16. Hz. Osman ve Âilesi

16.1. Hz. Osman (r.a)

Osman b. Affân (r.a) ashâb-ı kirâmın önde gelenlerinden olup dördüncü müslümandır. Fil Vakʻası’ndan 6 sene sonra veya 574 senesinde Mekke’de doğdu. Nesebi Abdi Menâf’ta Peygamber Efendimiz’in nesebiyle birleşir.[1] Rasûl-i Ekrem’den altı yaş küçüktür. Kureyş kabilesinin Emevî soyuna mensuptur. Annesi Ervâ binti Küreyz, Peygamber Efendimiz’in halası Beyzâ’nın kızıdır.

Osman (r.a), îman ettiğinde pek çok sıkıntı ve çilelere katlandı. Amcası Hakem b. Ebü’l-Âs onu sıkıca bağlayarak hapsetti ve eski dinine dönmezse asla serbest bırakmayacağını söyledi. Osman (r.a) dininden kesinlikle dönmeyeceğini bildirince, kararlılığını gören amcası onu serbest bıraktı.[2] O da insanları İslâm’a gizlice dâvet ve teşvik etmeye koyuldu.

Hz. Osman müslüman olunca, Allah Rasûlü (s.a.v) kızı Rukıye’yi onunla evlendirdi. Bu evlilikten ilk çocuğu Abdullah dünyaya geldi. Câhiliye döneminde “Ebû Amr” künyesiyle çağrılan Osman (r.a) artık bundan sonra “Ebû Abdullah” künyesini aldı. Abdullah hicretin 4. yılında (625) vefat etti. Sonra kızı Leylâ doğunca da “Ebû Leylâ” künyesiyle zikredildi.

İslâm’ın 5. yılında (615) hanımıyla birlikte ilk kafilede Habeşistan’a hicret etti. Bir yıl sonra Habeşistan’dan Mekke’ye döndü. Rasûlullah (s.a.v), Medine’ye hicret etmekle emrolunduğunda Hz. Osman diğer müslümanlarla birlikte Medine’ye hicret etti. Medine’ye ulaştığında Allah Rasûlü’nün şâiri Hassân b. Sâbit’in kardeşi Evs’e misâfir olmuştu. Bundan dolayı Hassân onu çok severdi.[3]

Allah Rasûlü (s.a.v) onu Mekke’de Abdurrahman b. Avf ile kardeş yaptı. Hicretten sonra Medîne-i Münevvere’de gerçekleştirilen kardeşlik akdinde ise Evs b. Sâbit (r.a) ile kardeş îlân edildi.[4]

Rasûl-i Ekrem, Medine’de muhacirlere ev yapmaları için yer tahsis ettiğinde ona Mescid-i Nebevî’nin kendisinin girip çıktığı kapının karşısına düşen arsayı verdi.[5]

Rukıyye (r.a) Peygamber Efendimiz’in Bedir Gazvesi’ne hazırlandığı günlerde kızamığa yakalandı. Hastalığı ağırlaşınca Rasûl-i Ekrem, Hz. Osman’a eşinin yanında kalmasını söyledi, o da bu yüzden Bedir Gazvesi’ne katılamadı. Rukıyye vâlidemiz savaşın yapıldığı sırada hicretin on yedinci (veya on dokuzuncu) ayında Ramazanın son on günü içinde (Mart 624) yirmi iki yaşında Medine’de vefat etti. Cenazesini Ümmü Eymen yıkadı, namazını Hz. Osman kıldırdı. Medine’ye Bedir zaferinin müjdesi geldiğinde Rukıyye (r.a) Bakīʻ Mezarlığı’na defnedilmekteydi. Bu sebeple Rasûl-i Ekrem onun cenazesinde bulunamadı. Fiili olarak Bedir’de bulunmamış olmakla birlikte Hz. Osman’ı Bedir’e katılanlardan saydı ve ganimetten ona da pay ayırdı.[6]

Medine’ye döndüğünde Rasûlullah (s.a.v) kızının kabri başına vardı. O esnâda Hz. Fâtıma da gelip yanına oturdu, ağlıyordu, Efendimiz de ona merhamet göstererek elbisesiyle gözyaşlarını siliyordu.[7]

Osman (r.a) Bedir hâriç bütün savaşlara katıldı. Devamlı Rasûlullah (s.a.v) ile birlikte olmaya gayret etti. Allah Rasûlü (s.a.v), Zâtü’r-Rikâʻve Gatafan seferlerinde onu Medine’de yerine vekil olarak bıraktı.[8]

Allah Rasûlü (s.a.v) onu 3. yılda (624) diğer kızı Ümmü Külsûm (r.a) ile evlendirdi ve bu evliliği aldığı vahiy üzerine gerçekleştirdiğini bildirdi.[9] İnsanlık tarihi boyunca Hz. Osman’dan başka hiç kimse bir peygamberin iki kızıyla da evlenmemiştir. Bu sebeple Hz. Osman’a, “iki nur sahibi” mânâsına Zinnûreyn lakabı verilmiştir. Hicretin 9. senesinde Şâban ayında (Kasım-Aralık 630) Ümmü Külsûm da vefat etti.[10] Onun vefatı ölünün yıkanması, kefenlenmesi ve defniyle ilgili birçok sünnetin nakline vesile oldu. Yıkanmasında Rasûlullah’ın halası Safiyye binti Abdülmuttalib, Esmâ binti Umeys, Ümmü Atıyye, Leylâ binti Kānif es-Sekafiyye ve Ensârdan bazı kadınlar bulunmuştur.[11] Rasûlullah (s.a.v) kadınlara cenazeyi nasıl yıkayacaklarını tarif etmiş, kendisi dışarıda bekleyerek kefenlik kumaşları vermiş, izârının ona iç gömleği yapılmasını söylemiştir.[12] Cennetü’l-Bakīʻa defnedilen Ümmü Külsûm kabre konduktan sonra Rasûlullah (s.a.v) insanın topraktan yaratıldığını, oraya döneceğini ve oradan çıkarılacağını hatırlatmıştır. Kabir örtülürken kerpiçlerin düzgün konulmasını emretmiş, bunun kabirdekine faydası olmasa da hayatta kalanları rahatlatıp hoşlarına gideceğini söylemiştir.[13]

Osman (r.a) Rukıyye’nin vefatına üzüldüğü gibi Ümmü Külsûm’un vefatına da çok üzüldü. Rasûlullah (s.a.v) sıhriyetin ölümle değil boşama ile ortadan kalktığını bildirerek onu tesellî etti. Ümmü Külsûm’un ipek çizgili kumaştan yapılmış bir elbise giymiş olması[14] kadınların ipek giyebileceği konusunda delil kabul edilmiştir.[15]

Hz. Osman, Ümmü Külsûm’un vefatından sonraki yıllarda altı evlilik daha yaptı. Hanımlarından üçü (Nâile binti Ferâfisa, Remle binti Şeybe, Ümmü’l-Benîn binti Uyeyne) şehid edildiği sırada hayatta bulunuyordu. Bu evliliklerinden dokuz oğlu, altı veya yedi kızı oldu.[16]

O, zengin bir tüccar, ahlâklı ve zarîf bir cemiyet insanı idi. Medine-i Münevvere’de müslümanların her ihtiyacına koşmuş, sıkıntılarını gidermiştir. Rasûlullah (s.a.v) ordu teçhiz ederken en büyük yardımı o yapmış, hiç bir fedâkârlıktan çekinmemiştir. Bundan dolayı onun zenginliği övülerek diğer müslümanlara da örnek gösterilmiştir.

O, iffet ve hayâ yönünden de örnek bir şahsiyettir. Allah Rasûlü (s.a.v), meleklerin bile ondan hayâ ettiğini haber vermiştir.[17]

Ömer (r.a) son haccında Allah Rasûlü’nün hanımlarının da hacca gitmelerine izin verdi, yanla­rında da Hz. Osman ile Abdurrahman b. Avf’ı gönderdi. Osman (r.a) ara sıra: “Dikkat edin, kimse hanımlara yaklaşmasın ve bakmasın!” diye nidâ ediyordu. Mü’minlerin anneleri ise develerin üstündeki hevdeclerde idiler.[18]

Osman (r.a), 23/644 senesinde halife seçildikten sonra, Hz. Ömer’in yolunu izleyerek siyasetini devam ettirdi. Onun zamanında ordudaki asker sayısı daha da arttı ve fethedilen topraklar genişledi. Başta Sâsânî İmparatorluğu’nun son eyaleti Ermeniye olmak üzere Kuzey Afrika kıyıları ve Anadolu’nun bir bölümü İslâm devletinin hudutları içine dâhil edildi.

Hz. Osman’ın hilâfeti 12 sene sürdü. Bu esnâda yaptığı mühim hizmetlerden biri de Ebû Bekir (r.a) zamanında toplanıp Mushaf haline getirilmiş olan Kur’ân-ı Kerîm’i tekrar kontrol ettirerek çoğaltıp çeşitli merkezlere göndermesi oldu.

Önceki halifeler gibi o da çok hadis rivayet etmemiştir. Onun Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den rivayet ettiği hadis sayısı 146’dır.

Hz. Osman (r.a), âsîler tarafından 22 gün muhâsara edildikten sonra 35 yılında (17 Haziran 656 Cuma günü) Medine’de şehit edildi. Şehîd edilirken Hz. Hasan[19] ve Kelb kabilesinden olan zevcesi Nâile binti Ferâfisa yaralandı. Hz. Osman’ın naʻşı geceleyin hanımı ve birkaç samimi dostu tarafından gizlice defnedilebildi.

Hz. Âişe (r.a) vâlidemiz onun hakkında:

“Vallahi o akrabasını en çok gözeten ve Allah’tan en fazla korkan bir kişiydi” demiştir.[20]

Güzel hâlleri ve fazîletleri çok, sıfatları mükemmel, kerâmet sahibi, tatlı dilli ve güzel konuşan şânı yüce bir zât idi. Eli açık, iffetli, yumuşak huylu, herkesle anlaşan, hilim ve şecaat sahibi, müsâmahalı ve cömert idi.

Kur’ân kıraati hususunda Allah Rasûlü’nden ilim alanların en üstünüydü. Kendi başına kıldığı namazlarda Kur’ân-ı Kerîm’i bir rekâtta hatmettiği olurdu. Cemaate namaz kıldırırken de uzun sûreler okurdu. Fürâfisa b. Umeyr (r.a) şöyle der:

“Ben Yûsuf Sûresi’ni Osman b. Affân’ın sabah namazlarındaki kırâatinden öğrendim. Çünkü o bu sûreyi çok sık okurdu.”[21]

16.1.1. Âile Hayatı

Nübüvvetten evvel Peygamber Efendimiz’in kerîmeleri Hz. Ümmü Külsûm ve Rukıye, Ebû Leheb’in oğulları Uteybe ve Utbe ile nişanlanmış olup henüz evlenmemişlerdi. Tebbet Sûresi nâzil olunca Ümmü Cemîl, oğullarına:

“−Rukıye ve Ümmü Külsûm dinden çıkmışlardır, onlardan ayrılın!” dedi.

Ebû Leheb de:

“−Muhammed’in kızlarını boşamazsanız başım başınıza harâm olsun!” diyerek yemin etti.

Onlar da daha evlenmeden Allah Rasûlü’nün kızlarından ayrıldılar.[22]

Bu, Cenâb-ı Hakk’ın Efendimiz’e bir lutfu idi.

Haber Hz. Osman’a ulaşınca çok sevindi. Hemen Rasûlullah Efendimiz’e gelerek Rukıye (r.a) ile evlenmek istediğini söyledi. Sonunda bu mübarek evlilik tahakkuk etti. Güzel bir âile kurdular. İnsanlar, “Bir insanın görebileceği en güzel zevc ve zevce Hz. Rukıye ile Hz. Osman’dır” derlerdi.[23]

֎

Osman (r.a) çok güzel bir zât idi. İnsanlar ondan daha güzel ne bir erkek ne de bir kadın görmüşlerdi. Rasûlullah (s.a.v) çok sevdiği Üsâme b. Zeyd’i çocukken bir kap yemekle Hz. Osman’ın evine göndermişti. Küçük çocuk eve girdiğinde Hz. Rukıye oturuyordu. Üsâme bu iki güzel insan karşısında kendini alamayarak bir Hz. Osman’a bir de Rukıye’ye bakmaya başladı. Sonra Peygamber Efendimiz’in yanına döndü. Allah Rasûlü (s.a.v):

“–Yanlarına girdin mi?” diye sordu. Üsâme (r.a) “–Evet” dedi. Âlemlerin Fahr-i Ebedîsi:

“–Peki, onlardan daha güzel bir çift gördün mü hiç?” buyurdu. Üsâme:

“–Hayır yâ Rasûlallah!” cevâbını verdi.[24]

֎

Bir defasında Rasûlullah (s.a.v) kızı Rukıye’nin yanına varmıştı. Rukıye (r.a) kocası Hz. Osman’ın başını yıkıyordu. Allah Rasûlü (s.a.v):

“–Kızcağızım! Ebû Abdullah’a iyi davran, güzel muâmele et, zira o sahabîlerim arasında ahlâken bana en çok benzeyendir” buyurdu.[25]

֎

Müslümanlar, Medîne-i Münevvere’ye hicret ettiklerinde su sıkıntısı çekiyorlardı. Akîk vâdisinin aşağısında sel sularının biriktiği yerin yakınında bir kuyu vardı, Rûme Kuyusu diye meşhur olmuştu. Çevresi taşla örülü, derinliği on sekiz, eni sekiz zirâʻ[26] idi. İki zirâʻ kadarı su ile dolu idi. Medine’de Rûme kuyusundan başka tatlı su yoktu.

Bu kuyuyu ilk önce Müzeyne kabilesinden bir adam kazdırmış, sonradan da Rûmetü’l-Gıfârî’nin malı olmuştu. O, suyun kırbasını bir müdde[27] satardı. Rûme Kuyusu daha sonra bir yahudinin eline geçti. Yahudi de kuyunun suyunu müslümanlara satar, hiç kimseye parasız bir damla su içirmezdi. Rasûlullah (s.a.v):

“–Rûme Kuyusu’nu kim satın alıp vakfederse Allah ona mağfiret edecektir” buyurdu. Yine:

“–Rûme Kuyusu’nu, Cennet’te ondan daha hayırlısını kazanmak üzere kim satın almak ve kendi kovasını müslümanların kovalarıyla eşit kılmak ister?” buyurdu.

Osman (r.a) yahudiye gidip kuyuyu ondan satın almak istedi. Fakat yahudi tamamını satmaya yanaşmadı. Hz. Osman da kuyunun yarı hissesini ondan on iki bin dirheme satın aldı ve:

“–İstersen su almak için iki gün benim hisseme ayır, istersen bir gün bana bir gün sana ayır!” dedi. Yahudi:

“–Olur, bir gün senin için ayrılmış olsun bir gün de benim için!” dedi.

Hz. Osman’ın gününde müslümanlar sularını alırlar lâkin yeterli gelmezdi. Bir müddet sonra yahudi:

“–Sen benim işimi bozdun, öteki hisseyi de satın al!” dedi.

Osman (r.a) onu da on iki bin dirheme satın alıp müslümanların istifâdesi için vakfetti.[28]

֎

Rukıye (r.a) rahmet-i Rahmân’a kavuştuğunda Osman (r.a) buna çok üzülmüştü. Onu böyle üzgün gören Ömer (r.a):

“–İstersen kızım Hafsa’yı sana nikâhlayayım” dedi.

Kocasının Bedir savaşında yaralanarak Medine’de vefat etmesi üzerine Hz. Hafsa da dul kalmıştı. Osman (r.a):

“–Ben bu işi bir düşüneyim” dedi. Birkaç gün geçtikten sonra da:

“–Ben şu anda evlenmemin doğru olmayacağı kanaatine vardım” dedi.

Hz. Ömer, Peygamber Efendimiz’in yanına vardığı bir gün:

“–Yâ Rasûlallah! Ben Osman’a şaşıyorum, kızım Hafsa ile evlenmesini teklif ettim, kabul etmedi!” dedi.

Rasûlullah Efendimiz de ona:

“–Ben sana Osman’dan daha hayırlı bir damat, Osman’a da senden daha hayırlı bir kayınpeder göstereyim mi?” buyurdu. Ömer (r.a):

“–Gösterin yâ Rasûlallah!” dedi.

Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.v), Hafsa ile evlendi, kendi kızını da Hz. Osman ile evlendirdi. Zâten Hz. Osman da Ümmü Külsüm ile evlenmeyi umduğu için Hz. Ömer’in teklifini kabul etmemişti.[29]

֎

Abdullah b. Ömer b. Ebân, dayısı Hüseyin el-Cuʻfî ile oturmuş sohbet ediyorlardı. Söz döndü dolaştı Hz. Osman’ın sîreti üzerine geldi.

Hüseyin el-Cuʻfî sordu:

“–Biliyor musun, Osman (r.a) niçin «Zinnûreyn» diye isimlendirildi?”

Yeğeni Abdullah:

“–Hayır” diye cevap verdi.

Bunun üzerine Hüseyin el-Cuʻfî şöyle açıkladı:

“–Allah teâlâ, Hz. Âdem’i yarattığından kıyamet kopuncaya kadar Hz. Osman’dan başka hiç kimse bir peygamberin iki kızıyla da evlenmemiştir. Osman (r.a), Allah Rasûlü’nün iki kızıyla da sırayla evlendiği için «Zinnûreyn» diye isimlendirildi.”[30]

Hz. Ali’ye, Hz. Osmân’ın nasıl bir insan olduğunu sormuşlardı. Şöyle cevap verdi:

“–O Mele-i A’lâ’da «Zü’n-nûreyn» diye çağrılan bir zâttır. Çünkü o, iki kızı tarafından da Rasûlullah Efendimiz’in dâmâdı idi.”[31]

Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in Hz. Osman’a kızını vermesi, ona kıymet ve ehemmiyet verdiği mânâsına gelir. Cenâb-ı Hakk’ın cârî olan sünnet-i ilâhiyesi de zâten peygamberlerin en faziletlisinin damadının da ancak dînen medhedilen bir hâl üzere olmasıdır. Nitekim âyet-i kerimede şöyle buyrulur: “…Temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara yaraşır…”[32]

֎

Mekkeli müşrikler, on sene için yapılan Hudeybiye sulhünü iki sene sonra bozmuşlardı. Sonra da yaptıkları ihânetin kendilerine pahalıya malolacağını anladılar ve anlaşmayı yenilemek için Ebû Süfyan’ı Medîne-i Münevvere’ye gönderdiler. Medîne’de Ebû Süfyan’a kimse yüz vermedi. Kimseyle konuşamayan Ebû Süfyan, Hz. Osman’a gitti ve:

“–Şu cemaat içinde, bana akrabalık yönünden senden daha yakın bir kimse yoktur. Sen şu mütarekeyi uzat ve muahedeyi yenile! Çünkü arkadaşın (Muhammed) seni hiçbir zaman reddetmez. Vallahi ben Muhammed’in ashabına yaptığı kadar çok ikram eden başka bir kişi görmedim” dedi.

Osman (r.a) akrabasına şu cevâbı verdi:

“–Ben ancak Rasûlullah Efendimiz’in himâyesinde bulunan kimseyi himâye ederim!”[33]

֎

Hz. Âişe (r.a) anlatıyor:

“Allah Rasûlü (s.a.v) benim odamda uylukları veya bacakları açık vaziyette yatıyordu. Bu esnâda Ebû Bekir (r.a) içeri girmek için izin istedi. Rasûlullah (s.a.v) hâlini hiç bozmadan izin verdi ve onunla konuştu. Bir müddet sonra Ömer (r.a) içeri girmek için izin istedi. Vaziyetini hiç değiştirmeden ona da izin verdi ve onunla konuştu.

Bir müddet sonra Osman (r.a) izin istedi. Bu sefer Rasûlullah (s.a.v) doğrulup oturdu, üstünü başını düzeltti. Hz. Osman geldi ve konuştu.”

Hz. Osman çıkınca Âişe (r.a):

“–Ey Allah’ın Rasûlü! Ebû Bekir girdi, onun için vaziyetinizi değiştirmediniz, sonra Ömer geldi, onun için de vaziyetinizi değiştirmediniz, ama Osman gelince oturdunuz ve elbisenizi düzelttiniz?» dedim.

Rasûlullah (s.a.v):

“–Meleklerin kendisinden hayâ ettiği kimseden hayâ etmeyeyim mi?” buyurdu.[34]

Osman (r.a), evinde yalnız kalıp kapısını kilitlediğinde, hattâ gusül abdesti alırken bile elbiselerini tamamen çıkarıp üzerinden atamaz, belini doğrultamazdı. Çünkü yüksek hayâ duygusu onu bundan menederdi.[35]

֎

Bir öğle vakti işçiler işe dalmış Mescid-i Nebevî’yi genişletme çalışmalarına devam ediyorlardı. O esnâda küçük bir çocuk olan İbn Saîd el-Mahzûmî Mescid’e geldi. Bir kenarda başını tuğlaya koyarak uyuyan güzel yüzlü bir yaşlı gördü. Küçük çocuk yaklaştı ve ihtiyarın güzelliğine hayran hayran bakmaya başladı. Yaşlı gözlerini açarak:

“–Yavrum, sen kimsin?” diye sordu.

Çocuk:

“–İbn Saîd b. Yerbû’ el-Mahzûmî” dedi.

Yaşlı zât, yakında uyumakta olan bir hizmetçiye seslendi, lâkin hizmetçi onu duymadı. Bu sefer çocuğa:

“–Şunu çağırıver” dedi. Çocuk da çağırdı. Yaşlı zât yanına gelen hizmetçiye bazı tâlimatlar verdi. Çocuğa da:

“–Biraz otur!” dedi.

Hizmetçi gidip bir takım elbise ve bin dirhem para ile geldi. İhtiyar, çocuğun eski elbiselerini çıkarıp ona takım elbiseyi giydirdi, bin dirhemi de cebine koydu. Çocuk evlerine dönüp babasının yanına vardı. Babası:

“–Oğlum, bu iyiliği sana kim yaptı!” dedi. Çocuk:

“–Kim olduğunu bilmiyorum, Mescid’de uyuyordu, ihtiyar olmasına rağmen ben ondan daha güzel bir insan görmedim” dedi.

Bu cevap üzerine babası iyilik sahibinin kim olduğunu anladı ve:

“–O Mü’minlerin Emîri Osman b. Affân’dır” dedi.[36]

֎

Osman b. Affân (r.a) bir gün yatsı namazına gelmişti. Cemaatin henüz az olduğunu görünce Mescid’in gerisinde bir yere uzandı ve insanların çoğalmasını beklemeye başladı. O esnâda İbn Ebî Amre gelip Hz. Osman’ın yanına oturdu. Osman (r.a) ona kim olduğunu sordu. O da kendisini tanıttı. Hz. Osman:

“–Kur’ân’dan ne kadar biliyorsun?” diye sordu. O da ne kadar bildiğini haber verdi.

Daha sonra Osman (r.a) şöyle dedi:

“–Ey kardeşimin oğlu! Rasûlullah Efendimiz’i şöyle buyururken işittim:

«Yatsı Namazı’nı cemaatle kılan kimse gecenin yarısını namazla geçirmiş gibidir. Sabah Namazı’nı cemaatle kılan kimse ise bütün gece namaz kılmış gibidir».[37]

֎

Hz. Osman (r.a) malını Allah yolunda infak etmekle meşhurdur. Rahmet rüzgârları gibi her yöne hayır saçar, bir gün tasaddukta bulunur, ertesi gün köle âzâd eder, diğer gün fakir ve yoksulları doyurur, böylece vermek üzerine kurulu bir hayat yaşardı. Bir gün bir zât Hz. Osman’a gelerek:

“–Ey mâl sâhibi zenginler, bütün hayrı alıp götürdünüz, malınızdan tasaddukta bulunuyor, köle âzâd ediyor, hacca gidiyor ve infak ediyorsunuz!” dedi. Hz. Osman:

“–Siz gerçekten bize gıpta ediyor musunuz?” diye sordu. O zât:

“–Evet, vallahi size gıpta ediyoruz!” dedi. Bu sefer Hz. Osman (r.a) şu cevâbı verdi:

“–Allah’a yemin ederim ki bir kimsenin zorluk çekerek infâk ettiği bir dirhem, çok malın bir kısmından infâk edilen on bin dirhemden daha hayırlıdır.”[38]

Zaman olur az çoğu geçer. İhlâsla, îsârla, sabır ve tahammülle verilen bir sadaka veya yapılan küçücük yardım, kolaylıkla yapılan nice büyük infak ve yardımlardan daha kıymetli olur, daha çok makbûle geçer.

֎

Bir gün Huzeyfe (r.a), Hz. Osman’ın yanına geldi ve:

“–Ey Emîrü’l-Mü’minin! Yahûdiler ve hristiyanlar gibi Kitap’ları hakkında ihtilâfa düşmeden bu ümmetin imdadına yetiş!” dedi.

Zîrâ o, kıraat farklılıkları sebebiyle bazı insanların tartışmaya girdiklerine şâhit olmuştu.

Hz. Ebû Bekir zamanında toplanan Mushaf, ondan Hz. Ömer’e, ondan da Hz. Hafsa vâlidemize intikâl etmişti. Osman (r.a) derhal Hz. Hafsa’ya birini gönderip:

“–Sendeki Mushaf’ı bize gönder, istinsah edip/çoğaltıp sana tekrar iâde edelim” dedi.

Hz. Hafsa da Mushaf’ı gönderdi. Osman (r.a) Kur’ân’ın istinsahı için Zeyd b. Sâbit, Abdullah b. Zübeyr, Saîd b. Âs ve Abdullah b. Hâris’e emretti, onlar da Mushaf-ı Şerîf’i istinsâh ettiler, yâni çoğalttılar.

Hz. Osman hey’ete:

“–Kur’ân-ı Kerîm’le ilgili herhangi bir hususta siz ve Zeyd b. Sâbit ihtilâf edecek olursanız onu Kureyş lisanına uygun olarak yazın. Çünkü Kur’ân onların lisanı üzere nâzil oldu” dedi.

Çalışma esnasında hey’et bu minval üzere hareket etti. Mushaf’ı çoğaltma işi bitince Hz. Osman (r.a) her bölgeye bir Mushaf gönderdi. Ayrıca bunun hâricinde kalan bütün sahife veya mushafların karışıklığa meydan vermemesi için yakılmasını emretti.[39]

Medîne-i Münevvere’ye gönderilen Mushaf-ı Şerîf, Üstüvânetü’l-Muhâcirîn ve Üstüvânetü Âişe denilen direğin yanındaki bir sandığa konurdu. Ubeydullah b. Abdullah bu Mushaf’ın her sabah cemaate okunduğunu haber verir.[40]

֎

Alkame (r.a) şöyle nakleder:

Abdullah b. Mesʻûd (r.a) ile birlikte idim. Minâ’da Osman b. Affân ile karşılaştık. Osman (r.a), İbn Mesʻûd’a:

“–Abdullah, seninle bir meseleyi görüşmek istiyorum” dedi.

Bir kenara çekilerek görüşmeye başladılar. Hz. Osman:

“–Abdullah, seni genç ve bâkire bir kızla evlendirsek olmaz mı? O sana gençlik günlerini hatırlatır da belki biraz kendine gelirsin” dedi.

Abdullah (r.a) böyle bir şeye ihtiyacı olmadığını görünce bana:

“–Alkame sen de gel” dedi.

Ben de hemen yanlarına vardım. O esnâda Abdullah (r.a) şöyle diyordu:

“–Doğru söylüyorsun, ben de Allah Rasûlü’nün şöyle buyurduğunu işittim:

«Sizden kimin evlenmeye gücü yetiyorsa hemen evlensin, çün­kü evlilik gözü (harama) karşı daha iyi korur, namusu daha çok muhâfaza eder. Kimin de evlenmeye gücü yetmiyorsa o da oruca devam et­sin. Çünkü oruç onun için bir kalkandır».”[41]

Hz. Osman, İbn Mesûd’un bakımsız ve perişan hâli­ni görünce, bu duruma bekârlığı sebebiyle düştüğüne hükmetmiş ve ona evlenmesini teklif etmişti. Evliliğin insana destek vereceğini, dağınık hâlini toplamasına yardımcı olacağını söylemek istiyordu.

֎

Hz. Osman’ın âzâdlısı Humrân b. Ebân anlatıyor:

Osman (r.a) müslüman olduğu günden beri her gün bir kere gusül abdesti alırdı. Bir gün kendisine namaz abdesti için su getirmiştim. Abdestini aldıktan sonra:

“–Size Rasûlullah Efendimiz’den işittiğim bir hadîsi nakletmek istedim” dedi. Ardından:

“–Sonra onu size nakletmemem gerektiği kanaatine vardım” dedi.

Hakem b. Ebi’l-Âs:

“–Ey Mü’minlerin Emîri! Nakledeceğin hadis eğer bir hayırdan bahsediyorsa onu yapmaya gayret ederiz, şerden bahsediyorsa ondan da sakınırız” dedi.

Bu talep üzerine Hz. Osman (r.a) şöyle devâm etti:

“–O hâlde hadisi size nakledeyim. Rasûlullah (s.a.v) bu şekilde abdest aldı ve şöyle buyurdu:

«–Kim böyle abdest alır ve abdestini güzelce tamamlar, sonra namaza kalkar, rükûunu, secdelerini tam yaparsa büyük bir günaha bulaşmadığı müddetçe bu namaz kendisi ile diğer namaz arasındaki günahlara keffâret olur».[42]

֎

Osman (r.a) son derece mütevâzi bir insandı. Halîfe olduktan sonra bile tevâzûda nümûne olabilecek pek çok fazîletli davranış sergilemiştir. Meselâ halîfe olduğu yıllarda bir gün katıra binmiş gidiyordu. Terkisinde de Nâil ismindeki hizmetçisi vardı.[43]

Hz. Osman (r.a), yüksek tevâzuunun bir göstergesi olarak halifeyken bile, Mescid’de yalnız başına bir örtüye bürünerek yatardı.[44]

Hasan-ı Basrî Hazretleri şöyle demiştir:

“Hz. Osman’ı Mescid’de kaylûle yaparken (öğle uykusu uyurken) gördüm. O vakit Osman (r.a) halîfe idi. Uykudan kalktığında kum ve çakılların izleri yanlarında görülürdü. İnsanlar «Bu Mü’minlerin Emîri’dir, bu Mü’minlerin Emîri’dir» derlerdi.[45]

֎

Hz. Osman bir gün hizmetçisini çağırıp ona:

“–Hatırlıyor musun, bir keresinde senin kulağını çekmiştim? Haydi, şimdi sen de benimkini çek de ödeşelim” dedi.

Hizmetçi istemeyerek de olsa Hz. Osman’ın kulağını tutup çekmeye başladı. O çekerken Hz. Osman da:

“–Daha sert çek yavrum! Dünyâda kısas olup da âhirette kısastan kurtulmak ne kadar güzel!” diyordu.[46]

֎

Osman (r.a) geceleri abdest suyunu kendisi hazırlardı.

Birisi ona:

“–Hizmetçilere söylesen suyunu hazırlayıverirler!” dedi.

Hz. Osman ise, ne kadar hassas ve rakik bir kalbe sahip olduğunu gösteren şu güzel cevabı verdi:

“–Hayır! Onlardan bunu istemem. Çünkü geceler onların hakkıdır, o vakitte istirahat ederler.”[47]

Hz. Osman (r.a) geceleyin âile efradından hiç kimseyi şahsî hizmeti için kaldırmazdı. Ancak ayakta olan birini görürse onu çağırır, o da abdest suyunu getirirdi. Gecelerini bu şekilde ihyâ eden Osman (r.a) gündüzlerini de hep oruçlu geçirirdi.[48]

֎

Muğîre b. Şu’be’nin oğlu evleniyor, herkes düğün sevinç ve heyecânı içinde bulunuyordu. Delikanlı sevinçten uçuyor, sağa sola koşturup insanları düğününe dâvet ediyordu. Yolu Mü’minlerin Emîri Osman b. Affân’a da uğradı. Onu da düğününe dâvet etti. Halîfe gencin dâvetine icâbet etti. Büyüklere yakışan bir tevâzu ve samimiyetle düğün evine geldi. Kendisine yemek ikrâm edildiğinde ise:

“–Ben oruçluydum, fakat dâvete icâbet ederek bereket duâsında bulunayım diye geldim” dedi.[49]

Dâvete icâbet sünnettir. Dâvet edilen düğüne gitmekle mühim bir vazîfe icrâ edilerek teşekkül etmekte olan yeni bir âileye şâhitlik yapılır. Böylece âilenin sağlam ve güvenli olmasına yardımcı olunur.

֎

Medîne-i Münevvere’ye yaklaşık on kilometre uzaklıkta Muarres isminde bir yer vardı. Rasûlullah (s.a.v) sefer dönüşlerinde orada bir müddet istirahat eder sonra Medîne-i Münevvere’ye doğru yola çıkardı. Hz. Ömer ile Hz. Osman da Efendimiz’in Sünnet-i Seniyye’sine uyarak Mekke’den Medîne’ye dönerken orada konaklar, biraz istirahat ederlerdi. Medine-i Münevvere’ye girmek istedikleri zaman da herkes terkisine bir köle alır ve bu şekilde şehre girerdi.

Bu hâdiseyi nakleden râvî:

“–Bunu tevâzu sebebiyle mi yapıyorlardı?” diye sorunca İmam Mâlik (r.a):

“–Evet. Bir de yaya yürüyenleri hayvanlarına bindirmek ve böylece diğer krallar gibi olmamak için!” dedi.

Sonra da insanların o devirde çıkardığı, kendilerinin bineklere binip köle ve hizmetçilerini arkalarında yürütme âdetinden bahsederek böyle yapanları ayıpladı.[50]

֎

Hz. Osman (r.a) insanlara et, bal, ekmek vb. şeylerle ziyâfet verir, sonra kendisi evine giderek sirke ile zeytinyağı yerdi.[51]

16.1.2. Şehâdeti

Mısır, Basra ve Kûfe halkından bazı isyankâr insanlar bir araya gelip “Akrabaların olan Ümeyye Oğulları’na bol bol ihsanda bulunuyorsun” diye Hz. Osman’ı suçlamak istediler. O da onlara şu cevâbı verdi:

“–Biliyorsunuz ki Allah teâlâ bana mal ve servet vermiştir. Akrabama yaptığım ihsanları kendi öz malımdan veririm. Şimdiye kadar onlara Beytülmâl’den hiçbir şey vermiş değilim. Bu yaştan sonra şu güzel ahlâkımdan vazgeçemem!”[52]

֎

Ebû Ümâme b. Sehl (r.a) şöyle anlatır: Osman (r.a) evde mahsur iken, biz onunla birlikte idik. Evde bir giriş vardı, oradan giren kişi bahçedekilerin sözünü işitirdi. Osman (r.a) oraya girdi ve rengi değişmiş bir vaziyette yanımıza çıkıp:

“–Onlar az önce beni ölümle tehdid ediyorlardı” dedi. Biz:

“–Ey Mü’minlerin Emîri, onlara karşı Allah sana yeter” dedik. O şöyle devam etti:

“–Beni niçin öldürmek istiyorlar?! Ben Rasûlullah Efendimiz’i:

«Bir müslümanın kanı şu üç şeyden birisi dışında helâl değildir: Müslüman ol­duktan sonra küfre düşmek, evlendikten sonra zinâ etmek ve bir can mukâ­bili olmadan birisini öldürmek» buyururlarken işittim. Vallahi ben ne câhiliye devrinde ne de İslâm dönemin­de aslâ zinâ etmedim. Câhiliyede tiksindiğim için, müslüman olduktan sonra ise iffetimden dolayı ona yaklaşmadım. Allah beni hidâyete erdirdikten sonra onun yerine başka bir dinin olmasını aslâ istemedim ve hiç kimseyi de öldürme­dim. O hâlde beni niçin öldürmek istiyorlar?!..”

Ebû Dâvûd der ki:

“Hz. Ebû Bekir ve Osman (r.a) şarabı, cahiliye devrinde bile hiç içmemişlerdi.”[53]

Kuvvetli iffet ve hayâ duyguları, onu her türlü çirkinlikten muhâfaza etmiştir.

֎

Saîd b. Âs (r.a) isyankâr fitnecileri kastederek Hz. Osman’a:

“–Ey Mü’minlerin Emîri! Ne zamana kadar bu adamların karşısında sessiz kalacağız. Onlar bizi yediler. Kimi ok atıyor, kimi taş, kimi de kılıç çekerek üzerimize hücum ediyor. Bize emir ver!” dedi. Osman (r.a):

“–Bana sorarsanız, Allah’a yemin ederim ki, onlarla savaşmak istemiyorum. Savaştığımız takdirde Allah’ın bizi âsîlerden kurtaracağını umuyorum fakat ben onları Allah’a havâle ediyorum. Onları bana karşı kışkırtanları da Allah’a havale ediyorum. Nasıl olsa sonunda Rabbimizin huzûrunda bir araya geleceğiz. Savaşa gelince, yemin ederim ki sana savaşmayı emretmem!” dedi.

Hz. Osman’la birlikte yedi yüz kişi vardı. Eğer Osman (r.a) onlara izin verseydi Allah’ın izniyle o âsîler gürûhunu Medine’nin etrafından uzaklaştırırlardı. Çünkü aralarında İbn Ömer, Allah Rasûlü (s.a.v)’in muhterem torunu Hz. Hasan, Abdullah b. Zübeyr (r.a) gibi bahadırlar vardı.[54]

Katâde (r.a) “Hasan b. Ali’yi Hz. Osman’ın evinden yaralı olarak çıkarılırken gördüm” demiştir.[55]

֎

Kesîr b. Salt (r.a) şöyle anlatıyor:

Hz. Osman (r.a) şehîd edildiği gün bir müddet kendinden geçmiş, sonra uyanmıştı:

“–Bir rüyâ gördüm ve eğer insanların «Osman fitne çıkarmak istiyor» demelerinden korkmasaydım size de anlatırdım” dedi. Bunun üzerine biz:

“–Allah seni ıslah eylesin. Onu bize anlat, çünkü biz halkın söylediğini söylemeyiz” dedik. O zaman şunları söyledi:

“–Şimdi rüyâmda Rasûlullah Efendimiz’i gördüm. Bana «Cuma günü bizimle beraber olacaksın!» buyurdular.”[56]

֎

Hz. Osman’ın evi âsîler tarafından kuşatıldığında, hanımı onlara:

“–Siz onu öldürmek mi istiyorsunuz? Size şunu söyleyeyim de artık onu ister öldürün, ister bırakın. O bütün geceyi, bir tek rekâtla ihya eder ve o rekâtta bütün Kur’ân’ı hatmeder” dedi.[57]

֎

Hz. Osman (r.a) şehîd edildiği günün sabahında kalktı ve yanındakilere şunları söyledi:

“Bu gece Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’i rüyamda gördüm. Bana «Osman, bizim yanımızda iftar et» buyurdular.”

Osman (r.a) o sabah oruca niyet etti ve o gün şehîd edildi.[58]

֎

Hz. Osman (r.a) şehîd edileceği gün yirmi köle azat etti ve sonra da kendisine bir şalvar getirilmesini istedi, onu giyip ipini sıkıca bağladı. Hâlbuki daha önce ne câhiliye ne de İslâm döneminde şalvar giymemişti. Sonra da:

“–Bu gece Rasûlullah Efendimiz’i rüyâmda gördüm. Yanında Ebû Bekir’le Ömer de vardı. Bana «Sabret! Yarın orucunu bizim yanımızda açacaksın» buyurdular” dedi.

Sonra Mushaf’ının getirilmesini istedi. Önüne açıp okumaya başladı. Mushaf önündeyken şehîd edildi.[59]

Âsiler, hac mevsiminin sona ermesi dolayısıyla Mekke’den çok sayıda insanın Medine’ye geleceğini düşünerek ve eyaletlerden gönderilen askerî birliklerin yaklaştığının duyulması üzerine acele ettiler. Muhasaranın son gününde genç sahâbîlerin savunduğu evin kapısını yaktılar. Akşam saatlerinde bitişikteki evden içeriye giren birkaç Mısırlı, Kur’ân-ı Kerîm okuyan Hz. Osman’ı 18 Zilhicce 35’te şehîd ettiler (17 Haziran 656). Meşhur rivayetlere göre Hz. Osman o sırada seksen iki yaşındaydı. Bu arada âsîler ona kalkan olmak isteyen hanımı Nâile binti Ferâfisa’nın parmaklarını da kesmişlerdi. Peşinden evini ve beytülmâli de yağmalayan âsiler Hz. Osman’ın Bakīʻa defnedilmesine de mâni oldular. Bu sebeple halifenin cenazesini, hanımı Nâile’nin gayretleri neticesinde birkaç müslüman akşamla yatsı arası gizlice kaldırabildi. Cenazeye Hz. Osman’ın iki hanımının yanında üç-on yedi arasında erkeğin katıldığı ve onun Cennetü’l-Bakīʻ bitişiğindeki Haşşükevkeb denilen yere defnedildiği bildirilmektedir. Burası Muâviye zamanında mezarlığa dâhil edilmiştir.[60]

֎

Hz. Osman (r.a) şehîd edildiğinde hanımı âsîlere:

“–Siz onu şehîd ettiniz. Vallahi o geceyi tek rekâtta Kur’ân’ı hatmederek ihyâ ederdi” dedi.[61]

O, Kur’ân’ı baştan sonra okuyarak tek rekâtlık vitir namazı kılardı.[62]

Muhammed b. Sîrin (r.a) de şöyle der:

“Hz. Osman (r.a) geceyi ihyâ eder, tüm Kur’ân’ı bir rekâtta okurdu.”[63]

֎

Abdullah b. Selâm (r.a), Hz. Osman’ın şehâdeti esnâsında yanında bulunanlara:

“–Şehîd edilirken Hz. Osman’ın son sözleri ne oldu?” diye sordu. Onlar da şöyle cevap verdiler:

“–Biz onun kanlar içinde kıvranırken üç defâ:

اَللّٰهُمَّ اجْمَعْ أُمَّةَ مُحَمَّدٍ

«Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’i bir ve beraber kıl!” dediğini işittik.

Bu sözleri büyük bir hüzün ve esefle dinleyen Abdullah b. Selâm (r.a) şöyle dedi:

“–Nefsim kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki o hâldeyken Allah’a ümmet-i Muhammed’in bir araya gelememesi için dua etseydi kıyamete kadar bir daha toplanamazlardı.”[64]

Rivâyetlere topluca bakıldığında Hz. Osman (r.a) 12 senelik hilâfeti müddetince kendisine karşı isyân edilmesini ve öldürülmesini gerektirecek mühim bir hata işlememiştir. Nitekim o isyancıların tenkitlerini teker teker cevaplamış, bazı hareketlerinden dolayı da istiğfâr etmiştir. Hz. Osman hilmi, saf tabiatı, merhameti ve yumuşak idâreciliğinin yanı sıra, bedevîlerin aşırılıkları ve İbn Sebe gibi bazı tahrikçilerin faaliyetleri neticesinde büyüyen fitnenin kurbânı olmuştur.

Hz. Osman’ın şehîd edilmesiyle birlikte İslâm târihinde ardı arkası kesilmeyen pek çok hâdiseler, karışıklıklar, fitneler, savaşlar ve fırkalara ayrılmalar başlamıştır. Nitekim gerek Hz. Osman devrinde tahrikçi güçler tarafından ortaya atılan fikirleri, gerek mevcut siyâsî ve içtimâî durumu nazar-ı îtibâra alan birtakım ilim adamları, bazı fırkaların doğuşunu bu devirden başlatırlar.[65]

֎

Muhârik b. Sümâme, kız kardeşi Ümmü Külsûm’a:

“–Hz. Âişe’nin yanına git ve ona Osman b. Affân’ı sor! Zîrâ insanlar onun hakkında ileri geri çok konuşmaya başladılar” dedi.

Ümmü Külsûm Hz. Âişe’nin yanına gidip:

“–Evlâtlarından biri sana selâm ediyor ve Osman b. Affân hakkında ne düşündüğünü soruyor” dedi. Âişe (r.a) “Ve aleyhi’s-selâm ve rahmetullah” diye selâmı aldıktan sonra şöyle devam etti:

“–Şuna şahitlik ederim ki çok sıcak bir gece Osman bu evdeydi. O esnâda Cibrîl (a.s) Allah’ın Rasûlü’ne vahiy getirmişti. Rasûlullah (s.a.v) Osman’ın eline veya omzuna vurarak «Yaz Osman!» buyuruyorlardı. Allah teâlâ’nın, Peygamberi yanında bu derece yücelttiği bir zât şüphesiz O’nun katında kıymetli bir kişidir. Kim Osman’a hakaret eder ve onu kötülerse Allah’ın lâneti üzerine olsun!”[66]

֎

Hz. Ali (r.a), arkadaşlarıyla oturmuş Hz. Osman’ın hayâtından bazı şeyler naklediyor, onun insanlar arasındaki mevkiinden bahsediyordu. Sonra sözü onun şehâdetine getirdi ve:

“–Benim, sizin ve Osman’ın durumu neye benziyor biliyor musunuz?” diyerek şu misâli anlatmaya başladı:

Sık ağaçlı bir ormanda üç tane öküz vardı. Birisi siyah, diğeri beyaz, öbürü de kırmızı idi. Ormanda bir de aslan vardı, lâkin birlik ve beraberlik içinde oldukları ve yardımlaştıkları için onları yemeye gücü yetmiyordu. Siyah öküzle kırmızı öküze gelerek:

“–Bu ormanda bizi diğer hayvanlara farkettiren şu beyaz öküzdür. Çünkü onun rengi açık ve dikkat çekici. Onu yemem için bana bırakırsanız orman hem benim hem de sizin için daha emîn bir yer olur” dedi. İki öküz:

“–Öyleyse buyur o senindir” dediler. Aslan da beyaz öküzü bir güzel yedi. Çok geçmeden yine geldi. Kırmızı öküze:

“–Bu ormanda bizi diğer hayvanlara farkettiren şu siyah öküzdür. Çünkü onun rengi dikkat çekici, benimle senin rengin ise öyle değil. Onu yememe müsaade edersen orman bizim için daha emniyetli olur, orada birlikte yaşarız” dedi. O da:

“–Buyur ye!” dedi. Aslan siyah öküzü yedi.

Bir müddet sonra aslan kırmızı öküzün yanına gelip:

“–Seni yiyeceğim” dedi. O da:

“–Öyleyse bana müsaade et, üç defa nidâ edeyim” dedi. Aslan:

“–Tamam istediğini söyle” dedi. Kırmızı öküz yüksek bir sesle şöyle nidâ etti:

“–Dikkat edin, ben beyaz öküzün yendiği gün yendim! Dikkat edin, ben beyaz öküzün yendiği gün yendim! Dikkat edin, ben beyaz öküzün yendiği gün yendim!”[67]

16.1.3. Vasiyeti

Hz. Osman (r.a) şehîd edilmişti. Onun eşyaları arasında kilitli bir sandık bulundu. Açtıklarında içinden şu vasiyet çıktı:

“Bu Osman’ın vasiyetidir. Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla başlarım. Affan oğlu Osman şehâdet eder ki Allah’tan başka ilah yoktur, O tek ve ortaksızdır. Muhammed O’nun kulu ve Rasûlü’dür. Yine şehâdet eder ki Cennet ve Cehennem hak olup Allah teâlâ kabirlerdeki insanları diriltecektir. Allah vaʻdinden asla dönmez. İşte Osman bu îtikâd üzere yaşamış ve bununla da ölecektir. Allah’ın izniyle yine bu inanca sahip olarak diriltilecektir.”

Aynı kâğıdın arkasında şu mealde bir şiir yazılıydı:

“Nefis zenginliği ve tok gözlülük insanı zenginleştirir, onu pırıl pırıl yapar. İnsan bu hâlinden zarar görüp fakirlik çekmiş olsa da bu böyledir, değişmez. Sabır gösterilen her sıkıntılı devrin arkasından mutlaka bir genişlik ve ferahlık anı gelir. Zamanı kıyaslamasını bilmeyen, eziyet ve acıları tanıyamaz. Hiç kimse gelecek günlerin neler getireceğini bilemez.”[68]

16.2. Nâile binti Ferâfisa

Benî Kelb’den hıristiyan bir babanın kızı olup Hz. Osman’la halifeliğinin beşinci yılında (28/648-49) evlendi. Bu izdivâca Kûfe Valisi Saîd b. Âs veya Kelb kabilesine zekât toplamak için gönderilen Velîd b. Ukbe aracılık etmiştir. Medine’ye daha önce İslâm’a giren kardeşi Dabb tarafından götürüldü ve Hz. Osman’la evlenmesinin ardından Müslümanlığı kabul etti. Nikâh sırasında Hz. Osman kendisine 10.000 dirhem mehirle hizmetçi olarak Kirman esirlerinden bir karı koca verdi. Yedi yıl süren evliklerinde Ümmü Hâlid, Ervâ ve Ümmü Ebân adlarında üç kızları oldu.

Zeki ve olgun bir şahsiyete sahip olan Nâile aynı zamanda şâir idi. Hz. Osman’ın en sıkıntılı zamanında yanında olan Nâile eşinin içine düştüğü siyasî krizden kurtulması için büyük gayretler sarfetti. Hz. Osman’a Mervân’ı yanından uzaklaştırıp Hz. Ali’yi yardıma çağırmasını tavsiye etti. Âsîler saldırınca kendini Hz. Osman’ın önüne attı ve eliyle kılıç darbelerini durdurmaya çalışırken iki parmağını kaybetti. O gece Hz. Osman’ın naaşını onun bir iki dostuyla birlikte gizlice Cennetü’l-Bakīʻa defnetti.

Hz. Osman’ın şehâdetinin ardından Nâile’nin Suriye bölgesinde yaşayan Kelb kabilesine döndüğü anlaşılmaktadır. Bundan sonra kendisine yapılan evlilik tekliflerini geri çevirdi. Hayatının geri kalan kısmını kabilesi arasında sakin bir hayat sürerek geçirdi.[69]

16.3. Abdullah b. Osman (r.a)

Rasûlullah (s.a.v) kızı Rukıyye ile kocası Hz. Osman’a nübüvvetin beşinci senesi receb ayında Habeşistan’a hicret etmelerini tavsiye etmişti. Abdullah’ın bu yolculuk esnâsında doğduğu rivayet edilir. Hicretin 4. yılında (625-26) altı yaşında vefat ettiğine dâir rivayet esas alınırsa, onun Medîne’ye hicretten iki sene evvel dünyaya gelmiş olması gerekir.

İsmini bizzat Rasûlullah (s.a.v) koymuştur. Babasına da ona nisbetle Ebû Abdullah künyesi verilmiştir.

Abdullah (r.a) altı yaşında iken bir horoz onun gözünü gagaladı. Yüzü ve gözleri şişen yavrucak hastalandı. Rasûlullah (s.a.v) onu kucağına aldı ve gözyaşı döktü. Sonra da:

“–Allah teâlâ kullarından ancak merhametli olanlarına rahmet eder!” buyurdu.

Abdullah hicrî 4. senenin Cümâde’l-Ûlâ ayında vafât etti. Rasûlullah (s.a.v) cenâze namazını kıldırdı, Hz. Osman da kabrine inip onu ebedî istirâhatgâhına yerleştirdi. Mezar taşını Rasûlullah (s.a.v) dikti.[70]

16.4. Saîd b. Osmân (r.a)

Annesi Mahzûm kabilesinden Velîd b. Abdüşems’in kızı Fâtıma’dır. Medine’de yetişti. Mühim bir şahsiyetti. 56 (676) yılında Muâviye b. Ebû Süfyân’ın huzuruna çıkan Saîd ondan Horasan valiliğini istedi. Teklifi kabul edilince bölgeye gitti ve aynı yıl içinde Ceyhun nehrini geçerek Semerkant üzerine sefer düzenledi. Ordusunda daha sonra Horasan’da valilik yapan Mühelleb b. Ebû Sufre ile Rasûlullah’ın amcazadesi Kusem b. Abbâs (r.a) gibi önemli şahsiyetler de vardı. Pek çok fetihlerde bulundu. Buhara’dan sonra Semerkant’ı da alırken Kusem b. Abbâs (r.a) şehîd düştü. Kendisiyle birlikte Mühelleb b. Ebû Sufre ile Ahnef b. Kays da birer gözlerini kaybettiler. Bir yıl sonra valilik görevinden azledildi (57/677). Muâviye’nin vefâtına kadar Dımaşk’ta kalmayı tercih etti. Ardından Medine’ye geldi. 61 (680-81) yılı civarında vefat etti.

Saîd, Medineli tâbiînin ilk tabakasından sayılır. Babası Hz. Osman, Talha b. Ubeydullah ve diğer birkaç sahâbîden hadis rivayet etmiştir. İyi bir hatip ve aynı zamanda şair idi.[71]

16.5. Ebân b. Osmân (r.a)

Ebân’ın babası Hz. Osman (r.a) annesi Ümmü Amr binti Cündeb ed-Devsiyye’dir. 16 yaşlarındayken katıldığı Cemel Vak’ası’nda Hz. Âişe’nin saflarında yer aldı. Ordu bozulmaya başlayınca da bazı kişilerle birlikte hatp meydanını terk etti.

Hicrî 76 (695) senesinde Halife Abdülmelik b. Mervân onu Medîne-i Münevvere’ye vâli tâyin etti. Yedi sene süren vâliliği esnâsında beş defa hac emîrliği yaptı.

Vâlilik yaptığı yıllarda Medîne’ye Nevfel b. Müsâhik’i kâdî tâyin etti. Bununla birlikte kendisi de bu vazîfeyi zaman zaman yerine getirdi. 83’te (702) vâlilikten azledildi. Onun Mekke vâliliği yaptığı da söylenir.

Ebân (r.a) babası Hz. Osman’dan, Zeyd b. Sâbit’ten ve Üsâme b. Zeyd’den hadis rivayet etti. Ondan da oğlu Abdurrahman, 5. râşid halîfe Ömer b. Abdülazîz, İmâm Zührî, Amr b. Dînâr, Ebü’z-Zinâd gibi mühim şahsiyetler rivayette bulundu.

Yahyâ el-Kattân (r.a) Ebân’ı Medîne-i Münevvere’de önde gelen on fakîhten biri olarak zikreder. Amr b. Şuayb da hadîsi ve fıkhı Eban’dan daha iyi bilen birini görmediğini söylemiştir. Fıkıh ilminde ilerlemesinde babasından öğrendiği kazâî hükümlerin mühim bir katkısı vardır.

Ebân (r.a) Siyer ve Megāzî ilimlerinin öncüsüdür. Onun bu konudaki hadîsleri ihtiva eden Kitâbü’l-Meğāzî isimli bir eserinden bahsedilir. 105 yılında (723) Medine’de vefat etmiştir.[72]

Ebân’ın babası Hz. Osman’dan rivayet ettiğine göre Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Kim akşamleyin üç defa:

بِسْمِ اللّٰهِ الَّذِي لَا يَضُرُّ مَعَ اسْمِهِ شَيْءٌ في الْأَرْضِ وَلَا فِي السَّمَاءِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

«Bismillahillezî lâ yedurru mea’smihî şey’ün fi’l-ardı velâ fi’s-semâ’ ve hüve’s-semîu’l-alîm: İsmini zikredince yerde ve gökte hiçbir şeyin zarar veremeyeceği Allah teâlâ’nın isminden yardım taleb eder, onunla korunurum. O her şeyi işitir ve bilir» derse, sabaha kadar ona ânî bir belâ isâbet etmez. Kim de bunu sabah üç kere okursa, akşama kadar ona ânî bir belâ isâbet etmez.”

Bir gün Ebân felç oldu. Bu hadîsi ondan işiten biri yüzüne bakmaya başladı. Bunu farkeden Ebân:

“–Niçin bana öyle bakıyorsun? Allah’a yemin ederim ki ben Osman adına yalan uydurmadım. Osman da Nebiyy-i Ekrem Efendimiz adına ya­lan uydurmadı. Fakat felç olduğum gün bir şeye öfkelenmiştim de o duayı okumayı unutmuştum” dedi.[73]


[1] Nesebi şöyledir: Osman İbn Affân İbn Ebi’l-As b. Ümeyye b. Abdi Şems b. Abdi Menaf b. Kusayy b. Kilâb b. Mürre b. Kâ’b b. Lüey b. Ğâlib el-Kureşî el-Emevî.

[2] Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, 150.

[3] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/55-56; İbnü’l-Esîr, Üsdül-ğâbe, 3/585.

[4] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/56.

[5] İsmail Yiğit, “Osman”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/osman (20.04.2023).

[6] İbnül-Esîr, Üsdül-ğâbe, 3/586; Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, 148; Aynur Uraler, “Rukıyye”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/rukiyye (20.04.2023).

[7] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 8/37; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/335.

[8] Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, 148.

[9] Belâzürî, Ensâbu’l-eşrâf, 1/401-402; Hâkim, el-Müstedrek, 4/49.

[10] Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, 153.

[11] Hâkim, el-Müstedrek, 4/48.

[12] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/380; Buhârî, “Cenâiz”, 9; Müslim, “Cenâiz”, 36-39, 41-43.

[13] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/254.

[14] Buhârî, “Libâs”, 30; Ebû Dâvûd, “Libâs”, 11; Nesâî, “Zînet”, 84.

[15] Belâzürî, Ensâbu’l-eşrâf, 1/401; Aynur Uraler, “Ümmü Külsûm”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/ummu-kulsum (20.04.2023).

[16] Bkz. İsmail Yiğit, “Osman”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/osman (20.04.2023).

[17] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/71; 6/155.

[18] Bkz. Buhârî, Cezâu’s-Sayd, 26.

[19] Hâkim, el-Müstedrek, 3/114, no: 4567.

[20] İbn Hacer, el-İsâbe, 4/223.

[21] Muvatta’, Salât, 35.

[22] Bkz. İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 8/36-37; Beyhakî, Delâil, 2/338-339; Heysemî, Mecmaʻu’z-zevâid, 6/14.

[23] Sallâbî, Teysîru’l-Kerîmi’l-Mennân fî sîreti Osman İbn Affân, 19.

[24] Bkz. Heysemî, Mecmaʻu’z-zevâid, 9/80; Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, 150.

[25] Heysemî, Mecmaʻu’z-zevâid, 9/81.

[26] Zirâʻ: 0.616 m’lik bir uzunluk ölçü birimi.

[27] Müdd: 0.688 lt’lik bir hacim ölçü birimi.

[28] Bkz. İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 1/504; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/70, 75; Buhârî, Müsâkât, 1; Tirmizî, Menâkıb, 18/3703; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, 6/168; Begavî, Mesâbihu’s-sünne, 2/198; İbn Abdilberr, İstîʻâb, 3/1039-1040; Muhibbu’t-Taberî, er-Rıyâdu’n-nadire, 2/122-123; Semhûdî, Vefâu’l-vefâ, 3/968-971; İbn Kesîr, Tefsîr, 8/422; Suyûtî, Lübâbu’n-Nukûl, 256.

[29] Bkz. İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 8/82-83; Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, 1/423.

[30] Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, 7/73; Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, 149.

[31] Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, 149.

[32] en-Nûr 24/26. Şâh Veliyyullah ed-Dehlevî, İzâletü’l-hafâ an hilâfeti’l-hulefâ, thk. Takıyyüddîn en-Nedvî (Dımeşk: Dâru’l-Kalem, 1434), 2/562.

[33] Bkz. Vâkıdî, el-Meğāzî, 2/793; Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, 5/10; İbn Kesîr, el-Bidâye, 4/282; Halebî, İnsânu’l-uyûn, 3/7; Zürkânî, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, 2/293.

[34] Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 36. Krş. Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 7.

[35] Ahmed, ez-Zühd, 126; Heysemî, Mecmaʻu’z-zevâid, 9/82.

[36] İbn Kesîr, el-Bidâye, 7/213; Muhammed Sıddîk el-Minşâvî, 100 Kıssatin ve kıssatin min hayâti Osman ibn-i Affân, Mısır ts., 41.

[37] Bkz. Muvatta’, Salatü’l-Cemaa, 7; Müslim, Mesâcid, 260; Tirmizî, Salât, 165; Ebû Dâvûd, Salât, 47.

[38] Beyhakî, Şuabu’l-îmân, 3/251; Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, 6/612, no: 17098.

[39] Buhârî, Fedâilu’l-Kur’ân 2, 3; Menâkıb 3; Tirmizî, Tefsir, 9/3103.

[40] İbn Şebbe, Târîhu’l-Medîne, Cidde, ts., 7; İbn Kuteybe, Tevîlü müşkili’l-Kur’ân, Beyrut, ts., 51.

[41] Bkz. Buhârî, Nikâh, 2; Müslim, Nikâh, 1; Ebû Dâvûd, Nikâh, 1/2046.

[42] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/67.

[43] Ebû Nuaym, Hilye, 1/60. Krş. Ahmed, ez-Zühd, 127.

[44] Ebû Nuaym, Hilye, 1/60; Kandehlevî, Hayâtu’s-sahâbe, 3/117.

[45] Ahmed, ez-Zühd, 127.

[46] Muhibbu’t-Taberî, er-Riyâdu’n-nadire, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, 3/45; Kandehlevî, Hayâtu’s-sahâbe, 2/154; Ramazanoğlu, Hz. Osman, 141.

[47] Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, 164. Krş. Ahmed, ez-Zühd, 127.

[48] İbn Hacer, el-İsabe, 2/463. Krş. Ahmed, ez-Zühd, 126; Muhibbu’t-Taberî, er-Riyâdu’n-nadire, 3/46.

[49] Ahmed, ez-Zühd, 129.

[50] Beyhakî, Şuabu’l-îmân, 10/488, no: 7848; Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, 3/702, no: 8510.

[51] Ebû Nuaym, Hilye, 1/60; Ahmed, ez-Zühd, 129.

[52] Ramazanoğlu M. Sâmi, Hz. Osman Zinnûreyn, 133.

[53] Bkz. Ebû Dâvûd, Diyât, 3/4502. Krş. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/163

[54] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/71; Kandehlevî, Hayâtu’s-sahâbe, 2/428-429.

[55] Hâkim, el-Müstedrek, 3/114, no: 4567.

[56] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/75; Hâkim, el-Müstedrek, 3/106, no: 4542; Heysemî, Mecmaʻu’z-zevâid, 7/232.

[57] Heysemî, Mecmaʻu’z-zevâid, 9/94. Krş. Ahmed, ez-Zühd, 127; Ebû Nuaym, Hilye, 1/57.

[58] Hâkim, el-Müstedrek, 3/110, no: 4554; Heysemî, Mecmaʻu’z-zevâid, 7/232.

[59] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/72; İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/74; Heysemî, Mecmaʻu’z-zevâid, 9/97.

[60] Bkz. İsmail Yiğit, “Osman”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/osman (20.04.2023).

[61] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/76.

[62] Tirmizî, Kırâât, 11/2946.

[63] Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, 13/31-32, no: 36170.

[64] İbn Asâkîr, Târîhu Dımeşk, 39/402; İbn Ebi’d-Dünyâ, Muhtadarîn, 58; Minşâvî, 75.

[65] Bkz. Sabri Hizmetli, “Tarihi Rivâyetlere Göre Hz. Osman’ın Öldürülmesi”, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Ankara 1985, c. 27, 175-176.

[66] Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 828; İbn Hacer, el-İsâbe, 2/458, no: 5463.

[67] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 7/562, no: 37933; İbn Kesîr, el-Bidâye, 7/183; Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, no: 36308

[68] İbn Kesîr, el-Bidâye, 7/184. Krş. Muhibbu’t-Taberî, er-Riyadu’n-nadire, 2/133; Kandehlevî, Hayâtu’s-sahâbe, 2/172.

[69] Bkz. Rıza Savaş, “Nâile binti Ferâfisa”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/nâile-bint-ferafisa (20.04.2023).

[70] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/53-54, 8/36; Belazurî, Ensâb, 1/401. Bkz. Mücteba Uğur, “Abdullah b. Osman b. Affân”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/abdullah-b-osman-b-affan (20.04.2023).

[71] Hasan Kurt, “Saîd b. Osman b. Affân”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/said-b-osman-b-affan (20.04.2023).

[72] Bkz. Salahattin Polat, “Ebân b. Osman b. Affân”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/eban-b-osman-b-affan (20.04.2023).

[73] Ebû Dâvûd Edeb 101/5088; Tirmizî, Deavât 13.