Namaz

Hz. Âişe (r.a) şöyle buyurur:

“Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri namazı farz kıldığı zaman, (Akşam hâriç) seferde ve hazarda ikişer rekât olarak farz kılmıştı. Daha sonra sefer namazları oldukları gibi bırakıldı, hazar namazları ise (ikişer rekât) ziyâdeleştirildi.” (Buhârî, Salât, 1)

Akşam namazı gündüzün vitridir. İlk farz olduğu zaman üç rekât olarak farz olmuştur.

Diğer rivayetlerden anlaşıldığına göre, dört rekâtlı namazlardaki ikişer rekât ziyâde, hicretten bir sene sonra farz kılınmıştır. Sabah namazının iki rekât olarak bırakılması, bazılarına göre, kıyâm ve kıraatinin uzun olması sebebiyledir.

{

Abdullah bin Mâlik (r.a) şöyle demiştir:

“Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) namazda secde ederken koltuklarının aklığı görünecek derecede kollarını açar, (beden-i şerîfini yerden uzak tutarlardı).” (Buhârî, Salât, 27)

Secde ederken iki ellerin ayalarına çöküp kolları yere yaymadan dirsekleri yukarı kaldırmak, karnın iki tarafına kıstırmadan koltukları açık tutmak, kolları kanat gibi yapmak gerekir. Buna ictinâh, tecnîh veya tecennuh denir.

Ahmar (r.a) şöyle buyurur:

“Rasûlullah (s.a.v) secde ettiklerinde dirseklerini yanlarından o kadar ayırırlardı ki, çektikleri zahmetten dolayı yüreğimiz sızlar, O’na acırdık.” (İbn-i Mâce, İkâme, 19)

Meymûne (r.a) şöyle buyurur:

“Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) secdeye vardıklarında ufak bir kuzu, istese iki kolları arasından geçebilirdi.” (Müslim, Salât, 237)

Secdeyi bu şekilde yapmak, namazın heybetine daha muvâfıktır, alnı yere daha sağlam koymayı sağlar ve tembellik hâlinden daha uzaktır. Ama böyle yaparken yan taraftaki mü’minlere ezâ verilecekse kollar vücuda yaklaştırılır.

Kadınlar ile hunsâlar ise öyle açılıp saçılmaz, uzuvlarını birbirine yapıştırırlar. Bu vaziyet, örtünmeye daha ziyâde yakışır ve ihtiyâta daha münasiptir. Bununla birlikte namaz kılanın nasıl kolayına gelirse o şekilde secde etmesine de ruhsat verilmiştir.

Secdeyi tam yapmak lâzımdır. Bir gün Huzeyfe (r.a) mescide girdiğinde, bir kişinin namaz kıldığını, ancak rukû ve secdeleri tam yapmadığını görmüştü. Namazdan sonra ona:

“–Kaç senedir böyle namaz kılıyorsun?” diye sordu.

Adam:

“–Kırk senedir” dedi.

Huzeyfe (r.a):

“–Sen kırk senedir namaz kılmamışsın. Bu şekilde namaz kılmaya devam ederken ölecek olursan, Hz. Muhammed (a.s)’in yaratıldığından başka bir fıtrat üzere ölürsün (veya fıtrat-ı Muhammediye üzere ölmezsin)” dedi ve ona namazı nasıl kılacağını öğretti.

Sonra da:

“–Kişi namazını hafif kılabilir, ancak rükû ve secdelerini tam yapmak şartıyla!” dedi. (Ahmed, V, 384; Buhârî, Ezân, 119, 132; Salât, 26)

{

Sevbân (r.a), Peygamber Efendimiz’e:

“–Bana öyle bir amel söyle ki onu yaptığımda Allah beni Cennet’ine koysun!”

“–Allah’a en sevgili amel hangisidir?” gibi sorular sorduğunda, Rasûlullah (s.a.v), ona şu cevabı vermiştir:

“–Allah için çokça secde etmeye bak! Zira kendisi için bir secde yaptığında, Allah Teâlâ seni bir derece yükseltir ve bir günahını siler.” (Müslim, Salât, 225)

 

Namazda Huşû

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) bir gün güzelce abdest aldıktan sonra şöyle buyurdular:

“Her kim şu benim abdest alı­şım gibi abdest alır, sonra iki rekât namaz kılar ve bu esnâda kalbinden namaz hârici düşünceler geçirmezse, geçmiş (küçük) günâhları mağfiret olunur.” (Buhârî, Vudû, 24, 28; Müslim, Tahâret, 3-4)

Sonra Rasûlullah (s.a.v):

“–Sakın aldanmayınız!” buyurdular. (Buhârî, Rikâk, 8; İbn Mâce, Tahâret, 6; Ahmed, I, 66)

Yâni Efendimiz (s.a.v)’in haber verdiği bu fazîletler bana yeter diye düşünerek kendinizi aldatıp diğer hayırlardan geri kalmayınız. Bu affa güvenerek günahları hafife almayınız![1]

{

Diğer hadîs-i şerîflerde şöyle buyrulur:

«مَا مِنْ مُسْلِمٍ يَتَوَضَّأُ فَيُحْسِنُ وُضُوءَهُ، ثُمَّ يَقُومُ فَيُصَلِّي رَكْعَتَيْنِ، مُقْبِلٌ عَلَيْهِمَا بِقَلْبِهِ وَوَجْهِهِ، إِلَّا وَجَبَتْ لَهُ الْجَنَّةُ»

“Bir müslüman güzelce abdest alır, sonra kalkar kalbiyle ve yüzüyle tam olarak yönelerek iki rekât namaz kılarsa, cennet ona vâcib olur!” (Müslim, Tahâret, 17)

“İçinizden her kim, abdest suyunu hazırlayıp ağzına burnuna su verir ve burnunu temizlerse, mutlaka yüzünün, ağzının ve burnunun günahları dökülür! Sonra Allah’ın emrettiği gibi yüzünü yıkarsa, yüzünün günahları su ile birlikte sakalının etrafından dökülür. Sonra dirsekleriyle birlikte ellerini yıkarsa, elinin günahları su ile beraber parmak uçlarından akar gider. Sonra başını mesh ederse, başının günahları su ile birlikte saçlarının ucundan dökülür. Sonra topuklarıyla beraber ayaklarını yıkarsa, ayaklarının günahları su ile beraber ayak parmaklarının ucundan akar. Eğer (böylece abdest alan) bu kişi, kalkıp namaz kılar, Allah’a hamd ve senâ eder, O’nu layık olduğu vasıflarla yüceltir ve gönlünü bütün düşüncelerden arındırıp tam mânâsıyla Allah’a verirse (فَرَّغَ قَلْبَهُ لله), mutlaka anasından doğduğu günkü gibi günahlarından arınmış olur.” (Müslim, Müsâfirîn, 294)

{

Ebû Hüreyre (r.a) şöyle anlatır:

“Bir gün Rasûlullah (s.a.v) bize namaz kıldırdı. Selâm verdikten sonra bir sahâbîye:

«‒Ey filân! Namazını güzel kılmayacak mısın? Hiç namaz kılan kişi nasıl na­maz kıldığına bakmaz mı? Zira namazı ancak kendisi için kılmaktadır. Vallahi ben önümden nasıl görürsem arkamdan da öylece görmekteyim!» buyurdu­lar.” (Müslim, Salât, 108)

{

Hz. Âişe (r.a) şöyle buyurur:

“Bir defâsında Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v), üstünde nakışlar bulunan bir hamîsa içinde namaz kıldılar. Bu esnâda gözleri takılarak bir defâ o nakışlara baktılar. Namazı tamamlayınca:

«‒Şu hamîsayı Ebû Cehm’e geri götürün de onun enbicâniyyesini bana getirin! Zîrâ bu elbise az önce namazda beni meşgul edeyazdı!»

Veya:

«‒Namazda iken gözüm nakşına takıldı, bu sebeple be­ni meşgul etmesinden korkarım!» buyurdular.” (Buhârî, Salât, 14; Muvatta’, Salât, 67)

Enes (r.a) şöyle buyurur:

Hz. Âişe (r.a)’nın, üzerinde resim ve nakışlar bulunan renkli bir örtüsü vardı. Onu odasının bir duvarına asmıştı. Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v):

«‒Şu nakışlı perdeni karşımdan al! Üzerindeki resimler namazda gözüme takılıp duruyor.» buyurdular.” (Buhârî, Salât, 15)

Hz. Âişe validemizin perdesinin üzerinde kuş ve kanatlı at tasvirleri vardı. Efendimiz (s.a.v) onu gördüklerinde renkleri değişti ve:

“‒Ey Âişe, onu kaldır, zîrâ her eve girip onu gördüğümde dünya hatırıma geliyor!” buyurdular. (Müslim, Libâs, 88-91; Nesâî, Zînet, 111; Ahmed, VI, 49)

Resimli elbise ile veya resim olan yerde kılınan namaz fasit olmaz, lâkin bu mekruhtur. Zîrâ namaz kılan insanın huşûunu kaybetmesine, zihnini toplayarak tam olarak Allah Teâlâ’ya yönelmesine mâni olur.

Resimli kumaşın duvara asılması yasaklanırsa onu giymek daha öncelikli olarak yasaklanır. Hanefîler, yere serilen, üzerine basılan yaygı, minder ve yastık gibi kumaşlardaki resimleri mekruh görmemişlerdir. Yani resme hürmet edilip edilmediğine bakmışlardır. Ancak duvara asılan, yukarılara konulan resim ve heykelleri ittifakla mekruh görmüşlerdir.

Haç şeklindeki nakışlar da resim gibi mahzurludur, onları da kaldırmak lâzımdır. Nitekim Rasûlullah Efendimiz (s.a.v), evde üzerinde haç resmi bulunan bir şey görürlerse onu mutlaka değiştirir, haçı bozarlardı. (Buhârî, Libâs, 90; Ebû Dâvûd, Libâs, 44/4151)

{

Ebû Hüreyre (r.a) şöyle anlatır:

“İnsanlar, «Ebû Hüreyre, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den çok hadîs-i şerîf rivayet ediyor!» diyorlar. Bir kişiyle karşılaştım:

«‒Rasûlullah (s.a.v) dün akşam yatsı namazında ne okudu?» diye sordum.

«‒Bilmiyorum!» dedi.

«‒Sen o namazda hâzır bulunmadın mı?» dedim.

«‒Evet, bulundum» dedi.

«‒Ama ben biliyorum, şu şu sûreleri okudu» dedim. (Buhârî, el-Amel fi’s-salâh, 18)

{

وَقَالَ أَبُو الدَّرْدَاءِ: «مِنْ فِقْهِ المَرْءِ إِقْبَالُهُ عَلَى حَاجَتِهِ حَتَّى يُقْبِلَ عَلَى صَلاَتِهِ وَقَلْبُهُ فَارِغٌ» (البخاري، الأذان، 42)

Ebu’d-Derdâ (r.a) şöyle buyurur:

“Kişinin, kalbini başka düşüncelerden boşaltarak kendini tamamen namaza verebilmek için âcil ihtiyaçlarını karşılayıp öyle namaza durması, ince anlayış sahibi olduğunun alâmetlerindendir.” (Buhârî, Ezân, 42)



[1] Bu kâide, amellerin fazîletini beyan eden bütün rivâyetler için geçerlidir. Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’in, herhangi bir ameli yapan kişilerin çok büyük ecirler kazanacağını haber vermeleri, insanları o amele teşvik etmek ve kıymetini bildirmek içindir. Dolayısıyla, sadece bir amel için va’dedilen büyük sevaba bakarak, “Bu bana yeter, başka bir şey yapmama gerek yok” demek doğru değildir. Onunla birlikte diğer amellere de devam etmek îcâb eder.