15. Hz. Ömer ve Âilesi

15.1. Hz. Ömer (r.a)

Hz. Ömer (r.a) Kureyş kabilesinin Benû Adiyy kolundan olup nesebi, büyük atası Kaʻb b. Lüey’de Allah Rasûlü’nün temiz nesebiyle birleşir.[1]

Hz. Ömer (r.a), Fil Vak’ası’ndan on üç sene sonra Mekke’de doğmuştur. Kendisinden nakledilen bir rivayete göre o, Büyük Ficar savaşından dört yıl sonra dünyaya gelmiştir.[2] Bu durumda, Rasûl-i Ekrem Efendimiz’den 10 küsur yaş küçük olmaktadır.

Çocukluğunda babasına ait sürülere çobanlık yapmış, sonra da ticaretle meşgul olmuştur. Suriye taraflarına giden ticaret kervanlarına iştirak ettiği bildirilir.[3] Cahiliye döneminde şehrin eşrafı arasında yer alır, Mekke şehir devletinin Sifâre (elçilik) vazîfesini deruhte ederdi. Bir savaş hâli zuhûr ettiğinde Ömer (r.a) elçi olarak gönderilir, sonra da verdiği bilgilere ve ileri sürdüğü görüşlere göre hareket edilirdi. Kabileler arasında çıkan ihtilafların çözümünde büyük tesiri olur, verdiği kararlara hürmet gösterilirdi.[4]

Birçok kadınla evlenen Hz. Ömer ilk evliliğini Osman b. Mazʻûn ile Kudâme b. Mazʻûn’un kızkardeşi Zeyneb binti Mazʻûn el-Cumahiyye ile yaptı. Abdullah ve Hafsa bu evlilikten doğan çocuklarıdır. Câhiliye döneminde evlendiği Müleyke binti Amr ile Kureybe binti Ebû Ümeyye’yi İslâm’ı kabul etmedikleri için boşadı. Zira el-Mümtehine 60/10. Âyette müşrik kadınlarla evlenmek yasaklanmıştı. Hicretin 7. yılında Cemîle binti Sâbit b. Ebi’l-Aklah el-Ensâriyye ile evlendi. Bu evliliğinden Âsım adında bir oğlu oldu. Hz. Ömer son evliliğini Rasûlullah (s.a.v) ile akrabalık kurmak maksadıyla 17 (638) yılında Hz. Ali ve Fâtıma’nın kızları Ümmü Külsûm ile yaptı.[5]

Îmanla şereflenmeden evvel müslümanlara pek çok eziyette bulundu. Nüfûzuyla, güç ve kuvvetiyle meşhur olduğundan, onun îman etmesi müslümanlara büyük bir kuvvet kazandırdı. İslâm ile şereflendiği gün bütün müslümanlar Kaʻbe’ye giderek ilk defâ açıktan namaz kıldılar.

Hz. Ömer (r.a) müslüman olduktan sonra devamlı Allah Rasûlü’nün yanında bulundu, ondan hiç ayrılmadı ve İslâm için elinden gelen her şeyi yaptı. Kâfirlerle mücâdele etti, pek çok meşakkat ve eziyetlere mâruz kaldı.

Müslümanlar Medine’ye hicret etmeye başlayınca Hz. Ömer de yanında ağabeyi Zeyd, karısı ve oğlu Abdullah başta olmak üzere akraba ve arkadaşlarından oluşan yirmi kişilik bir kafileyle Mekke’den ayrılıp Kubâ’ya gitti ve Rifâa b. Abdülmünzir’in evine misafir oldu. Rasûlullah (s.a.v) Hz. Ömer’i Mekke’de Ebû Bekir’le, Medine’de Benî Sâlim kabilesinden İtbân b. Mâlik ile (bazı rivayetlerde Uveym b. Sâide, Muâz b. Afrâ veya Evs b. Havlî ile) kardeş ilân etti. Peygamber Efendimiz’in Medine’ye gitmesinden sonra diğer birçok muhâcir gibi şehir merkezine 3 km. uzaklıkta bulunan Kubâ’da oturmaya devam eden Ömer (r.a), günaşırı Medine’ye giderek Rasûlullah (s.a.v) ile görüşür, gitmediği günlerde İtbân gider ve akşamları yeni nâzil olan âyetlerle Allah Rasûlü’nden öğrendiklerini birbirlerine anlatırlardı.[6]

Hz. Ebû Bekir’den sonra Allah Rasûlü’nün en büyük yardımcısı oldu. Efendimiz’in katıldığı bütün savaşlarda bulundu. Rasûlullah (s.a.v) mühim kararlar alacağı zaman Hz. Ömer ile de istişâre ederdi.

Kızı Hafsa’yıRasûlullah (s.a.v) ile evlendirerek (3/625) Peygamber Efendimiz’in kayınpederi olma şerefine erdi.

Peygamber Efendimiz’in vefatı üzerine zuhûr eden karışıklığı, Hz. Ebû Bekir’in kısa zamanda halife seçilmesini sağlayarak büyük bir dirayetle önledi. Hilâfeti müddetince Hz. Ebû Bekir’in en büyük yardımcısı oldu. Ebû Bekir (r.a) Medine’de kazâ işlerinin başına onu getirdi. Hz. Ebû Bekir’in vefâtından sonra İslâm’ın ikinci halifesi oldu.

Şiîlerin iddia ettiği gibi Hz. Ali (r.a), Hz. Ebû Bekir’in Hz. Ömer’i halife tayin etmesine karşı çıkmamış, aksine ona ilk gün beyʻat etmiştir. Hayatı boyunca devamlı onu desteklemiş ve onun fahrî yardımcısı olmuştur. Hz. Ömer (r.a) bu hakikate işaret ederek “Ali olmasaydı Ömer helâk olurdu” buyurmuş, büyük bir vefâ ve kadirşinaslık örneği sergilemiştir.[7]

Hz. Ömer (r.a) hilâfeti devrinde İran, Irak, Suriye, Mısır, Kudüs, Azerbaycan, Ermenistan, Horasan ve İskenderiye’yi İslâm topraklarına kattı.

Devlet idâresinde mühim yenilikler yaptı, pek çok ilk’e imzâ attı. İdârî, adlî, mâlî ve askerî teşkilâtlar kurdu.

Onun devrinde yeni fetihlerle İslâm devletinin hudutları genişlemiş, zaferlerden elde edilen ganimetlerle devlet hazinesi dolup taşmıştı. Bunun üzerine Ömer (r.a), İslâm’a hizmetlerini göz önünde bulundurarak müslümanlara maaş bağlamaya karar verdi. Bu maaş, senelik tahsisat şeklindeydi.

15.1.1. Şemâili ve Ahlâkı

Hz. Ömer (r.a.), uzun boylu, iri yapılı, gür sesli, heybetli ve buğday tenli idi. Alnı geniş, bilekleri uzun, saçları dökük ve gözlerinde hafif kırmızılık vardı.

Yüksek sesle konuşur, yürüdüğünde hızlı yürürdü. Allah’tan hakkıyla korkmak, doğruluk, ibâdete düşkünlük, dünyaya karşı zâhid olma ve mes’ûliyet şuuru gibi fazîletlerde en önde idi. Dînî hususlarda kınayanın kınamasına aldırmaz, hatır için adâletten ayrılmaz, katʻiyyen taraf tutmazdı.

Hz. Ömer (r.a) sert tabiatlı olmasına rağmen pek mütevâzı idi. Yamalı elbise giyer, dul kadınların evine sırtında su taşır, toprak üzerine yatıp uyur, develeri kendi eliyle kaşağılayıp temizlerdi. Bir defasında Peygamber Efendimiz’in yanına gitmişti. Allah Rasûlü’nden bir şeyler istemek için orada bulunan hanımları, Hz. Ömer’in sesini duyduklarında hemen kalkıp perdenin arkasına saklandılar. Hz. Ömer içeri girdiğinde Rasûlullah (s.a.v) tebessüm ediyordu. Ömer (r.a):

“–Allah sizi hep güldürsün ya Rasûlallah, niçin tebessüm ettiniz?” dedi. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz:

“–Şu benim yanımda olanlara şaşarım. Senin sesini işitince perdenin arkasına koştular” buyurdu.

Ömer (r.a):

“–Yâ Rasûlallah, onların sizden daha çok çekinmeleri gerekir, siz buna daha layıksınız” dedi. Sonra da kadınlara seslenerek:

“–Ey nefislerinin düşmanları! Allah Rasûlü’nden çekinmiyorsunuz da benden mi kaçıyorsunuz?” diyerek onlara çıkıştı. Kadınlar:

“–Evet, sen Allah Rasûlü’ne göre çok sertsin” dediler.

Rasûlullah (s.a.v):

“–Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki şeytan sana yolda rastlamış olsa, mutlaka yolunu değiştirir!” buyurdu.[8]

Geniş toprakları, güçlü orduları olan bir devletin başkanı olması onu diğer insanlar gibi mütevâzı ve sade bir hayat yaşamaktan alıkoymamıştı. Pahalı, lüks elbiseler giymekten kaçınır, diğer insanlar gibi gerektiğinde alelade işlerle uğraşmaktan çekinmezdi. Tanımayan kimse onun müslümanların halifesi olduğunu asla anlayamazdı.

O, insanlara bir şeyi emrettiği veya yasakladığı zaman, evvelâ kendisinden ve âilesinden başlardı. Bunları önce kendi şahsında tatbik eder sonra âile fertlerini bir araya toplayarak onlara şöyle derdi:

“–Şunu ve şunu yasakladım. İnsanlar sizi yırtıcı kuşun eti gözetlediği gibi gözlerler. Siz bu yasağı çiğnerseniz onlar da çiğnerler, siz korkup geri durduğunuzda onlar da böyle yaparlar. Allah’a yemin ederim ki, her hangi biriniz bu yasaklara uymazsa, bana yakın olduğu için ona daha fazla ceza veririm. Şimdi isteyen ileri gitsin, isteyen geri dursun!”[9]

İnsanlara yatsı namazını kıldırıp evine gider, sabaha kadar nâfile namaz kılardı. Son zamanlarında devamlı oruç tutmaya başlamıştı.[10] İbadet ederken bütün benliğiyle Rabbine yönelirdi. Halife olduktan sonra gündüz işlerinin yoğunluğu sebebiyle nafile namazlarını gece kılar, ev halkını sabah namazına: “Âilene namazı emret”[11] âyetini okuyarak kaldırırdı. O, her sene haccetmeyi asla ihmal etmez ve hac farizasını yerine getirmek için Mekke’ye gelen hacılara bizzat riyaset ederdi. Onun zamanında yolcular için istirâhat yerleri yapıldı. Bilhassa Medîne ile Mekke arasındaki yolda bol miktarda su ve gölgelik oldu.[12]

Geçimini ticaretle temin ederdi. Bunun yanında Medine’de ganimetten kendisine bazı arazilerin düştüğü de bilinmektedir. Hayber’de hissesine düşen çok kıymetli arazisini Allah için vakfetmiştir.

15.1.2. Âile Hayatı

Uhud günü Hz. Ömer, kardeşi Zeyd b. Hattab’a:

“–Al şu zırhımı, onu senin giymen için yemin ediyorum” dedi.

Zeyd b. Hattab, onu giyinip Hz. Ömer’in yeminini yerine getirdikten sonra, zırhı sırtından çıkardı. Hz. Ömer ona:

“–Niçin çıkardın?” diye sordu.

Zeyd (r.a):

“–Senin kendin için istediğin şehitliği ben de kendim için istiyorum!” dedi.

İkisi de şehitlik için hazırlandılar.[13]

֎

Hz. Ömer (r.a) şöyle anlatır:

Biz Kureyşliler kadınlara hâkim kimselerdik. Medine’ye geldiğimizde burada kadınların erkeklere hâkim olduğunu gördük. Bizim kadınlarımız da onlardan öğrenerek böyle davranmaya başladılar. Bir gün hanımıma öfkelenmiştim, bir de ne göreyim bana karşılık vermez mi! Bunu doğru bulmayıp onu azarladım. Bu sefer:

“–Beni niye azarlıyorsun? Vallahi Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’in zevceleri bile ona karşılık veriyor, yanında mırıldanıyorlar. Hem onlar icabında küsüp gün boyu Rasûlullah (s.a.v)’i terk ediyorlar” dedi.

Hemen Hafsâ’nın yanına gidip:

“–Rasûlullah (s.a.v)’e sen de karşılık veriyor, ona karşı söyleniyor musun?” diye sordum.

“–Evet” dedi.

“–Sizden biri gün boyu akşama kadar ona küsüyor, yanına varmıyor mu?” dedim.

“–Evet” dedi.

“–Sizden kim böyle yaparsa büyük zarar eder, hüsrâna uğrar. Hanginiz Rasûlü’nün öfkesi sebebiyle Allah’ın gazabına uğramaktan emin olabilir? Şayet böyle yaparsanız helâk olursunuz. Sakın Rasûlullah (s.a.v)’e karşılık verme! Dünyalık bir şeyler isteyerek onu sıkıntıya sokma! Ne ihtiyacın varsa benden iste!” dedim.[14]

Ömer (r.a), bu sözleri arasında:

“O sizi boşarsa Allah O’na sizden daha hayırlısını verir” demişti. Onun bu sözlerine muvâfık olarak şu âyet-i kerime nâzil oldu:

“Eğer o sizi boşarsa Rabbi ona sizden daha hayırlı, kendini Allah’a veren, îmân eden, sebatla itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bâkire eşler verebilir.”[15]

֎

İbn Ömer (r.a) başından geçen bir hâdiseyi şöyle nakleder:

“Rasûlullah (s.a.v) ile bir seferde idik. Ben babam Ömer’e âit genç bir devenin üstündeydim. Onu zaptedemiyor, insanların önüne geçip duruyordum. Babam bu duruma üzülerek geliyor, deveyi geriye alıyor ve:

«–Devene sâhip ol! Rasûlullah (s.a.v)’in önüne geçmesin!» diyordu.

Bunu gören Rasûlullah (s.a.v):

«–O deveyi bana satar mısın ey Ömer!» buyurdu. Babam:

«–O sizindir ey Allah’ın Rasûlü!» diyerek deveyi ona sattı.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) bana:

«−Abdullah, deve senindir, onu istediğin gibi kullan!» buyurdu.”[16]

Hz. Ömer’in Allah Rasûlü’ne hürmet ve muhabbetteki zirve hâli…

Rasûlullah (s.a.v)’in gençlere muâmelesi ve onların yolunu açması…

֎

İbn Ömer (r.a) şöyle anlatır:

“Babam Hz. Ömer’e Hayber’de (ganimetten) bir arazi düşmüştü. O da Rasûlullah (s.a.v)’e gelerek:

“–Ey Allah’ın Rasûlü! Hayber’de bir yerim oldu. Bugüne kadar onun gibi kıymetli bir yer hiç elime geçmemişti. Onu ne yapmamı emredersin?” dedi.

Efendimiz (s.a.v):

“−İstersen onu (Allah için) vakfedip tasaddukta bulunabilirsin!” buyurdular.

Bunun üzerine Ömer (r.a) onu şu şartlarla vakfetti:

“O arâzinin aslı satılamaz, hibe edilemez ve ona vâris olunamaz. O fakirler, yakın akrabalar, köle âzât etmek, Allah yolunda cihâd, yolda kalmış kimseler ve misafirler içindir. Onu idare edenin malı kendisine sermaye etmeden yemesinde ve arkadaşına yedirmesinde herhangi bir beis yoktur.”[17]

Ashâb-ı kirâm infak ve sadakaya ehemmiyet verdikleri gibi vakıf husûsunda da cömert davranmışlardır. Hâli vakti yerinde olup da mal vakfetmeyen sahâbînin bulunmadığı rivâyet edilir.

֎

Hz. Ömer (r.a) şöyle anlatır:

“İyi cins bir atımı Allah rızâsı için bir mücâhide vermiştim. O zât ata iyi bakamadı, onu zayıflattı. Bunun üzerine ben hayvanı para ile satın almak istedim. Ucuza vereceğini de tahmin ediyordum. Durumu Rasûlullah Efendimiz’e arzettim.

Allah Rasûlü (s.a.v):

«–Bir dirheme bile verse, sakın onu satın alma, verdiğin sadakadan asla dönme! Zira hibesinden (bağışından) dönen, kustuğunu yalayan gibidir» buyurdular.”[18]

֎

İbn Ömer (r.a) şöyle anlatıyor:

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in yanındaydık:

“–Söyleyin bakalım, müslüman kişiye benzeyen ağaç hangisidir. O ağaç yeşildir, yaprağını hiç dökmez, o şöyle şöyledir (diye o ağacın güzel vasıflarını saydılar. Sonra da:)«Rabbinin izniyle her an meyvesini verip durur»[19] buyurdu.

Gönlüme o ağacın hurma olduğu geldi. Ancak baktım Hz. Ebû Bekir ve Ömer (r.a) konuşmuyorlar, ben de konuşmayı uygun görmedim. İnsanlar (isabetli) bir cevap veremeyince Rasûlullah (s.a.v):

“–O hurma ağacıdır” buyurdu.

Oradan ayrıldığımızda babam Hz. Ömer’e:

“–Babacığım, vallahi gönlüme o ağacın hurma olduğu geldi” dedim.

“–Peki, niçin söylemedin?” dedi.

“–Siz konuşmayınca ben de bir şey söylemeyi uygun bulmadım” dedim.

Bunun üzerine babam bana şöyle dedi:

“–Sen onu söylemiş olsaydın, bu benim için şundan şundan daha sevimli olurdu.”[20]

֎

Allah Rasûlü’nün âzadlısı Sevbân (r.a) şöyle anlatır:

“Gümüş ve altını biriktirenlerle alâkalı âyet-i kerîme nâzil olduğunda, insanlar:

“–Öyleyse hangi malı edinelim?” diye sordular.

Ömer (r.a):

“–Ben bunu sizin için öğrenirim!” dedi ve devesine binip sürʻatle giderek Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’e yetişti. Ben de peşinde idim.

“–Ey Allah’ın Rasûlü, hangi malı edinelim?” diye sordu.

Rasûlullah (s.a.v):

“–Her biriniz, şükreden bir kalp, zikreden bir dil ve âhiret işlerinde yardımcı olan mü’mine bir hanım edinsin!” buyurdu.[21]

Hayatta huzûr ve sürûru sadece dünya malında aramak ne büyük gaflettir. Sevbân (r.a) şu âyet-i kerimeye işaret etmektedir:

“Altın ve gümüşü biriktirip de onları Allah yolunda infak etmeyenler yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele!”[22]

֎

Ömer ibnü’l-Hattâb (r.a) şöyle anlatır:

“Ensâr’dan bir komşum ile berâber Benî Ümeyye b. Zeyd yurdunda oturuyordum. Burası, Medîne’nin Avâlî denilen üst taraflardaki semtindeydi. Rasûlullah (s.a.v)’in huzuruna nöbetleşe inerdik. Bir gün o iner, bir gün ben inerdim. Ben indiğim zaman o gün vahiy ve sâireye dâir ne duyarsam haberini komşuma getirirdim. O da indiği zaman böyle yapardı. Ensârî arkadaşım bir nöbet gününde indi. Dönüşünde kapımı pek şiddetli çalarak:

«‒Burada mısın?» diye seslendi. Fenâ hâlde korkup endişelendim. Yanına çıktım.

«‒Büyük bir hâdise oldu. (Rasûlullah (s.a.v) hanımlarını boşadı.)» dedi.

(Ben zâten böyle bir şey olacağını tahmin ediyordum. Sabah namazını kılınca giyinip kuşandım. Sonra Medîne’ye inip) kızım Hafsa’nın yanına girdim, baktım ki ağlıyor.

«‒Rasûlullah (s.a.v) sizi boşadı mı?» diye sordum.

«‒Bilmiyorum» dedi.

Ondan sonra Rasûlullah Efendimiz’in huzûr-i âlîlerine vardım. Ayaküstü durduğum yerden:

«‒(Yâ Rasûlâllah) zevcelerinizi boşadınız mı?» diye sordum.

«‒Hayır» buyurdu.

Bunun üzerine ben de «Allahu Ekber!» demişim.”[23]

İlim için nöbetleşmek… Bu hâl, müslümanların ilim öğrenmeye olan şiddetli arzularını, hırslarını ve bu uğurdaki takdire şâyan gayretlerini gösteriyor. Çalışan insanların da isterlerse ilim öğrenebileceğini ortaya koyuyor. Rasûlullah (s.a.v) ashâbını ısrarla ilme teşvik ediyor, onlar da bu uğurda büyük bir gayret sarfediyorlardı. Allah Rasûlü’nden öğrendikleri bilgileri hemen birbirlerine ve diğer insanlara öğretiyorlardı. Hz. Ömer (r.a) daha sonra bazı hadîs-i şerîflerden haberdâr olmadığını görünce bu usûlü terkederek devamlı Rasûlullah Efendimiz’in yanında bulunmayı tercih etmiştir.

֎

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz Tâif kuşatmasından dönüp Cîrâne’ye geldiğinde Ömer b. Hattâb (r.a):

“‒Yâ Rasûlallah! Ben câhiliyye devrinde Mescid-i Haram’da bir gün iʻtikâfa girmeyi nezretmiştim, ne buyurursunuz?” diye sordu.

Efendimiz (s.a.v):

“‒Git, bir gün iʻtikâf yap!” buyurdu.

Rasûlullah (s.a.v) ona ganimetle­rin beşte birinden bir câriye vermişti. Bir müddet sonra Peygamber Efendimiz bütün esirleri âzâd edince Ömer b. Hattâb (r.a) onların seslerini işitti: “Rasûlullah (s.a.v) bizi âzâd etti!” diyorlardı.

Hz. Ömer:

“‒Dışardan gelen bu sesler nedir?” diye sordu. Yanındakiler:

“‒Rasûlullah (s.a.v) bütün esirleri âzâd etti” de­diler.

Bunun üzerine Ömer (r.a) oğluna:

“‒Abdullah! Git, Efendimiz’in bana verdiği o câriyeyi serbest bırak!” dedi.[24]

֎

Bir gün Hz. Ömer elinde bir kısım Tevrât sayfaları ile Peygamber Efendimiz’e gelip:

“–Ey Allah’ın Rasûlü! Bunlar Tevrat’tan bazı kısımlar. Onları Zurayk Oğulları’na mensup bir arkadaşımdan aldım” dedi.

Peygamber Efendimiz’in yüzünün rengi birden değişiverdi. Bunun üzerine Abdullah b. Zeyd (r.a), Hz. Ömer’e:

“–Allah senin aklını başından mı aldı, Rasûlullah’ın yüzü ne hâle geldi görmüyor musun?” dedi.

Hatâsını anlayan Hz. Ömer hemen:

“–Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan, peygamber olarak Muhammed (s.a.v)’den, önder olarak Kur’ân’dan râzı olduk” dedi.

Bunun üzerine Allah Rasûlü’nün yüzünde güller açtı, üzüntüsü gitti. Sonra da şöyle buyurdu:

“–Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, eğer Mûsâ (a.s) aranızda olup da ona uyarak beni terk etseydiniz, derin bir dalâlete düşmüş olurdunuz. Siz ümmetler içinde benim nasîbimsiniz, ben de peygamberler içinde sizin nasîbinizim.”[25]

15.1.3. Hilâfet Devresi

Hz. Ebû Bekir devrinde Zeyd b. Sâbit’in çalışmalarıyla mushaf halinde bir araya getirilen Kur’ân âyetleri onun ölümünden sonra Hz. Ömer’de kalmış, Hz. Ömer’in vefatı üzerine Hafsa’ya intikal etmişti. Hz. Osman mushaf nüshalarını çoğaltacağı zaman bu asıl nüshayı istedi, çoğaltma işi bitince de Hz. Hafsa’ya iâde etti.[26]

֎

Hz. Ömer, Zeyd b. Hârise’nin oğlu Üsâme’ye üç bin beş yüz dirhem tahsîs etmiş, oğlu Abdullah’a ondan beş yüz dirhem daha az vermişti. Abdullah (r.a), babası Hz. Ömer’e bunun sebebini sorarak:

“−Üsâme’yi niçin benden üstün tutuyorsun, o benden daha çok savaşa katılmadı ki?” dedi.

Ömer (r.a) şu muhabbet ve nezâket timsâli cevâbı verdi:

“−Oğlum! Rasûlullah (s.a.v) onun babasını senin babandan daha çok severdi, Üsâme’ye de senden daha çok muhabbeti vardı. İşte bu sebeple Rasûlullah’ın sevdiğini kendi sevdiğime tercih ettim!”[27]

Ömer (r.a), “Vallahi yâ Rasûlallah, seni canımdan da çok seviyorum!” diye yemin etmişti. İşte bu muhabbet, onun sevdiklerine de şâmildi.

֎

Bir defasında Abdullah b. Ömer (r.a) Hz. Mikdâd’a ağır konuşmuştu. Ömer (r.a) bunu duyunca oğluna:

“–Eğer senin dilini koparmazsam bana da Ömer demesinler!” diye kükredi.

Hz. Ömer’in ciddi olduğunu gören hatırlı kimseler araya girerek ondan oğlu Abdullah’ı bağışlamasını ricâ ettiler.

Hz. Ömer onlara şöyle dedi:

“–Bırakın, dilini koparayım da bundan böyle Allah Rasûlü’nün ashabından hiç kimseye dil uzatamasın![28] Ve bu benden sonra tatbik edilecek bir âdet olsun da Allah Rasûlü’nün ashâbına sövenlerin dilleri koparılsın!”[29]

Zira Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e beslenen muhabbet, onun yakınlarını ve ashâbını da sevmeyi gerektiriyordu.

֎

Mesrûk anlatıyor: Ömer ibnü’l-Hattâb (r.a), Rasûlullah Efendimiz’in minberine çıkarak:

 “–Mehrin 400 dirhemden fazla olduğunu hiç bilmiyorum” dedi ve indi.

Kureyş’ten bir kadın:

“–Ey Mü’minlerin Emîri, 400 dirhemden fazla mehir vermeyi insanlara yasakladın mı?” diye sordu. Ömer (r.a):

“–Evet” dedi.

Bu cevap karşısında kadın:

“–Allah teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerîm’de: «Siz onlardan birine kantar kantar mehir vermiş olsanız bile, verdiğinizden bir şey almayın…»[30] buyurduğunu duymadın mı?” dedi.

Durumu anlamakta gecikmeyen Ömer (r.a):

“–Yâ Rabbi beni bağışla! Bütün insanlar Ömer’den daha âlim” dedikten sonra tekrar minbere çıkarak:

“–Ey insanlar! Ben size 400 dirhemin üzerindeki mehri yasaklamıştım. Artık kim ne kadar isterse malından o kadar mehir versin!” dedi.[31]

Çeşm-i insaf gibi kâmile mîzân olmaz,

Kişi noksânın bilmek gibi irfân olmaz.

֎

Utbe b. Ferkad anlatıyor: Bir seferinde Hz. Ömer’e hurma ve yağdan yapılan birkaç sepet helva götürdüm. Bana bunların ne olduğunu sordu. Ben de:

“–İçlerinde yiyecek var, sana getirdim. Çünkü sabahtan akşama kadar insanların işleriyle uğraşıyorsun. Evine döndüğünde iyi bir gıdâ alarak kuvvetini muhâfaza etmeni istedim” dedim.

Ömer (r.a), sepetlerden birinin ağzını açtı ve:

“–Ey Utbe, Allah aşkına söyle! Bunlardan her bir müslümana bir sepet verdin mi?” diye sordu.

“–Ey Mü’minlerin Emîri! Kays Kabîlesi’nin bütün mallarını harcasam yine de her müslümana bir sepet helva veremem!” dedim.

Bu sefer Ömer (r.a):

“–Öyleyse bana da lâzım değil” dedikten sonra kuru ekmek ve sert etlerle yapılmış bir sahan tirit getirtti… Sonradan bana, etlerin iyi taraflarını uzaklardan gelen müslüman misâfirlere ikram ettiğini, sert yerlerini ve sinirlerini de kendisinin yediğini söyledi…[32]

֎

Hz. Ömer bir gün namaz için câmiye gelmişti. İnsanlara doğru dönüp müezzine ezân okumasını emretti ve ayağa kalkarak:

“­–Namazımız için kimseyi beklemeyiz” dedi.

Namazı edâ edince de cemaate yönelerek şunları söyledi:

“­–Bir takım insanlara ne oluyor ki cemaatten geri kalıyorlar, böylece başkalarının da geri kalmasına sebep oluyorlar. Vallahi içimden şöyle geçiyor: Onlara adam göndereyim, boyunlarından yakalanarak getirilsinler ve onlara «Namaza iştirak edin!» denilsin.”[33]

֎

Bir gece vaktiydi. Hz. Ömer (r.a), mûtâdı olduğu üzere Medîne sokaklarını gezmekteydi ki ansızın durakladı. Önünden geçmekte olduğu evde geçen bir tartışma dikkatini çekmişti. Bir anne, kızına:

“–Kızım, yarın satacağımız süte biraz su karıştır!” demekteydi.

Kız ise:

“–Anneciğim, halîfe süte su karıştırılmasını yasaklamadı mı?” dedi.

Anne, kızının sözlerine sert çıkarak:

“–Kızım, gecenin bu saatinde halîfe süte su kattığımızı nereden bilecek?!.” dedi.

Gönlü Allah sevgisi ve korkusu ile dipdiri olan kız, şu muhteşem cevabı verdi:

“–Anneciğim! Halîfe görmüyor diyelim, Allah da mı görmüyor?..” dedi.

Allah muhabbeti ve korkusuyla dolu temiz bir gönle sahip olan bu nezihe kızın cevabı, Hz. Ömer’i son derece duygulandırdı. Emîru’l-Mü’minîn, onu oğluna gelin olarak aldı. Bu gelinin kızından ise Beşinci Halîfe olarak zikredilen meşhûr Ömer b. Abdülazîz (r.a) doğdu.[34]

֎

Ebû Saîd mevlâ Ensâr şöyle anlatır:

Ömer (r.a) yatsı namazından sonra sohbet edenlere:

“‒Evinize dönün! Umulur ki Allah teâlâ size yatmadan evvel nâfile namaz kılmayı veya teheccüde kalkmayı lûtfeder!” derdi.

Bir gün bizim yanımıza geldi. Ben İbn Mesʻûd, Übey b. Ka’b ve Ebû Zer (r.a) ile birlikte oturuyordum. Bize:

“‒Niçin oturuyorsunuz?” diye sordu. Biz de:

“‒Allah’ı zikretmek için oturduk!” dedik. Bunun üzerine o da bizimle beraber oturdu.[35]

Ömer (r.a) şöyle buyururdu: “Verimsizlik ve kuraklığın en büyüğü, yatsı namazından sonra konuşarak vakit zâyî etmektir. Ancak namaz kılmak ve Kur’ân kıraati bunun hâricindedir.”[36]

֎

Zeyd b. Sâbit (r.a) şöyle anlatır:

“Hz. Ömer’in üzerinde yamalı bir elbise gördüm, on yedi tâne yaması vardı. Ağlayarak evime döndüm. Bir müddet sonra tekrar yola çıktığımda yine Hz. Ömer’le karşılaştım. Omzuna bir su kırbası koymuş insanların arasından yürüyüp gidiyordu. Ona hayretle:

«‒Ey Mü’minlerin Emîri!» dedim.

«‒Sus, konuşma, bunun sebebini daha sonra sana söyleyeceğim!» buyurdu.

Onunla birlikte yürüdüm. Yaşlı bir kadının evine girip suyu onun kaplarına boşalttı. Sonra birlikte Hz. Ömer’in evine döndük. Ona niçin böyle yaptığını sordum. Şöyle buyurdu:

«‒Sen gittikten sonra yanıma Rum ve Fars elçileri geldi. Bana:

“–Allah sana hayırlar, iyilikler versin ey Ömer! Bütün insanlar senin ilmin, fazîletin ve adâletin husûsunda ittifak ettiler!” dediler. Onlar yanımdan çıkınca bana, insanların hissettiği kendini beğenme duyguları geldi. Ben de hemen kalkıp nefsime o gördüğün şeyleri yaptım! Burnunu sürtmek, onu zelil etmek istedim!».”[37]

֎

Ömer ibnü’l-Hattâb (r.a), kendisine gelen elbiseleri Medineli kadınlar arasında taksim etmiş, geriye güzel bir elbise kalmıştı. Yanındakilerden bazıları kendisine:

“–Ey Mü’minlerin Emîri, bunu da senin zevcen olan Rasûlullah (s.a.v)’in kızına ver!” dediler.

Bu sözleriyle, Hz. Ali’in kızı Ümmü Külsüm’ü kastediyorlardı. Ömer (r.a) ise:

“–Ümmü Selît, buna daha çok hak sâhibidir. Zîra o Uhud Savaşı’nda bize kırbalarla su taşıyordu” dedi.

Ümmü Selît (r.a), Rasûlullah Efendimiz’e Beyʻat eden Ensâr kadınlarındandı.[38]

Îsâr ehli ve diğergâm bir kimse olan Ömer (r.a), diğer insanları her zaman için kendisinden ve yakınlarından önde tutardı. Hele bir de bu kimseler Allah Rasûlü’ne ve İslâm’a hizmet etmiş fedâkâr mü’minler ise…

֎

Bir kişi Hz. Ömer’e selâm verdi, o da mukâbelede bulundu. Daha sonra Ömer (r.a) o şahsa:

“‒Nasılsın?” diye sordu. O da:

“‒Allah’a hamd ederim iyiyim!” dedi.

Bunun üzerine Ömer (r.a):

“‒İşte benim senden istediğim de bu (hamd) idi!” buyurdu.[39]

Abdullah b. Ömer (r.a) şöyle der:

“Biz bazen bir günde bir kardeşimizle defâlarca karşılaşırdık ve her defâsında birbirimize hâlimizi sorardık. Bunu da sırf Allah’a hamd edelim diye yapardık.”[40]

֎

Zeyd b. Eslem (r.a) anlatıyor: Ömer b. Hattab (r.a) süt içmişti, çok hoşu­na gitti. Sütü ikram edene:

“–Bu süt nereden geldi?” diye sordu. O da:

“–Bir su kenarına varmıştım, bir de baktım ki zekât hayvan­larından bir kısmını suluyorlar! Benim için onların sütlerinden sağdılar, ben de onu kabıma koyup getirdim. İşte bu o süttür” dedi.

Bu sözleri işiten Ömer ibnü’l-Hattâb (r.a), hemen elini boğazına sokup içtiği sütü kusarak çıkardı.[41]

Ashâb-ı kirâm şüpheli şeyler karşısında çok titiz davranırlardı. Hz.Ömer (r.a) bu hassâsiyeti şöyle ifade etmiştir:

“Biz fâize düşme korkusuyla on helalden dokuzunu terkettik.”[42]

֎

Hz. Ömer (r.a) Ebû Ümeyye diye künyelenen bir kölesiyle mükâtebe yaptı. Köle, vakti gelince ilk taksidini getirdi. Ömer (r.a):

“‒Ey Ebû Ümeyye! Git bu parayla hürriyet bedelini kazan!” buyurdu.

“‒Ey Mü’minlerin Emîri! Son taksidi ödeyince serbest bıraksaydınız!” dedi.

Ömer (r.a):

“‒O vakte ulaşamam diye korkuyorum. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:

«…Ellerinizin altında bulunanlardan (köleler ve câriyelerden) mükâtebe yapmak isteyenlerle, eğer kendilerinde bir hayır (kabiliyet ve güvenilirlik) görüyorsanız, hemen mükâtebe yapın! Allah’ın size vermiş olduğu malından siz de onlara verin…».”[43]

֎

Hulefâ-i Râşidîn (r.a), vâli tâyin ederken hissiyâtlarının tesirinde kalmamışlardır. Bilâkis umûmun maslahatını dikkate almışlardır. Meselâ Ömer (r.a), Yemâme harbinde kardeşi Zeyd ibnü’l-Hattâb’ı şehîd eden Ebû Meryem el-Hanefî’yi, müslüman olup ilim tahsîl edince Basra kadılığına tâyin etmiştir.[44]

֎

Hz. Ali (r.a) şöyle anlatır:

“Hz. Ömer halifeliği zamanında insanlara danışarak:

«–Yanımızda kalan fazla mal hakkında ne diyorsunuz, onu ne yapalım?» diye sordu. İnsanlar:

«–Ey Mü’minlerin Emîri, bizim idâremizle meşgul olurken âileni, malını mülkünü ve ticaretini ihmal ettin, onlarla ilgilenemedin. Dolayısıyla bu fazla mal senin hakkındır» dediler. Ömer (r.a) bana:

«–Sen ne diyorsun?» diye sordu.

«–İnsanlar sana görüşlerini bildirdiler» dedim.

«–Senin düşüncen benim için önemli, bu hususta sen ne düşünüyorsun?» dedi. Ben de:

«–Niçin kesin ve yakînî bilgini zanna çeviriyorsun?» dedim.

«–Bu sözünü biraz açar mısın?» dedi. Ben:

«–Evet, vallahi onu açıklayacağım. Hatırlıyor musun Rasûlullah (s.a.v) seni haberci ve memur olarak göndermişti, sen Hz. Abbâs’ın yanına vardın, o sana zekâtını vermemişti, aranızda bir problem vardı. Sen bana: “Haydi beraber Peygamber Efendimiz’e gidelim” demiştin. Yanına varıp kendisini üzgün ve neşesiz görünce geri dönmüştük. Ertesi gün tekrar yanına varınca mesrûr ve huzurlu olduğunu gördük. Sen ona Abbâs’ın yaptığını haber verdin. Rasûlullah (s.a.v) sana:

“–Bilmez misin ki kişinin amcası babasının ikizi veya ikinci yarısıdır” buyurdu. Sonra kendisini önceki gün üzgün ve neşesiz gördüğümüzü, ikinci gün ise sevinçli ve huzurlu gördüğümüzü söyledik. O da:

“–Bana ilk geldiğinizde yanımda zekât malından iki dînâr kalmıştı, huzursuzluğum o yüzdendi. Bugün geldiğinizde ise o dînârları yerine ulaştırmış bulunuyorumdum ve bende gördüğünüz gönül huzûru bu sebepleydi” buyurdu.» Hz. Ömer (r.a):

«–Doğru söyledin vallahi! Başta da sonda da yani her zaman için sana teşekkür ediyor, şükranlarımı arzediyorum!» dedi.”[45]

֎

Ömer (r.a) şöyle demiştir:

“Allah’ın malı (Beytülmâl) karşısında kendimi yetimin velîsi gibi kabul ettim. İhtiyacım yoksa ondan hiçbir şey almadım, ihtiyacım olduğunda ondan kifâyet miktarı yedim, elime imkân geçince de aldığım şeyi geri ödedim.”[46]

֎

Oğullarına şöyle derdi:

“Sabaha çıktığınız zaman etrâfa dağılın (herkes kendine bir iş bulsun), bir evde toplanıp kalmayın! Çünkü ben, bir arada kaldığınızda çekişerek birbirinize küsmenizden veya aranızda bir fenâlık çıkmasından korkuyorum.”[47]

֎

Ömer (r.a) bir çocuk görüp de hoşlandığında hemen bir meslek ve sanatının olup olmadığını sorardı. “Hayır” cevabını alırsa “Gözümden düştü” derdi.[48]

֎

 “Kadınları fazla güzel giydirmeyin! Onlardan birinin elbiseleri çok, zînetleri de güzel olursa dışarı çıkmak onun hoşuna gider” derdi.[49]

15.1.4. Vefatı

Ömer (r.a):

“Allah’ım, beni yolunda şehîd olmak ve Rasûlü’nün beldesinde ölmekle bahtiyar kıl!” diye duâ ederdi.[50]

Kızı Hafsa vâlidemiz der ki:

“Babamın bu duâsını işitince şaşırdım ve:

«–Bu nasıl olacak? (Hem Medîne’de ölmek hem de şehîd olmak istiyorsun!)» dedim.

«–Allah dilerse onu gerçekleştirir!» dedi.”[51]

Ömer (r.a) şehîd edilinceye kadar insanların bu husustaki şaşkınlığı devâm etmiş ve bunun nasıl tahakkuk edeceğini merâk edip durmuşlardır.[52]

Medîne-i Münevvere’de şehîd edilince Cenâb-ı Hakk’ın bu duâyı kabul ettiğini anladılar.

Ömer (r.a) hicretin 24. senesinde Zerdüşt bir köle olan Ebû Lü’lü tarafından şehid edildi ve Allah Rasûlü’nün ayaklarının dibine defnedildi.

Enes (r.a) şöyle der:

“Rasûlullah (s.a.v) altmış üç yaşında vefat etti, Hz. Ebû Bekir de altmış üç yaşında vefat etti, Hz. Ömer de altmış üç yaşında vefat etti.”[53]

15.2. Cemîle binti Sâbit 

Peygamber Efendimiz’in seriyye kumandanlarından Âsım b. Sâbit’in ana bir kız kardeşidir. Rasûl-i Ekrem Medine’ye hicret edince annesi Şemûs binti Ebû Âmir’le birlikte Efendimiz’e gelerek beyʻat etti. O zamanlar ismi Âsiye idi, Rasûlullah (s.a.v) onu Cemîle’ye çevirdi. Diğer bir rivayete göre hicretin 7. senesinde Hz. Ömer ile evlendiğinde kendisi Hz. Ömer’den ismini değiştirmesini istemişti. O da ismini Cemîle yaptı. Ancak Hz. Ömer’in Cemîle isminde bir câriyesi de vardı. Bu sebeple o “Bana câriyenin ismini mi veriyorsun?” diye itiraz etti ve Allah Rasûlü’ne giderek hâdiseyi anlattı. Rasûlullah (s.a.v) de Cemîle ismini güzel bulunca bu isme razı oldu. Cemîle’nin Hz. Ömer’le evliliğinden Âsım adında bir oğlu oldu. Bundan sonra Ümmü Âsım künyesiyle anıldı. Sonraları Hz. Ömer kendisini boşayınca Yezîd b. Câriye ile evlendi. Bu evlilikten de Abdurrahman adlı oğlu doğdu.[54]

15.3. Abdullah b. Ömer (r.a)

Abdullah, biʻsetin 3. senesinde Mekke’de dünyaya geldi. Peygamber Efendimiz’in hanımı Hafsa vâlidemizle ana-baba bir kardeştir. Anneleri Zeyneb binti Mazʻûn el-Cumahiyye’dir.

Abdullah (r.a) babasıyla birlikte müslüman oldu, babasından önce veya onunla birlikte hicret etti. 13 yaşındayken Bedir ve Uhud harblerine iştirak etmek istedi fakat Rasûlullah (s.a.v) ona ve onun gibi diğer pek çok kahraman çocuğa küçük olmaları sebebiyle izin vermedi. 15 yaşlarına girince Hendek Savaşı’na katılmalarına izin verdi. Beyʻatü’r-Rıdvân, Hayber, Mekke fethi ve Huneyn’e katıldı. Daha sonra Suriye, Irak ve Mısır’ın fethinde, Yermük ve Nihâvend savaşlarında bulundu. Hicrî 49, milâdî 669 senesinde Ebû Eyyûb el-Ensârî ile birlikte İstanbul seferine iştirak etti.[55]

Abdullah (r.a) müslümanlar arasında çıkan fitne ve savaşlardan hep uzak durdu. Babası Hz. Ömer “bir âileden bir kurban yeter” diyerek onun halîfe olmasını istemedi, yeni halîfeyi seçen heyete sadece müşavir olarak katılabileceğini söyledi. O da bunu memnuniyetle kabul etti. Hâlbuki müslümanların ona büyük bir teveccühü vardı. Nitekim Hz. Osman’ın şehîd edilmesinden sonra da ona halîfeliği teklif ettiler. Hakem Vak’ası’nda Hz. Ali ve Saʻd b. Ebû Vakkās gibi sahâbîler hayatta olmasına rağmen Ebû Mûsâ el-Eş’arî (r.a) onu “en uygun halife adayı” olarak gösterdi. Yezîd’in ölümünün ardından yine büyük bir çoğunluk halife olmasını istedi. Fakat bu müttakī sahâbî “muhaliflerim üç kişi bile olsa bu sebeple kan dökülmesine asla razı olamam” diyerek bu teklifleri kesin bir üslupla reddetti.

Peygamber Efendimiz’in kayınbiraderi olması ona Allah Rasûlü’nün yakın çevresinde bulunma ayrıcalığını sağlamıştı. Bu imkânı değerlendirerek çoğu kimsenin muttalî olma imkânı bulamadığı hadis ve sünnetleri müslümanlara nakletti. 2630 hadis rivayet ederek Ebû Hüreyre’den sonra en çok hadis rivayet eden ikinci sahâbî oldu. Bu hadisleri bizzat Allah Rasûlü’nden işittiği gibi babası Hz. Ömer, ablası Hz. Hafsa, Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman, Hz. Âişe, Zeyd b. Sâbit, Bilâl-i Habeşî ve Abdullah b. Mesʻûd (r.a) gibi sahâbîlerden de nakletti.

Abdullah b. Ömer (r.a) zengin olmuştu ama malının fazla birikmesini istemez, bol bol infaklarda bulunurdu. Kölelere çok iyi davranır, iyi olanları ve bilhassa namaz kılanları hemen âzâd ederdi.

Sade giyinip az yemek yer, kibre kapılmamak için âzamî gayret sarfederdi. Soğukkanlı, teennî sâhibi ve yumuşak huylu olması sebebiyle Peygamber Efendimiz’e benzetilirdi. Nitekim bir gün peşine takılıp kendisine hakaretler eden bir kimseye ağzını açıp tek kelime söylememişti. Sadece evine gireceği esnâda “Ben ve kardeşim Âsım kimseye kötü söz söylemeyiz” demekle iktifâ etmişti. Allah ondan râzı olsun, her hâliyle müslümanlara ne güzel de örnek olmuş.[56]

֎

Abdullah (r.a) şöyle anlatır: Rasûlullah (s.a.v)’in sağlığında rüya görenler ona anlatırlardı, ben de bir rüya görmek ve onu Peygamber Efendimiz’e anlatmayı çok istiyordum. O zaman bekâr bir kimseydim ve mescidde uyurdum. Bir defasında rüyamda iki melek beni cehenneme götürdüler. Baktım ki o kuyu duvarı gibi örülmüş olup kuyununki gibi iki boynuzu vardı. Bir de ne göreyim, orada kendilerini tanıdığım insanlar var. Ben: “Cehennemden Allah’a sığınırım! Cehennemden Allah’a sığınırım!” diye haykırdım. O esnâda yanımdaki iki meleğe bir melek daha katıldı ve bana şöyle dedi: “Sen korkutulmayacaksın!”

Ben bu rüyayı ablam Hafsa’ya anlattım, o da Rasûlullah (s.a.v)’e anlattı. Rüyayı dinleyen Allah Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Abdullah ne güzel, ne iyi bir adamdır! Bir de geceleyin namaz kılmış olsaydı!”

Abdullah b. Ömer’in oğlu Sâlim der ki: “O günden sonra babam Abdullah gecenin ancak az bir kısmında uyurdu.”[57]

֎

Osman (r.a), Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’a kadılık vazîfesi verip:

“–Git insanlar arasında hükmet!” dedi.

Abdullah (r.a):

“–Ey Mü’minlerin Emîri, beni bu vazifeden affetmez misiniz?” diye ricada bulundu.

Hz. Osman:

“–Bundan niye kaçınıyorsun, senin baban da kâdı idi?!” diye ısrar etmek istedi. Ancak Abdullah (r.a) şöyle dedi:

“–Doğru da ben Rasûlullah (s.a.v)’in:

«Kim kâdı olur ve adâletle hükmederse, bu kimse başabaş (sevap ve günahı eşit) ayrılmaya liyakat kazanmıştır» dediğini işittim. Artık (Rasûlullah’ın bu sözünden) sonra kadılık vazîfesinden ne ümid edebilirim ki?”[58]

Yine Abdullah şöyle demiştir:

“Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in:

«Kadılar üç sınıftır. Biri kurtulur, diğer iki sınıf cehennemdedir. Zulümle (bilgisizce) veya hevâ ve hevesine göre hükmeden helâk olur, hak ile hükmeden ise kurtulur» buyurduklarını işittim.”[59]

Diğer bir hadislerinde Allah Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:

“İnsanlar arsında hükmetmek için kadı tayin edilen kişi bıçaksız boğazlanmış demektir.”[60]

֎

Abdullah b. Ömer’in anlattığına göre kendisi sekizyüz dirheme bir köle satar ve satarken “kusursuz” olduğunu söyler. Ancak satın alan kimse bilâhere:

“–Kölede bir hastalık varmış bana söylemedin” der.

İhtilaf Hz. Osman’a götürülür. Adam:

“–Kölede hastalık olduğu halde haber vermeksizin bana sattı” der.

Abdullah (r.a):

“–Ben onu kusursuz olarak sattım” der.

Osman (r.a), Abdullah’ın sattığı zaman kölede kusur olduğunu bilmediğine dair yemin etmesine hükmeder. Abdullah da yemin etmekten imtina ederek köleyi geri alır. Köle yanında sıhhate kavuşur sonra onu yeniden satar ancak bu sefer bin beş yüz dirheme…”[61]

İşte bu da lüzumlu lüzumsuz yemin etmekten kaçınmanın ve alış verişte kolaylık göstermenin bir bereketi.

֎

Mısır’lı biri Mekke-i Mükerreme’ye gelmiş, hacc yapmak istiyordu. Kenarda oturan bir grup gördü ve:

“–Bunlar kimdir?” diye sordu.

“–Kureyşliler” denildi.

“–Aralarındaki yaşlı zat kim?” dedi.

“–Abdullah b. Ömer” dediler.

Mısır’lı zât Hz. Abdullah’a yaklaştı ve aralarında şu konuşma geçti:

“–Sana bir şey soracağım bana onu açıkla! Hz. Osman’ın Uhud Günü savaş meydanından kaçanların arasında olduğunu biliyor musun?”

“–Evet!”

“–Peki, onun Bedir’e katılmadığını biliyor musun?”

“–Evet!”

“–Beyʻatu’r-Rıdvân’da bulunmadığını da biliyor musun?”

“–Evet!”

O şahıs bu cevaplar üzerine:

“–Allahu Ekber!” diye kendince bildiklerinin doğru çıkmasına sevindi.

Abdullah b. Ömer (r.a):

“–Gel bunları sana açıklayayım: Uhud’daki firarına gelince, şehadet ederim ki Allah onları affetti. Nitekim haklarında şu âyeti indirdi:

«(Uhud’da) iki ordu karşılaştığı gün, sizi bırakıp gidenleri, sırf işledikleri bazı hatalar yüzünden şeytan (yerlerinden) kaydırmıştı. Yine de Allah onları affetti. Çünkü Allah, çok bağışlayıcıdır, Halîm’dir.»[62]

Bedir’de bulunmayışına gelince, o esnâda Hz. Osman’ın nikâhı altında Rasûlullah Efendimiz’in kerimesi Rukıye (r.a) vardı ve hasta idi. Rasûlullah (s.a.v) kendisine:

«–Rukıye’nin yanında kal, sana Bedir’e katılan bir kişinin sevabı ve ganimetten alacağı pay var!» buyurdu. O da bu taleb üzerine Medîne’de kaldı.

Beyʻatu’r-Rıdvân’da bulunmayışına gelince, eğer Mekke vâdisinde ondan daha aziz ve mühim biri olsaydı hiç şüphesiz Rasûlullah (s.a.v) onu gönderirdi. Lâkin Efendimiz Mekke’ye Osman’ı gönderdi. Beyʻatu’r-Rıdvân, Hz. Osman Mekke’ye gittikten sonra yapıldı. Rasûlullah (s.a.v) Beyʻat akdi esnâsında sağ eli için «Bu Osman’ın eli» buyurdu. Onu diğer eline vurarak «Bu da Osman için!» buyurdu.”

Bundan sonra Abdullah b. Ömer (r.a) adama:

“–Bunları öğrendikten sonra artık şimdi gidebilirsin!” dedi.[63]

15.4. Âsım b. Ömer (r.a)

Annesi Medine’de Peygamber Efendimiz’e ilk beyʻat eden kadın sahâbîlerden Cemîle binti Sâbit el-Ensâriyye’dir. Emevî Halifesi Ömer b. Abdülazîz’in anne tarafından dedesi olan Âsım’ın bazı kaynaklarda Peygamber Efendimiz’in vefatından iki yıl önce (630) doğduğu, bazılarında ise hicretin 6. yılında (628) dünyaya geldiği kaydedilmektedir. Âsım’ın ilk çocukluk yılları, Hz. Ömer’den boşandıktan sonra Abdurrahman b. Yezîd’le evlenen annesinin yanında geçti. Henüz dört yaşlarında iken Kubâ’ya gelen Hz. Ömer onu alıp götürmek istedi. Ancak Âsım’ın anneannesi Şemûs binti Ebû Âmir buna engel olmaya çalışınca Ömer halifeye başvurdu. Her iki tarafı da dinleyen Hz. Ebû Bekir, Âsım’ın ninesine verilmesini uygun gördü, Ömer de bu karara boyun eğdi.[64] Bu ilk çocukluk yıllarından sonra Âsım, Hz. Ömer’in himayesinde yetişti ve onun tarafından evlendirildi. Babasından hadis rivayet eden Âsım’dan iki oğlu Hafs ve Ubeydullah ile Urve b. Zübeyr rivayette bulunmuşlardır.

Âsım b. Ömer (r.a) uzun boylu, iri yapılı, son derece asil, cömert, hiç kimseyi incitmeyen ve kimsenin aleyhinde bulunmayan bir kişi idi. Şairliği ve güzel konuşmasıyla da tanınırdı.[65]

Âsım’ın rivayetine göre Rasûlullah (s.a.v) ablası Hafsa binti Ömer b. Hattâb’ı boşamış sonra ona geri dönmüştür.[66]

15.5. Ubeydullah b. Ömer (r.a)

Biʻsetten kısa bir süre önce Mekke’de doğdu. Annesi Ümmü Külsûm Müleyke binti Cervel’dir. Ubeydullah babası Hz. Ömer’in peşinden İslâm’a girdiği hâlde annesi müslüman olmadı. Hicrî 7, milâdî 629 senesinin nihâyetinde “Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın”[67]âyeti inince Ömer (r.a) ondan ayrıldı. Sahâbe-i kirâmdan Hârise b. Vehb (r.a) Ubeydullah’ın anne bir kardeşidir.

Ubeydullah (r.a) hicret edip Medine-i Münevvere’de yaşadı. Babası halîfe iken kardeşi Abdullah ile birlikte Irak’ta gazâlara katıldı. Dönerken Basra valisi Ebû Mûsâ el-Eş’arî’yi ziyaret ettiler. Ebû Mûsâ (r.a) halifeye göndermesi gereken bir miktar parayı onlara teslim etti. Bu parayla Irak’tan mal alıp Medine-i Münevvere’de satmalarını, kârını alıp anaparayı halifeye teslim etmelerini söyledi. Hz. Ömer’e de durumu anlatan bir mektup yazdı. Lâkin Ömer (r.a) bunu kabul etmedi. Halifenin oğlu olmaları sebebiyle kendilerine böyle bir imkân verildiğini söyleyerek hem anaparayı hem de kârını hazineye koymalarını emretti. Ashâb-ı kirâm bunun kâr ortaklığı sayılacağını söyleyince Ömer (r.a) anaparayla birlikte kârın yarısını hazineye koymalarına râzı oldu.[68] İşte Hz. Ömer’in dillere destan olan adâleti ve kararlığı böyle bir şeydi.

Ubeydullah (r.a) Hz. Osman’ın halîfeliğinde hicrî 27, milâdî 648 yılı civârı Abdurrahman b. Ebû Bekir, kardeşi Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zübeyr gibi sahâbîlerle birlikte Mısır vâlisi Abdullah b. Saʻd b. Ebû Serh komutasında Afrika’da gazâlara iştirak etti.[69]

Ubeydullah (r.a) uzun boylu ve iri cüsseli idi. Gâyet cesur ve iyi ata binen bir gençti. Saʻd b. Ebû Vakkās (r.a) onun sütbabası idi. Evlendi ve çocukları oldu. Bunlara Ebû Bekir, Osman, Ümmü Îsâ gibi isimler verdi. İsimleri zikredilmeyen başka çocukları da vardı. Babası Hz. Ömer, Hz. Osman ve Ebû Mûsâ el-Eş’arî gibi sahâbîlerden hadis aldı, Peygamber Efendimiz’den mürsel olarak hadis rivayet etti.[70]


[1] Nesebi şöyledir: Ömer b. Hattâb b. Nüfeyl b. Abdüluzzâ b. Riyâh b. Abdullah b. Kurt b. Rezâh b. Adiyy b. Ka’b b. Lüey b. Gâlib.

[2] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe (Kahire, 1970), 4/146.

[3] H. İbrahim Hasan, Tarihul-İslâm, 1/210.

[4] Bkz. İbnü’l-Esîr, Üsdül-ğâbe, 4/146; Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, 108.

[5] Mustafa Fayda, “Ömer”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/omer#1 (18.04.2023).

[6] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, 1/474-477, 505; Buhârî, “İlim”, 27.

[7] Mustafa Fayda, “Ömer”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/omer#1 (18.04.2023).

[8] Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 22. Krş. Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 6.

[9] İbnü’l-Cevzî, Menâkibu Emîri’l-Mü’minîn Ömer b. el-Hattâb, thk. Ali Muhammed Ömer (Kahire, 1997), 266.

[10] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye, 10/185.

[11] Tâhâ 20/132.

[12] Bkz. İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/280, 306.

[13] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/378; İbn Abdilberr, el-İstîʻâb, 2/550; İbnü’l-Esîr, 2/286; İbn Seyyid, 2/24, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, 1/216.

[14] Müslim, Talak, 34.

[15] et-Tahrîm 66/5. Buhârî, Talak, 32; Tefsîr, 2/9; Tahrim, 1; Müslim, Fedailu’s-Sahâbe, 24.

[16] Buhâri, Buyû, 47; Hibe, 25/2.

[17] Buhârî, Şurut, 19; Vasâyâ, 28; Eyman, 33; Müslim, Vasiyet, 15.

[18] Buhârî, Hibe 30, 37; Müslim, Hibât 1, 2, 3, 4.

[19] İbrahim 14/25.

[20] Buhârî, Tefsîr, 14/1.

[21] İbn Mâce, Nikâh, 5.

[22] et-Tevbe 9/34.

[23] Buhârî, İlim, 27.

[24] Müslim, Eymân, 28. Krş. Buhârî, Meğâzî, 54.

[25] Heysemî, Mecmaʻu’z-zevâid, 1/174.

[26] Buhârî, “Fedâilü’l-Kur’ân”, 3.

[27] Tirmizî, Menâkıb, 39/3813.

[28] Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, 12/660, no: 36009.

[29] Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, 12/669, no: 36023.

[30] en-Nisâ, 20.

[31] İbn Hacer el-Askalânî, el-Metâlibü’l-âliye bi-zevâidi’l-mesânîdi’s-semâniye, thk. Saʻd b. Nâsır b. Abdülaziz eş-Şesrî (Dâru’l-Âsıme, 1419), 8/94.

[32] Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, 12/627, no: 35936.

[33] Abdürrazzak, el-Musannef, 1/519.

[34] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-safve, 2/203, no: 202.

[35] Tahâvî, Şerhu meâni’l-âsâr, 4/330.

[36] İmâm Muhammed b. Hasan, el-Âsâr, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, 1/367.

[37] Muhibbu’t-Taberî, er-Riyâdu’n-nadire, 2/380.

[38] Buhâri, Megâzî 22, Cihâd 66.

[39] Muvatta’, Selâm, 5.

[40] İbnü’l-Mübârek, Zühd, 1/68-69/207.

[41] Muvatta, Zekât, 31.

[42] Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, 4/187, no: 10087.

[43] en-Nûr 24/33. İbn Ebî Hâtim, Tefsîr, 8/2587.

[44] Ebû Bekr Muhammed b. Halef Vekîʻ, Ahbâru’l-kudât, thk. Abdülaziz Mustafa el-Merâğî (Riyâd: el-Mektebetü’t-Ticâriyyetü’l-Kubrâ, 1366), 1/269, 271.

[45] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/94.

[46] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/276.

[47] Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 415.

[48] İbnü’l-Cevzî, Telbîsü iblîs, 283; Menâkıb, 227.

[49] İbnü’l-Cevzî, Menâkıb, 221.

[50] Buhârî, Fedâilü’l-Medîne, 12.

[51] Ebû Nuaym, Hilye, 1/53; Taberânî, Evsat, 3/159.

[52] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 4/101.

[53] Müslim, Fedâil, 114.

[54] İsmail Lütfi Çakan, “Cemîle binti Sâbit”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/cemile-bint-sabit (19.04.2023).

[55] Bkz. Taberî, Târih, 5/232; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, 3/459.

[56] Bkz. M. Yaşar Kandemir, “Abdullah b. Ömer b. Hattâb”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/abdullah-b-omer-b-hattab (18.04.2023).

[57] Buhârî, “Ashâbu’n-Nebî”, 19.

[58] Tirmizî, Ahkâm 1/1322.

[59] Heysemî, Mecmaʻu’z-zevâid, 4/193; İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 4/108.

[60] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/230.

[61] Muvatta’, Büyû, 4.

[62] Âl-i İmrân 3/155.

[63] Buhârî, Ashabu’n-Nebî, 7, Humus 14, Meğâzî 19.

[64] Muvatta’, “Vasiyyet”, 6.

[65] Bkz. M. Yaşar Kandemir, “Âsım b. Ömer b. Hattâb”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/asim-b-omer-b-hattab (19.04.2023).

[66] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/478.

[67] el-Mümtehine 60/10.

[68] Muvatta’, “Kırâz”, 1.

[69] Belâzürî, Fütûhu’l-büldân, 228.

[70] Bkz. Mustafa Ertürk, “Ubeydullah b. Ömer b. Hattâb”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/ubeydullah-b-omer-b-hattab (19.04.2023).