Peygamber Efendimiz’in Hz. Hatice validemizle yaklaşık 25 yıl süren evlilik hayatı gerek yaşadığı asra, gerek daha sonraki asırlara model olacak “örnek bir âile düzeni” sunmaktadır. İnsanlara huzurlu bir âilenin nasıl olması gerektiğinin en güzel örneklerini sergileyen o mübarek meskene “hane-i saadet” denilmiştir.[1] Bu öyle güzel bir örnekliktir ki nikâh dualarında devamlı “Allâh’ım, bunların arasını, Hz. Muhammed (s.a.v) ile Hatîcetü’l-Kübrâ’nın arasını ülfet ettirdiğin gibi ülfet ettir” şeklinde anılmaktadır.
Hz. Hatice’nin babası Huveylid, annesi Fâtıma binti Zâide b. Cündeb el-Amiriyye’dir. Soyu dedelerinden Kusay’da Rasûlullah (s.a.v)’in soyuyla birleşir. Daha önce Ebû Hâle Hind b. Zürâre et-Temîmî ile evli idi. Bu evliliğinden Hind isimli oğlu dünyaya geldi. Hind, Rasûlullah Efendimiz’in şemail rivayetiyle tanınır. Ebû Hâle vefât edince Hatice Validemiz Atîk b. Âbid el-Mahzûmî ile evlendi ve ondan da yine Hind (Ümmü Muhammed) isminde bir kızı oldu.
Hz. Hatice şeref ve mal sahibi başarılı bir tâcire idi. Güvendiği kimselerle anlaşarak onları ücret mukabili kervanlarının başında muhtelif bölgelere gönderirdi.[2] İkinci kocasının vefatından sonra soyu, şerefi, güzelliği ve zenginliği sebebiyle pek çok ileri gelen Mekkeli onunla evlenmek istemiş ama o bu tekliflerin hiçbirini kabul etmemişti. Muhammedü’l-Emîn’in dürüstlüğünü, sıdkını ve emânetini duyduğunda ona hayran olmuş, kendisiyle anlaşarak ticaret kervanını ona teslim etmek istemişti. Bu sırada söylediği şu güzel söz bir hürmet tezahürüdür:
إِنَّهُ دَعَانِي إِلَى الْبَعْثِ إِلَيْكَ مَا بَلَغَنِي مِنْ صِدْقِ حَدِيثِكَ وَعِظَمِ أَمَانَتِكَ وَكَرَمِ أَخْلَاقِكَ
“Sana haber göndermemin sebebi senin doğru sözlü oluşun, güvenilirliğinin çok yüksek oluşu ve ahlâkının güzelliğiyle ilgili bana ulaşan bilgilerdir.”[3]
Peygamber Efendimiz Hz. Hatice’nin teklifini kabul etti. Malları Şam tarafına götürecek, bunun karşılığında normalin iki katı ücret alacaktı. Hz. Hatice bu anlaşmayı takip etmesi için Rasûlullah Efendimiz’in yanına kölesi Meysere’yi yardımcı olarak verdi.
Busrâ çarşısında Muhammed (s.a.v) ile mal sattığı bir Yahudi arasında anlaşmazlık çıktı. Bu esnâda Yahudi Peygamber Efendimiz’den Lât ve Uzzâ adına yemin etmesini istedi. Muhammedü’l-Emîn:
“–Ben şimdiye kadar onlar adına hiç yemin etmedim. Onların yanından geçerken de yüzümü çevirerek geçerim” buyurdu. Yahudi:
“–Haklısın, çok yerinde bir söz söyledin” dedikten sonra Hz. Hatice’nin yardımcısı Meysere’ye yaklaşıp:
“–Vallahi bu zât kitaplarımızda husûsiyetleri açıkça haber verilen Peygamber’dir” dedi.[4]
4.1. Evlilik Teklifi
Gerek bu haber gerekse seferin çok bereketli geçmesi, kesin kararlı, şerefli ve akıllı bir kadın olan (حَازِمَةٌ شَرِيفَةٌ لَبِيبَةٌ)[5] Hz. Hatice’nin mühim bir karar almasına sebep oldu. Bundan sonrasını Hz. Hâtîce’nin arkadaşı Nefîse bint-i Münye şöyle anlatıyor:
“Hatîce bint-i Huveylid becerikli, gayretli, sağlam karakterli ve şerefli bir hanım idi. Kavminin erkekleri onunla evlenmek için can atarlardı. Lâkin Hz. Hâtîce, Muhammedü’l-Emîn’in karakter ve şahsiyetine hayrandı. Muhammed (a.s) Şam ticâretinden döndükten sonra Hatîce, kendisiyle evlenmek isteyip istemeyeceğini anlamak maksadıyla beni ona gönderdi:
‘−Ey Muhammed! Sen niçin evlenmiyorsun?’ diye sordum.
‘−Maddî imkânım yokken nasıl evlenebilirim?’ dedi.
‘−Eğer imkânın olsa mal, şeref ve güzellik sâhibi bir kimse ile evlenir misin?’ diye sordum.
‘−Kim bu hanım?’ dedi.
‘−Hatîce!’ dedim.
‘−Sence bu mümkün mü?’ dedi.
‘−Orasını bana bırak!’ dedim.
‘−O hâlde, ben de senin dediğini yaparım!’ dedi.
Hemen gidip durumu Hatîce’ye bildirdim.”[6]
Hz. Hatîce, Nefîse Hâtun’un müjdesi üzerine Peygamber Efendimiz’e haber gönderip:
يَا ابْنَ عَمِّ إِنِّي قَدْ رَغِبْتُ فِيكَ لِقَرَابَتِكَ مِنِّي وَشَرَفِكَ فِي قَوْمِكَ وَسِطَتِكَ فِيهِمْ وَأَمَانَتِكَ عِنْدَهُمْ وَحُسْنِ خُلُقِكَ وَصِدْقِ حَدِيثِكَ
“Ey amcamın oğlu, akrabam olman, kavmin içindeki şerefin, nesebinin yüceliği ve güvenilirliğin, bir de ahlâkının güzelliği ve sözünün doğruluğu sebebiyle seninle evlenmeyi arzu ediyorum” diyerek evlilik teklif etti. Hz. Hatice o esnada Kureyş kadınlarının en güzeli, nesebi en üstün, şerefi en yüksek ve malı en çok olanı idi. Güçleri yetse kavminin bütün şerefli erkekleri onunla evlenmeyi çok isterlerdi.[7]
Âlemlerin Efendisi Hz. Hatice’den gelen evlilik teklifi üzerine durumu amcası Ebû Tâlib’e haber verdi. Ebû Tâlib, Hz. Hatîce’yi babası Huveylid b. Esed’den istedi. O da kızını Efendimiz (s.a.v) ile evlendirdi. Fahr-i Kâinât Efendimiz (s.a.v), Hz. Hatîce’ye mehir olarak 20 genç deve[8] ve 12 buçuk ûkıyye verdi.[9]
Âlemlere Rahmet Efendimiz (s.a.v), evlendiklerinde 25 yaşlarında bulunuyorlardı. Tâlihli ve asîl kadın Hz. Hatîce (r.a) ise, İbn İshâk’ın zayıf bir rivayetine göre 28,[10] Vâkıdî’nin rivayetine göre 40 yaşında[11] idi. Hz. Hatîce vâlidemiz, malı ve canı ile Peygamber Efendimiz’e yeni bir güç kaynağı oldu.[12]
4.2. Evlatları
Hatice vâlidemizin Ebû Hâle’den iki erkek, Atîk (Uteyyık)’ten ise bir kız evlâdı vardı. Ebû Hâle’nin çocuklarının ismi Hâle ve Hind; Atîk’in kızının ismi de yine Hind’dir.[13] Bu isim Araplar arasında çok yaygın olup hem erkeklere hem de kadınlara verildiği görülmektedir. Rasûlullah (s.a.v) bu üvey evlatlarıyla yakından ilgilenmiş, onları en güzel şekilde terbiye edip yetiştirmiştir.[14] Nitekim Hind b. Ebî Hâle daha sonra Efendimiz’in hilye ve şemâilini anlatarak ümmet-i Muhammed’e pek büyük ve şerefli bir hizmet yapmıştır. Üvey babasını o kadar çok severdi ki şemâilini anlatırken çok duygulanır ve heyecanlanırdı. Şöyle derdi:
أَنَا أَكْرَمُ النَّاسِ أبًا وَأُمًّا وَأَخًا وَأُخْتًا، أَبِي رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَأُمِّي خَدِيجَةُ وَأُخْتِي فَاطِمَةُ وَأَخِي الْقَاسِمُ
“Ben baba, anne, erkek ve kız kardeş olarak insanların en değerlisiyim. Babam Rasûlullah (s.a.v), annem Hatice, kız kardeşim Fâtıma, erkek kardeşim Kāsım.”[15]
Hz. Hatice’nin Peygamber Efendimiz’den Fâtıma, Ümmü Külsûm, Zeyneb ve Rûkiyye adında dört kızı, Kâsım ve Abdullah adında da iki oğlu dünyaya geldi. Kelbî’nin rivâyetine göre önce Zeynep, sonra Kâsım, sonra Ümmü Külsûm, daha sonra Fâtıma, ondan sonra Rûkiyye ve en sonunda Abdullah dünyaya geldi. Ali b. Aziz el-Cürcânî de Kâsım’in Zeynep’ten daha önce doğduğunu nakletmiştir.[16] Kāsım doğunca Hz. Hatîce Ümmü’l-Kāsım diye anılmaya başladı.
Şerefli bir âileye mensup olan Hz. Hatîce validemize, yüksek ahlâkı sebebiyle İslâm’dan önce Afîfe ve Tâhire, ticaretle uğraşmasından dolayı Tâcire, saygınlığından dolayı Seyyidetü Nisâi Kureyş denirdi. İslâm’dan sonra da Hatîcetü’l-Kübrâ denilmiştir.[17] Ayrıca o Zekiyye, Mardıyye, Sıddîka ve Hayrü’n-Nisâ gibi birçok üstün sıfatlarla anılmıştır.
Abdullah b. Mesʻûd (r.a), Peygamber Efendimiz’i ilk defa Hz. Hatîce ve Hz. Ali ile birlikte Kâbe’yi tavâf ederken gördüğünü ve bu esnâda Hz. Hatîce’nin güzelliklerini örtmüş olduğunu (قَدْ سَتَرَتْ مَحَاسِنَهَا) yani tesettüre çok dikkat ettiğinisöylemektedir.[18]
Fahr-i Kâinât Efendimiz (s.a.v) hicret edinceye kadar Hz. Hatîce’nin evinde oturmuşlar, hicret ettiklerinde ise o eve Akîl b. Ebî Tâlib el koymuştur.[19]
4.3. İyilik ve Hayır Üzere Bir Hayat
Peygamber Efendimiz ile Hz. Hatice’nin İslâm’dan önce de iyilik ve hayır üzere bir hayatları vardı. Akrabalarını görüp gözetir, muhtaçlara yardım eder, fakir fukarayı kollarlardı. Misafirlerine ikram eder, emanetlere riayet ederlerdi. Bütün bunları Hz. Hatîce’nin Cebrâil’i ilk gördüğünde korkan ve kendisine bir zarar geleceğinden endişelenen Allâh Rasûlü’nü tesellî ederken söylediği şu sözlerde görüyoruz:
“Asla korkma! Vallâhi Allah teâlâ seni hiçbir zaman utandırmaz. Zîrâ sen sıla-i rahimde bulunursun, doğru söylersin, işini görmekten âciz olanların yükünü taşırsın, fakire ihsanda bulunur, hiç kimsenin veremeyeceği kadar verirsin. Misâfire ikrâm edersin. Hak yolunda zuhûr eden hâdiseler karşısında (insanlara) yardım edersin! Emânete riâyet edersin. Senin ahlâkın pek güzeldir.”[20]
Gerçekten bunlar ne güzel ahlâk esaslarıydı ve onların hayatının temel umdeleriydi. Bütün müslüman âilelerin bu prensipleri hayatlarına yerleştirmesi ne güzel olur.
Hakîm bin Hizâm, halası Hazret-i Hatîce’ye çocuk yaşta bir köle hediye etti, ismi Zeyd bin Hârise idi. Hatîce (r.a) onu Peygamberimiz’e bağışladı, Efendimiz de Zeyd’i hemen âzâd edip evlatlık edindi.[21]
Allâh Rasûlü (s.a.v) dünyâyı şereflendirdiğinde, Ebû Leheb’in câriyesi Süveybe Hâtun, oğlu Mesrûh ile birlikte Peygamber Efendimiz’i de bir müddet emzirmişti. Bir vefâ timsâli olan Rasûlullâh (s.a.v) Mekke’deyken onu hep ziyaret eder kendisiyle ilgilenirdi. Hatîce vâlidemiz de ona hep iyilik ve ikramda bulunurlardı. Hatta onu hürriyetine kavuşturmak üzere satın almak istemiş ancak Ebû Leheb kabul etmemişti. Allah Rasûlü’nün Medîne’ye hicretinden sonra Ebû Leheb Süveybe Hatun’u âzâd etti. Efendimiz (s.a.v) devamlı onu sorar ve Medîne’den kendisine para ve elbise gönderirdi. Hicrî 7. senede Hayber dönüşü vefat haberi gelinceye kadar bu iyiliklerine devam etti. Vefatını işitince:
“–Oğlu Mesrûh ne yaptı?” diye sordu.
“–O, annesinden önce vefât etti” dediler.
“–Yakınlarından kim kaldı?” buyurdular.
“–Kimse kalmadı” dediler.[22]
Hz. Hatice evlilikleri boyunca Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e her zaman sadık kalmış ve onun güvenini asla sarsmamıştır.
Peygamber Efendimiz’in ikinci sütannesi Halîme Hâtun ara sıra peygamberimizi ziyârete gelirdi. Hz. Hatice (r.a) ona her zaman gereken saygıyı gösterirdi.
Halîme Hâtun bir gün Efendimiz’i görme arzusuyla kabilesinden çıkıp Mekke-i Mükerreme’ye gelmişti. Rasûlullah (s.a.v) o zaman Hz. Hatîce’yle evliydi. Bu örnek âile Halîme Hâtun’u evlerinde misâfir edip güzelce ağırladılar. Hz. Halîme, yurtlarını kasıp kavuran kıtlıktan ve kuraklık bahsedip hayvanlarının telef olduğunu söyledi. Rasûlullah (s.a.v) Hatîce vâlidemize durumu açınca Hz. Hatîce muhterem eşinin sütannesine kırk koyun ve üzerine binip yüklerini taşıyabilecekleri bir deve verdi.[23]
Kureyş şiddetli bir kıtlığa mâruz kalmıştı. Efendimiz’in çok sevdiği amcası Ebû Tâlib’in de maddî durumu zayıftı. Buna mukâbil bir de âilesi kalabalıktı. Bundan dolayı sıkıntı çekiyordu. Rasûlullah (s.a.v) Benî Hâşim’in en zengini olan diğer amcası Abbâs’a gidip:
“–Amcacığım! Biliyorsun ki kardeşin Ebû Tâlib’in âilesi çok kalabalık. İnsanlar da gördüğün gibi kıtlık ve açlığa mâruz kaldılar. Haydi, Ebû Tâlib’in yanına gidelim de yükünü biraz hafifletelim. Oğullarından birini ben evime alayım, birini de sen al, onlara bakalım!” dedi.
Abbâs (r.a) bu âlicenap teklifi kabûl etti ve berâberce Ebû Tâlib’in yanına vardılar:
“–İnsanların içinde bulunduğu şu sıkıntı geçinceye kadar âilenden bazılarını alarak yükünü biraz hafifletmek istiyoruz” dediler. O:
“−Akîl’i bana bırakırsanız sonra dilediğinizi yapın!” dedi.
Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v) Hz. Ali’yi, amcası Abbâs da Câfer’i aldı. Allah Rasûlü’ne peygamberlik lutfedilinceye kadar Hz. Ali, onun yanında yetişti. Sonra ona tabi oldu ve iman etti. Câfer de müslüman olup ihtiyacı kalmayıncaya kadar Abbas’ın yanında kaldı.[24]
Bu bir âilenin yapabileceği en büyük fedâkârlıklardan biridir.
Peygamber Efendimiz ile Hz. Hatîce’nin bu nezih, insâniyet-peyver ve yardımsever hayatları, kendilerini bütün akraba, tanıdık ve Mekke halkına sevdirmişti. Şüphesiz ki bu güzel insanlar Allah tarafından çok mühim ve bir o kadar da zor olan bir vazîfeye hazırlanıyorlardı.
Peygamberlik gelmeden önce Hz. Muhammed’in şehirden uzakta, özellikle Hira’da tefekkür yoluyla ibadet ettiği günlerde Hatice onunla hep meşgul olmuş, eve dönmesi geciktiği zaman hizmetkârları vasıtasıyla ona ulaşmıştır.[25] Nübüvvetten sonra da Hz. Hatice Hz. Muhammed’in peygamberliğine inanarak ilk müslümanlardan biri oldu ve ona büyük destek verdi, zor zamanlarında dâima yanında yer aldı.
4.4. İlk Namaz
Namaz farz kılınınca Cibrîl (a.s) Ecyâd’da Peygamber Efendimiz’e geldi. Onun için bir yaygı yaydı, vadinin bir kenarına topuğuyla vurdu, oradan tertemiz bir pınar fışkırdı. Cibrîl (a.s) abdest aldı, Allah Rasûlü (s.a.v) ona bakıyordu. Sonra kalkıp Kaʻbe’ye doğru iki rekât namaz kıldı.[26]
Rasûlullah (s.a.v) döndü. Allah gözünü aydın etmiş ve rûhunu ferahlatmıştı, çünkü çok istediği emir Rabbinden gelmişti. Hemen Hz. Hatice’nin elinden tutup pınarın yanına getirdi. Cibrîl’in abdest aldığı gibi abdest aldı ve Hatîce (r.a) ile birlikte ikişer rekât namaz kıldılar. Bundan sonra Efendimiz (s.a.v) ile Hz. Hatîce bir müddet namazlarını gizlice kılmaya devam ettiler.[27]
Afîf el-Kindî şöyle anlatır:
Tâcir bir zât idim, hacca geldim ve bazı şeyler almak için Abbâs b. Abdülmuttalib’in yanına vardım. O da ticaretle meşgul olan biriydi. Ben Mina’da onun yanında iken yanımızdaki çadırdan bir adam çıktı, güneşe baktı, tepe noktadan batıya doğru meylettiğini görünce (Kaʻbe’ye doğru dönüp) namaza durdu. Sonra onun çıktığı çadırdan bir kadın çıktı ve arkasına durarak namaza başladı. Sonra aynı çadırdan büluğa yaklaşmış bir çocuk çıktı ve onunla birlikte namaza durdu. Ben Abbâs’a:
“–Bu kimdir ey Abbâs?” dedim.
“–Bu Muhammed b. Abdullah b. Abdülmuttalib, kardeşimin oğlu” dedi.
“–Bu kadın kim?” dedim.
“–O hanımı Hatîce binti Huveylid” dedi.
“–Peki bu genç kim?” diye sordum.
“–O Ali b. Ebî Tâlib, amcasının oğlu” dedi.
“–Bu yaptığı şey ne?” dedim.
“–Namaz kılıyor. O kendisinin peygamber olduğunu iddia ediyor. Ona bu konuda hanımı ve amcasının oğlu olan şu gençten başka kimse tâbî olmadı. Kisrâ ve Kayser’in hazinelerinin kendisine açılacağını söylüyor” dedi.
Eşʻas b. Kays’ın amcasının oğlu olan Afîf (r.a) daha sonra İslâm’a girdi ve güzel bir müslüman oldu. Hep şöyle hayıflanırdı:
“–Allah o gün beni İslâm ile rızıklandırsaydı Ali b. Ebî Tâlib (r.a) ile birlikte üçüncü müslüman olurdum!”[28]
Bu rivâyet Hz. Hatîce’nin ilk müslüman olduğunu gösterir.
4.5. En Büyük Destek
Rasûlullah (s.a.v), hür köle herkes tarafından yalanlanıp eziyetlere mâruz kalarak üzüntü içinde evine döndüğünde, Cenâb-ı Hak onu Hz. Hatice’nin basiretli sözleriyle tesellî ediyor, sebâtını sağlıyor ve insanların bu zor ve çetin durumlarını ona kolaylaştırıyordu.[29] Hatice vâlidemiz İslâm’a sadakatle bağlıydı, Rasûlullah (s.a.v) o zor günlerde onunla sükûnet bulurdu.[30]
Hz. Hatice, Rasûlullah (s.a.v) için İslâm dâvasında sâdık bir müşâvir, iyi bir dert ortağı ve sükûnet kaynağı idi. Canını, malını ve bütün varlığını Allah Rasûlü (s.a.v)’e adamıştı. İslâm’ın ilk yıllarında Allâh’ın dînine en kuvvetli desteği madden ve mânen Hz. Hatîce sağladı. Bundan dolayı Rasûlullah (s.a.v) onu aslâ unutmadı, her dâim hatırladı ve hayırla yâd etti.
Allâh Rasûlü (s.a.v):
“(Zamanının) en hayırlı kadını Meryem bint-i İmrân’dır. (Bu zamanın) en hayırlı kadını ise Hatîce bint-i Huveylid’dir.” buyurmuşlardır.[31]
Hatice vâlidemizin fedakârlık ve hizmetlerine Cebrâil (a.s) da hayran kalmıştı. O bir gün Rasûl-i Ekrem Efendimiz ile konuşuyordu. O esnâda Hz. Hatice’nin bir kap yemekle yanlarına geldiğini haber verdi ve şöyle dedi:
“–Hatice yanına geldiğinde ona Rabbinden ve benden selâm söyle! Ona, Cennet’te inciden yapılmış bir sarayı müjdele, orada ne gürültü vardır ne de yorgunluk.”[32]
Hz. Hatice bu ilahî selâma şöyle mukabele etmiştir:
“O (şanı yüce Allah teâlâ) Selâm’ın kendisidir, selâm O’ndandır, Cebrâil’e de selam olsun, Ey Allah’ın Rasûlü, senin üzerine de Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi olsun!”[33]
Âlimler bu cevaba bakarak Hz. Hatice’nin ne kadar derin bir anlayış sahip olduğunu anlamışlardır. Zira Allah’tan gelen selâma mukabele ederken “Selam Allah’a olsun” dememiş, büyük bir firasetle “Allah selâmın kendisidir” demiştir.
4.6. Vefâ Âbidesi
Rasûlullah (s.a.v) vefatından sonra Hatîce validemize olan muhabbetini ve vefâsını her dâim göstermiştir. Şu hadise bunun en güzel örneklerinden biridir: Kızı Zeyneb, Bedir’de esir alınan kocası Ebü’l-Âs’a fidye olarak annesi Hz. Hatice’nin kendisine hediye ettiği gerdanlığı göndermişti. Rasûlullah (s.a.v) gerdanlığı görünce tanıdı ve çok duygulandı. Hz. Hatice’yi hatırlayıp ona karşı merhamet hisleriyle doldu. Sahabeye: “Şayet Zeyneb’in esîrini serbest bırakıp gerdanlığını da kendisine geri göndermeyi uygun görürseniz bunu yapın!” buyurdu. Ashâb-ı Kirâm, Efendimiz’in arzusunu severek ve derhâl yerine getirdiler. Rasûlullah (s.a.v) de ondan kızı Zeyneb’i Medîne’ye gelmek üzere serbest bırakma sözü aldı. Ebü’l-Âs söz verdi ve sözünü yerine getirdi.[34]
Bir gün Hz. Hatice’nin kızkardeşi Hâle bint-i Huveylid (r.a) Rasûlullah’ın huzuruna girmek için izin istemişti. Rasûl-i Ekrem Hatice’nin izin isteyişini hatırladı ve birden heyecanlanıp sevinerek:
“–Allahım, bu Hâle!” dedi.
Bu manzarayı gören Hz. Âişe dayanamayarak:
“–İhtiyarlıktan ağzının dişleri dökülmüş ve bir zamanlar ölüp gitmiş Kureyşli bir kocakarının nesini anıp duruyorsun? Allah sana onun yerine daha hayırlısını verdi” dedi.[35]
Hz. Âişe (r.a) anlatıyor:
Nebî (s.a.v) benim yanımdayken yaşlı bir kadın geldi. Rasûlullah (s.a.v) ona:
“–Kimsiniz?” buyurdu.
“–Ben Cessâme el-Müzeniyye’yim” dedi.
Allah Rasûlü (s.a.v):
“–Hayır, bilâkis sen Hassâne el-Müzeniyye’sin” buyurdu ve:
“–Biz görmeyeli nasılsınız, durumunuz nasıl, şimdiye kadar ne yaptınız ne ettiniz?” diye sordu. O da:
“–Anam babam size fedâ olsun, iyiyiz elhamdülillah yâ Rasûlallâh!” dedi.
Kadın çıkıp gidince:
“–Yâ Rasûlallâh! Bu yaşlı kadına ne kadar da iltifat ve îtibâr ediyorsunuz?!” dedim.
Allah Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurdu:
“–O kadın, Hatîce hayattayken bize gelip giderdi. Vefâkârlık ise îmandandır.”[36]
Rasûlullah (s.a.v) bir koyun kesse onu parçalar ve Hz. Hatice’nin arkadaşlarına gönderirdi.
Bir şey getirdiğinde veya kendisine bir şey getirildiğinde:
“–Bunu falan kadının evine götürün, zira o Hatîce’nin arkadaşıydı”,
“–Bunu falan kadının evine götürün, zira o Hatîce’yi severdi”.[37]
إِنِّي لَأُحِبُّ حَبِيبَهَا
“–Ben onun sevdiklerini de seviyorum” buyururdu.[38]
Hz. Âişe (r.a) şöyle anlatıyor: Peygamber Efendimiz’in hanımlarından hiçbirini Hatice’yi kıskandığım kadar kıskanmadım. Üstelik onu hiç görmemiştim. Fakat Rasûl-i Ekrem onu sık sık anardı. Bir koyun kesip etini parçaladığında, çoğu zaman Hatice’nin dostlarına gönderirdi. Bazen (dayanamayıp):
“–Sanki dünyada Hatice’den başka kadın kalmadı!” derdim. Rasûlullah (s.a.v):
“–O şöyle şöyleydi” diye güzel vasıflarını sayar ve “Çocuklarım ondan oldu” derdi.[39]
إِنِّي قَدْ رُزِقْتُ حُبَّهَا
“Ben onun muhabbetiyle rızıklandırıldım” buyururdu.[40]
Yine Hz. Âişe annemiz anlatıyor:
“Rasûlullah (s.a.v) neredeyse evden her çıktığında Hz. Hatice’yi anar, onu en güzel şekilde senâ eder, överdi. Bir gün yine ondan bahsetti. Birden bana bir kıskançlık geldi ve:
“–O ancak yaşlı bir kadın değil miydi, Allah onun yerine sana daha hayırlısını verdi” dedim. Efendimiz çok gazaplandı, hatta kızgınlığından saçlarının ön tarafı titredi. Sonra şöyle buyurdu:
“–Hayır vallahi, Allah bana ondan daha hayırlısını vermedi. İnsanlar beni inkâr ederken o bana îmân etti, insanlar beni yalanlarken o tasdik etti, insanlar beni mahrum bırakırken o malıyla bana destek oldu. Allah Teâlâ diğer hanımlardan vermezken ondan bana evlatlar da lütfetti!”
Kendi kendime “bundan sonra ondan asla kötü bir şekilde bahsetmeyeceğim” diye söz verdim.”[41]
Rasûlullah (s.a.v) Mekke fethinde şehre girerken üst taraftan girmeyi tercih ederek sancağının Hacûn’a dikilmesini emretti.[42] Bunun sebebi nedir acaba diye düşündüğümüzde aklımıza Hacûn’da medfûn olan Hatîce validemize duyduğu hasret ve muhabbet gelmektedir.
Hz. Hatice (r.a) ideal bir hanımda bulunan bütün faziletlere sahipti. Asâleti, iffeti, zenginliği, güzelliği, sadakati, kanaatkârlığı, vefakârlığıyla gıpta edilecek bir şahsiyetti.[43] Bu muhteşem hâliyle o, Allah’ın rızasını, yuvasının saâdetini, dünya ve âhiretin huzur ve mutluluğunu düşünen bütün anneler için en güzel örneği teşkil eder.
Hz. Hatice validemiz 10 Ramazan (23 Ocak) 617’de 65 yaşında Mekke’de vefat etti. Hacûn (Cennetü’l-Muʻallâ) kabristanına defnedildi. Onu kabrine bizzat Rasûl-i Ekrem Efendimiz indirdi.[44]
Rasûlullah (s.a.v) Hatîce validemizin vefatına çok üzüldü, hatta bu üzüntü sebebiyle rahatsızlanacağından korkuldu. Hz. Âişe vâlidemizle evleninceye kadar bu durum böyle devam etti.[45]
Havle bint-i Hakîm diyor ki: “Yâ Rasûlallah, Hatice’nin yokluğu sebebiyle sanki sizde çok büyük eksiklik olduğunu görüyorum” dedim,
أَجَلْ، َكَانَتْ أُمَّ الْعِيَالِ وَرَبَّةَ الْبَيْتِ
“Evet, çoluk çocuğun annesi, evin sâhibesi idi” buyurdu.[46]
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in bu yılı Hüzün Yılı (عَامُ الْحُزْنِ) diye isimlendirmesi[47] Hatice annemizin onun için ve hatta bütün Müslümanlar için ne anlam ifade ettiğini göstermeye kâfidir.
[1] Ahmet Güzel, “Hz. Hatîce’nin Hz. Peygamber’le Evliliği, Çocukları ve Âile Hayatı Üzerine Bir Değerlendirme”, İstem, yıl: 10, sayı: 19, 2012, 90.
[2] İbn İshâk, es-Sîre, thk. Süheyl Zekkâr (Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1398), 81.
[3] Ebu’l-Fadl Ahmed b. Ali İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî temyîzi’s-sahâbe, thk. Âdil Ahmed Abdülmevcûd – Ali Muhammed Muavvad (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-ʻİlmiyye, 1415), 8/102.
[4] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ (Beyrut: Dâru Sâdır, 1968), 1/156.
[5] İbn İshâk, es-Sîre, 81.
[6] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 1/131.
[7] İbn İshâk, es-Sîre, 82; İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe, 8/100-102.
[8] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, thk. Mustafa es-Sekkā (Kahire: Mektebetü Mustafa el-Bâbî, 1375), 1/190.
[9] İzzüddîn Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-gābe fî maʻrifeti’s-sahâbe, thk. Ali Muhammed Muavvad – Âdil Ahmed Abdülmevcûd (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-ʻİlmiyye, 1415), 1/124.
[10] Ebû Abdillah Muhammed b. Abdillah en-Neysâbûrî Hâkim, el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn, thk. Mustafa Abdülkâdir Atâ (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1411), 3/200.
[11] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 8/17; İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe, 8/101.
[12] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 8/14-15.
[13] Ahmed b. Muhammed el-Kastallânî, el-Mevâhibü’l-ledünniyye bi’l-minahi’l-Muhammediyye (Kahire: el-Mektebetü’t-Tevfîkiyye, ts.), 1/492.
[14] Bkz. Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim İbn Kuteybe, el-Meʻârif, thk. Servet Ukkâşe (Kahire: el-Hey’etü’l-Mısriyyetü’l-`Amme li’l-Kitâb, 1992), 133; Ahmed b. Yahyâ el-Belâzürî, Ensâbu’l-eşrâf, thk. Süheyl Zekkâr – Riyâd ez-Zirikli (Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1417), 13/66.
[15] İbn Kuteybe, el-Meʻârif, 133; Belâzürî, Ensâbu’l-eşrâf, 13/66.
[16] Ibn el-Esir, Usdü’l-Gâbe, I, 434.
[17] Bkz. İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 8/14-15.
[18] Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed ez-Zehebî, Siyeru aʻlâmi’n-nübelâ, thk. Şuʻayb el-Arnaût (Beyrût: Müessesetü’r-Risâle, 1405), 1/463.
[19] Ebû Abdullah Muhammed b. İshak Fâkihî, Ahbâru Mekke fî kadîmi’d-dehri ve hadîsih, thk. Abdülmelik b. Abdullah b. Dehîş (Mekketü’l-Mükerreme: Mektebetü’l-Esedî, 1424), 4/7.
[20] Ebü’l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc Müslim, el-Câmiʿu’s-Sahîh, nşr. Muhammed Fuâd Abdülbâkī (Kahire: y.y., 1374-75/1955-56), “Bed’ü’l-Vahy”, 1; Müslim, el-Câmiʿu’s-Sahîh, “Îmân”, 252; İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 1/195.
[21] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, 1/247-248; İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/40-42.
[22] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 1/108-109.
[23] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 1/113-114.
[24] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, 1/246; Hâkim, el-Müstedrek, 3/666-667, no: 6463.
[25] M. Yaşar kandemir, “Hatice”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/hatice (11.04.2023).
[26] İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe, 8/100.
[27] İbn İshâk, es-Sîre, thk. Süheyl Zekkâr (Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1398), 136; Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyn Beyhakī, Şuʻabu’l-îmân, thk. Abdülalî Abdülhamid Hâmid-Muhtâr Ahmed en-Nedvî (Riyâd: Mektebetü’r-Rüşd, 1423), 2/160.
[28] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned (İstanbul: Çağrı Yayınları, 1992), 1/209-210; İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 8/18; İbn Asâkir, Kitâbu’l-Erbaʻîn fî menâkıbı ümmehâti’l-mü’minîn, thk. Muhammed Mutîʻ el-Hâfız (Dımeşk: Dâru’l-Fikr, 1406), 48-49; Ebu’l-Fadl Ahmed b. Ali İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî temyîzi’s-sahâbe, thk. Âdil Ahmed Abdülmevcûd – Ali Muhammed Muavvad (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-ʻİlmiyye, 1415), 4/425-426.
[29] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, 1/240; İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe, 8/100.
[30] İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe, 8/103.
[31] Buhârî, “Menâkıbu’l-Ensâr”, 20; Müslim, “Fedâilu’s-Sahâbe”, 69.
[32] Buhârî, 1422, “Menâkıbü’l-Ensâr”, 20; Müslim, “Fedâilu’s-Sahâbe”, 71.
[33] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, 1/241; İbn Asâkir, Târîhu Dımeşk, thk. Muhibbuddin Ebû Said Ömer b. Garâme el-Amravî (Dâru’l-Fikr Li’t-Tıbâa ve’n-Neşr ve’t-Tevzi`, 1415), 70/118; Muhibbuddîn et-Taberî, es-Simtu’s-semîn fî menâkıbı ümmehâti’l-mü’minîn, thk. Muhammed Ali Kutub (Kahire: Dâru’l-Hadîs, 1408), 40.
[34] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 8/31.
[35] Buhârî, “Menâkıbü’l-Ensâr”, 20.
[36] Hâkim, el-Müstedrek, 1/62.
[37] Muhibbuddîn et-Taberî, es-Simtu’s-semîn, 43-45.
[38] İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe, 8/103.
[39] Buhârî, “Menâkıbu’l-Ensâr”, 20; Müslim, “Fedâilü’s-Sahâbe”, 74-76.
[40] Müslim, “Fedâilü’s-Sahâbe”, 75.
[41] Ebû Bekr Muhammed b. Huseyn el-Âcurrî, eş-Şerîʻa, thk. Abdullah b. Ömer ed-Dümeycî (Riyad: Dâru’l-Vatan, 1420), 5/2193; İbn Abdilber, el-İstîʻâb fî maʻrifeti’l-ashâb, thk. Ali Muhammed el-Bicâvî (Beyrut: Dâru’l-Cîl, 1412), 4/1823; İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe, 8/103.
[42] Buhârî, “Megāzî”, 48.
[43] Bkz. Ahmet Güzel, “Hz. Hatîce’nin Hz. Peygamber’le Evliliği, Çocukları ve Âile Hayatı Üzerine Bir Değerlendirme”, İstem, yıl: 10, sayı: 19, 2012, 93.
[44] İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe, 8/103 TİA, “Hatice”, Temel İslam Ansiklopedisi (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2020), 3/409-411.
[45] İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe, 8/102.
[46] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 8/57; İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe, 8/101-102.
[47] Ebû Hayyân et-Tevhîdî, el-Besâir ve’z-zehâir, thk. Vidâd el-Kâdî (Beyrut: Dâru Sâdır, 1408), 4/179; Abdülmelik b. Muhammed Seʻâlibî, Simâru’l-kulûb fi’l-mudâf ve’l-mensûb (Kahire, ts.), 644.