18. Hz. Hamza ve Âilesi

18.1. Hz. Hamza (r.a)

Hz. Hamza 569 veya 570 yılında Mekke’de doğdu. Annesi, Hz. Âmine’nin amcasının kızı olan Hâle binti Vüheyb’dir. Ebû Leheb’in câriyesi Süveybe’den süt emdikleri için Allah Rasûlü’nün sütkardeşi, çocukluk ve gençlik arkadaşı ve dostu idi. Biʻsetin 2 veya 6. yılında müslüman oldu (mîlâdî 612 veya 616).

Peygamber Efendimiz’e “Yakın akrabalarını uyar” âyeti inince onları yemeğe dâvet etmişti. Amcaları Ebû Tâlib, Hz. Hamza, Hz. Abbâs ve Ebû Leheb ile birlikte kırka yakın akrabası evine geldiler. Yenilip içildi. Ebû Leheb onun konuşmasına fırsat vermeden söze başladı, “sen söyleyeceklerini daha önceleri bize söyledin, bu dâvâyı bırak, senin bize yaptığın kötülüğü hiç kimse yapmadı” gibi sözlerle Efendimiz’e hakaret etti, konuşmasına fırsat vermedi. Sonra da herkes kalkıp gitti.

Cebrâil aleyhisselâm tekrar geldi ve Allah Rasûlü’ne akrabalarını uyarması gerektiğini hatırlattı.

Rasûlullah (s.a.v) akrabalarını yine yemeğe dâvet etti, onlardan kendisini himâye etmelerini istedi. Muhtelif kimseler söz aldı, amcası Ebû Tâlib ile halası Safiyye onu Ebû Leheb’e karşı müdâfaa ettiler.

Yakın akrabalarını daha geniş bir çerçevede uyarmak isteyen Rasûl-i Ekrem (s.a.v) bir günSafâ Tepesi’ne çıktı. Bütün yakınlarına “Ey Abdülmuttalib oğulları! Ey Abdümenâf oğulları! Ey Zühre oğulları!…” diye ayrı ayrı seslendi. Sesini duyanlar kalkıp geldiler. Rasûlullah (s.a.v) onlara önce Allah’a ve Rasûlü’ne imân etmeleri gerektiğini hatırlattı. Daha fazla konuşmasına dayanamayan Ebû Leheb, Efendimiz’e fırlatmak üzere eline bir taş aldı:

“–Yuh sana! Bizi bunun için mi topladın?” diye bağırdı.

Allah Rasûlü (s.a.v) onun bu kabalığına ve saygısızlığına bakmadan Kureyş kabilesinin bütün kollarını ve yakın akrabalarını birer birer sayarak kendilerini uyardı:

“Ey Abdüşems oğulları! Ey Kaʻb b. Lüey oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarınız!

Ey Abdümenâf oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarınız!

Ey Hâşim oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarınız!

Ey Abdülmuttalib oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarınız!

Ey Fâtıma! Kendini cehennemden kurtar! Çünkü sizi Allah’ın azâbından kurtarmaya benim gücüm yetmez. Ama aramızdaki akrabalık bağı sebebiyle sizinle ilgimi kesmeyeceğim.”[1]

Rasûlullah (s.a.v) önce Mekke’de müslümanları birbirleriyle kardeş yaptı, hicretten sonra da Medîne’de Ensâr ile muhacirler arasında kardeşlik bağı (muâhât) kurdu. Hz. Hamza (r.a) Mekke’de müslüman olunca Rasûlullah (s.a.v) onu Zeyd b. Hârise ile kardeş yapmıştı. Hz. Hamza (r.a) sefere çıkarken neyi varsa hepsini Zeyd’e vasiyet ederdi. Medîne’ye hicret ettiğinde Hz. Hamza Kubâ’da Külsûm b. Hidm’in veya Saʻd b. Heyseme’nin evinde misafir kaldı, Rasûlullah (s.a.v) muâhât esnâsında onu Külsûm b. Hidm ile kardeş îlan etti.

Hz. Hamza’nın Havle binti Kays’tan Umâre, Bintü’l-Mille b. Mâlik el-Evsî’den Yaʻlâ ve Âmir adlı üç oğlu ile Selmâ binti Umeys’ten Ümâme adlı bir kızı olmuştu. Ümâme’nin teyzesi Esmâ, Caʻfer b. Ebû Tâlib’in hanımı olduğundan Rasûlullah (s.a.v) onun bakımını Hz. Caʻfer’e tevdi etti. Daha sonraki yıllarda Hz. Ali, Rasûlullah’a amcasının güzel kızı Ümâme ile evlenmesini teklif etti. Rasûlullah (s.a.v) ise Ümâme’nin sütkardeşinin kızı olduğunu ve Allah’ın sütkardeş kızı ile evlenmeyi haram kıldığını söyledi.[2] Allah Rasûlü (s.a.v) Ümâme’yi Mahzûmoğulları’ndan üvey oğlu Seleme b. Ebû Seleme ile evlendirdi.

Hz. Hamza Rasûlullah’tan şu meâlde bir hadis rivayet etmiştir:

اَللَّهمّ إِنِّي أَسْأَلُكَ بِاسْمِكَ الْأَعْظَمِ ‌وَرِضْوَانِكَ الْأَكْبَرِ

“‘Allah’ım! Senden ism-i aʻzamın ve rızâ-yı ekberin hürmetine istekte bulunuyorum’ şeklindeki duaya devam ediniz.”[3]

֎

Üsame b. Zeyd’in nakline göre bir gün Rasûlullah (s.a.v) Hz. Hamza’nın evine varmış ancak onu bulamamıştı. Benî Neccâr’dan olan hanımına onun nerede olduğunu sordu. O da:

“–Anam babam size feda olsun ya Rasûlallah! Az önce size doğru çıkmıştı. Herhalde Benî Neccâr sokaklarının birinden giderken sizinle karşılaşamadı” dedi. Sonra da:

“–İçeri buyurmaz mısınız ey Allah’ın Rasûlü?” diyerek onu evine davet etti.

Efendimiz içeri girdi. Yengesi ona hays denilen ve hurma, tereyağı ve katığın karıştırılıp yoğrulmasıyla yapılan bir yemek ikram etti. Rasûlullah (s.a.v) ondan bir miktar yedi. Bu esnada Hz. Hamza’nın hanımı:

“–Yâ Rasûlallah, gözünüz aydın, hayırlı mübarek olsun. Tam ben de size gelip hayırlı olsun demek ve tebrik etmek istiyordum ki siz teşrif ettiniz. Ebû Umâre (Hz. Hamza) size cennette bir nehir verildiğini ve isminin Kevser olduğunu söyledi” dedi. Rasûlullah (s.a.v):

“–Evet, onun zemini ve kenarları hep yâkût, mercân, zeberced ve inciden oluşmaktadır” buyurdu.[4]

֎

Rivâyet edildiğine göre Hz. Hamza, Rasûl-i Zîşân Efendimiz’den Hz. Cibrîl’i aslî hâliyle kendisine göstermesini istedi, Fahr-i Âlem Efendimiz: “Amca, buna dayanamazsın!” diye onu uyarmasına rağmen Hz. Hamza teklifinde ısrar etti. Sevgili Efendimiz de bunun üzerine ona beklemesini söyledi. Yanına Cebrâil (a.s) gelince onu amcasına gösterdi. Cebrâil’in ayağının zümrüt gibi yeşil (zeberced) olduğunu görünce Hz. Hamza dehşete kapılıp kendinden geçti.[5]

֎

Ebvâ ve Zülʻuşeyre seferleriyle Kaynukāʻ Gazvesi’ne iştirak eden Hz. Hamza bu seferlerde Allah Rasûlü’nün sancağını taşıdı. Bedir Gazvesi’nin önde gelen kahramanlarındandı. Harb meydanında büyük bir şecaat ve cengâverlik numûnesi sergilemişti. Müşriklerin ileri gelenlerinden Ümeyye b. Halef, Abdurrahmân b. Avf’a:

“–Savaşta alâmet olarak göğsüne deve kuşu kanadı takan zât kimdi?” diye sormuştu.

“–O Hamza b. Abdülmuttalib’dir!” cevâbını alınca:

“–İşte bize ne yapıldıysa hep o yaptı” demiştir.[6]

Hz. Hamza, Uhud Gazvesi öncesinde Medine’de kalınıp savunma yapılması veya şehrin dışında düşmanın karşılanması tartışılırken şehir dışında savaşmayı tercih etmişti. Bu gazvede de kahramanca savaştı ve 31 müşrik katletti. Peygamber Efendimiz’in îkâzına rağmen okçular yerlerini terkedince İslâm ordusu iki ateş arasında kalıp bozguna uğradı. Hz. Hamza (r.a)

“–Ben Allah ve Rasûlünün aslanıyım. Yâ Rabbi, Ebû Süfyân ile adamlarının yaptığı kötülüklerden sana sığınırım. Müslümanların yanlış hareketlerinden dolayı da senden af dilerim” diyerek düşmanla kahramanca çarpışmaya devam etti. Sibâʻ b. Abdüluzzâ ile savaşırken bir taşın arkasına gizlenen Vahşî onu gözlüyordu. Hz. Hamza’nın Sibâʻı öldürdükten sonra bulunduğu yere doğru geldiğini gören Vahşî, mızrağını fırlatarak onu şehîd etti. Daha sonra ciğerini çıkarıp Hind’e götürdü. Müşrikler bütün şehîdlerin burunlarını, kulaklarını ve diğer uzuvlarını keserek iplere dizip savaşa katılan kadınların boyunlarına gerdanlık yaptılar ve Mekke’ye o şekilde girdiler.

Rasûlullah (s.a.v) Hz. Hamza’yı bu durumda görünce çok üzüldü, ağladı ve şöyle dedi: “Hiç kimse senin kadar musibete uğramamıştır ve uğramayacaktır. Beni bunun kadar öfkelendiren bir şey olmamıştır. Ey Rasûlullah’ın amcası! Ey Allah ve Rasûlü’nün aslanı Hamza! Allah sana rahmet etsin. İyi bilirim ki sen hısım ve akrabalık haklarını gözetir, daima hayırlı işler yapardın. Eğer yas tutmak gerekseydi sana yas tutardım.”

Rasûlullah (s.a.v) bu üzüntüyle, yetmiş veya otuz müşriği katledip aynı şeyi onlara yapacağını söyledi. Lâkin Allah teâlâ “Eğer ceza verecekseniz size yapılanın misliyle ceza verin. Ama sabrederseniz elbette bu sabredenler için daha hayırlıdır”[7] âyetini inzâl eyledi. Rasûlullah (s.a.v) de bu sözünden vazgeçti.

Kız kardeşi Safiyye (r.a) Hz. Hamza’nın cenazesini görünce gözyaşlarını tutamayıp ağladı. Allah Rasûlü (s.a.v) Hz. Hamza’nın Allah ve Rasûlü’nün aslanı, şehîdlerin efendisi olduğunu söyleyerek halası Safiyye ile kızı Fâtıma’yı teskîn etti. Şehîdlerin ölmeyip cennette hayatta olduklarını haber verdi ve o esnâda nâzil olan şu âyeti okudu:

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetmeyin. Bilakis onlar diridirler. Allah’ın kendi lutuf ve kereminden kendilerine verdikleriyle sevinçli bir hâlde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehîd kardeşleri için de hiçbir keder ve korkunun bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.”[8]

֎

Hz. Safiye (r.a) şehîd düşen kardeşi Hz. Hamza’yı görmek istedi, bu niyetle şehîdlerin bulunduğu tarafa yöneldi. Oğlu Zübeyr kendisini karşılayarak:

“–Rasûlullah geri dönmeni emrediyor anneciğim” dedi. O ise:

“–Niçin? Kardeşimi görmeyeyim diye mi? Ben onun ne fecî bir şekilde kesilip doğrandığını biliyorum. O, Allah için bu musîbete uğradı, zâten bizi de bundan başkası tesellî edemezdi. İnşâallah sabredip ecrini Allah’tan bekleyeceğim” dedi.

Zübeyr (r.a) gidip annesinin söylediklerini Rasûl-i Ekrem Efendimiz’e bildirdi. Efendimiz (s.a.v):

“–Öyleyse bırak görsün” buyurdu. Hz. Safiye de şehîdlerin efendisi olma şerefine eren kardeşinin cesedi yanına gelerek içli içli duâ etti.[9]

Zübeyr b. Avvâm (r.a) şöyle anlatır:

“Annem Safiye, yanında getirdiği iki hırkayı çıkarıp:

«–Bunları kardeşim Hamza’ya kefen yapasınız diye getirdim» dedi.

Hırkaları alıp Hz. Hamza’nın yanına gittik. Yanında Ensâr’dan bir başka şehîd daha bulunuyordu ve henüz onu örtecek bir kefen bulunamamıştı. Hırkaların ikisini de Hamza’ya sarıp Ensârî’yi kefensiz bırakmaktan utandık. Hırkanın birisi Hamza’ya öbürü de Ensârî’ye kefen olsun dedik. Hırkalardan biri büyük diğeri küçük olduğu için de aralarında kura çektik.”[10]

֎

Hz. Hamza’nın cenaze namazını Rasûlullah (s.a.v) kıldırdı. Yıkanmadan kendi elbiseleriyle Uhud’da toprağa verildi. Kabrini Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali ve Zübeyr (r.a) kazdılar. Hamza (r.a) kız kardeşinin oğlu Abdullah b. Cahş (r.a) ile birlikte aynı kabre konuldu. Medîne’ye dönüldüğünde Saʻd b. Muâz, Muâz b. Cebel ve Abdullah b. Revâha ile Ensâr kadınları Peygamber Efendimiz’e tâziyede bulundular. Gözyaşı dökerek üzüntülerini ifade ettiler. Ensar kadınlarının gece yarısına kadar ağladıklarını haber alan Rasûlullah (s.a.v) onlara teşekkür ve dua etti ve sonra da evlerine gönderdi. Ertesi gün de aynı şekilde ağlamaya devam etmek istediklerinde Rasûlullah (s.a.v) bunu uygun bulmadı.

Hz. Hamza’yı dehşet verici bir şekilde şehîd eden Vahşî, Sakîf heyeti içinde gelip müslüman olduğunda Rasûlullah (s.a.v) onu affetti, fakat:

فَهَلْ تَسْتَطِيعُ أَنْ تُغَيِّبَ وَجْهَكَ عَنِّي

 “–Bana görünmemeye dikkat edebilir misin?” buyurdu.[11] Diğer rivayete göre:

غَيِّبْ وَجْهَكَ عَنِّي

 “Yüzünü bana gösterme” demiştir.[12]

Bu davranışı, Allah Rasûlü’nün Hz. Hamza’ya olan muhabbetinin derecesini göstermektedir.

Hamza (r.a) akrabalık haklarını gözeten, mert, titiz ve kahraman bir insandı. Uhud Gazvesi’nde dillere destan bir kahramanlık göstermişti. İslâm uğruna canını fedâ ederken savaşın bütün tekniklerini kullanmıştı. Hem yanında bulunan gâzîler, hem de daha sonra hak yolunda cihâd edecek bütün gâzîler için büyük bir cesaret ve kahramanlık örneği sergiledi, gâzî ve şehîdlerin pîri sayıldı. Bu sebeple İslâm târihinde “Seyyidü’ş-Şühedâ” ve “Esedullah” unvanlarıyla anılageldi.[13]

֎

Hârise b. Mudarrib adlı tâbiî şöyle anlatıyor: Hz. Habbâb’a kefenini getirdiler. Kefen bezinin güzelliğini görünce ağlamaya başladı ve şunları söyledi:

Hz. Hamza’yı sarmak için doğru dürüst bir kefen bulamamışlardı. Üzerine çizgili bir hırka örtmüşlerdi. Hırkayı başına çekince ayakları açıkta kalıyor, ayakları örtülünce başı açıkta kalıyordu. Sonra başını hırkayla, ayaklarını da boya otuyla örttüler.[14]

18.2. Havle binti Sâmir

Hz. Hamza’nın zevcesidir. Babasının adı Kays b. Kahd olup Sâmir ise lakabıdır. Künyesi Ümmü Muhammed veya Ümmü Habîbe’dir. Hz. Hamza Uhud Gazvesi’nde şehid olunca Ensar’dan Nuʻman b. Aclân’la evlendi. Rasûlullah (s.a.v)’den 8 hadis rivayet etmiştir. Allah ondan razı olsun.

Havle binti Sâmir el-Ensârîye (r.a)şöyle dedi:

Rasûlullah (s.a.v)’i işittim şöyle buyuruyorlardı: “Şüphesiz ki haksız olarak Allah’ın malını kullanan kimseler, kıyamet gününde cehennemi hak ederler.”[15]

֎

Ebû Saîd el-Hudrî (r.a) anlatıyor:

Bir bedevî, Rasûlullah (a.s)’a gelerek alacağını istedi ve bunu yaparken sert davrandı. Hattâ:

“–Borcunu ödeyinceye kadar seni rahat bırakmayacağım” dedi. Ashâb-ı kirâm bedevîyi azarlayıp:

“–Yazıklar olsun sana, sen kiminle konuştuğunun farkında mısın?” dediler. Adam:

“–Ben hakkımı talep ediyorum” dedi. Efendimiz (s.a.v) ashâbına:

“–Sizler niçin hak sâhibinden yana değilsiniz?” buyurdu ve Havle binti Kays’ya adam göndererek:

“–Sende kuru hurma varsa borcumu ödeyiver. Hurmamız gelince borcumuzu sana öderiz” dedi. Havle:

“–Hay hay! Babam sana kurban olsun ey Allah’ın Rasûlü!” dedi.

Kadın, Rasûlullah’a borç verdi, o da bedevîye olan borcunu ödedi ve bir de yemek ikrâm etti. Bedevî:

“–Borcunu güzelce ödedin, Allah da sana mükâfâtını tam olarak versin!” diye memnûniyetini ifâde etti. Efendimiz (s.a.v):

“–İşte bunlar (borcunu hakkıyla ödeyenler) insanların hayırlılarıdır. İçindeki zayıfların incitilmeden haklarını alamadıkları bir cemiyet iflâh olmaz” buyurdu.[16]

18.3. Hz. Safiyye (r.a)

Milâdî 567 yılı civarında Mekke’de doğmuştur. Annesi Peygamber Efendimiz’in annesi Hz. Âmine’nin amcasının kızı Hâle bint Vüheyb’dir. Allah Rasûlü’nün altı halasından biri olan Safiyye, Câhiliye devrinde Ebû Süfyân’ın kardeşi Hâris b. Harb ile, onun ölümü üzerine Hz. Hatice’nin kardeşi Avvâm b. Huveylid ile evlendi. İlk evliliğinden Safî adında bir oğlu[17] veya Safyâ adında bir kızı,[18] ikinci evliliğinden Zübeyr ile Sâib ve Abdülkâ‘be adlı oğulları oldu. Kocası Avvâm ölünce çocuklarının terbiyesiyle bizzat ilgilendi. Onların cesur birer insan olarak yetişmesi için sıkı bir disiplin uyguladığı gerekçesiyle zaman zaman yakınlarınca tenkit edildi. Ancak aşere-i mübeşşereden olan Zübeyr b. Avvâm ile muhtelif gazvelere katılan Sâib b. Avvâm’ın çok iyi yetişmesini sağladı.

Safiyye ilk müslümanlardan biri kabul edilen oğlu Zübeyr ile birlikte müslüman oldu. “Yakın akrabalarını uyar”[19] âyeti nâzil olunca Rasûlullah (s.a.v) onları toplayarak İslâm’a davet etti. Toplantıda Ebû Leheb’in Allah Rasûlü’ne hakaret etmesi üzerine Hz. Safiyye’nin ona karşı çıkıp yeğenini savunması[20] onun ilk müslümanlardan olduğunu göstermektedir. İslâm’ın yayılması konusunda Hz. Peygamber’e destek olan Safiyye, Medine’ye oğlu Zübeyr ile birlikte hicret etti.

Safiyye çeşitli savaşlara katıldı, gazâya çıkan ilk müslüman hanım diye anıldı, savaşlarda yaralıların tedavisinde ve geri hizmetlerde mühim vazifeler üstlendi. Uhud Gazvesi sırasında eline bir mızrak alarak savaşın yapıldığı yere giden Safiyye bazı müslümanların geri çekilmekte olduğunu görünce “Rasûlullah’ı bırakıp nereye gidiyorsunuz?” diye elindeki mızrakla onlara vurmaya başladı.

Allah Rasûlü’nün, halasına latife yaptığı da nakledilmiştir. Buna göre Safiyye, Rasûl-i Ekrem’den cennete girmesi için kendisine dua etmesini istemiş, o da cennete yaşlıların giremeyeceğini söylemişti. Halası buna çok üzülünce de, “Biz o kadınları yeni bir yaratışla yaratmış ve onları bâkire yapmışızdır”[21]âyetlerini okuyarak onu sevindirmişti.[22]

Kendisinden pek az hadis rivayet edilmiş olan Safiyye, başta Rasûl-i Ekrem olmak üzere yeğenlerinin ve diğer yakınlarının yanında başını örtmemek suretiyle[23] müslüman hanımların kimlerin yanında örtünmeyeceğini fiilen göstermiştir.

Allah Rasûlü’nün halası olarak büyük itibar gören Safiyye, torunu Abdullah b. Zübeyr’e beyʻat edilmesi söz konusu olduğunda Abdullah, “Onun ninesi Safiyye’dir” diye övülmüştür.[24]

Aynı zamanda şâir de olan Safiyye (r.a) mükemmel şiirler ve duygulu mersiyeler söylemiştir. Allah Rasûlü’ne medhiyeler, kardeşi Hamza’nın şehâdeti ve Rasûlullah’ın vefatı üzerine mersiyeler söylemiştir.[25]

Safiyye (r.a) Medine’de vefat etti, cenaze namazı Hz. Ömer tarafından kıldırıldıktan sonra Cennetü’l-Bakī‘a defnedildi.[26]

֎

Rasûlullah şöyle buyurmuştur:

“–Ey Abbâs, ey Peygamber’in amcası! Ey Peygamber’in halası Safiyye! Ey Muhammed’in kızı Fâtıma! Ben Allah’tan gelen hiçbir şeyi sizden uzaklaştıramam! Benim amelim bana, sizin ameliniz sizedir.”[27]

֎

Allah Rasûlü’nün halası Hz. Safiyye, Hendek Harbi esnâsında kadın ve çocuklarla birlikte Hassan b. Sâbit’in Fârî adlı köşkünde bulunuyordu. Yahûdîlerden on kişilik bir birlik gelip köşkü oka tuttular ve içeri girmeye çalıştılar. Onlardan birisi köşkün çevresinde dolaşıyor, açık bir yer arıyordu. Rasûlullah (s.a.v) ve ashâbı ise o esnâda Hendek’te düşmanla harp hâlindeydi.

Hz. Safiyye (r.a), çâresiz kalıp bu musîbeti kendisinden başka def edecek kimsenin olmadığını görünce başını bir tülbentle sıkıca bağladı ve eline bir sırık alarak köşkten aşağıya indi. Kapıyı açıp orada dolaşan yahûdînin arkasından sessizce yaklaştı. Elindeki sırıkla başına vurup onu öldürdü. Arkadaşlarının ölmüş olduğunu gören yahûdîlerin içine bir korku düştü:

“–Bize buradaki kadınların başında muhâfızların olmadığı söylenmişti!” diyerek dağılıp gittiler.[28]

18.4. Ümâme binti Hamza (r.a)

Mekke’de doğmuştur. Annesi Selmâ binti Umeys olup sahâbîdir. Künyesi Ümmü’l-Fadl’dır. Üç tane baba bir kardeşi vardır: Umâre, Âmir ve Yaʻlâ. İki tane de ana bir kardeşi olup onlar da Abdullah ve Abdurrahman b. Şeddâd’dır. Ümâme’nin ne zaman müslüman olduğu bilinmiyor, ancak 7 (629) yılına kadar Mekke-i Mükerreme’de yaşadığı mâlum. Rasûlullah (s.a.v) ve ashabı o sene kazâ umresi için Mekke’ye gelmişlerdi. Orada üç gün kalıp Medine’ye dönmek üzere yola çıktıklarında Ümâme peşlerine takıldı ve:

“–Amcacığım, amcacığım!” diye seslendi. Hz. Ali onu alıp elinden tutarak Hz. Fâtıma’ya verdi ve:

“–Amcanın kızını yanına al!” dedi. O da onu devesinin mahfesine aldı.[29]

Diğer bir rivayete göre Hz. Ali (r.a) Rasûlullah Efendimiz’e “Amcamızın kızını müşriklerin elinde bırakıp gidemeyiz” demiş, Efendimiz de onu tasdik etmiştir.[30]

Medîne’ye yaklaştıklarında Ümâme, Uhud’da şehîd olan babasının kabrini sordu. Hassân b. Sâbit (r.a) ona babasının kabrini gösterdi ve kendisini tesellî etti. O esnâda inşâd ettiği bir şiirde:

“O kız değerli ve şecaat sahibi efendiyi sorup duruyor, kötülükler karşısında erkenden ve hızla yola çıkan kahraman zâtı” diyerek Hz. Hamza’yı medhetti. Ardından:

“Ona dedim ki: Ey Ümâme şehitlik rahat ve huzurdur, gafûr olan Rabbin rızâsına ermektir” diye yaptığı tesellîden bahsetti.[31]

Medîne’ye geldiklerinde Ümâme’ye kimin bakacağı husûsunda Hz. Ali, Zeyd ve Caʻfer (r.a) ihtilâfa düştüler. Hz. Ali:

“–O benim amcamın kızıdır!” diyordu. Caʻfer:

“–O hem amcamın kızı hem de hanımım onun teyzesi!” diyordu. Zeyd ise:

“–O benim kardeşimin kızıdır” diyordu. Zira Rasûl-i Ekrem Efendimiz onu Hz. Hamza ile kardeş yapmıştı. Rasûlullah (s.a.v) Ümâme’nin teyzesinin yanında kalmasına hükmetti ve:

“–Teyze anne makâmındadır” buyurdu. Ardından Hz. Ali’ye dönerek:

“–Sen bendensin ben de sendenim!”

Hz. Caʻfer’e dönerek:

“–Yaratılışın ve huyun bana ne kadar da benziyor.”

Hz. Zeyd’e dönerek de:

“–Sen bizim hem kardeşimiz hem de mevlâmız (âzatlımız)sın!” buyurdu. Böylece her birine ayrı ayrı iltifat ederek gönüllerini aldı.[32]

Hz. Ali (r.a) şöyle der:

“Rasûlullah (s.a.v) Zeyd’e iltifât ettiğinde, Zeyd o kadar sevindi ki kalkıp tek ayak üstünde Peygamber Efendimiz’in etrafında dönmeye başladı. Caʻfer’e iltifat ettiğinde o da Zeyd’in arkasından aynı şekilde yürüdü. Bana iltifat ettiğinde ben de Caʻfer’in ardı sıra sevincimden tek ayak üstünde sekmeye başladım.”[33]

֎

Rasûlullah (s.a.v) Ümâme’yi her dâim koruyup gözetir, kendisine takdim edilen hediyelerden ona da verirdi. Büyüdüğünde onu hanımı Ümmü Seleme vâlidemizin oğlu Seleme b. Ebû Seleme’yle evlendirdi. Seleme (r.a) çocukluğunda annesinin Rasûlullah ile evlenmesini çok istemiş ve teşvik etmişti. Peygamber Efendimiz’in de o yaptığına bu şekilde mukābele ettiğini söylerdi. Seleme (r.a) vefat ettikten sonra Ümâme (r.a) onun kardeşi Ömer ile evlendi.

Ümâme’den bir rivayet gelmiş olup onu kendisinden kardeşi Abdullah b. Şeddâd (r.a) nakletmiştir. Buna göre Ümâme (r.a) bir kölesini âzâd etmişti. Bu köle bir müddet sonra vefat ettiğinde Rasûlullah (s.a.v) mirasını kölenin kızıyla Ümâme arasında eşit olarak paylaştırdı.[34]


[1] Bkz. Buhârî, Tefsîr, 26/2; Müslim, Îmân 348, 351; Tirmizî, Tefsîr, 27/2; Nesâî, Vesâyâ 6.

[2] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/11-12.

[3] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğābe (Bennâ), 2/67.

[4] Taberî, Câmiʻu’l-beyân, 24/689-690; İbn Kesîr, Tefsîr, 14/480-481.

[5] M. Yaşar Kandemir, Şifâ-i Şerîf Şerhi, 2/237.

[6] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, 2/272.

[7] en-Nahl 16/126.

[8] Âl-i İmrân 3/169-170.

[9] Bkz. İbn Hişâm, Sîretü’n-Nebî, 3/48; İbn Hacer, el-İsâbe fî temyîzi’s-sahâbe (Mısır, 1379), 4/349.

[10] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/165.

[11] Buhârî, Meğâzî, 23.

[12] İbn Kuteybe, el-Maârif, İstanbul, ts. 227.

[13] Bkz. Hüseyin Algül, “Hamza”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/hamza (25.04.2023).

[14] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/111.

[15] Buhârî, Hums 7.

[16] İbn Mâce, Sadakât, 17.

[17] İbn Sa‘d, et-Tabakātü’l-kübrâ, 8/41.

[18] Belâzürî, Ensâbu’l-eşrâf, 1/90.

[19] eş-Şuʻarâ 26/214.

[20] Belâzürî, Ensâbu’l-eşrâf, 1/119.

[21] el-Vâkıʻa 56/35-36.

[22] İbn Beşküvâl, Gavâmizü’l-esmâi’l-mübheme, nşr. İzzeddin Ali es-Seyyid – M. Kemâleddin İzzeddin (Beyrut 1407/1987), 2/854.

[23] Taberânî, el-Muʻcemü’l-kebîr (nşr. Hamdî Abdülmecîd es-Selefî), Beyrut, ts. (Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî), 24/319.

[24] Buhârî, “Tefsîr”, 9/9.

[25] Leylâ Muhammed el-Hayâlî, “Dîvânü Safiyye, cemʻ ve tahkīk”, el-Mevrid, 27/1, Bağdad 1419/1999, 80-94.

[26] Bkz. Aynur Uraler, “Safiyye bint Abdülmuttalib”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/safiyye-bint-abdulmuttalib (13.05.2023).

[27] Beyhakî, Şuabu’l-îmân, 6/32.

[28] Heysemî, Mecmaʻu’z-zevâid, 6/133-134. Krş. İbn Sa‘d, et-Tabakātü’l-kübrâ, 8/41; Vâkıdî, el-Meğâzî, 2/462; Hâkim, el-Müstedrek, 4/56.

[29] Buhârî, “Meğāzî”, 43.

[30] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 10/153.

[31] İbn Hacer, el-İsâbe, 7/500.

[32] Bkz. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/98; Buhârî, Meğâzî 43, Sulh 6, Umre 3; Müslim, Cihâd, 90; Ebû Dâvûd, Talâk, 35.

[33] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/108. Krş. Vâkıdî, el-Meğâzî, 2/739.

[34] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/405; İbn Mâce, “Ferâiz”, 7; Dârimî, “Ferâiz”, 31. Ayşe Esra Şahyar, “Ümâme binti Hamza”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/umame-bint-hamza (25.04.2023).