ÜÇÜNCÜ KISIM / KUR’ÂN’DAKİ AZAMETLİ İFADELERİN TAHLİLİ / A. AZÎM ve AZAMET

Azamet, “عظم” kökünden bir masdar olup büyüklük, ululuk, kıymetlilik gibi mânâlara gelir. İstîlâ (yüce olma, her şeyi kaplama), ulviyet ve kemâl ifade eder. Aynı kökten sıfat olan “azîm” ise, büyük, ulu, cesim, muhteşem, kuvvetli, şiddetli, derecesi yüksek, ehemmiyetli, müthiş gibi mânâlar ihtivâ eder[1].

Azîm kelimesi, “Azîz” mânâsına da gelir ve pek büyük, pek azametli, pek değerli mânâsını verir[2].

“Azîm”, Allah Teâlâ’nın sıfatlarından biridir. Azîm olan Allah’ın, kelâmı da elbette azametli olacaktır.

“Azîm”, kadr ü kıymeti akıl hudûdunun üstüne çıkan ve bu sûretle künhünü ve hakîkatini ihâta etmenin tasavvur bile edilemediği varlık demektir. Allah’ın azameti; keyfiyeti bilinemeyen, tarif edilemeyen, sınır getirilemeyen ve hiçbir şeyle misallendirilemeyen bir azamettir. Kula düşen, Allah’ın, kendisini vasfettiği şekilde azamet sahibi olduğunu bilmektir[3]. Zira Allah’ın azametini O’ndan gayrısı hakkıyla idrak edemez[4]. Nitekim Allah’ın “Azîm” sıfatıyla tavsif edildiği altı âyetin[5] beşinde bu kelime, tenzih ifâde eden “tesbih” veya “ulüvv” kavramlarıyla birlikte kullanılmıştır. Bu da Allah’ın gerek zâtı gerekse sıfatları îtibarıyla insan idrakinin fevkinde olduğunu ifade eder[6].

Diğer bir ifadeyle Azîm, “Emirlerine hiçbir şekilde karşı gelmek mümkün olmayan ve âciz bırakılamayan, zâtının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar yüce varlık” mânâsına da gelir. Bu durumda “Azîm” kelimesi, mutlak olarak sadece Allah’a isim olabilir. Çünkü hiçbir zaman âciz bırakılamayan kâdir-i mutlak ve hakîkî mânâda azîm, sadece Allah’tır.

Cenâb-ı Hakk’ın kelâmdaki azametine gelince, bu hususta bazı eserler kaleme alınmıştır. Meselâ Abdulkâdir Atâ, Azametu’l-Kur’ân isimli eserinde, Kur’ân’ın azametli yönlerini şöyle açıklamıştır:

ü  Kalbler üzerinde rûhânî ve gizli bir tesire sahip olması,

ü  Târih boyunca ilhâdî hücumlar karşısında harp ve fikir meydanlarında dimdik durması ve zayıflama yerine onlardan kuvvet alarak tesir sahasını genişletip nûrunu uzak mekânlara, hattâ kalblerin derinliklerine kadar ulaştırması,

ü  Pek çok milleti gölgesi altında barındıran bir medeniyet kitabı olması,

ü  Son derece mükemmel bir medeniyeti, çeyrek asır gibi çok kısa sürede meydana getirmesi ve bunu insanları zorlayarak değil, iknâ ve memnûn ederek gerçekleştirmesi. Hâlbuki beşerî kanunlarla sadece bir şehri bile ıslah etmek normalde çok uzun zaman alır.

ü  Kur’ân ehlinin bir konuda icmâ etmesi her asırda insanlar için bir huccettir. Bu husûsiyet Kur’ân ümmetinden başka hiçbir ümmete verilmemiştir. Bu da Kur’ân’ın düsturlarındaki azametten kaynaklanmaktadır.

ü  Son olarak da Kur’ân’ın azameti, onun i‘câzında ortaya çıkmaktadır ki bu, Kur’ân’ın zâtî azametidir. Âlimler onun i‘câz yönlerini tam olarak keşfetmekten âciz kalmışlar ve hâlâ yeni yeni i‘câz vecihleri ortaya çıkarmaktadırlar. Kur’ân okunmaya ve ezberlenmeye devâm ettikçe bu yeni keşifler devam edecektir[7]. Kur’ân, en gözde meslekleri kelâm olan Arapları, nazmına ve üslûbuna muâraza yapmaktan âciz bırakmıştır. Hangi azamet, muârazadan âciz bırakma husûsundaki bu azamete denk olabilir ki?

Yine Mahmûd bin Ahmed ed-Doserî, Azametu’l-Kur’âni’l-Kerîm isimli eserinde Kur’ân’ın azamet tezâhürlerini:

ü  İsim ve vasıflarının çok olması,

ü  En mühim zamanda ve en üstün dille inmesi,

ü  Anlaşılmasının kolaylaştırılması,

ü  Allah tarafından günümüze kadar muhâfaza edilmesi,

ü  Âlemşümûl olması,

ü  Önceki kitapları tasdik edip düzeltmesi,

ü  Kur’ân’dan pek çok ilmin çıkarılması ve

ü  Düşmanlarının bile onun yüceliğine şehâdet etmesi şeklinde sıralamıştır.

Biz ise daha çok Kur’ân’ın ifadelerinde hissedilen azamete dikkat çekeceğiz:



[1] İbrahim Mustafa ve dğrl., el-Mu’cemü’l-vasît, s. 609-610; Ağakay, Türkçe Sözlük, “azîm” md., s. 74, (TDK yayınları); Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, “azîm” md., s. 75.

[2] Mukâtil bin Süleymân (v. 150), el-Vücûh ve’n-nezâir, s. 126. Mukâtil, şu âyetlerdeki “Azîz” kelimesinin “Azîm” mânâsına geldiğini söyler: Sâd, 82; Hûd, 91; eş-Şuarâ, 44; en-Neml, 34; Yûsuf, 30, 51, 78, 88.

[3] İbn-i Manzûr, Lisânü’l-Arap, “عظم” md., XII, 409.

[4] Fîrûzâbâdî, el-Besâir, IV, 79.

[5] el-Bakara, 255; eş-Şûrâ, 4; el-Vâkıa, 74, 96; el-Hâkka, 33, 52.

[6] Yıldırım, Suat, “Azîm” md., DİA, IV, 329.

[7] Bu tarihî seyri, Hımsî’nin Fikratu i‘câzi’l-Kur’ân isimli eserinden takip etmek mümkündür. Bu husustaki bir değerlendirmesi için bkz. Fikratu i’câz, s. 464.

%d bloggers like this: