2. Tefsîrü’l-Mevâkib Tercemetü’l-Mevâhib

            Ferruh Efendi’nin Tefsîrü’l-Mevâkib Tercemetü’l-Mevâhib isimli tefsîri, Hüseyin İbn-i Aliyyü’l-Kâşifi’nin (v. 900/1494)[1] el-Mevâhibü’l-Aliyye isimli Farsça tefsîrinin tercümesidir.[2]

el-Mevâhibü’l-Aliyye daha önce 1575’te, Ebu’l-Fadl Muhammed el-İdrisi el-Bitlisi (v. 1595)[3] tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. Bu ilk terceme basılmamıştır. Yazma nüsha­ları nâdirdir. Yalnız İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde birin­ci cildi mevcuttur.[4] Kur’ân’ın başından Kehf süresinin yarısına kadardır. Başında sûrelerin fihristi bulunmaktadır. Daha sonra bir münacat ve mütercimin mukaddimesi vardır. Mukad­dimede mütercim eseri Farsçadan terceme ettiğini açıklamaktadır. Nesih hatla yazılmış olan bu eserde Türkçe ve Arapça yazılar harekelidir. Arapçaların üzerine kırmızı çizgi çekilmiştir. Tercemede âyetler birkaç kelimelik parçalara ayrılarak ke­lime kelime mana vermek tarzına gidilmiştir. Bu cil­din sonunda yalnız h. 981 tarihine tesadüf edilmektedir.[5]

Tefsîr, XIX. asrın başlarında (1246/1830’da) -Ahmet Cevdet Paşa’nın Farsça hocası olan- İsmail Ferruh Efendi tarafından ikinci kez Türkçe’ye kazandırılmış, bu tarihten otuzbeş yıl sonra (1865’de) da İstanbul’da iki cild halinde basılmıştır.

1959 yılında Süleyman Fahir tarafından Latin harflerine aktarılmıştır.[6] Yeni neslin anlayacağı dil ile ve başka tefsîrlerden de istifade edilerek hazır­lanmış olduğunu naşir kaydetmektedir. Âyetler numaralı olarak sahifeler halinde tercü­melerin aralarına konulmuştur. Sayfa başlarına cüz ve süre numaraları ve sûre isimleri kaydedilmiştir. Mukaddimede eseri yazan İsmail Ferruh Efendi’den bahsedilmektedir. Türkçe tercümeler­den sonra daha ince yazı ile tefsîrler ilave edilmiştir. Eserin sonuna hem numara sırası ile hem de alfabe sırası ile sûrelerin fihristi ilave edilmiştir. Tek cilt ve 692 sayfadır. Eser son olarak 1987 yılında Ahmet Ağırakça ile Beşir Eryarsoy tarafından, Nüzul Sebebli Kur’ân-ı Kerîm ve Türkçe Meali adıyla yeniden düzenlenerek neşredilmiştir.[7]

Kâşifi’nin el-Mevâhibü’l-Aliyye’si, aynı zamanda Kazanlı Muhammed Sâdık bin Molla Şâh Ahmed bin Ebû Yezid bin Rahmetullah bin Îmânkulî (v. 1911’den sonra) tarafından Teshîlü’l-beyân fî tefsîri’l-Kur’ân ismiyle Kazan Türkçesi’ne (Tatarca) tercüme edilmiştir. Tercüme 1318-1328 (1900-1910) yılları arasında yapılmış ve iki cilt hâlinde neşredilmiştir. (Kazan 1911) Bu tercüme sonradan tıpkıbasım olarak yeniden tabedilmiştir. (Doha-Katar 1996)

             Ferruh Efendi, eserinin önsözünde çocukluğundan beri Arapça, Farsça ve Türkçe tefsîrlerle meşgul olduğunu, bu tefsîrlerin okunup anlaşılmasının halka oldukça zor geldiğini dolayısıyla Arapça ve Farsça bilmeyen kimselerin Kur’ân’ı rahat bir şekilde anlamalarına yardımcı olmak gayesiyle böyle bir tefsîri kaleme aldığını ve bunun Neyseburi tarzında âyetleri bölmeden bir bütün olarak tercüme ettiğini bu tarzın aynı zamanda Mushaf-ı Şerif gibi rahatlıkla hatmetmeyi kolaylaştıracağını ifade ederek şöyle demektedir:

“Evân-ı şebâbetten beri ekser Arabi ve Fârisi ve Türki tefâsir mütâalasıyla imrâr-ı evkât olunup bunların ekseri husûsan Türk-i tercümeler kelime ve kelime beyân ve ta’bir edilmiş olduğundan cem’ ve hulâsa ve rabtı avâma emr-i asîr olduğu karîn-i idrâk-ı fakir olmakla Neysâbûri revîşinde âyât-ı kerîme tamâmen tastîr ve zeyline alâ kaderi’t-tâka ma’naları müretteb tahrir olunarak hem ilm-i Arabiye’ye intimâ ve intisâbı olmıyanlara fehm ü iz’ânda yüsret ve hem hatm-i şerif tilâveti murâd edenlere bundan Mushaf-ı Şerif misillu hatm etmekte sühûlet olacak vechile muhtasarca bir tefsîr tercümesine sarf-ı yârây-ı vûs’ ve makderet etmek arzûsu çoktanberi pîrâmen-kerd-i hayâlhâne-i fakir ise de “el-ümûr merhûnetün bi-evkâtihâ” müfâdınca vakt-i mukaddere ta’lîk olunmuş idi. Bu esnâda Hüseyin Vâiz merhûmun Mevâhib ünvânıyla muanven tefsîrinin lisân-ı Fârisiden zebân-ı azbü’l-beyân-ı Türkî’ye minvâl-i muharrer üzre nakl ve tahviline meyl ve hâhiş olunup Cenâb-ı müsehhili’l-umûr’un iʻâne ve ikdârına istinâden meʻa kılleti’l-bidâ’a tercümesine destzen-i hâme-i şürû’ olundu.”[8]

 Ferruh Efendi’nin tefsîrinde her ne kadar Mevâhib esas kabul edilmiş olsa da Tibyân, Beydâvî, Keşşâf ve Hâzin tefsîrleriyle karşılaştırılması yapılmıştır. Âyetlerin nüzul sebebleri ve bazı tefsîrcilerin beyânları âyet meallerinin altına yazılmıştır. Halkın kolayca anlaması hedeflendiğinden müteşabih kelimelerden kaçınılmış, kısaca Türk halk diliyle tefsîr yapılmıştır. Tercüme Abdülhamid Hân’ın emriyle Kur’ân’ın kenarında basılmıştır. Her âyetin tercümesinden önce baş kısmından iki üç kelime yazılmış, bu sûretle karşılaştırma kolay hale getirilmiştir.[9] Bu tefsîrin okunması da kolaydır; çünkü mufassal tefsîrler gibi mevzûlara derinlemesine girilmemiş, Celâleyn tefsîrinde olduğu gibi gayet kısa ve öz olarak rivayetler, ihtilaflar ve tevcihler verilmiştir, böylece tefsîr bir mushafın boyutlarını geçmeyecek şekilde düzenlenmiştir. Müfessir tefsîrini yazarken istifade ettiği kaynaklarla ilgili olarak şu açıklamalarda bulunmaktadır:

“Eğerçi Tefsîr-i mezkûr me’haz ittihaz olunduysa da Tibyân ve Beydâvî ve Keşşâf ve Hâzin tefâsîriyle tatbîk ve tevfîk olunarak esbâb-ı nüzûl-ü âyât ve ba’zı müfessirînin nakş-ı sahîfe-i ta’bir ve beyân eyledikleri hikâyât zîr-i meânî-i âyâta tezbir ve maksat-ı aslî olan fehm-i avâma ve istinsâha sühûlet içün elfâz-ı münşiyâneden sarf-ı nazarla ber-vech-i ihtisâr kabaca lisân-ı Türki üzre taʻbir olunup me’hazi olan Mavâhib’e liecli’l-mürâfaka Mevâkib ismiyle tesmiye olundu.”[10]

 Önsözünün sonunda mütercim tevâzûda bulunarak kendisinin ilim bakımından kifâyetsiz olduğunu ve eserini yaşlılık zamanında yazdığını ifade etmekte ve insanın hatâdan sâlim olamayacağını belirterek, tefsîrinde tespit edilecek hataların sayfanın kenarına not olarak kaydedilmesini talep etmektedir.

Mevâkib’ın baskısı, II. Meşrutiyet’e kadar 1865, 1870, 1879, 1899, 1902-1903, 1905, 1905-1906 tarihlerinde tam 7 kez tekrarlanmıştır. Bazı baskılarını şu şekilde tanıtmak mümkündür:

a) Tefsîrü’l-Mevâkib Tercemetü’l-Mevâhib’in, İstanbul’da 1282 yılında Rebiulevvel ayının ortalarında (evâsıtında) Matbaa-i Amire’de basılan nüsha iki cilt halinde basılmıştır. Bir nüshası Marmara İlahiyat Kütüphanesi Öğüt bölümü 37 numarada kayıtlı bulunmaktadır.

Cilt 1: Âyetler harekeli ve numaralanmış olarak Türkçe tercemelerin öncesine yazılmıştır. Âyet­ler parçalara ayrılmamış tamamına birden mana ve­rilmiştir. Âyetin tercemesinden sonra bir yıldız işa­reti ile tefsîr yapılmaya başlanmıştır. Bu cilt İsra sûresinin so­nuna kadar olup 493 sayfadan teşekkül etmektedir.

Cilt 2: Kehif süresinden Kur’ân’ın sonuna kadar­ olan kısmın tefsîrini ihtivâ etmektedir. Eserin sonunda bu tercemeyi yapanın Ferruh İsmail Efendi olduğu ve tercemeyi h. 1246’de tamamladığı Arapça olarak ifade edilmektedir. Bu cilt 527 sayfa tutmaktadır.

     b) Tefsîrin, İstan­bul, 1296, Matbaa-ı Osmaniye baskısı bir cilt halindedir. Bu baskıda âyetler sayfaların ortasına basılmış, Türkçe terceme sayfa kenarlarına dercedilmiştir. Türkçe tercemelerde Arapça âyetlerin baş tarafından birkaç kelime konularak hangi âyete ait olduğu gösterilmiş, ayrıca âyetler ve tercemeleri numaralan­mıştır. Kitabın sonunda bu baskıyı tertib edenin Osman Zeki Bey olduğu ve kırk senelik bir im­tiyaza sahip bulunduğu kayıtlıdır. Türkçelerin hattâtı es-Seyyid el-Hac Rıza olduğu belirtilmektedir. Türkçe tefsîr metninde bazı ihtisarlar yapılmış olup 604 sayfadan oluşmaktadır.

Bu baskıya ait bir nüsha İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde Yıldız Asar-ı Nefîse kısmında 125 numarada bu­lunmaktadır.

     c) Tefsîrin Dersaadet, 1317, Ahter Matbaası baskısı 4 cilt olan Tefsîr-i Tibyân Tercemesi’nin sahife kenarla­rına basılmıştır.

Cilt 1: “Tefsîr-i Mevâkib” başlığı ile Tefsîr-i Tibyân’ın kenarlarına yazılmıştır. Âyetler parantez arasına alınmıştır, harekesizdir. Kur’ân’ın başından Mâide sûresine kadar olup, 370 sayfadır.

Cilt 2: En’am süresinden İsra süresine kadar­dır, 303 sayfadır.

Cilt 3: Kehf sûresinden Fatır süresine kadardır, 303 sayfadır.

Cilt 4: Yâ-Sîn, süresinden Kur’ân’ın sonuna ka­dardır, 329 sayfadır.

Ayrıca her cilde sürelerin fihristi ilave edilmiş olup, âyet­lere numa konmamıştır.

d) Tefsîrin, İstanbul, 1320, Bahriye Matbaası baskısı tıpkı 1296 tarihli baskı gibidir. Tercemeler sahifenin kenarlarına dercedilmiştir. II. Abdülhamid Han’ın iradeleriyle basıldığı kaydedilmektedir. Sonunda “Suver-i Kur’âniyeyi Cami Hatm-i Şerif Duası”, secavend işaretlerinin izahı ve sûrelerin fihristi bulunmaktadır. 620 sayfadır.

            e) Tefsîrin İstanbul, 1323, Bahriye Matbaası baskısı bir cilttir.

Bu da önceki baskı gibidir. Tercemeler sahifenin kenarlarına konulmuştur. Hiçbir tarafında hangi tefsîr olduğu ve kimin terceme etmiş olduğu kaydedilmemiştir. Sonuna bir fihrist ilave edilmiş olup, 620 sayfadır.

İLAM kütüphanesinde inceleme fırsatı bulduğumuz bir nüshanın üzerinde yine 1323 senesi ve Bahriye matbaası kayıtları bulunmakla birlikte diğer bir iç kapak sayfasında ise 1372/1952 tarihi ve Mısır kaydına rastlanmaktadır. Kendisini “Hâdimü’l-Kur’ân” diye isimlendiren ve Şeyhu’l-Mukârii’l-Mısrıyye ünvanını taşıyan Ali Muhammed ed-Dabbâ’ ismine ait bir mühür de bulunmaktadır. 1323 tarihli baskıdan tıpkıbasım yoluyla tekrar basılmış olması muhtemeldir.



[1] Hüseyin b. Ali el-Kâşifî el-Beyhakî es-Sebzevârî el-Hirevî, Hanefi mezhebinin meşhur fıkıh âlimlerinden ve tasavvuf yolunun büyüklerindendir. Reşahât aynu’l-hayât isimli kitabın sâhibi olan Ali es-Safî’nin babasıdır. Lakabı Kemâleddin’dir. Kâşifî, “Vâiz-i Hirevî”, “Velî Hüseyin Kâşifî” gibi isimlerle tanınır. Tefsir, hadis, fıkıh, edebiyat, tasavvuf ilimlerinde zamanının önde gelen âlimlerindendi. 900/1494 tarihinde Herat’ta vefat etmiştir. Birçok kıymetli eseri bulunmaktadır. (Bilmen, no: 302; İslâm Âlimleri Ansiklopedisi, XIV, 86-90; DİA, “Hüseyin Vâiz-i Kâşifî” mad. XIX, 16)

[2] Kâtip Çelebi, Keşfü’z-zunûn, İstanbul, 1971, I, 446. Bu tefsire Tefsîr-i Hüseynî de denmektedir. Kâşifî’nin Cevâhiru’t-Tefsir li Tuhfeti’l-Emîr isimli Farsça bir tefsiri daha vardır. Bu tefsir Zehrâveyn yani Bakara ve Al-i İmrân sureleri tefsiridir. Emir Ali Şir Nevâî için telif edilmiştir. Kalın bir cild halinde olup baş tarafında dört fasılda 22 aded tefsire müteallık ilimden bahsetmektedir. (Keşfü’z-Zunûn, s. 448 ve 613. İslâm Âlimleri Ansiklopedisi, XIV, 88) Kâşifî’nin tefsir alanında ortaya koyduğu diğer bir eseri de Câmi’u’s-sittîn’dir. Bu kitap Yusuf Sûresi’nin tasavvufî tefsiridir. (DİA, “Hüseyin Vâiz-i Kâşifî” mad. XIX, 16)

[3] Babası Osmanlı âlimlerinden ve devlet adamlarındandır. Ebu’l-Fadl Muhammed Efendi de babası gibi büyük bir âlim ve fazilet ehli bir zattı. Çok güvenilir bir kimse olduğu için “Serdefter-i defterdârân” ünvanıyla bütün defterdârların başkanlığına getirilmiştir. 33 sene layıkıyla yürüttüğü bu vazifeden dolayı kendisine “Defterî” nisbesi de verilmiştir. Yaşlılığından dolayı emekli olarak Tophane’de denize nazır bir ev yaptırarak burada ilim taliplerine dersler okuttu. Bahçesine “Defterdâr Camii” diye meşhur olan güzel bir cami yaptırmıştır. Babasının II. Bayezid’in isteği üzerine Farsça olarak 80.000 beyit halinde nazmettiği ve daha sonra Türkçe nesre de çevrilen Heşt-behişt isimli Târih-i Âl-i Osmân’ına zeyl yazmıştır. Birçok kıymetli eseri Türkçe’ye çevirmiştir. (İslâm Âlimleri Ansiklopedisi, XIV, 142-143 ve 249-250)

[4] Ebü’l-FadI Muham­med ibni İdrîs-i Bidlîsi’nin Mevâhibü’l-Aliyye Ter­cemesi. Birinci cilt eb’adı: 18,8 X 29.3, varak : 351.

[5] Bitlisi’nin İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Türkçe yazmalar bölümü no: 1195’de bulunan tercümesinin Fâtiha tercemesi kısmı: “Ol Allah ismine ki tapmağa müstehak ve seza-vardır. Ancılayın Allah ki bağışlayıcıdur halka vücut ve hayat ve in’am idicidür anlara beka ve muhafa-zat-ı afatı. 1-Her sena ve aferin ki ezelden ebede değin mev­cut ve malum idi ve olsa gerekir anın cümlesi bi’t-temam velkemal ol Allah icündür ki müsemma ve mevsufdur cümle esma ve sıfat-ı kemaliyye ile. Yaradıcı ve besleyici. Vücut bağışlayıcidur. 2- Bir dahi ahirette cihan halkının fenasından sonra in’am idicidür bir dahi re’fetle müminlere ve anları cennete idhal ider. 3- Ceza gününin sâhipi ya mutasarrıfı ol günde her ne veçhile ki diler, 4- Sana taparuz ve hassatan senden yardım talep ederüz. 5-Bize yol göster doğru yol akval ve ef’al ve ahlakta ki ol yol mutavassıttır. 6-Göster anların yolunu ki kendü fadlınla ve kereminle in’am itmişsin anlara. 7-Ne ol kimselerin yolu ki anlara hışm etmişsin ve ne gümrahlar yolu.”

[6] Kur’an-ı Kerîm ve Meali (Mevâkib tefsiri), İstanbul, 1959, Bütün Kitabevi.

[7] Cündioğlu, Kur’an Çevirilerinin Dünyası, 123-124.

[8] Mukaddime, s. 2-3.

[9] Ali Turgut, Başlangıçtan Günümüze Ünlü Müfessirler ve Tefsirleri, Tercüman Kur’ân-ı Kerim Ansiklopedisi, c. 2, İstanbul, 1988, ‘Ferruh Efendi’ maddesi.

[10] Mukaddime, s. 3.

%d bloggers like this: