اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَى رَسُولِناَ مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ أَجْمَعِينَ
Her sıfatı yüce, her ismi mükemmel, her sanatı hayal ötesi, ilmi ve kudreti nihayetsiz, rahmeti bol, merhameti engin olan yüce Mevlâmıza sonsuz hamd ü senalar olsun!
Yaratılışımızın sebebi, hayatımızın şifası, İslâm ve îmanın ezelî ve ebedî nûru, şahsiyetimizi inşa eden üsve-i hasene/en güzel örneğimiz, iki dünyada şefaatçimiz olan Âlemler Sultanı Hz. Peygamber (s.a.v)’e sonsuz salât ü selâm olsun!
Mâlûmdur ki;
Son ilâhî kitap Kur’ân-ı Kerim, son peygamber de seyyidü’l-mürselin/peygamberlerin efendisi olan Hz. Muhammed Mustafâ (sallâllâhu aleyhi ve sellem)’dir.
Kur’ân ve Hz. Peygamber’in Sünnet’i, Allah katında son din olan İslâm’ın en temel iki büyük kaynağıdır.
Bu ikisinden biri olmaksızın din de îman da tamam olmaz.
Bunun içindir ki Cenâb-ı Hak, Hz. Peygamber (s.a.v)’e itaati, Zâtı’na itaat ile bir kabul etmiş ve bu gerçeğe Kur’ân-ı Kerim’de bilhassa dikkat çekmiştir. Âyet-i kerimelerde şöyle buyrulur:
“Kim Rasûl’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisâ 4/80)
“Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; orada devamlı olarak kalacaklardır; işte büyük kurtuluş budur.” (Nisâ 4/13)
Bu ilâhî beyanlar gösteriyor ki, Efendimiz (s.a.v)’e itaat, imanî bir zarûrettir. Ama bu zarûret, zoraki değil, tamamıyla cân u gönülden, samimiyet ve muhabbet coşkusu ile gerçekleştirilecek bir itaattir. Böyle bir itaati, bir iman ölçüsü olarak yine bizzat Cenâb-ı Hak, şart koşmaktadır:
“Hayır, Rabbine yemin olsun ki, aralarında çıkan bir anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hüküm sebebiyle içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan (onu) tam mânâsıyla kabullenmedikçe, îman etmiş olmazlar.” (Nisâ 4/65)
Hz. Peygamber’e itaat hususunda Cenâb-ı Hakk’ın koyduğu bu hassas ölçüler, O Peygamberler Sultanı’na isyan edilmemesi hususunda da aynen geçerlidir. Nitekim Cenâb-ı Hak, Hz. Peygamber’e isyanı Zâtı’na isyan ile bir kabul etmiş ve bunu şiddetle yasaklamıştır. Âyet-i kerimelerde Allah Rasûlü’ne uymayan kimseler hakkındaki ilâhî tehdit çok bârizdir:
“Kim Allah’a ve Peygamberine karşı isyan eder ve Allah’ın koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe/cehenneme atar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.” (Nisâ 4/14)
“O (Peygamber’in) emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elem verici bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.” (Nûr 24/63)
Bütün bu ilâhî ölçüler, dînin birinci kaynağı olan Kur’ân’dan sonra ikinci temel kaynağı olan hadis-i şeriflerin ilâhî boyutuna işaret etmektedir. Çünkü Hz. Peygamber’e itaatin mâhiyeti, onun söylediklerine tâbî olmak demektir. Çünkü Kur’ân-ı Kerim vahiy kaynaklı olduğu gibi, onun öz olarak ifade ettiği mânâları açıklayan Sünnet ve hadisler de vahiy kaynaklıdır. Bu gerçek Kur’ânî bir hakikattir:
“O aslâ kendiliğinden konuşmaz! Onun konuştuğu, ancak kendisine vahyolunandır…” (Necm 53/3-4)
Zaten Kur’ân-ı Kerim Hz. Peygamber’in kalbine indirilmiş olduğundan[1] onun her hâli, ahlâk-ı Kur’ân olmuştur. Dolayısıyla ondan sâdır olan sözler/hadisler de ancak Kur’ân’ın tefsîri mâhiyetinde tezâhür etmiştir. Hâsılı Efendimiz (s.a.v)’in bütün hayatı, sözleri ve hâlleri, Kur’ân-ı Kerîm’in en güzel izahıdır.
Bu bakımdan Kur’ân ile Sünnet, birbirinden ayrılmaz bir bütünlük arz eder. Kim bunlara sımsıkı sarılırsa dalâlete düşmez, ebedî kurtuluşa nail olur. Nitekim Efendimiz (s.a.v), meşhur Veda Hutbesi’nde bu gerçeğe işaretle şöyle buyurmuştur:
“Size iki emanet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarılırsanız yolunuzu hiç şaşırmazsınız. Biri Allâh’ın kitabı, diğeri de Peygamberinin Sünneti’dir.” (İbn-i Hişâm, IV, 276; Muvatta’, Kader, 3)
Bu sebeple ashâb-ı kirâm ve veresetü’l-enbiyâ olan sâlih âlimler, Sünnet’e ve onun yazılı belgeleri mâhiyetindeki hadis-i şeriflere çok büyük ehemmiyet atfetmiş ve onları takdîre şâyan bir titizlikle bizlere nakletmişlerdir. Sünnet’in günümüze kadar gelmesini sağlayan en büyük âmil ise, müslümanların onu, Hz. Peygamber (s.a.v)’den îtibâren birbirinden alarak yaşaması ve zinde tutması olmuştur. Öyle ki bazı muhaddisler, bir kimseye güvenerek kendisinden hadis alabilmek için, o kimsenin, rivâyet ettiği hadislerle amel ediyor olmasını şart koşmuşlardır.
Yani mesele nakletmek değil, hadisleri en güzel şekilde anlayabilmek ve yaşayabilmektir. Hadisler ki, mukaddes kitabımızı birinci derecede açıklayan ve tefsir eden en kıymetli varlığımızdır. Hadisler ki, Sevgili Peygamberimiz’in, asırların ötesinden bizimle muhatap olması, sohbet etmesi, bizi en güzele, en doğruya yönlendirmesidir. Hadisler ki, modern câhiliye girdaplarında boğulan insanlığa şifâ olacak yegâne asr-ı saadet nefesidir.
Dolayısıyla hayatımıza nebevî bir şifa, Ahmedî bir muhabbet, Muhammedî bir bereket ve bir rahmet katabilmek için her hâlükârda Kur’ân’a ve Hz. Peygamber (s.a.v)’in Sünnet-i Seniyye’sine sımsıkı sarılmaya muhtacız. Bunun için de tabiî ki öncelikle hadis-i şerifleri okumak ve anlamak en temel vazifemizdir.
Böyle temel bir vazife ve ihtiyaçtan hareketle kıymetli büyüklerimizin yönlendirmesi ile elinizdeki eser meydana gelmiş oldu. Öncelikle belli mevzular etrafında hadis-i şeriflerden seçmeler yapıldı. Hz. Peygamber (s.a.v)’in mübarek lisanından İslâm, îman, ibadet, günahtan sakınmak, tebliğ ve hizmet ile ilgili hadisler bir araya getirildi. Bunlar, âyetler ve diğer hadisler ışığında, temel kaynaklarımızdan da istifade edilerek kısa kısa açıklandı.
Seçilen hadis-i şerifler, mûteber hadis kitaplarından alındı. Her hadis, bizzat kaynağına bakılarak aslıyla karşılaştırıldı. Tercümelerin de asıllarına uygun olmasına ve mânânın güzel bir Türkçe ile ifade edilmesine elden geldiğince özen gösterildi.
Cenâb-ı Hak’tan, kusurlarımızın affını ve bütün güzel amellerimizin de kabûlünü niyaz ederken;
Öncelikle eserin kaleme alınmasını tavsiye eden ve hazırlanması esnâsında her türlü yardım ve desteği lûtfeden çok muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocamıza;
İnceleme ve tashihte emeği geçen muhterem Abdullah SERT, Ahmet TAŞGETİREN, Mustafa ERİŞ, Prof. Dr. Ethem CEBECİOĞLU, Prof. Dr. Ömer ÇELİK, Dr. Âdem ERGÜL ve diğer hocalarıma;
Harun KIRKIL ve Şükrü Mutlu KARAKOÇ kardeşlerime;
Bilhassa Dr. Mustafa ÖZTÜRK, Sadettin EKİNCİ ve Muhammed Ali EŞMELİ Beylere;
Ayrıca kitabı büyük bir titizlikle neşrederek okuyucularına hediye olarak takdim eden Altınoluk Mecmuası idarecilerine samîmî teşekkürlerimi arz ederim.
Rabbimiz, hepimizin gayretlerini rızâsına muvafık birer sadaka-yı câriye eylesin. Efendimiz (s.a.v)’in Sünnet’ine sarılarak canlı bir Kur’ân hâlinde yaşamayı cümlemize ihsan buyursun. Kıyametin dehşetli günlerinde Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in hamd sancağı altında onun yüce şefaatine mazhar eylesin!.
Âmîn!.
Dr. Murat KAYA
Haziran 2007
Sultantepe – Üsküdar