“Biriniz kızdığı zaman abdest alsın.”
Ebû Dâvûd, Edeb, 3
Türkçe’de, kızgınlık ve öfke hissi anlamında kullanılan gazap, mizaca aykırı durumları bertaraf etmeye duyulan arzu ve istek sebebiyle ortaya çıkan bir tepki hâlidir. Kalbin derinliklerinde yer alan bu duygu, kül altında saklanan köz gibidir. Maksadına ulaşamayan insanın içinde tutuşan bu ateş, âdeta kalbindeki kanın kaynamasına sebep olur. Sonuçta akıl, görevini tam anlamıyla yerine getiremeyeceğinden insanın basîreti bağlanır ve muhakeme gücü zayıflar. Bu sebeple Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-; “Bir hâkim öfkeli iken, iki kişi arasında hüküm vermesin” buyurmuştur. (Tirmizî, Ahkâm, 7) Ayrıca kişi aşırı bir şekilde öfkelendiği vakit, sakinleşince utanacağı bir çok davranışlarda bulunabilir. Onun için “hırs gelir göz kararır, hırs gider yüz kızarır” denilmiştir. Hatta aşırı öfke için “muvakkat (geçici) delilik” tabiri de kullanılmıştır.
Aklın ve dinin kontrolünden çıkarak ifrat derecesine varmış olan gazap hâli, çoğu zaman saldırganlık boyutlarına ulaşabilir. Bu durumda kişi, öfkesine hâkim olabilmeli ve onu İslâm ahlâkı çerçevesinde, muvazeneli bir şekilde kullanmasını bilmelidir. Nitekim Abdullah bin Amr’ın konumuzla alâkalı olarak naklettiği aşağıdaki rivâyet oldukça manidardır: O diyor ki,
Resûlullah’tan duyduğum her şeyi ezberlemek maksadıyla yazıyordum. Kureyş’ten bazı sahâbîler beni bundan nehyetti ve:
– Hz. Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- kızgınlık ve sükûnet hallerinde konuşan bir insan iken sen ondan duyduğun her şeyi nasıl yazarsın? dediler.
Bunun üzerine yazmaktan vazgeçtim. Sonra durumu Resûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e arzettim.
Efendimiz eliyle ağzına işaret ederek:
“– Yaz, canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, bu ağızdan haktan başka bir şey çıkmaz” buyurdu. (Ebû Dâvûd, İlim, 3)
Görüldüğü gibi Peygamberimiz bu tavrıyla, kendisinin de kızabileceğini fakat öfke anında iradesine sahip olduğunu ve gazabının doğruyu söylemesine mâni olmadığını belirtmiştir. Bir âyet-i kerîmede de, kendileri için cennet hazırlanan takvâ sahiplerinin özellikleri anlatılırken onlardan şöyle bahsedilir:
“O takva sahipleri ki bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar, öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da böyle güzel davranışta bulunanları sever.” (Âl-i İmrân 3/134)
Hz. Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- ise gazaplandığında nefsine hâkim olan kimseyi gerçek pehlivan olarak tanımlamış (Bûhârî, Edeb, 76) ve özellikle gazabını yenen kimselerin cennette elde edecekleri bir takım nimetlerin müjdesini vermiştir. (Ebû Dâvûd, Edeb, 3)
Hadîs-i şerîflerde gazap ateşinin, yine ateşten yaratılan şeytanla yakından ilgisi olduğu ifade edilmiş, öfke hâlinde tatbik edilmesi gereken belli başlı prensipler şöyle belirlenmiştir:
1) Allah’a sığınmak: Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-, huzurunda birbirine söven iki kişiden birinin yüzünde öfke hali belirince şöyle buyurdu: “Ben bir söz biliyorum, eğer şu adam bunu söylerse öfkesi geçer. Bu söz, eûzu billahi mine’ş-şeytani’r-racîm: kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım, cümlesidir.” (Buhârî, Edeb, 76; Ebû Dâvûd, Edeb, 3) Ayrıca Efendimiz’in Ümmü Seleme annemize öğrettiği, “Ey Nebî olan Muhammed’in Rabbi Allahım! Günahlarımı bağışla ve kalbimin öfkesini gider” (İbn-i Hanbel, VI, 302) mealindeki duâsı da gazap ateşinden kurtulmanın çarelerindendir.
2) Abdest almak: Hz. Peygamber, “Gazap şeytandandır. Şeytan da ateşten yaratılmıştır. Ateş, ancak su ile söndürülür. Biriniz kızdığı zaman abdest alsın.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 3) buyurmak suretiyle öfke ateşinin de abdestle söndürüleceğini belirtmiştir.
3) Bulunduğu konumu değiştirmek: Gazap hâlinde yapılması gereken bir başka şey de kişinin bulunduğu konumdan daha pasif bir duruma geçmesidir. Bu husus, Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- tarafından şöyle beyan edilmiştir:
“Dikkat ediniz! Öfke insanoğlunun kalbindeki bir ateş parçasıdır. Gözlerin kızardığını, boyun damarlarının şiştiğini görmez misiniz? Her kim bunun eserini duyarsa, yere uzansın.” (Tirmizî, Fiten, 26) Bir başka hadiste de
“Biriniz öfkelendiğinde, ayakta ise otursun. Yine sakinleşmezse yanı üzere yatıversin” buyrulmaktadır. (Ebû Dâvûd, Edeb, 3)
4) Susmayı tercih etmek: Kavgalı iki kişinin birbirlerine karşı hakaret ettikçe öfkelerinin dozunun arttığı bilinen bir durumdur. Bu sebeple olmalıdır ki Resûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem- “Biriniz öfkelendiğinde sussun” buyurmuştur. (İbn-i Hanbel, I, 239) Zira basit bir sebeple öfkelenen kişinin, gazap hâlinde hezeyanda bulunması durumunda umulmadık sonuçların ortaya çıkması mümkündür. Hz. Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-, huzurunda Hz. Ebû Bekir’e hakaret eden birisine karşı onun bir süre ses çıkarmamasından hoşnut kalmış, daha sonra aynı şekilde karşılık vermesi üzerine oradan ayrılmak istemişti. Bilahare Hz. Ebû Bekir, yaptığının yanlış olup olmadığını sorunca Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-, şöyle buyurmuştur:
“Doğrusu sustuğun vakit senin adına o kişiye cevap veren bir melek vardı. Ancak aynı şekilde sen de karşılık vermeye başlayınca melek gitti, yerine şeytan geldi. Şeytanın geldiği yerde ben bulunamam.” (İbn-i Hanbel, II, 436)
Rasûlullah’ın kızdığı anlarda öfkelendiği kimseden “yüzünü çevirmesi, onunla ilgilenmemesi” de bu tedavi metodunun bir başka çeşidi olsa gerektir. (Ebû Dâvûd, Libâs, 17; İbn-i Hanbel, III, 14)
Hâsılı İslâm ahlâkında nefisini tatmin için kızmak doğru bulunmamış, şahsı adına haklı bir sebeple bile olsa gazabını yenip karşı tarafı affetmek büyük bir meziyet sayılmış ve konuyla alakalı gerekli tedavi yöntemleri tavsiye edilmiştir. Bununla birlikte kişideki öfke duygusunun bir de tefrit hali vardır ki bu durum “hamiyetsizlik” denilen şahsiyetsizliğe, korkaklığa, âcizliğe, derbederliğe ve çeşitli maddî ve manevî zararların meydana gelmesine sebep olur. Dolayısıyla dinimizin meşru kıldığı hususlardan taviz verilmesi veya kutsal değerlerin tacize uğraması gibi durumlarda gösterilen öfke, yerinde ve olması gerekli bir tepkidir. Nitekim şahsı için hiçbir zaman intikam almayan Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- (Müslim, Fedâil, 79) Allah Teâlâ’nın koyduğu sınırlar göz ardı edildiği zaman, kızı Fâtıma dahi olsa kimseyi affetmeyeceğini belirtmiştir. (Buhârî, Hudûd, 11, 12; İbn Mâce, Hudûd, 6) Hatta rahmet peygamberi (nebiyyü’r-rahme) olarak vasıflanan Efendimiz’in, savaş peygamberi (nebiyyü’l-melhame) diye de nitelendirilmesi bu dengenin bir tezahürü sayılmalıdır. (İbn-i Kayyim, Zâdü’l-meâd, I, 95, 96) Zira itidal noktasındaki gazab sayesinde şecaat ve cesaret gibi temel ahlâki faziletler ortaya çıkmakta ve kişinin izzet-i nefsi korunmaktadır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber ve mü’minleri “kâfirlere karşı izzetli/şiddetli kendi aralarında merhametli/alçak gönüllü” olmakla tavsif ederken, bu duruma dikkat çekmektedir. (el-Mâide 5/54; el-Feth 48/29)