Gerçekten Müslüman Olmakla Zâhiren Teslim Olmak

Sa’d bin Ebî Vakkâs (r.a) şöyle buyurur:

“Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v) (Müellefetü’l-Kulûb’dan yani kalpleri İslâm’a ısındırılanlardan) bir takım kimselere dünyâlık veriyordu. Bu Sa’d da orada oturuyordu.[1] Derken Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v) içlerinden en ziyâde beğendiğim birine hiç birşey vermedi. Bunun üzerine:

«‒Yâ Rasûlâllâh, filânı ne için bıraktın? Vallâhi onu ben mü’min biliyorum.» dedim.

«‒Öyle deme, müslim de!» buyurdular.

Bir müddet sustum. Nihâyet o adam hakkındaki ilmim bana galebe çaldı da (dayanamadım,) yine sözümü tekrâr ederek:

«‒Filânı niçin mahrum bıraktın? Vallâhi onu ben, mü’min biliyorum.» dedim. Yine:

«‒Öyle deme, müslim de!» buyurdular.

Ben yine sustum. Lâkin o adam hakkındaki ilmim bana galebe çaldı. (Dayanamadım,) sözümü tekrar ettim. Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v) yine o sözü tekrâr ettikten sonra:

«‒Ey Sa’d, bir adama, Allah onu yüzü koyu ateşe atmasın diye, başkasını daha ziyâde sevdiğim halde, atâ ve ihsânda bulunduğum olur» buyurdular.” (Buhârî, Îmân, 19)

Şerh:

Vâkıdî’nin Meğâzî’de açıkça ifade ettiğine göre bu mahrum edilen zât, Muhâcirlerden Cüayl bin Sürâka ed-Damrî (r.a) imiş. Hz. Sa’d’in hüsn-i şehâdette bu kadar ısrar etmesi de bundan ileri geliyor.

Hz. Sa’d’in “mü’min” sözünü Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in mükerreren “veya müslüman” şeklinde tashih buyurmaları, îmânın bâtınî bir hal olması ve yalnız Allah Teâlâ’nın bildiği gaybî hallerden bulunması sebebiyle, zâhirî teslimiyete bakarak “müslüman” demenin evlâ olduğunu tâlim içindir.

Bazı insanlar “müslüman olduk” derler ama bunu ölüm korkusuyla veya başka bir sebeple yapmış ve zâhiren teslim olmuş görünüyor olabilirler. Kalplerindeki düşünceyi ve işin hakîkatini Allah’tan başka kimse bilemez. Bu sebeple o tür insanlara karşı ihtiyatlı davranmak, kat’î konuşmamak, zâhiren görüneni söylemek, işin aslını Allah’a havâle etmek îcâb eder.

Îmân kalbe yerleşmezse fayda vermez.

Îmâm Buhârî (r.a) bu bâb’ın başlığında şunları zikreder:

“İslâm’a girmek, hakîkî değil de, sâdece teslim olmak veya öldürülmek korkusuyla olmuşsa (makbul değildir). Çünkü Allah Teâlâ:

«Bedeviler îmân ettik dediler. De ki: Siz henüz îmân etmediniz, lâkin « İslâm’a girdik” deyin! Îmân henüz kalblerinize girip yerleşmedi… »[2] buyurdu.

İslâm hakîkat üzere olursa, o da Cenâb-ı Hakk’ın şu sözleri üzere tahakkuk etmiş olur:

«Doğrusu Allah indinde din, İslâm’dır.» (Âl-i İmrân, 19)

«Her kim de İslâm’in gayrı bir din ararsa artık ondan, ihtimali yok kabul olunmaz…» (Âl-i İmrân, 85)


 



[1] Saʻd (r.a), “Ben de oturuyordum” demek istiyor. Mütekellime mahsus sîgayı bırakıp da gâib sîgasına iltifat etmesi, işitmenin bizzat vuku bulduğunu ve bahsettiği şeyin ehemmiyetini tekid içindir.

[2] el-Hucurât, 14.