Bir Daha Gelemezler

Rasûl-i Ekrem Efendimiz, fâsık Ebû Âmir’in müslümanlara tuzak kurmak için Uhud meydanına kazdığı çukurlardan birine düşmüştü. Hz. Ali (r.a), Allah Rasûlü’nün elinden tuttu, Talha bin Ubeydullah (r.a) da ayağa kaldırıp çukurdan çıkardı.

Rasûlullah (s.a.v), yanında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Talha bin Ubeydullah, Zübeyr bin Avvam, Hâris bin Sımme ve müslümanlardan bir toplulukla (r.anhüm) Uhud dağı eteğine yürüyerek gitti. Allah Rasûlü (s.a.v) ashâbıyla birlikte Uhud boğazında bulundukları esnâda, Hz. Ali (r.a) kalkanına Mihras suyundan doldurup Peygamber Efendimiz’e getirdi. Suyun rengi ve tadı bozuk olduğu ve bir koku hissedildiği için Efendimiz ondan içmedi. O suyla yüzündeki kanlar yıkandı ve sudan başına döküldü.[1]

Sehl bin Sa‘d (r.a) anlatıyor:

“Rasûlullah (s.a.v) Uhud Savaşı sırasında yaralanınca Hz. Fâtıma (r.anhâ) mübârek yüzlerinden kanı yıkamaya başladı. Hz. Ali (r.a) de Fâtıma’ya su döküyordu. Hz. Fâtıma (r.anhâ) suyun kanı gittikçe artırdığını görünce, bir parça hasır aldı; onu yakıp iyice kül hâline getirdikten sonra yaraya bastı. Böylece kan durdu.” (Buhârî, Cihâd, 80; Meğâzî, 24; Müslim, Cihâd, 101)

Müşrikler Uhud’dan ayrılıp gitmişlerdi, ancak Rasûlullah (s.a.v) onların geri dönmeyeceğinden emin değildi, endişeleniyordu. Hz. Ali’ye:

“–Git, müşrikleri takip et! Bak bakalım ne yapmak istiyorlar? Eğer develerine binip atları yedeklerine alıyorlarsa, Mekke’ye dönmek istiyorlardır. Aksine atlara binip develeri önlerinde sürüp götürüyorlarsa Medine üzerine yürümek istiyorlardır. Varlığım kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki Medine üzerine yürüyecek olurlarsa, ben de arkalarından varır onları cezâlandırırım” buyurdu.

Hz. Ali (r.a) müşrikleri izledi. Onlar atları yanlarına alıp develere bindiler ve Mekke’ye doğru yönelip gittiler.[2]

Rasûlullah (s.a.v), şehidleri defnedip Medine’ye döndü. Kapısının önüne kadar at üzerinde geldi. Attan ancak ashâbının yardımıyla inebildi. Zira iki dizi de tutulmuş ve rahatsızlanmıştı. Sa‘d bin Muâz ile Sa‘d bin Ubâde’ye dayanarak evine girdi. Güneş batınca Bilâl-i Habeşî (r.a) ezan okudu. Rasûlullah (s.a.v), yine Sa‘d bin Muâz ile Sa‘d bin Ubâde’ye dayanarak mescide çıktı. Akşam namazını kıldıktan sonra evine döndü. Yatsı namazını da mescidde kıldı.

Evs ve Hazrec kabilelerinin ileri gelenleri, mescidde Peygamber Efendimiz’in kapısında, herhangi bir baskın ihtimaline karşı nöbet tuttular. Sa‘d bin Ubâde, Sa‘d bin Muâz, Hubâb bin Münzir, Evs bin Havlî, Katâde bin Numan, Abd bin Evs… (r.anhüm) bekleyenler arasında idi. (Vâkıdî, I, 334)

Rasûlullah (s.a.v) kılıcını Hz. Fâtıma (r.anhâ)’ya uzatarak:

“–Kızım, bunun kanını yıka! Vallahi bu kılıcım bugün bana sadakat gösterdi, vazifesini yerine getirdi!” buyurdu.

Hz. Ali de kılıcını Hz. Fâtıma’ya uzatıp:

“–Bunun da kanını yıka! Vallahi, bu da bana sadakat gösterdi, vazîfesini yerine getirdi!” dedi.

Rasûlullah (s.a.v), Hz. Ali’ye:

“–Sen çarpışmakta nasıl sadakat gösterdiysen, andolsun ki Sehl bin Huneyf de, Ebû Dücâne de seninle birlikte hakkıyla çarpışmışlardır! Allah bize fetih nasip edinceye kadar artık müşrikler bir daha bizi bunun gibi bir musibete uğratamayacaklardır!” buyurdu.[3]

{

Uhud savaşı çok şiddetli bir savaş olmuş, müslümanlar dağıldığında savaş meydanından kaçanlar bile olmuştu. Bir gün Hz. Fatıma (r.anhâ), Hz. Ali’ye:

“–Osman ne yaptı?” diye sordu. O da Hz. Osman’ı biraz kusurlu bulduğunu gösteren ifadeler sarfetti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v):

“–Ey Ali, kız kardeşlerin kocaları (bacanaklar) birbirlerini sevme hususunda beni yordular” buyurdu. (Râzî, Mefâtîh, [Âl-i İmrân, 155])



[1] İbn-i Hişâm, III, 34; Vâkıdî, I, 249, İbn-i Sa‘d, II, 48, Taberî, Târîh, II, 20; Beyhakî, Delâil, III, 215; İbn-i Esîr, Kâmil, II, 157; İbn-i Seyyid, II, 15; İbn-i Kesîr, Bidâye, IV, 35-36.

[2] İbn-i Hişâm, III, 45-46; Taberî, III, 24; İbn-i Esîr, II, 160-161; İbn-i Seyyid, II, 19; İbn-i Kesîr, Bidaye, IV, 38.

[3] İbn-i Hişâm, III, 51-52; Taberî, Târih, III, 27; İbn-i Seyyid, II, 24; İbn-i Kesîr, Bidâye, IV, 47.