1. Abdestin Fazileti

٢٥. عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ:

«إذَا تَوَضَّأَ الْعَبْدُ الْمُسْلِمُ -أَوِ الْمُؤْمِنُ- فَغَسَلَ وَجْهَهُ خَرَجَ مِنْ وَجْهِهِ كُلُّ خَطِيئَةٍ نَظَرَ إلَيْهَا بِعَيْنَيْهِ مَعَ الْمَاءِ أَوْ مَعَ آخِرِ قَطْرِ الْمَاءِ فَإذَا غَسَلَ يَدَيْهِ خَرَجَ مِنْ يَدَيْهِ كُلُّ خَطِيئَةٍ كَانَ بَطَشَتْهَا يَدَاهُ مَعَ الْمَاءِ أَوْ مَعَ آخِرِ قَطْرِ الْمَاءِ فَإذا غَسَلَ رِجْلَيْهِ خَرَجَتْ كُلُّ خَطِيئَةٍ مَشَتْهَا رِجْلَاهُ مَعَ الْمَاءِ أَوْ مَعَ آخِرِ قَطْرِ الْمَاءِ حَتَّى يَخْرُجَ نَقِيًّا مِنَ الذُّنُوبِ».

25. Ebû Hüreyre (r.a)’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Müslüman -veya mü’min- bir kul abdest alır ve yüzünü yıkarsa, gözleri ile bakarak işlediği bütün günahlar, abdest suyu -veya suyun son damlası-[1] ile yüzünden akar gider. Ellerini yıkadığında, onlarla tutarak işlediği günahlar, abdest suyu -veya suyun son damlası- ile ellerinden çıkar gider. Ayaklarını yıkadığı zaman, onlarla yürüyerek işlediği günahlar, abdest suyu -veya suyun son damlası- ile ayaklarından çıkar gider. Neticede bu kimse, günahlardan arınmış olur.” (Müslim, Tahâret, 32. Ayrıca bkz. Tirmizî, Tahâret, 2/2)

٢٦. عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ:

«إنَّ أُمَّتِي يُدْعَوْنَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ غُرًّا مُحَجَّلِينَ مِنْ آثَارِ الْوُضُوءِ فَمَنِ اسْتَطَاعَ مِنْكُمْ أَنْ يُطِيلَ غُرَّتَهُ فَلْيَفْعَلْ».

26. Ebû Hüreyre (r.a) der ki: Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in şöyle buyurduğunu işittim:

“Şüphesiz ki benim ümmetim, kıyamet gününde, abdest izlerinden dolayı «Yüzleri nurlu, elleri ve ayakları parlak olanlar!» diye çağrılacaktır. Artık, nûrunu artırmaya gücü yeten kimse bunu yapsın!” (Buhârî, Vudû’, 3; Müslim, Tahâret, 35)

٢٧. عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَتَى الْمَقْبُرَةَ فَقَالَ:

«اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ دَارَ قَوْمٍ مُؤْمِنِينَ وَإِنَّا إِنْ شَاءَ اللّٰهُ بِكُمْ لَاحِقُونَ. وَدِدْتُ أَنَّا قَدْ رَأَيْنَا إِخْوَانَنَا» قَالُوا:

«أَوَلَسْنَا إِخْوَانَكَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ؟» قَالَ:

«أَنْتُمْ أَصْحَابِي وَإِخْوَانُنَا الَّذِينَ لَمْ يَأْتُوا بَعْدُ» فَقَالُوا:

«كَيْفَ تَعْرِفُ مَنْ لَمْ يَأْتِ بَعْدُ مِنْ أُمَّتِكَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ؟» فَقَالَ:

«أَرَأَيْتَ لَوْ أَنَّ رَجُلًا لَهُ خَيْلٌ غُرٌّ مُحَجَّلَةٌ بَيْنَ ظَهْرَيْ خَيْلٍ دُهْمٍ بُهْمٍ أَلَا يَعْرِفُ خَيْلَهُ؟» قَالُوا:

«بَلَى يَا رَسُولَ اللّٰهِ» قَالَ:

«فَإِنَّهُمْ يَأْتُونَ غُرًّا مُحَجَّلِينَ مِنَ الْوُضُوءِ وَأَنَا فَرَطُهُمْ عَلَى الْحَوْضِ أَلَا لَيُذَادَنَّ رِجَالٌ عَنْ حَوْضِي كَمَا يُذَادُ الْبَعِيرُ الضَّالُّ أُنَادِيهِمْ: أَلَا هَلُمَّ فَيُقَالُ: إِنَّهُمْ قَدْ بَدَّلُوا بَعْدَكَ فَأَقُولُ: سُحْقًا سُحْقًا».

27. Ebû Hüreyre (r.a)’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v) kabristana geldi ve:

“Selâm size ey mü’minler diyarının sâkinleri! İnşâallah bir gün biz de sizin yanınıza geleceğiz. Kardeşlerimizi görmüş olmayı istedim!” buyurdu.

Ashâb-ı kirâm:

“–Biz sizin kardeşleriniz değil miyiz, yâ Rasûlallah?” diye sordular.

Rasûl-i Ekrem (s.a.v):

“–Sizler benim ashâbımsınız, kardeşlerimiz henüz gelmemiş olanlardır” buyurdu.

Bunun üzerine ashâb-ı kirâm:

“–Ümmetinizden henüz gelmemiş olanları nasıl tanıyacaksınız, ey Allah’ın Rasûlü?” diye sordular.

Rasûlullah (s.a.v) de onlara:

“–Bir adamın alnı ve ayakları beyaz olan bir atı olduğunu düşünün. Adam bu atını, hepsi de simsiyah olan bir at sürüsü içinde tanıyamaz mı?” diye sordu.

Sahâbe-i kirâm:

“–Evet, tanır ey Allah’ın Rasûlü!” cevabını verdi.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

“–İşte kardeşlerimiz de abdestten dolayı yüzleri nurlu, el ve ayakları parlak olarak geleceklerdir. Ben, önceden gidip havuzumun başında ikrâm etmek için onları bekleyeceğim. Dikkat edin! Birtakım kimseler yabancı devenin sürüden kovulup uzaklaştırıldığı gibi benim havuzumdan kovulacaklardır. Ben onlara «Buraya gelin!» diye nidâ edeceğim. Bana:

«–Onlar senden sonra hâllerini değiştirdiler, (senin Sünnet’ini takip etmeyip başka yollara saptılar)» denilecek. Bunun üzerine ben de:

«–Uzak olsunlar, uzak olsunlar» diyeceğim.” (Müslim, Tahâret, 39; Fedâil, 26. Ayrıca bkz. Nesâî, Tahâret, 110/150; İbn-i Mâce, Zühd, 36; Muvatta’, Tahâret, 28; Ahmed, II, 300, 408)

٢٨. عَنْ ثَوْبَانَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:

«اِسْتَقِيمُوا وَلَنْ تُحْصُوا وَاعْلَمُوا أَنَّ خَيْرَ أَعْمَالِكُمُ الصَّلَاةُ وَلَا يُحَافِظُ عَلَى الْوُضُوءِ إِلَّا مُؤْمِنٌ».

28. Sevbân (r.a) der ki: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

“İstikâmet üzere olun, (ancak) her şeyi mükemmel bir şekilde yapamazsınız. Şunu bilin ki en hayırlı ameliniz, namazdır. Ancak mü’min kimse, devamlı abdestli bulunmaya gayret eder.” (İbn-i Mâce, Tahâret, 4; Muvatta’, Tahâret, 36; Ahmed, V, 276, 282; Dârimî, Tahâret, 2)

Açıklamalar:

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v):

“Allah temizdir, temizliği sever” (Tirmizi, Edeb, 41/2799)

“Temizlik imanın yarısıdır” buyurmuştur. (Müslim, Tahâret, 1)

Bu sebeple İslâm, temizlik dîni olarak bilinmektedir. Cenâb-ı Hak, kullarının maddî ve mânevî her türlü kirden arınmalarını istemektedir. İslâm’ın, yeni iman eden kimseye gusletmeyi,[2] ibadet edecek kişiye de abdest almayı emretmesi bundan kaynaklanır. Müslümanlar da dinlerinin gereği olarak temizliğe çok ehemmiyet vermişler, fıkıh ve ilmihal kitaplarının başına önce “Tahâret” bahislerini koyarak uzun uzun îzâh etmişlerdir. Zira temizlik, meleklere yaklaştırıp şeytandan uzaklaştıran ve kabir azâbından kurtaran güzel bir haslettir.

Ayrıca temizlik, rûhun yücelip ihsân mertebesine çıkmasına ve Allah’a yaklaşmasına yardım eder. Bu yüzden âyet-i kerimede:

“…Allah temizlenenleri sever” buyrulmuştur. (Bakara 2/222)

Zira abdestin mâddî temizlik yönü, mâneviyata da tesir ederek insanın içini nurlandırır ve günahların gönle taşıdığı zulmeti birazcık da olsa aydınlatır. Bu ise, iyiliklerin yazılıp hataların silinmesi mânâsına gelir. Dolayısıyla, gerek tıbbî gerekse mânevî yönden tam bir temizlik vesilesi olan abdestin fazileti, kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

Abdest âzâları açıkta olduğu için çabuk kirlenir. Bu sebeple onları günde beş defa yıkamak, insana maddî ve mânevî sıhhat verdiği gibi aklen ve zihnen uyanık olmasını da sağlar.

Bütün bunları dikkate alarak bir mü’min, abdestini büyük bir îtinâ ile almalı, âhiretteki nûrunun ziyâdeleşmesi için gayret sarfetmelidir. Bunun yolu da, abdest uzuvlarını, farz olan yerlerin ötesine geçecek şekilde ve üçer defa yıkamak, mümkünse kıbleye dönmek, besmele ile başlamak, niyet etmek, ağız ve burnu güzelce temizlemek, abdest dualarını okumak ve suyu israf etmemektir.

Abdest alırken misvak kullanmak da mühim bir sünnettir. Rasûlullah (s.a.v), misvak kullanmanın faziletini beyan ederek şöyle buyurmuştur:

“Misvak, ağzı temizler, Rabbin rızâsını kazandırır.” (Nesâî, Tahâret, 5/5)

“Eğer ümmetime zor gelmeyeceğini bilseydim, her namaz (hazırlığın)da misvak kullanmalarını emrederdim.” (Buhârî, Cum’a, 8)

Allah Rasûlü (s.a.v), sâir vakitlerde de misvağa ehemmiyet verirdi. Gece teheccüd için kalktığında hemen misvakla dişlerini temizler, abdest alır ve namaz kılardı. (Müslim, Müsâfirîn, 139)

Yine evine girdiği zaman ilk yaptığı işi, dişlerini misvaklamak olurdu. (Müslim, Tahâret, 43-44)

Diğer taraftan abdest, kul hakkı dışındaki küçük günahları ve bilmeden işlenen hataları temizler.

Hadislerimizde Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in; “Benim ümmetim” ve “Kardeşlerim” diye iltifat ettiği kişiler, abdest alıp namaz kılan, ibadetlerine dikkat ederek örnek bir hayat yaşayan müslümanlardır. Onlar, kıyamet günü, nurlu ve parlayan uzuvlarıyla diğer insanlardan ayrılacak ve Allah’ın Rasûlü’ne yakın olacaklardır.

Ebû Hüreyre (r.a) şöyle anlatır:

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdular:

“–Havuzum Eyle ile Aden arasındaki mesafeden daha geniştir. O kardan daha beyaz, sütle karışık baldan daha tatlıdır. Onun bardaklarının adedi, yıldızların sayısından daha çoktur. Ben, bir adamın yabancı insanların develerini havuzundan kovduğu gibi bazı insanları ondan uzaklaştıracağım.”

Ashâb-ı kiram:

“–Yâ Rasûlallah! O gün bizi tanır mısınız?” diye sordular.

Allah Rasûlü (s.a.v):

“–Evet, o gün sizin, hiçbir ümmette olmayan bir sîmânız olacak. Benim yanıma abdest izlerinden dolayı yüzleriniz nurlu, elleriniz ve ayaklarınız parlak olarak geleceksiniz.” buyurdular. (Müslim, Tahâret, 36-37)

Bu müjdelerin şuuruna eren her mü’min, abdestli yapılması gereken ibadetlerden önce mutlaka abdest alır, kendisini kimse görmese bile bunu asla ihmal etmez. Bununla birlikte abdestini mükemmel bir şekilde almaya ve imkân nisbetinde devamlı abdestli olmaya gayret eder. İşte dördüncü hadisimizde bu şekilde, abdestin hem farz hem de faziletine hakkıyla riayet edenlerin ancak mü’minler olabileceği haber verilmiştir. Zira münafık kimseler soğuk, meşakkat gibi zorluklar karşısında abdesti zâyi ediverir, ya hiç almaz veya eksik alırlar. Hakikî mü’minler ise ibadetler için güzelce abdest aldıkları gibi, bunun dışındaki zamanlarda da imkân nisbetinde abdestli durmaya çalışırlar. Bu güzel hâl, imanın kuvvetine bir delil olduğu gibi aynı zamanda çok faziletli bir ameldir. Bunu ancak abdestin kıymetini bilen ve âhiretteki faydalarına kesin olarak inanan kimseler başarabilirler.

Devamlı abdestli bulunmaya çalışmak, aslında Allah Rasûlü’nün mübarek sünnetlerinden biridir. Nitekim Rasûlullah Efendimiz’in, tuvaletten çıktığında hemen abdest aldığı nakledilir. (İbn-i Sa’d, I, 369)

Rasûlullah (s.a.v) yatarken bile abdest almayı tavsiye etmiştir. (Buhârî, Vudû’, 75)

İbn-i Abbâs (r.a) şöyle buyurur:

“Sakın abdestsiz uyuma! Zira ruhlar hangi halde alınırsa kıyamet günü o hâlde diriltilir.” (Beyhakî, Şuabu’l-îmân, VI, 391/4386. Krş. Şuab, XI, 191/8388)

Abdestliyken yenisini almak da faziletli bir davranış ve nûr üstüne nûrdur. Rasûlullah (s.a.v), abdesti olsun veya olmasın, her vakit yeniden abdest alırdı. Ümmetini buna teşvik için de:

“Kim abdestli olduğu hâlde yeniden alırsa, Allah Teâlâ bu sebeple kendisine on hasene yazar” buyururdu. (Tirmizî, Tahâret, 44/58, 59)

Abdestin ve devamlı abdestli bulunmanın faziletini gösteren şu rivâyetler, meseleyi daha iyi anlamamıza yardım edecektir:

Rasûlullah (s.a.v), bir sabah Hz. Bilâl’i yanına çağırıp:

“–Bilâl! Hangi ameli yaparak benden önce cennete girdin? Ne zaman (rüyamda) cennete girsem, ayakkabılarının tıkırtısını önümde duyuyorum. Dün gece de cennete gitmiştim, ayakkabılarının tıkırtısını yine önümde duydum…” diye sordu.

Bilâl (r.a):

“–Yâ Rasûlallah, her ezan okuyuşumda, muhakkak iki rekât namaz kılarım. Abdestim bozulduğunda da hemen abdest alır ve üzerimde Allah’ın iki rekât namaz hakkı olduğunu düşünürüm” dedi.

Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

“–İşte bu ikisi sâyesinde!” buyurdu. (Tirmizî, Menâkıb, 17/3689; Ahmed, V, 354)

Ukbe bin Âmir (r.a) şöyle anlatır:

Develerimizi sırayla güdüyorduk. Bir gün nöbet bana gelmişti. Vazifemi yaptım, develeri akşam yerlerine getirdikten sonra, Peygamber Efendimiz’in yanına vardım. Allah Rasûlü (s.a.v), ayakta insanlara konuşma yapıyordu. Şu mübarek sözlerine yetiştim:

“Bir müslüman güzelce abdest alır, sonra kalkar kalbiyle ve yüzüyle tam olarak yönelerek iki rekât namaz kılarsa, cennet ona vâcib olur!”

Bunları işitince:

“–Bu ne güzel!” dedim.

Önümde duran birisi:

“–Az evvel söyledikleri daha güzeldi!” dedi.

Baktım o Hz. Ömer imiş. Sözlerine şöyle devam etti:

“–Seni gördüm, daha yeni geldin. Az evvel Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdu:

«Sizden kim güzelce abdest alır, sonra da: “Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûlüh” derse, kendisine cennetin sekiz kapısı da açılır. Hangisinden isterse oradan cennete girer.»” (Müslim, Tahâret, 17. Krş. Müslim, Müsâfirîn, 294)


[1] Hadisimizdeki; “Müslüman -veya mü’min-”, “abdest suyu -veya suyun son damlası-” şeklindeki ihtimalli ifadeler, hadisi nakleden râvinin tereddüt etmesinden kaynaklanmaktadır. Bu durum, muhaddislerin hadis naklederken ne kadar hassas davrandıklarını göstermektedir.

[2] Ebû Dâvûd, Tahâret, 129/355.