i. Kibir ve İyiliği Başa Kakmak

١٧٦. عَنْ أَبِي ذَرٍّ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ:

«ثَلاَثَةٌ لَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلَا يَنْظُرُ إلَيْهِمْ وَلَا يُزَكِّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ» قَالَ: فَقَرَأَهَا رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ. قَالَ أَبُو ذَرٍّ:

«خَابُوا وَخَسِرُوا، مَنْ هُمْ يَا رَسُولَ اللّٰهِ؟» قَالَ:

«اَلْمُسْبِلُ وَالْمَنَّانُ وَالْمُنَفِّقُ سِلْعَتَهُ بِالْحَلِفِ الْكَاذِبِ».

176. Ebû Zer (r.a)’den rivâyet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Üç sınıf insan vardır ki kıyamet günü Allah onlarla konuşmaz, yüzlerine bakmaz, onları temize çıkarmaz. Hem de onlar için elîm (can yakıcı) bir azap vardır.”

Râvî dedi ki:

Rasûlullah (s.a.v) bu cümleyi üç kere tekrarladı. Sonra Ebû Zer (r.a):

“–O hâlde bu kimseler tam bir mahrumiyete ve hüsrana uğramışlardır. Onlar kimlerdir, ey Allah’ın Rasûlü?” diye sordu.

Rasûl-i Ekrem (s.a.v) de:

“–Elbisesini kibirle yerlerde sürüyen, yaptığı iyiliği başa kakan ve yalan yere yemin ederek ticaret malını iyi bir fiyata satmaya çalışandır” cevabını verdi. (Müslim, Îmân, 171. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Libâs, 25/4087; Tirmizî, Büyû’, 5/1211; Nesâî, Zekât, 69; Büyû’, 5; Zînet, 103; İbn-i Mâce, Ticârât, 30)

١٧٧. عَنْ سَلَمَةَ بْنِ الْأَكْوَعِ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:

«لَا يَزَالُ الرَّجُلُ يَذْهَبُ بِنَفْسِهِ حَتَّى يُكْتَبَ فِي الْجَبَّارِينَ فَيُصِيبُهُ مَا أَصَابَهُمْ».

177. Seleme bin Ekva’ (r.a) der ki: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Bir kimse kibirlene kibirlene sonunda zâlim ve cebbârlar grubuna kaydedilir. Böylece onlara verilen ceza buna da verilir.” (Tirmizî, Birr, 61/2000)

١٧٨. عَنْ حَارِثَةَ بْنِ وَهْبٍ الْخُزَاعِيِّ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ:

«أَلَا أُخْبِرُكُمْ بِأَهْلِ الْجَنَّةِ: كُلُّ ضَعِيفٍ مُتَضَاعِفٍ لَوْ أَقْسَمَ عَلَى اللّٰهِ لَأَبَرَّهُ، أَلَا أُخْبِرُكُمْ بِأَهْلِ النَّارِ: كُلُّ عُتُلٍّ جَوَّاظٍ مُسْتَكْبِرٍ».

178. Hârise bin Vehb el-Huzâî (r.a)’den rivâyete göre Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Size cennetlikleri haber vereyim mi? Onlar hem zayıf oldukları hem de halk tarafından zayıf görüldükleri için kimsenin ehemmiyet vermediği, fakat şöyle olacak diye yemin etseler, isteklerini Allah’ın gerçekleştireceği kimselerdir.

Size cehennemliklerin kimler olduğunu haber vereyim mi? Bütün katı kalbli, kaba, cimri ve kurularak yürüyen kibirli kimselerdir.” (Buhârî, Edeb, 61; Eymân, 9; Tefsîr, 68/1; Müslim, Cennet, 47. Ayrıca bkz. Tirmizî, Cehennem, 13; İbn-i Mâce, Zühd, 4)

١٧٩. عَنْ عَمْرِو بْنِ شُعَيْبٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ جَدِّهِ عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ:

«يُحْشَرُ الْمُتَكَبِّرُونَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَمْثَالَ الذَّرِّ فِي صُوَرِ الرِّجَالِ يَغْشَاهُمُ الذُّلُّ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ فَيُسَاقُونَ إِلَى سِجْنٍ فِي جَهَنَّمَ يُسَمَّى بُولَسَ تَعْلُوهُمْ نَارُ الْأَنْيَارِ يُسْقَوْنَ مِنْ عُصَارَةِ أَهْلِ النَّارِ طِينَةَ الْخَبَالِ».

179. Amr bin Şuayb (r.a) babasından, o da dedesinden rivâyet ettiğine göre Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Mütekebbirler/kibirli kimseler, kıyâmet gününde insan sûretinde küçük ve kırmızı karıncalar kadar haşrolunacaklardır. Zillet her taraflarından onları saracaktır. Cehennemdeki “Bûles” adı verilen bir zindana sürükleneceklerdir. Onları ateşlerin ateşi kuşatacak ve cehennem ehlinin Tînetü’l-habâl denilen kan, irin ve pisliklerinden içirileceklerdir.” (Tirmizî, Kıyamet, 47/2492; Ahmed, II, 179; Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 557)

Açıklamalar:

Bir kısım büyük günahlar vardır ki, kıyâmet günü Cenâb-ı Hak onları işleyenlerle konuşmayacak, yüzlerine bakmayacak ve onları tezkiye edip temize çıkarmayacaktır. Birinci hadisimizde Allah Rasûlü (s.a.v), bu şekilde karşılık bulacak günahların bir kısmını zikretmiştir. Ehemmiyetine binâen de verilecek cezayı üç defâ tekrar etmiştir.

Hakikaten bu duruma düşen bedbahtlar, Ebû Zer (r.a)’in ifade ettiği gibi tam mânâsıyla mahrûmiyete ve hüsrâna uğramışlar, çok ağır bir cezaya çarptırılmışlardır. Böyleleri, Allah’ın gazabını hak eder, şiddetle cezalandırılır ve neticede cehenneme müstahak olurlar.

Allah Teâlâ’nın bir kimseyle konuşmaması, ona yüz vermemesi, sâlih kullarına gösterdiği kabulü ve hoşnutluğu ona göstermemesi, o kişiye fayda sağlayacak ve onu memnun edecek sözler söylememesi demektir.

Cenâb-ı Hakk’ın bir kimsenin yüzüne bakmaması, ondan yüz çevirmesi, ona lûtuf ve merhametiyle muamele etmemesi mânâsına gelir.

Allah Teâlâ’nın bir kimseyi temize çıkarmaması da, o kişiyi günah kirlerinden ve ceza görmesine sebep olacak kötülüklerden arındırmaması demek olur.

İşte bu büyük cezaya çarptırılacak olan mahrumlar; kibirli, iyiliği başa kakan ve yalan yere yemin ederek ticaret malını iyi bir fiyatla satmaya çalışan kimselerdir.

Kibir, Allah’ın hiç sevmediği ve şiddetle yasakladığı büyük günahlardan biridir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Kibirlenip de insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.” (Lokman 31/18)

“Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma!” (İsrâ 17/37)

Büyüklük Allah’a mahsus bir vasıftır. İnsanın kibirlenmesi, Allah’a ait bir vasfı kendisinde görmeye çalışmasıdır ki son derece yanlış bir anlayış ve insanın haddini bilmemesidir. Zira insanın inkâr edilemeyecek derecede bâriz olan şu vasıfları, devamlı onun eksikliğini ortaya koyup durmaktadır: Acziyet, za’fiyet, yanılma, unutma, câhillik, zulüm, acelecilik, cimrilik, menfaatine düşkünlük, nankörlük… Yaratılış safhaları ve hayatının sonu îtibâriyle de insanın övünülecek bir tarafının olmadığı açıktır. Dolayısıyla kibirlenmek ona yakışan bir davranış değildir.

Allah Teâlâ bir kişiye maddî mânevî nimetler lûtfetmişse, onun gurur ve kibire kapılması değil, her şeyi veren Cenâb-ı Hakk’a şükretmesi îcab eder. Zira kulluğa yakışan tevâzû ve şükürdür. Bir kulun kendisinden daha az lûtfa mazhar olmuş kişileri hor ve hakîr görmesi, her şeyden önce Cenâb-ı Hakk’a saygısızlık olur.

Kibir, insan için en büyük nefs âfetlerindendir. Kibre dûçâr olup şöhret sevdâsına tutulan bir kişi, pek çok zulümler işler de farkında bile olmaz. Netîcede kendisini alçaltıp rezil eder ve zâlimlerden olur. Nitekim ikinci hadis-i şerifte:

“Bir kimse kibirlene kibirlene sonunda zâlim cebbârlar grubuna kaydedilir. Böylece onlara verilen ceza buna da verilir” buyrulmuştur.

Kişinin büyüklenip kendisini olduğundan üstün görmesi, kendini beğenmesi ve nefsini palazlandırıp herkesten kıymetli olduğuna inanması, onu acı bir âkıbete sürüklemektedir. Bir kimse bu kibir ve böbürlenme hâlini ilerletirse, sonunda zâlimler ve mütekebbirler dîvânına kaydedilir ve onlarla birlikte esfel-i sâfilîne yuvarlanır. Firavun, Kârûn ve Hâmân’a verilen ceza ona da verilir.

Kibirli kimseler, Kur’ân-ı Kerim’in pek çok âyetinde kınanırlar. Kibir, âyetlerde ekseriyetle küfür ve Allah’a isyanı ifade etmek için kullanılır. İnsanlar kibirleri sebebiyle Allah’a ibadetten yüz çevirirler, O’nun emirlerine uymaz ve peygamberlerini dinlemezler. Diğer taraftan kibir şeytanın fârik vasfıdır. Kibir denilince, Hz. Âdem’e secde etmeyi gururuna yediremeyip kibirlenerek Allah’a isyân eden iblis akla gelir. O hâlde mü’minlerde bulunan kibir de onları kâfirlerin hâline yaklaştıran tehlikeli bir hastalıktır. Bu sebeple:

“Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.” (Nisâ 4/36; Hadîd 57/23; Nahl 16/23)

Nitekim hazinelerinin anahtarlarını, ancak güçlü kuvvetli kimselerden meydana gelen bir grup insanın taşıyabildiği Kârûn, servetine güvendiği, böbürlenip gururlandığı, çeşitli kötülükler ve fesatlar işlediği için Allah Teâlâ onu servetiyle birlikte yerin dibine geçirmiştir. (Kasas 28/79-82)

Kibir cehâletten ileri gelir, hakîkî âlimler aslâ mağrûr olmazlar. Zâten kibir ehli ne ilim elde edebilir[1] ne de bir hayra nâil olabilir.

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Dün­ya­da hak­sız ye­re ki­bir­le­nip bü­yük­lük tas­la­yan­la­rı, âyet­le­ri­mi ge­re­ği gi­bi an­la­mak­tan uzak­laş­tı­rı­rım.” (A’râf 7/146)

Hz. Mevlânâ der ki:

“Bahar mevsiminde bir taş yeşerir mi? Toprak gibi mütevâzî ol ki senden renk renk güller ve çiçekler yetişsin!..”

Kibirlilik ve kendini beğenmişlik, insanların sadece duygu ve düşüncelerinde değil, aynı zamanda tavır ve davranışlarında, giyim kuşamlarında da kendini gösterir. Bu niyetle yapıldığında, elbiseyi eteği yerde sürünecek derecede uzatmak ve sürümek, bunun tezâhürlerinden biridir.

Hadis-i şerifte şöyle buyrulur:

“Allah Teâlâ, böbürlenerek elbisesini yerde sürüyen kimsenin kıyamet günü yüzüne bakmaz.” (Buhârî, Libâs, 1, 2, 5; Fedâilü’s-sahâbe, 5; Müslim, Libâs, 42-48)

Ancak kibir duygusuna kapılmadan güzel elbise ve ayakkabı giymekte bir beis yoktur. Giyilen güzel şeyler kibirlenmeye, gururlanmaya yol açarsa, o zaman sakıncalı olur. İnsan; kibirlenmek, farklı olduğunu hissettirmek, çalımlı çalımlı yürümek için değil, Allah’ın verdiği nimetin üzerinde görülmesi ve O’nun lûtuflarına şükretmek için güzel giyinmelidir. Güzel ve yeni bir elbise giyince de Efendimiz’in tavsiyesi üzerine hamd edip fazla elbiselerini muhtaçlara vermelidir. (Tirmizî, Deavât, 107/3560)

Âlimlerimiz, Sünnet’e uygun olan giyinme tarzının elbiseyi baldırlara kadar uzatmak olduğunu söyler, topuklara kadar inmesini ise câiz görürler. Kibir düşüncesi olmasa bile elbisenin topuklardan aşağı inmesini de, Rasûlullah’ın yasağına ters düşeceği için mekruh kabul ederler.

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur:

“Bir müslümanın güzelce giyinmesi, elbisesinin eteklerinin baldırlarını örtecek şekilde olmasıyladır. Elbisesini topuklarına kadar uzatmasında bir günah yoktur. Topuklardan aşağıda olan kısım ise ateştedir. Allah, büyüklük taslayarak elbisesinin eteğini yerde sürüyen kimsenin yüzüne bakmaz.” (Ebû Dâvud, Libâs, 27/4093. Ayrıca bkz. İbn-i Mâce, Libâs, 8; Muvatta’, Libâs, 12)

“…Elbisenin eteklerini dizinin aşağı tarafına kadar kaldır. Eğer bundan hoşlanmazsan topuklarına kadar indir. Fakat elbiseni yerde sürünecek kadar uzatma, çünkü bu kibirden ve kendini beğenmekten ileri gelir; Allah kibirlenip kendini beğenenleri sevmez…” (Ebû Dâvud, Libâs, 25/4084)

Üçüncü hadisimizde, kibirli kimselerin cehenneme gideceği bildirilir. Çünkü kibir, pek çok kötü vasfa ve çirkin fiile sebep olmaktadır. Bu yolun sonu da şüphesiz cehennemdir. Bu sebeple Rasûlullah (s.a.v) kibirden şiddetle sakındırmak için:

“Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete giremez” buyurmuştur. (Müslim, Îmân, 147-149; Tirmizî, Birr, 61/1998)

Diğer bir hadislerinde de Allah Rasûlü (s.a.v), cehennemin cennete karşı:

“–Bende zorbalar ve kibirli kimseler var” diye övündüğünü haber vermiştir. (Müslim, Cennet, 34; Buhârî, Tefsîr, 50/1; Tevhîd, 25; Tirmizî, Cennet, 22)

Çünkü âhiret yurdunun nimetleri, kibirlilere değil tevâzû içinde kulluk yapanlara lûtfedilir.

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

İşte âhiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuk yapmayı arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) âkıbet, takvâ sahiplerinindir.” (Kasas 28/83)

Dördüncü hadisimizde Rasûlullah (s.a.v), kibirli insanların âhiretteki hâllerini anlatmaktadır. Mütekebbirler, dünyada haksız yere büyüklendikleri için, âhirette “yaptıklarına tamamen uygun bir ceza”[2] ile karşılık göreceklerdir. Nasıl ki eğri bir çubuğu düzeltmek için aksi istikâmette bükmek gerekirse, kibirli insanları bu kötü vasıftan temizlemek için de, onları iyice küçültüp hakîr kılmak lâzımdır. Dolayısıyla dünyada büyüklenen insanlar, âhirette sûreten insana benzemekle birlikte, karınca kadar küçük olacaklardır. Son derece zelîl ve aşağılık mahluklar hâline getirilecekler, Allah onlara hiçbir kıymet vermediği için insanlar ayaklarıyla üzerlerine basıp geçecek, bütün mahşer halkının hesabı görülünceye kadar onları çiğneyeceklerdir. (Heysemî, X, 334)

Nihâyetinde kendilerini saran “Ateşlerin Ateşi”, o derece yakıcıdır ki, normal ateş odunu yaktığı gibi o da diğer ateşleri yakar. Şârihler bu ateşi açıklarken şu âyet-i kerimeye işaret ederler.

“O, «en büyük ateş»e girecektir. Sonra o, ateşte ne ölür ne de yaşar.” (A’lâ 87/12-13)

Bazı âlimler, bu tür hadislerdeki anlatımların mecâzî olduğunu söyler.

Büyük günahlardan biri de yapılan iyiliği başa kakmaktır. Kıyâmet günü zâlimlerden sonra en büyük mahrûmiyete uğrayacak insanlar, yaptığı iyiliği başa kakan ve insanlara minnet yükleyen kimselerdir. Kendisine iyilik yapılan bir kimse zâten gönlen bir eziklik içindedir. Bunun üzerine bir de bu iyiliği başına kakmak, ona yapılabilecek en büyük mânevî işkencedir. Dolayısıyla böyle davranmak, Allah’ın hiçbir zaman râzı olmadığı büyük günahlardan biridir.

Diğer taraftan, iyiliği başa kakmanın çirkinliği, îzâha ihtiyaç hissettirmeyecek kadar açık ve herkes tarafından kabul edilen bir durumdur.

Cenâb-ı Hak, iyiliği başa kakmanın müslümana yakışmayıp münâfıklık alâmeti olduğunu ve yapılan hayrı tamamen boşa çıkardığını şöyle beyân eder:

“Ey iman edenler! İnsanlara gösteriş için malını verip Allah’a ve âhiret gününe inanmayan adam gibi, başa kakmak ve eziyet etmek sûretiyle sadakalarınızı boşa çıkarmayın! Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu çıplak, pürüzsüz bir kaya hâline getirivermiştir. Bunlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler.” (Bakara 2/264)

Yüce Rabbimiz, verdiği bu misâlle iyiliği başa kakan duygusuz insanların iç âlemini tasvîr etmiştir. Onlar iyi kalpli insanmış gibi görünmeye çalışırlar, ancak kalpleri kaya gibidir. Azıcık bir menfaat azalması ve sıkıntıyla karşılaşsalar üzerlerinde iğreti olarak duran göstermelik merhamet ve iyilik duyguları silinir, kalpleri taş kesilerek her türlü kötülüğü yapabilecek hâle gelirler. Dolayısıyla merhametleri silindiği gibi elde ettikleri azıcık mânevî kazanç da yok olup gider. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın vereceği mükâfâtlar, bu tür davranışlardan uzak duran kulları içindir.

Âyet-i kerimede bu durum şöyle haber verilir:

“Mallarını Allah yolunda harcayıp da arkasından başa kakmayan ve gönül kırmayanlar için Allah katında mükâfatlar vardır.” (Bakara 2/262)

Rasûlullah (s.a.v), yaptığı iyiliği başa kakan insanların cennete giremeyeceğini bildirmiştir. (Nesâî, Zekât, 69/2560)

Tabiî ki bu tür ifadeler günahlardan sakındırmak içindir. Kibirlenen ve iyiliği başa kakan kimse iman ile ölebilirse, affedilmediği takdirde ilk olarak cehenneme gidecek, cezasını çektikten sonra cennete dönecektir.

Birinci hadisimizde büyük bir mahrûmiyet ve hüsrâna uğrayacağı bildirilen üçüncü grup insanlar, elindeki ticaret malını istediği fiyattan satabilmek için, malın alış fiyatını veya kalitesini yalan yere yemin ederek yüksek gösteren kimselerdir. Bu konuyu daha önce “Yalan ve Yalan Yere Yemin Etmek” başlığında tafsîlâtlı bir şekilde ele almıştık.

Yalan yere yemin etmek sadece mal satarken değil, her zaman haramdır. Lâkin insanların yalanları daha çok ticârî muâmelelerde vâkî olmaktadır. Diğer taraftan kul hakkının en çok söz konusu olduğu alanların başında alış veriş münâsebetleri gelir. Çünkü bütün insanlar hayatlarını devam ettirebilmek için bir şeyler alıp satmak mecbûriyetindedir.


[1] Buhârî, İlim, 50.

[2] Nebe’ 78/26.