Şah Veliyyullah ed-Dihlevî tarafından Fethu’r-Rahman ismiyle yapılan Farsça Kur’ân tefsîrinden Mevlana Şeyh Muhammed Cemaleddin Hindî Dehlevî’nin teşvikleri, gayretleri ve ricası üzerine Mevlana Muhammed Hayreddin Han Hindî Haydarabadî’nin Türkçe’ye yaptığı çeviridir. Mevlana Şeyh Muhammed Cemaleddin Hindî Dehlevî, Kur’ân-ı Kerîm’in ve tefsîrlerinin yaygın bir şekilde öğrenilmesi, baskılarının yapılıp dağıtılması için ömrünü bu yola vakfetmiş bir kişi olduğu için dedesi Şah Veliyyullah ed-Dihlevî’nin Fethu’r-Rahmân tercümesini ve diğer tefsîrleri devamlı okutmakta ve farklı dilleri kullanan toplulukların da istifadesi için Fethu’r-Rahmân’ı Afgan diline tercüme ettiği gibi Türkçe’ye tercümesini de istemektedir.[1] Erbâb-ı himmetin, tefsîrin Türkçe’ye de kazandırılmasını istemeleri üzerine bizzât kendisi Hayrettin Han’dan rica ederek bu vazîfeyi yerine getirmesini talep etmiştir. Hayreddin Han da bazı faydalı bilgileri ve gerekli açıklamaları da ekleyerek tercümeyi gerçekleştirmiştir. Tercüme olarak kaydedilen cümlelerin başına te harfi, faide başlığı altında tefsîr niyetiyle konulan cümlelerin baş tarafına ise fe harfi konulmuştur. Tefsîri neşredenin yazmış olduğu mukaddimede bu hususlar şu şekilde ifade edilmektedir:
“Ve iş bu kitab-ı âli-ünvân tercüme-i Kur’ân olduktan başka tefsîre müteallik bir nice fevâidi dahi müştemil olmakla tercüme ile fevaidin beyni fark olup mütalaasında sühulet olması içun müellif hazretleri tercümeye te ve faideye fe harfleriyle işaret buyurmuşlardır. Kezalik resm-i Mushaf’ta müteâref olan vakf ve ibtida ve taksîm-i âyât ve rüûs-u âyât rumuzlarını dahi sebt ve tahrir buyurup tilavet-i Kur’ân edenlere bununla bir faide-i diğer bahş etmişler.”
Bu açıklamalardan sonra durak işaretleri ve hükümleri açıklanmaktadır.
Tefsîrin sonunda insanların imanlarının zayıfladığından, âhiretten daha çok dünyaya ehemmiyet vermeye başladıklarından, dolayısıyla Kur’ân’ın ve dini ilimlerin kimse tarafından öğrenilmediği ve evlatlarına öğretilmediğinden, bunun neticesi olarak nesillerin hidayetten sapıp heva ve heves yoluna, şeytanın izine gittiklerinden, gayrimüslimlerle beraberliklerinin artması nedeniyle zamanla aralarında bir fark kalmayıp kalplari arasında muhabbetin peydah olduğundan şikayetle insanların, ehl-i İslâm’a sünnet olan selamı dahi unuttuklarını söyledikten sonra Kur’ân’ın hidayet kaynağı olduğunu ancak anlaşılmadan okunmasının faydasının olmadığını, bu sebeple tercümeler yoluyla manasının anlaşılması gerektiğini ifade etmektedir.
“İmdi insanı tarîk-ı Hakk’a hidayet idüb nefsini tezkiye ve terbiye itmeğe Kur’ân gibi bir mürşid-i kâmil olamaz ise de fakat bu dahi Tutî kuşunun bir kaç söz öğrenüb manasını bilmeyerek ağzından çıkardığı gibi Kur’ân’ın yalnız elfazını teallüm idüb mahâric ve tecvid-i hurufuna sarf-ı evkât ile hâsıl olmaz. Elfazı okumak lisanın hazzı olub manasını tefekkür ve mucibince amel itmedikçe kalbe bir şey sirayet itmez. Nice hâfızlar var ki ömürlerini tecvide sarf idüb manayı fehm itmemekle ve tefsîr cânibine gitmemekle Hudâ ve Rasûl’den gâfil ve câhil kalmışlardır…”[2]
Bu sözlerin söylendiği zamanda halkın Kur’ân kültürü ve bilgisi ile dini hassasiyetinin bu günle kıyas götürmeyeceği âşikardır. Buna rağmen Cemâleddin Han ve Hayreddin Han gibi himmet sahibi kimseler insanların dînî terbiyesi ile yakından ilgilenmekte ve çanhıraş bir şekilde çalışmaktadırlar. Cemaleddin Han tercüme ettirdiği bu tefsîri bastırabilmek için Hind âlimlerinden eş-Şeyh Muhammed Huseyn b. eş-Şeyh İsmâil ed-Dihlevî’yi Mısır’a göndermiş, bu âlimin gayretleriyle tefsîr üç ay içerisinde basılabilmiştir.[3]
Cemaleddin Han’ın tefsîr derslerinin nasıl yapılması gerektiğine dair Hindî lisanıyla tertib ettikleri usul, tefsîre yeni başlayanların kolay yoldan anlama ve öğrenmeleri, Kur’ân’ın manalarından az zamanda haberdar olmaları için terceme edilerek eserin son kısmına eklenmiştir. Cemaleddin Han’ın, Tefsîr Dersi Metodu denilebilecek olan “Tertib-i Talim-i Tefsîr-i Kelam-ı Rabb-i Kerim” başlığı altında anlatmış olduğu ders usûlünü misâl teşkîl edebileceği için aşağıya alıyoruz:
“Hoca eline tefsîri alub, okuyan kimse Mushaf-ı Şerif’i elinde tutar. İbtidâ bir âyet okunub her kelimenin manasını ayruca ayruca söyler ve aralıkda zamirlerin gaib ve muhatab ve mütekellim ve müfred ve tesniye ve cem’ olduklarını beyân ider. Ba’dehu okuyan kimesne dahi bu vech üzere Mushaf’tan mana virir. Zihninde kararlaşıncaya değin birkaç defa tekrar idüb ba’dehu başka âyete şüru’ ider. Ve minval-i sabık üzre mana virerek dersi tamam eyler… İşte bu tertib üzre ders virüb mübtedilerin zihnine güzelce yerleşdirilse ve okunan dersler unudulmaması içün birkaç günde bir defa geçen dersleri tekrar itdirüb müdavemet olunsa bi-inâyetillahi Teâlâ az vakitte Kur’ân’ın manasını fehm itmeğe isti’dâd ve meleke hâsıl olur.”[4]
Bu tefsîrin dört ciltlik tam bir nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde basma eserler kısmında 997.12 -94.95. K53 numara ile kayıtlıdır. Diğer bir nüshası da Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi Şişli Bölümü 20 numarada bulunmaktadır.[5]
Tefsîr Mısır’da Bulak matbaasında 1294/1877 târîhinde basılmıştır.
Cilt 1: Fihristten sonra Farsça bir münacaat ve Farsça bir mukaddime vardır. Ayrıca Türkçe musahhihi Necib Efendi’nin bir takrizi yer almaktadır. Âyetler harekelidir ve parantez arasındadır. Tercümeler, âyeti takip etmektedir. Tercümeden evvel (T) işareti ve tefsîr kısmından evvel (F) işareti konularak tercüme ve tefsîr birbirinden tefrik edilmiştir. Ayrıca zaruri olarak tercemeye ilave edilen kelimeler parantez içindedir. Bu cilt En’am sûresine kadar olup 209 sayfadır.
Cilt 2: Başında fihrist vardır. Enam sûresinden Kehf sûresine kadar olup, 236 sayfadır.
Cilt 3: Basında fihrist vardır. Kehf sûresinden Yâ-Sîn’e kadar olup, 228 sayfadır.
Cilt 4: Basında fihrist vardır. Saffat’dan Kur’ân’ın sonuna kadardır. 235 sayfadır.
[1] Tefsirin sonunda şu cümleler bulunmaktadır: “Âlemin böyle gafletli günlerinde, Mevlâ-yı Müteâl Hazretleri’nin mahz bir ihsân-ı kerîmidir ki memâlik-i Hindistan’dan medine-i Bofâl’da hâdim-i şeriat, müdebbir-i umur-i memleket Muhammed Cemaleddin Han Hindî-i Dehlevî hazretleri Kur’ân-ı Kerîm’in manasını herkes fehm itmek üzre Hind ve Afgan lisanlarında tefsirler tertib ve tabʻ itdirüb diyar-ı Hindiyye ve bilâd-ı Afganistan’da nüshaların neşr eylemişler ki himmetleriyle hâs ve âm meânî-i Kur’aniyyeyi kolayca ve güzelce fehm itmişlerdir. Bu defa Türkistan ahalisi dahi meânî-i Kur’aniyyeden âşina olmaları niyet-i hayriyyesiyle Hindistan’a hemcivar olan Türkistan-ı kadim ahalisi lisanlarına muvafık olarak Türkçe bir tefsir tertib olunmasına himmet eylediklerinde bi-hamdihî Teâlâ işbu Tefsir-i Cemâlî telif kılınmıştır.” (IV, 233)
[2] İstanbul, 1294, IV, 232.
[3] IV, 235.
[4] IV, 233.
[5] Bu tefsirin mütercimi çoğu zaman karıştırılmaktadır. Bayezit Devlet Kütüphanesi fiş kataloğunda Cemâleddin Han ile Hayreddin Han birleştirilmiş, bir de bunların yanına Afgânî eklenerek şu isim ortaya çıkmıştır: AFGÂNİ Cemâleddin (Mehmed Hayreddin). Bu vesileyle burada kütüphanelerimizin kataloklarının tekrar düzenlenmesi ve tasnif edilmesi gerektiğini hatırlatmak istiyoruz. Bilgisayar ile çalışan kütüphanelerin kayıtlarında dahi konular ve diller birbirine girmiş durumdadır.