İslâm coğrafyasının ilmî, kültürel ve içtimâî yapısındaki değişime paralel olarak, Kur’ân’ın i‘câzı husûsunda bazı farklı görüşler ileri sürülmüştür. İlk farklı görüş, Mutezile âlimleri tarafından geliştirildiği söylenen “Sarfe” nazariyesidir. Buna göre Allah Teâlâ, Kur’ân’ın muhâtabı olan insanları, Kur’ân’a muârazada bulunmaktan alıkoymuş, bu kudreti onlardan almış ya da bu hususta içlerinde bir arzu, hırs ve istek bırakmamıştır[1]. Sarfe nazariyesini savunanlara göre Allah’ın dıştan müdâhalesi olmasaydı, o günün edipleri, Kur’ân’ın benzerini ortaya koyabilirlerdi. Allah’ın bu müdâhalesi sebebiyle Kur’ân, diğer hissî mûcizelerden biri olmuştur[2]. Tehaddî zamanının sona ermesiyle i‘câzın da sona ereceğini kabul eden bu anlayış; Nazzâm (v. 231/845), Şerîf el-Murtezâ (v. 436/1044), İbn-i Sinân el-Hafâcî (v. 466/1073), Ebu İshak el-İsferaînî (v. 418/1027) ve Mutezile’den pek çok kimseye nisbet edilmiştir[3].
Sarfe nazariyesi, başta İmamu’l-Haremeyn el-Cüveynî (v. 478/1085) ve Câhız (v. 255/869) olmak üzere cumhûr-i ulemâ tarafından birçok yönden tenkid edilmiştir. İnsanların Kur’ân’ın benzerini getiremeyişlerinin asıl sebebi, onun Allah kelâmı olmasıdır. Kur’ân’da, evvelâ onu insan sözü olarak görenlere karşı meydan okunması da bunu göstermektedir. Tehaddî âyetlerinde, muhâtapların başkalarından yardım alabileceğinin ifade edilmesi de sarfe görüşünün yanlışlığını ortaya koymaktadır[4].
Râfiî’ye göre sarfe nazariyesi, müşriklerin “Bu, nakledilegelen bir sihirden başka bir şey değildir” sözüne benzemektedir[5].
Sarfe nazariyesini savunanları, bizzat vâkıa da tekzib etmektedir. Allah Teâlâ, insanları Kur’ân’ı taklid etmekten menetmemiş, bilakis güçleri yetiyorsa yapmalarını istemiş, onları muârazaya davet etmiştir. Tarihte Kur’ân’a muâraza etmeye çalışan kimseler olmuştur. Allah, insanları Kur’ân’ın benzerini getirmekten ve onu taklit etmekten menetmiş olsaydı, bu tür çabaların hiçbirisi vukû bulmaz, buna da mânî olunurdu[6].
{
Buraya kadar zikrettiğimiz yönlerin her biri, farklı açılardan Kur’ân’ın mûcizevî bir kitap olduğunu ortaya koymaktadır. Araştırmaya devam edildiğinde başka vecihler bulmak da mümkündür. Bunların her biri dikkate değerdir. Biz de i‘câz meselesine farklı bir açıdan yaklaşarak Kur’ân’daki ancak Allah’a mahsus olabilecek azametli ifâdeleri tahlil edeceğiz. Ancak mevzûya geçmeden evvel, yakın ilgisi sebebiyle biraz da Kur’ân’ın başlıca üslup husûsiyetlerinden bahsetmek yerinde olacaktır:
[1] Bkz. Yıldırım, “Kur’ân” md., DİA, XXVI, 394.
[2] Bkz. Hacımüftüoğlu, Kur’ân’ın Belâğatı, s. 114-119.
[3] Kadı Iyâz, Şifâ, I, 232; Hacımüftüoğlu, a.g.e, s. 122-129.
[4] Bkz. Rummânî, en-Nüket, s. 101; Hattâbî, Beyân, s. 20-21.
[5] el-Müddessir, 24, Râfiî, İ’câzu’l-Kur’ân, s. 123.
[6] Bûtî, Ravâi’, s. 126. Sarfe nazariyesinin reddi için bkz. Hâlidî, el-Beyân, s. 81-84; Abbâs, İ’câz, s. 63; Karaçam, Sonsuz Mu’cize, s. 110-112; Hacımüftüoğlu, Kur’ân’ın Belâğatı, s. 129-135.