138)
Hayatının her alanında duâya çok önem veren Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem-, hanımlarına da pek çok duâ öğretmiştir. Meselâ Âişe vâlidemiz Peygamberimiz’in kendisine şu duâyı tavsiye ettiğini bildirmektedir:
“Allahım! Ben hayrın her çeşidini; âcil olanı ve geç olanı, bildiğim ve bilmediğim her türlü iyiliği Sen’den istiyorum. Her türlü şerden; âcil olanından ve geç olanından, bildiğim ve bilmediğim bütün kötülüklerden de Sana sığınıyorum. Allahım! Ben Sen’den, kulun ve Peygamberinin istediği hayrı istiyorum. Kulun ve Peygamberinin sığındığı şerden de Sana sığınıyorum. Allahım! Ben Sen’den cenneti ve cennete yaklaştıran söz veya ameli diliyorum. Cehennem ateşinden ve cehenneme yaklaştıran söz veya amelden de Sana sığınıyorum. Benim için hükmettiğin her kaza (ve kaderi) de hayırlı kılmanı niyâz ediyorum.” (İbn-i Mâce, Duâ, 4; İbn-i Hanbel, VI, 134)
Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-, bazı kültürlü sahâbî hanımların kendi zevcelerinin eğitimine katkıda bulunmalarını da taleb ederdi. Şifa bint-i Abdillah anlatıyor:
Ben Hafsa’nın yanındayken Resûl-i Ekrem yanımıza geldi ve bana:
“– Buna yazıyı öğrettiğin gibi nemle tedavisini 54 de öğretmez misin?” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Tıb, 18)
Hâsılı Peygamber Efendimiz âile efrâdını inanç, ibâdet ve ahlâkî yönden terbiye ederek hem dünya hem de âhiret için en güzel şekilde hazırlamış, onları evlâtlarına ve ümmetine hakîkatleri gösterecek mâhir birer muallim olarak yetiştirmiştir.
[1] Aslen bir Yahûdi olan Safiyye vâlidemizin “peygamber kızı” olarak tanıtılması, onun Hz. Hârun’un neslinden geldiğine işâret etmektedir. Bu durumda amcasından kasıt da Mûsâ -aleyhisselâm- olmaktadır. (Tirmizî, Menâkıb, 63)