Hadîs-i Şerîflerin Yazılması

Ebû Hüreyre (r.a)’den rivâyet edildiğine göre Nebiyy-i Muhterem Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:

“Allâh Teâlâ, Ashâb-ı Fîl’i veya katli Mekke’ye girmekten men etmiştir. Ancak Rasûlullâh (s.a.v) ile mü’minlere (bir defaya mahsus olmak üzere) Mekke ahâlîsi ile savaşmaya izin verilmiştir. Haberiniz olsun, (Mekke) benden evvel hiçbir kimse için helâl olmadığı gibi, benden sonra da hiçbir kimse için helâl olmayacaktır. Biliniz ki o (yalnız) bir günün bir saatinde (yalnız) benim için helâl olmuştur. Mâlûmunuz olsun ki işte şu saatte benim için bile harâmdır. (Mekke’nin) dikeni (bile) kesilmez. Ağacına balta değdirilemez. Yitiğini kimse (elini uzatıp) alamaz. Meğerki (sâhibini) aramak için ola! O hâlde her kimin bir akrabâsı katlolunursa, o, iki şeyden hangisi hayırlı ise onu isteyebilir: Ya diyet verilir, ya maktûlün ehli kısâs ister.”

Bunun üzerine Yemen ahâlîsinden biri gelip:

“‒Yâ Rasûlâllâh, şu buyurduklarınızı benim için yazdırabilir misiniz!” dedi.

Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v):

“‒Ebû Şâh için yazınız!” buyurdular.

Derken Kureyş’ten bir zât (Hz. Abbâs [r.a]):

“‒Yâ Rasûlâllâh, izhır otu istisnâ edilse olur mu! Zira biz onu evlerimizin inşâsında ve kabirlerimizde kullanıyoruz.” dedi.

Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) de:

“‒İzhır otu hâriç!” buyurdular.”(Buhârî, İlim, 39)

Şerh:

Ebû Hüreyre (r.a) şöyle buyurur:

“Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in ashâbı arasında benden daha çok hadis rivâyet eden kimse yoktur. Ancak Abdullah bin Amr (r.a) hâriç! Zira o yazardı, ben yazmazdım.” (Buhârî, İlim, 39)

Bununla birlikte Ebû Hüreyre Hazretleri’nin rivayet ettiği hadîs-i şerifler beş bin üçyüzü bulduğu halde Abdullah bin Amr(r.a)’dan rivayet edilenler yedi yüzü pek de geçmiyor. Yazdığı ve kaydettiği hadisler daha çok olduğu hâlde rivayetlerinin daha az olmasının sebebi, Abdullah (r.a)’ın, ehl-i kitabın kitaplarını da ele geçirip onları mütâlaa etmesi ve onlardan rivayetlerde bulunmasıdır. Tâbiînden birçok âlim, isrâiliyât karışabilir korkusuyla Abdullah bin Amr (r.a)’dan rivâyet etmek istememiştir.

Abdullah bin Amr bin el-As (r.a) anlatıyor:

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den duyduğum her şeyi yazıyor, onları ezberlemek ve korumak istiyordum. Kureyş beni bundan men etti ve:

“−İşittiğin herşeyi yazıyor musun? Hâlbuki Allah Rasûlü (s.a.v) de bir beşerdir, hem kızgınlık hem de sukûnet hallerinde konuşur!” dediler.

Bunun üzerine yazmayı bıraktım ve durumu Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e arzettim. Efendimiz (s.a.v) parmağıyla mübârek ağzını işaret ederek şöyle buyurdular:

“−Yaz, nefsim kudret elinde bulunan Allah’a yemin olsun ki buradan haktan başka bir şey çıkmaz!”(Ebû Dâvûd, İlim, 3/3646)

{

Mugîre bin Şu’be (r.a)’in kâtibi olan Verrâdşöyle anlatır:

Muâviye bin Ebî Sufyân, Mugîre’ye:

“–Rasûlullah(s.a.v) Efendimiz’den işitmiş olduğun hadîslerden bana yazıp gönderiver!” diye mektûb yazdı.

Bunun üzerine Mugîre (r.a) de Muâviye’ye (bana imlâ ettirerek) şunlarıyazdırdı:

“–Ben Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in namazı bitirdiğinde üç kere:

لَٓا اِلٰهَ إِلَّا اللهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ، وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

dediklerini işittim.

Veyine Rasûlullah Efendimiz (s.a.v), dedi-kodudan, çok çok suâl sormaktan, malı zâyî etmekten, analara itaatsizlik etmekten, kızları diri diri gömmekten nehyederlerdi. (Buhârî, Rikâk 22, Kader 12, İ’tisâm, 3)

{

Enes bin Mâlik (r.a), Mahmud bin Rebî (r.a)’den şöyle nakleder:

Medine’ye geldim. Az sonra İtbân bin Mâlik (r.a)’e rastladım. Ona:

“‒Senden kulağıma bir hadis geldi?” dedim, İtbân (r.a) şunları anlattı:

“‒Gözüme bir şey ârız oldu da Rasulullah (s.a.v) Efendimiz’e haber yolladım. Bana kadar gelerek evimde namaz kılmasını, bunu müteakib o namaz kıldığı yeri namazgâh yapmayı arzu ettiğimi söyledim. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v) Allah’ın di­lediği ashâbiyle birlikte geldi ve içeri girdi. O evimde namaz kılıyor; as­habı da aralarında konuşuyor, (münâfıklardan karşılaştıkları kötülüklerden bahsediyor)lardı. Sonra mevzu-i bahs olan şeylerin en çoğunu ve en büyüğünü Mâlik bin Dühşum’a isnâd ettiler. Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in ona beddua etmesini ve bu sebeble onun he­lak olmasını dilediklerini, onun başına bir belâ gelmesini arzu ettiklerini söylediler. Derken Peygamber Efendimiz (s.a.v) namazını bitirdi ve:

«‒Bu adam Allah’tan başka ilâh olmadığına, benim Allah’ın peygamberi olduğuma şehâdet etmiyor mu?» buyurdu. Ashâb:

«‒Evet, amma o bunu kalbinde olmadığı halde söylüyor» dediler. Rasulullah (s.a.v):

«‒Allah’tan başka ilâh olmadığına, benim de Rasûlullah olduğuma şehâ­det getiren hiç bir kimse yoktur ki (cehennem) ateşine girsin yahud onu tatsın.» buyurdular.”

Enes (r.a) şöyle der:

“Bu hadis benim hoşuma gitti, de oğluma: «‒Bunu yaz!» dedim. O da yazdı.(Müslim, Îmân, 54)

{

Ömer bin Abdilaziz (r.a), Medine vâlisi Ebû Bekir bin Hazm’a şöyle yazmıştır:

“Bak, araştır ve Peygamber Efendimiz’in hadîs-i şerîflerinden ne varsa hepsini yaz! Zira ben, ilmin kaybolmasından ve ulemanın gitmesinden korkuyorum.” Bu faaliyette Peygamber Efendimiz’in hadislerinden başka bir şey kabul edilmiyordu. Âlimler ilmi yaymalı ve herkese açık ilim halkaları teşkil etmeli ki bilmeyenler de böylece öğrenebilsin. Zira ilim, gizli kalmazsa yok olmaz. (Buhârî, İlim, 34)

Halîfe bu emri diğer bölgelere de göndermiştir.[1]

{

Peygamber Efendimiz’in torunu Hz. Hasan (r.a) kendi çocuklarıyla kardeşinin çocuklarını toplayıp şöyle derdi:

“Yavrularım! Yeğenlerim! Siz bugünkü insanların küçüklerisiniz ancak pek yakında diğer insanların büyükleri durumuna geleceksiniz. Öyleyse mutlaka ilim (Hadis) öğreniniz! Öğrendiği ilmi ezberleyip rivâyet etmeye gücü yetmeyen de onu yazıp evine koysun!”(Dârimî, Mukaddime, 43/517)

{

Ebû Kabîl (r.a) şöyle anlatıyor:

Abdullâh bin Amr bin Âs (r.a)’nın yanında idik. Kendisine Kostantiniyye ve Rûmiyye’den (Roma’dan) hangisinin önce fethedileceği soruldu. Abdullah (r.a), halkaları olan eski bir sandık getirtti. İçinden bir yazı çıkardı ve şöyle dedi:

Rasûlullâh (s.a.v)’in çevresinde toplanmış mübârek hadislerini yazdığımız bir esnâda ona:

“–Hangi şehir önce fethedilecek, Kostantiniyye mi yoksa Rûmiyye mi?” diye soruldu. Allâh Rasûlü (s.a.v):

“–Hiraklin şehri önce fethedilecek!” buyurdular.

Efendimiz (s.a.v) bu sözleriyle Kostantiniyye’yi kastediyorlardı.(Ahmed, II, 176; Dârimî, Mukaddime, 43; İbn-i Ebî, Şeybe, Musannef, IV, 219; Hâkim, IV, 468/8301; IV, 553/8550; IV, 598/8662; Heysemî, VI, 219)[2]

{

Abdullah bin Abbâs (r.a) şöyle buyurur:

“Nebiyy-i Mükerrem (s.a.v) Efendimiz’in (son hastalığında) ağrısı şiddetlenince:

«‒Yazı yazacak bir şey getiriniz de size bazı şeyler yazdırayım ki ondan sonra hiç dalâlete düşmeyesiniz!» buyurdular.

Hz. Ömer (r.a):

«‒Nebiyy-i Ekrem (s.a.v)’in ağrısı çok arttı, (onu daha fazla yormayalım). Nasıl olsa elimizde Allâh Teâlâ’nın Kitâb’ı mevcut, o bize yeter.» dedi.

Bunun üzerine oradaki sahâbe arasında ihtilâf çıktı, sözleri birbirine karıştı. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) de:

«‒Yanımdan kalkınız! Benim yanımda ihtilâf ve münâkaşa edilmesi lâyık değildir!» buyurdular.”(Buhârî, İlim, 39)

Şerh:

Bundan anlaşılıyor ki Allah Rasûlü’nün bu talebi vücûb ifade etmiyor, “arzu ederseniz yazdırayım” mânâsı taşıyordu. Ashâbın meseleyi böyle anlamasına sebep olan karineler vardı.

Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’in yazdırmak istediği şeyler mutlaka gerekli olsaydı yazı malzemesi gelmeyince onları hemen sözlü olarak da söyleyebilirlerdi. Tıpkı son anlarında bütün müşrikleri Arap Yarımadası’ndan çıkarmalarını ve gelen heyetlere ikramda bulunmalarını vasiyet ettikleri gibi.

Sahih rivâyetler Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in bir şeyler yazdırmak istemeleri hâdisesinin, vefatlarından 4 gün evvel Perşembe günü gerçekleştiğini ifade ediyor. Eğer yazdırmayı arzu ettikleri şeyler vâcib olsaydı insanların ihtilâf etmesiyle onları tebliğden vazgeçmezlerdi. Zira tebliğ vazifelerini terketmiş olurlardı. Hâlbuki o güne kadar müşriklerin amansız karşı koymalarıyla bile bu vazifelerini terketmemişlerdi. Vahiy olmayan ve Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in kesin olarak emretmediği hususlarda ashâb-ı kirâm dâimâ görüşlerini söylemişlerdir.

İmâm Rabbânî Hazretleri şöyle buyurur:

“Sahabe­nin içtihadî konularda Peygamber (s.a.v) Efendimiz’den farklı görüşler ortaya koyduğu olmuştur ve biz bunun olabileceğini kabul etmekteyiz. Vahyin nüzûlü devam etmesine rağmen bu tavrı sebebiyle sahabe yadırganmamış ve bundan nehyedilmemiştir. Eğer onların bu muhalefeti Allah katında doğru görülmeseydi mutlaka bundan men edilir ve içtihadî konularda Allah Ra­sûlü’ne muhalefet edenlere karşı tehdit içeren âyetler nazil olurdu. Nitekim bir grup sahabî, sesini Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in sesinden fazla yük­selttiği için, inen âyetlerle îkâz edilmiş ve bu davranışa karşı çok bü­yük bir tehdit gelmiştir…

Peygamber Efendimiz (s.a.v) vefât hastalığı esnâsında bir şey yazdırmak için kâğıt istediğinde sahabenin ihtilaf etmesi de bunun gibidir. Sahabenin bir kısmı kâğıdın getirilmesini istemiş diğer bir kısmı buna mâni olmuştur. Hz. Ömer (r.a) kâğıdın getirilme­sini istemeyenler arasında yer almıştır…

Hz. Ömer’in tavrı, Peygamberimiz’in böyle zor bir anda daha fazla rahatsız olmaması maksadı­na matuf olup merhamet duygularından ileri gelmektedir. Ayrıca Peygamberimiz’in kâğıt talebiyle ilgili emri, diğerlerinin bu konu­ların meşakkatinden kurtulması için vücup değil tavsiye (müstehap) ifade etmektedir.

Eğer kâğıdın getirilmesi yönündeki emir vücup ifade etsey­di, Peygamberimiz ufak bir tartışmadan dolayı bu isteğinden vaz­geçmez ve ısrarla bu emrin yerine getirilmesini beklerdi…

Şunun bilinmesi gerekir ki; bazı ictihadî konularda sahabe­nin Peygamberimiz’den farklı düşünmesi -Allah korusun- hevâ ve taassup sonucu olursa bu durum onların dinden çıkmalarına se­bep olur. Zira Peygamberimiz’e karşı edepsizlik etmek ve ona kö­tü davranmak -Allah korusun- küfürdür. Bilakis sahabenin söz konusu ihtilafı “ibret alın (kıyas edin!)”[3] âyetinin îcâbıdır. Nitekim içtihat de­recesine erişmiş bir kimsenin içtihadî konularda başkasının içtiha­dına uyması yanlıştır ve Allah tarafından sakıncalı görülmüştür.”[4]



[1] Ebû Nuaym, Târîhu Isbahân, Beyrut 1410, I, 366; Aynî, Umdetü’l-Kârî, II, 129.

[2] Hadislerin ilk günlerden îtibâren yazıya geçirilmesi husûsunda bkz. Muhammed Mustafa el-A’zamî, İlk Devir Hadis Edebiyatı, trc.Hulusi Yavuz, İstanbul: İz Yayınları, 1988; Halil İbrâhim Mollahâtır, Mekânetü’s-Sahâbe, Medîne-i Münevvere 1431, s. 630-640, 674-680.

[3] el-Haşr, 2.

[4] İmâm Rabbânî, Mektûbât, İstanbul: Semerkand yay., 2013, II, 587-590, no: 36.