Ebû Hüreyre (r.a) şöyle buyurur:
“Rasûlullâh (s.a.v) Efendimiz’e:
«‒Amelin hangisi efdâldir?» diye sordular.
«‒Allâh’a ve Rasûlü’ne îmân!» buyurdular.
«‒Ondan sonra hangisi?» dediler.
«‒Allah yolunda cihâd!» buyurdular.
«‒Ondan sonra hangisi?» diye sordular.
«‒Makbûl (olmuş, içine günah ve riyâ karışmamış) hac!» cevabını verdiler. (Buhârî, Îmân, 18)
Şerh:
Îmân, kalbin en şerefli amelidir. Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Ve işte bu, sizin çalıştığınız ameller sebebiyle vâris kılındığınız Cennet!” (ez-Zuhruf, 72)
Diğer taraftan îmân, söz ve ameli ihtivâ eder. Yani îmân amel etmeyi gerektirir, mücerret bir sözden ibâret değildir.
Cihâd ve hac, en faziletli amellerdendir.
Mü’minler, amel-i sâlihleriyle yüksek dereceler elde ederler. Dünyadaki mânevî dereceler ve Cennet’in dereceleri, sâlih amellerle katedilir.
Bir kimse, ölüm korkusu gibi bazı sebeplerle İslâm’a girip de İslâm’ını güzelleştirmediyse o kimse hakîkî ve kâmil mü’min sayılmaz. Onun İslâm’ı kabul edilmez. Müslümanlık hakîkî şekliyle olmazsa fayda vermez ve sâhibini kurtarmaya yetmez. Bu sebeple îmânı kuvvetlendirmek, amelleri artırmak îcâb eder.
Bir kimsenin bâtınındaki îmânı Allah’tan başka kimse bilemez. Ancak müslüman olduğunu, yani zâhiren teslim olduğunu herkes görebilir. Bu sebeple insanların îmânları husûsunda kat’î ve kesin konuşmak doğru değildir. Kişi, bildiği ve gördüğü kadarını söyleyip işin hakîkatini Allah’a havâle etmelidir.