12. Mukâyeseli Anlatım Üslûbu

Kur’ân’da karşılaştırmalı bir üslup kullanılır ve bahsedilen durumların âkıbeti hakkında bilgi verilir. İyi-kötü, güzel-çirkin, doğruluk-sapıklık gibi vâkıalar misalleriyle yer alır ve bunları benimsemiş ve özümsemiş olanlara verilecek karşılıklar açıklanır. Bu vaad ve îkâzlar da, dâima peşpeşe ve bir mukâyese üslûbu ile gelir. Kur’ân’ın tamamına hakim olan bu üslup, aynı zamanda onun eğitim metotlarından biridir[1].

Ebû Bekir (r.a) Kur’ân’ın bu üslup husûsiyetini, ölüm hastalığında Hz. Ömer’e yaptığı vasiyetinde şöyle ifâde etmiştir:

“Görmüyor musun ey Ömer, rahatlıktan bahseden âyet şiddetten bahseden âyetle birlikte inmiştir. Yine şiddet âyeti rahatlık âyetiyle birlikte gelmiştir ki mü’min ümitvâr olmakla birlikte aynı zamanda korksun. Devamlı bir ümit içinde kalarak Allah’tan olmayacak şeyler istemesin, kendini emniyette görmesin. Aşırı derecede korku içine düşerek de kendi elleriyle kendini tehlikeye atmasın. Görmüyor musun ey Ömer, Allah cehennem ehlini en kötü amelleriyle zikretti ki onları hatırladığında; «Ben, bunlardan olmayacağımı ümid ederim» diyesin. Cennet ehlini de en güzel amelleriyle zikretti, içinde bulundukları küçük seyyieleri görmezden geldi ki, onları düşündüğünde de; «Benim amelim nerede onların ameli nerede!» diyesin”[2].

Bu husûsa temas eden Muhyiddin İbn-i Arabî (k.s):

“Kur’ân’da rahmet ihtiva eden bir âyet geldiğinde, muhakkak onun mukâbilinde tehdit bildiren bir benzeri gelir… Kur’ân’ı tetebbu ettiğinde tamamının bu neviden olduğunu görürsün” dedikten sonra bunun pek çok misâlini verir[3].

Câhız:

“Kur’ân’da bazı mânâlar vardır ki, neredeyse birbirinden hiç ayrılmazlar” dedikten sonra namaz-zekât, açlık-korku, cennet-cehennem, terğib-terhib (rağbet ettirme-korkutma), Muhâcirler-Ensâr, cinler-insanlar gibi kavramları zikreder[4]. Bu sözü nakleden İbn-i Âşûr da, sayılanlara “fayda-zarar” ve “sema-arz” kelimelerini ilâve eder[5].

Yine İbn-i Âşûr, Âdâtü’l-Kur’ân başlığı altında Zemahşerî ve Râzî’den naklen şunları söylemektedir:

“Kur’ân’ın âdetlerinden biri de şudur: O bir tehditte bulunduğunda arkasından muhakkak vaadde bulunur. Bir inzar geldiğinde onu muhakkak tebşir takip eder”. İbn-i Âşûr, bu üslûbu Arap şiirinde çok az gördüğünü söyler ve Lebid’den bir misal zikreder[6].

Râzî, Kur’ân’ın âdetlerinden biri olarak şunu zikreder: Kur’ân mü’minin hâlini beyân ettikten sonra kâfirin hâlini anlatır, ikâbın arkasından sevâbı zikreder. Bunu da terğib ve terhib metodunun gereği olarak yapar[7].

Hâsılı Kur’ân’ın üslûbu, kendine has ve beşerin üslûbundan çok farklıdır. O, bir araya gelmeleri çok uzak bir ihtimal olmasına rağmen, bütün faziletlerin en ileri derecelerini kendisinde buluşturan bir kelâmdır[8].



[1] Bkz. Bûtî, Ravâi’, s. 214-215, 247-248.

[2] Taberî, Tefsîr, XXVI, 24/24189, (el-Ahkâf, 16); el-Müttaki, Kenz, XII, 533/35717; Bûtî, Ravâi’, s. 215.

[3] İbn-i Arabî, Kitâbü’l-celâl ve’l-kemâl, s. 24-43.

[4] Câhız, el-Beyân ve’t-tebyîn, s. 21.

[5] İbn-i Âşûr, I, 124, (Mukaddime).

[6] İbn-i Âşûr, I, 125, (Mukaddime); Râzî, XXVIII, 213, (et-Tûr, 17).

[7] Râzî, XXVIII, 213 (et-Tûr, 17).

[8] Drâz, en-Nebeü’l-azîm, s. 108.

%d bloggers like this: