3. Âl-i İmrân

İmrân, Hz. Meryem’in babasının ismidir.

Âl-i İmrân sûresinin 33. âyetinde Hz. Âdem, Hz. Nûh ve Hz. İbrâhim’in âilesiyle İmrân âilesinin seçilip âlemlere üstün kılındığı belirtilmektedir. Aynı sûrenin 35. âyetinde İmrân’ın karısının doğacak çocuğunu Rabbine adadığı ve ona Meryem ismini verdiği bildirilir. Tahrîm sûresinde de “İmrân kızı Meryem” ifadesi yer alır. Bunlardan anlaşıldığına göre İmrân âilesinden maksat Hz. Meryem ile oğlu Hz. Îsâ’dır.

3.1. Hz. Meryem Vâlidemiz

Hz. Meryem Kur’an’da ismi zikredilen yegâne kadın olup kendisinden 34 yerde bahsedilmektedir. Meryem ismi ona annesi tarafından verilmiştir. Meryem, hizmet eden, ibadet eden mânasına gelir. Babasının adı İmrân olup o daha doğmadan vefat etmiştir. Şeceresi İmrân b. Mâsân (Yaşehim) şeklinde verilip Hz. Mûsâ’nın soyundan olduğu belirtilmektedir.[1] Meryem’in kavminin ona hitap ederken “Ey Hârûn’un kız kardeşi” demesi de[2] onun Mûsâ ve Hârûn’un soyundan olduğunu göstermektedir.

Rivayetlere göre İmrân ve hanımı Hanne yaşlıdır ve çocukları olmamıştır. Bir gün ağaç üzerindeki bir kuşun yavrusunu beslediğini gören Hanne, Allah’a dua ederek kendisine bir çocuk vermesini diledi ve eğer duası kabul edilirse doğacak çocuğu mâbede (Beytü’l-Makdis’e) adayacağını vaad etti. Allah’ın lutfuyla hâmile kalınca da “Rabbim! Karnımdakini âzâtlı bir kul olarak sırf sana adadım, adağımı kabul buyur. Şüphesiz hakkıyla işiten ve bilen sensin” diye dua etti.

Bu vaad Hanne’nin bir erkek çocuğu beklediğini gösteriyor, nitekim onlar mâbede ancak erkek çocuklar adıyorlardı. Ama doğan çocuk kız olunca şaşırdı “Rabbim! Ben onu kız doğurdum, oysa erkek kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Kovulmuş şeytana karşı onu ve soyunu senin korumanı diliyorum” diye niyazda bulundu.[3] Allah, Hanne’nin adağını kabul etti.[4]

Hanne, çocuğu doğar doğmaz veya sütten kesilince Hârûn soyundan gelen din adamlarının bulunduğu Beytü’l-Makdis’e götürüp teslim etti. Zekeriyyâ (a.s) Hz. Meryem’in teyzesinin kocası olduğundan onu himayesine almak istedi. Yahudi din adamları, İmrân’ın kendi dinî liderleri olduğunu söyleyerek Hz. Meryem’e kendileri bakmak istedi. Anlaşamayınca Tevrat’ı yazdıkları kalemlerini suya atarak kurʻa çektiler. 19 veya 29 kişi arasından sadece Hz. Zekeriyyâ’nın kalemi suyun üzerinde kaldı, böylece Hz. Meryem’in himayesini o üstlenir.[5]

Zekeriyyâ (a.s) Hz. Meryem’i himayesine aldı ve evine götürüp teyzesine teslim etti. Ona bir sütanne tuttu. Hz. Meryem büluğa erince annesinin adağını yerine getirmek için onu mâbede götürüp bir odaya yerleştirdi. Allah onu kabul etti ve güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Melekler ona “Ey Meryem! Allah seni seçti seni tertemiz yarattı ve seni bütün dünya kadınlarına üstün kıldı. Rabbine ibadet et, secdeye kapan, rükû edenlerle beraber sen de rükûya var” diye tavsiyelerde bulundular.[6]

Büluğ çağına eren Hz. Meryem ya hiç âdet görmez veya âdetli günlerinde teyzesinin evine giderdi.

Yüce Rabbimiz Peygamberimize Hz. Meryem’den bahsetmesini emrettikten sonra bize onun iffetli hâlini anlatmıştır: O, âilesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmiş, onlarla arasına bir perde çekmişti. Derken Allah ona insan sûretinde Hz. Cebrâil’i gönderdi. Meryem “Senden Rahmân olan Allah’a sığınırım! Eğer Allah’tan sakınan bir kimse isen bana dokunma” dedi. Zira takvâ sâhibi kimsenin, insanı kötülüklerden alıkoyan bir akla sahip olacağını biliyordu.[7] Melek “Ben yalnızca sana tertemiz bir erkek çocuk bağışlamak için Rabbinin gönderdiği elçisiyim” dedi. Meryem büyük bir şaşkınlıkla “Bana bir insan eli değmediği, iffetsiz de olmadığım hâlde benim nasıl çocuğum olabilir?” diye sorunca Melek, Allah’ın dilediğini yaratacağını, bir işe hükmedince ona sadece “Ol!” dediğini, o şeyin de hemen oluverdiğini bildirdi. Allah’ın “Bu bana kolaydır. Çünkü Biz, onu insanlara bir delil ve kendimizden bir rahmet kılacağız” buyurduğunu söyledi.[8]

Hz. Meryem burada aynı zamanda imtihan da edilmişti. Zira melek, karşısına son derece yakışıklı bir genç olarak çıkmıştı.

Hz. Meryem hamile kalınca uzak bir yere çekildi. Doğum yaklaşınca İlyâ’ya (Kudüs) 6 mil mesafedeki Beytülahm’e veya Mısır’a gittiği nakledilir.[9] Doğum sancısıyla orada bir hurma ağacına sığındı “Keşke daha önce ölseydim de unutulup gitseydim!” dedi. Melek “Tasalanma! Rabbin senin alt yanında bir su arkı vücuda getirdi. Hurma dalını kendine doğru silkele, üzerine taze, olgun hurma dökülsün” diye seslendi.[10]

Nihayetinde Hz. Meryem yavrusunu kucağına alarak kavminin yanına geldi. Onlar kendisine hakaretlerle iftira etmeye başladılar. O da Allah’ın emriyle kucağındaki çocuğa işaret ederek kendilerine onun cevap vereceğini bildiriyordu. Onlar “Biz beşikteki bir sabî ile nasıl konuşuruz?” dediler. Bebek konuşmaya başladı: “Ben Allah’ın kuluyum. O bana Kitab’ı verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı, yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti. Beni anneme saygılı kıldı, beni bedbaht bir zorba yapmadı. Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gün selâm banadır” dedi.[11]

Âyet-i kerîmede yahûdilerin bu iftiraları sebebiyle lânetlendikleri haber verilir.[12]

Bu mûcizede hem anne hem de oğul ilâhî kudrete bir alâmet kılınmıştır.

Kral Hirodes’in Hz. Îsâ’yı öldürmek istediği bildirilince Hz. Meryem oğlunu alarak Mısır’a gitti ve orada on iki yıl kaldı. Âyette Hz. Meryem ve oğlunun oturmaya elverişli, suyu bulunan bir tepeye yerleştirildiği ifade edilir.[13] Bu yerin Mısır, Dımaşk, İlyâ, Beytülmakdis, Remle olduğuna dair değişik rivayetler vardır.[14]

Allah teâlâ Hz. Îsâ’yı semaya ref‘etmek istediğinde o, havârilerden Şem‘ûn es-Safâ (Simun Petrus) ve Yahyâ’dan (Yuhannâ) Hz. Meryem’le ilgilenmelerini istedi. Bu iki havâri Meryem’i alarak dinî davet için Roma İmparatoru Mârût’a (Neron) gittiler, ancak Petrus ve havâri Taddeus öldürüldü. Hz. Meryem’le Yuhannâ kaçtılar. Hz. Meryem, Hz. Îsâ’dan sonra altı yıl yaşamıştır.[15]

Hz. Meryem üstün vasıfları sebebiyle yüceltilen, iffet, ismet ve takvâ simgesi bir şahsiyettir.[16] Bedenî ve ruhî saflığı, iffet ve namusunu muhâfaza etmesi ve kendini Allah’a ibadete vermesi sebebiyle ona “Betûl” sıfatı verilmiştir. Betûl mânevî mükemmellikle birlikte zâhirî güzelliği de ifade eder. Nitekim Hz. Meryem’in zamanının en güzel ve en mükemmel kadını olduğu bildirilir.[17] Kadın peygamber olabileceğini kabul eden Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî, Hz. Meryem’in de peygamber olduğunu söyler.

Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur: “Melekler şöyle demişti: ‘Ey Meryem! Allah seni seçti, seni tertemiz kıldı ve seni bütün dünyadaki kadınlara üstün eyledi.”[18]

 Hz. Meryem tertemiz idi, maddî ve mânevî kötülük ve günahlardan uzaktı. Seçilmişti, Âsiye, Fâtıma ve Hatice ile birlikte cennet kadınlarının önde gelenlerindendi.[19]

Hz. Meryem iffet, hayâ, edeb, ismet, sadâkat, takvâ ve teslimiyet gibi faziletleri sebebiyle Kur’ân’da ve hadislerde çokça övülmüş ve mü’min kadınlara örnek gösterilmiştir. Allah teâlâ onun hakkında şöyle buyurur: “İffetini korumuş olan İmran kızı Meryem’i de (Allah örnek gösterdi). Biz, ona ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O gönülden itaat edenlerdendi.”[20]

Rasûlullah (s.a.v) onun cennet kadınlarının önde gelenlerinden olduğunu haber vermiş ve şöyle buyurmuştur:

“Zamanındaki dünya kadınlarının en hayırlısı İmrân kızı Meryem, bu ümmetin kadınlarının en hayırlısı da Hatice’dir.”[21]

İbadet ve itaati sebebiyle Allah ona çeşitli nimetler lütfetmiş, kerametler bahşetmiştir. Mihrap’ta kendisine mevsimi olmayan meyvelerin ikram edilmesi, kuru hurma ağacından taze hurmaların dökülmesi, meleklerle konuşması ve Allah teâlâ’nın ona doğrudan vahyetmesi onun kerametlerindendir.

3.2. Hz. Îsâ (a.s)

Îsâ (a.s) Allah’ın bir kulu ve rasûlüdür. Rasullerin en büyükleri olan beş “ülü’l-azm” peygamberden biridir. Kendisine İncil verilmiştir. En mühim vasfı Peygamber Efendimiz’in geleceğini haber veren bir müjdeci olmasıdır. Kur’ân’da Îsâ, İbn Meryem ve Mesîh diye zikredilir. “Allah’tan bir rûh ve kelime” olduğu ifade edilir.

Hz. Îsâ nefsini taatle, kalbini muhabbetle ve ümmetini Allah’a davetle terbiye ettiği için kendisine, beyaz renkli, yöneten, idare eden anlamında Îsâ adı verilmiştir.[22] Ona Mesîh denilmesinin sebebi de Allah’ın dinini tebliğ için çok gezmesi, dokunarak hastaları iyileştirmesi, yağla meshedilmiş olarak doğması, dünyaya gelirken Cebrâil (a.s)’ın kanadıyla dokunarak onu şeytandan koruması ve güzel yüzlü olmasıdır.[23]

Îsâ Mesîh diğer peygamberler gibi yaratılmış bir kuldur. Ona ulûhiyyet nisbet etmek, onu rab edinmek kesinlikle doğru değildir.[24] Âyet-i kerîmelerde onun doğduğundan, öleceğinden ve tekrar diriltileceğinden söz edilir.[25]

Allah teâlâ Hz. Îsâ’ya kitap vermiş ve onu mübarek kılmıştır. O İsrâiloğulları’na gönderilen bir peygamberdir. Bir olan Allah’a kulluğa çağırmış, Tevrat’ı tasdik etmiş, bazı hususlarda onu neshetmiş, kavmine namazı ve zekâtı emretmiştir.[26]

Yahudiler, Hz. Îsâ’nın tebliğ ettiği hakîkatlerden hoşlanmamışlar ve onu öldürmek için tuzak kurmuşlardır.[27] Onu çarmıha gerdiklerini zanneder ve hâlâ bu iddiâda bulunurlar. Allah teâlâ onları şöyle tekzîb eder: “Allah elçisi Meryem oğlu Îsâ’yı öldürdük demeleri yüzünden onları lânetledik. Hâlbuki onu ne öldürdüler ne de astılar, fakat öldürdükleri onlara Îsâ gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedir, bu hususta zanna uymak dışında hiçbir sağlam bilgileri yoktur. Kesin olarak onu öldürmediler, bilâkis Allah onu kendi nezdine kaldırmıştır. Allah izzet ve hikmet sahibidir.”[28]

Çarmıha gerilen kişi, Hz. Îsâ’nın bulunduğu yeri yahudilere ve Roma devletine bildiren Yahuda İskaryot’tur. Hâin Yahuda Hz. Îsâ’nın yerini gösterirken onun sûretine büründürülmüş, zâlimler de onu Hz. Îsâ zannederek çarmıha germişlerdir.[29]

Diğer rivayete göre Hz. Îsâ ashâbına “Hanginiz bana benzetilerek yerime öldürülmeyi ve mükâfat olarak da benim derecemde benimle beraber olmayı ister?” diye sordu. Yaşı en küçükleri olan bir genç ayağa kalkarak “ben” dedi. Îsâ (a.s) “Sen otur” demesine rağmen üç defasında da o genç ayağa kalkarak “ben” dedi. Nihâyetinde Îsâ (a.s) “Tamam sen ol” buyurdu. Bunun üzerine Allah teâlâ onu Hz. Îsâ’ya benzeterek peygamberini semâya kaldırdı. Yahûdiler de o genci öldürüp haça gerdiler.[30]

Üç âyette Hz. Îsâ’nın “Allah’tan bir kelime” olduğu ifade edilmektedir.[31] Îsâ’nın Allah’tan bir kelime oluşu Allah’ın “ol” emrinin gerçekleşmesi ve onun peygamberliği gibi çeşitli şekillerde açıklanmaktadır. Kur’an’da Hz. Îsâ’dan “Allah’tan bir ruh” olarak da bahsedilmekte,[32] Meryem’e ruhtan üflendiği,[33] böylece Îsâ’nın hayat bulduğu belirtilmektedir. Buradaki ruh kelimesi “Allah’ın emri, üflemesi, rahmet ve hayat” şeklinde yorumlanmaktadır.[34]

Îsâ (a.s) “Muhakkak ki Allah benim de Rabbim sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O’na kulluk ediniz. İşte doğru yol budur” diyerek İsrâiloğulları’nı bir olan Allah’a kulluğa davet etmiş, kendisinin Allah’ın kulu olduğunu söylemiş ve birçok mûcize göstermiştir.[35] Onun Kur’an’da zikredilen mucizeleri şunlardır: Beşikteyken olgun bir insan tavrıyla konuşması, çamurdan yaptığı kuş şekline üfleyip onu canlandırması, anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştirmesi, ölüleri diriltmesi, insanların evlerde yediği ve biriktirdiği şeyleri haber vermesi ve semadan kendisine sofra indirilmesi.[36]

Îsâ (a.s) hem doğumu sırasında hem İsrâiloğulları arasında vazîfe yaparken Rûhu’l-Kudüs ile desteklenmiştir. Rûhu’l-Kudüs ile desteklenme ifadesi Kur’an’da sadece Hz. Îsâ için kullanılmaktadır.[37]

Allah teâlâ Peygamber Efendimiz’in geleceğinin İncil’de müjdelendiğini haber verir.[38] Îsâ (a.s) kendisinden sonra gelecek Ahmed adındaki peygamberi müjdelemiş “Ey İsrailoğulları! Ben size Allah’ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed isminde bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim” demiştir.[39] Bu müjdeyi, tahrif edilmelerine rağmen bugünkü İnciller’de de bulmak mümkündür. Âlimler Yuhanna İncili’ndeki “Paraklet”in (14/16; 15/26; 16/7) “Ahmed” anlamına geldiğini söylerler.

Îsâ (a.s) bütün üstün meziyetlerine rağmen bir insan ve bir kuldur.[40] Hiçbir zaman kendisinin tanrı edinilmesini söylememiş ve yalnız Allah’a kulluğu emretmiştir.[41]

Rasûlullah (s.a.v) her doğana şeytanın mutlaka dokunduğunu, ancak Hz. Îsâ’ya doğrudan değil perde arkasından dokunabildiğini, onun beşikte iken konuşan üç kişiden biri olduğunu bildirir. Rasûlullah (s.a.v) Mi‘rac gecesi Hz. Îsâ ile ikinci kat semada karşılaşmıştır. Kıyamet günü Îsâ (a.s) şefaat için kendisine gelenleri Peygamber Efendimiz’e gönderecektir. Rasûlullah (s.a.v) Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve rasûlü, Hz. Îsâ’nın da Allah’ın kulu ve elçisi olup Allah’ın Hz. Meryem’e ilkāh ettiği kelimesi ve Allah’tan bir rûh olduğuna iman eden kimsenin cennete gireceğini haber vermiştir. Meryem oğlu Îsâ’ya en yakın kimse Peygamber Efendimiz’dir. Rasûlullah (s.a.v) hıristiyanların Meryem oğlu Îsâ’yı methederken aşırıya kaçtıkları gibi kendisi hakkında da uygun olmayan şeyler söylememelerini tembihlemiştir. Peygamber Efendimiz’in tarifine göre Îsâ (a.s) kırmızı benizli, kıvırcık saçlı, geniş göğüslü bir kimsedir.[42]

Âl-i İmrân sûresinin ilk seksen âyeti Medine’de Peygamber Efendimiz’i ziyaret eden Necran heyetiyle yapılan görüşme ve bu esnâda cereyan eden Îsâ (a.s) ile ilgili tartışma sebebiyle nâzil olmuştur.[43]

Hz. Îsâ’nın kıyametin kopmasından önce kıyametin bir alâmeti olarak tekrar dünyaya gelişi Nüzûl-i Îsâ (Nüzûl-i Mesîh) adı altında incelenmiştir. Kur’an’da Hz. Îsâ’ya inanmayanların ona tuzak kurdukları, fakat Allah’ın onların tuzaklarını boşa çıkardığı ifade edildikten sonra, “Ey Îsâ! Senin rûhunu kabzedeceğim, seni nezdime yükseltecek ve kâfirlerden çekip arındıracağım” buyrulur.[44]

Diğer bazı âyetlerde de yahudilerin “Meryem oğlu Îsâ’yı öldürdük” demeleri şiddetle tekzîb edilir ve Hz. Îsâ’nın Allah’a yükseltildiği bildirilir.[45]

Muhtelif hadis-i şeriflerde ise Hz. Îsâ’nın kıyamet alâmeti olarak yeryüzüne ineceği haber verilir. Kütüb-i Sitte’deki rivayetlerde belirtildiğine göre Hz. Îsâ, deccâl ortaya çıktıktan sonra iki eli iki meleğin kanatları üzerinde Dımaşk’ın doğusundaki beyaz minareye sabah namazı vaktinde inecek, müslümanlar arasında adaletle hükmedecek, haçı kırıp domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, hac ve umre ziyareti yapacak, nefesi kâfirleri öldürecek, Lüd kapısında deccâli katlettikten sonra yedi veya kırk yıl yaşayacak, Şam tarafından esen bir rüzgârın etkisiyle bütün mü’minlerle birlikte ölecektir.[46]

Îsâ (a.s) Peygamber Efendimiz’in geleceğini müjdelediği gibi Peygamberimiz (s.a.v) de onun geleceğini müjdelemiştir.

Şeyh Galib, Hz. Îsâ’nın semâya urûcunu şu güzel sebebe bağlar:

Tebşîr için kudûmün Îsâ

Tâ minber-i çarha çıktı gûyâ

“Yâ Rasûlallah, Îsâ (a.s) senin gelişini müjdelemek için tâ semâ minberine çıktı.”

Şâir Nev‘î de, Hz. Îsâ’yı Cebrâil vasıtasıyla Meryem’in toprağında yetişmiş nâdide bir güle benzeterek şöyle der:

Can buldu gül nesîm-i bahâr ile hâkte

Benzetsem oları n’ola Îsâ vü Meryem’e. 

Ahîlik teşkîlâtında ve fütüvvet ehli arasında mühim bir yere sâhip olan Hz. Îsâ fütüvvetnâmelerde boyacılık, ekmekçilik, ayakkabıcılık zanaatlarının pîri olarak gösterilir.[47]

Îsâ (a.s) havârîlerine şu nasihatlerde bulunmuştur:

“Ey yeryüzünün tuzları, sakın bozulmayın. Bir şey bozulacak olsa tuz onu korur, ama tuz kokarsa onu ıslah edecek hiçbir şey yoktur.”

“Nasıl ki denizin dalgaları üzerine ev yapamazsınız, işte dünya da aynen bunun gibidir, sakın onu karâr yeri edinmeyin!”[48]


[1] Taberî, Câmiʻu’l-beyân, 3/235, 244; Târîh, 1/585; Sa‘lebî, Arâis, 284; Zemahşerî, Keşşâf, 1/548.

[2] Meryem 19/28.

[3] Âl-i İmrân 3/35-37.

[4] Sa‘lebî, Arâis, 284.

[5] Taberî, Câmiʻu’l-beyân, III, 241-244, 246. Krş. Âl-i İmrân 3/44.

[6] Âl-i İmrân 3/37, 42-43.

[7] Buhârî, Tefsîr, 19.

[8] Âl-i İmrân 3/35-47; Meryem 19/16-21; et-Tahrîm 66/12.

[9] Taberî, Câmiʻu’l-beyân, 16/64-65; Târîh, 1/594; Sa‘lebî, Arâis, 292.

[10] Meryem 19/23-26.

[11] Bkz. Meryem 19/16-33. Krş. Âl-i İmrân 3/45-47.

[12] en-Nisâ 4/156.

[13] el-Mü’minûn 23/50.

[14] Sa‘lebî, Arâis, 293, 295.

[15] Sa‘lebî, Arâis, 308.

[16] Âl-i İmrân 3/45; el-Enbiyâ 21/91; et-Tahrîm 66/12.

[17] Lisânü’l-Arab, “btl” md.; Hâzin, 1/273.

[18] Âl-i İmrân 3/42.

[19] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/64, 80, 135.

[20] et-Tahrîm 66/12.

[21] Buhârî, “Şehâdât”, 30, “Enbiyâ”, 32, 45-46, “Etʻime”, 25, “Menâkıbü’l-Ensâr”, 20; Taberî, Câmiʻu’l-beyân, 3/263-264. Bkz. Ömer Faruk Harman, “Meryem”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/meryem (10.06.2023).

[22] Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ʻays” md.; Hasan el-Mustafavî, et-Tahkīk fî kelimâti’l-Kur’âni’l-Kerîm, Tahran 1360-71, hş./1981-92, 8/272; Fîrûzâbâdî, Besâir, 6/111.

[23] Bkz. Taberî, Câmiʻu’l-beyân, 6/414; Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “msh” md.

[24] et-Tevbe 9/30-31.

[25] Meryem 19/33.

[26] Bkz. Âl-i İmrân 3/49-50; en-Nisâ 4/171; el-Mâide 5/46, 75, 117; Meryem 19/30-31.

[27] Âl-i İmrân 3/54.

[28] en-Nisâ 4/157-158.

[29] Taberî, Târîh, 1/601-605; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, 1/226-227.

[30] Saîd b. Mansûr, es-Sünen, 8/87-88; Taberî, Câmiu’l-beyân, 23/366.

[31] Âl-i İmrân 3/39, 45; en-Nisâ 4/171.

[32] en-Nisâ 4/171.

[33] el-Enbiyâ 21/91; et-Tahrîm 66/12.

[34] Taberî, Câmiʻu’l-beyân, 6/24-25.

[35] Âl-i İmrân 3/51; en-Nisâ 4/172; el-Mâide 5/72; Meryem 19/30, 36.

[36] Âl-i İmrân 3/46, 49; el-Mâide 5/110, 112-115; Meryem 19/30.

[37] el-Bakara 2/87, 253; el-Mâide 5/110.

[38] el-A‘râf 7/157.

[39] es-Saff 61/6.

[40] en-Nisâ 4/172; el-Mâide 5/17, 75; Meryem 19/30; ez-Zuhruf 43/59.

[41] el-Mâide 5/116-117.

[42] Buhârî, “Salât”, 1, “Enbiyâ’”, 5, 24, 43, 47, 48, “Bed’ü’l-halk”, 6, “Menâkıbü’l-Ensâr”, 7, 11, 42, 53, “Tefsîr”, 2/1, 17/5, “Tevhîd”, 19, “Rikāk”, 51, “Hudûd”, 31, “Taʻbîrü’r-Rü’yâ”, 32, “Fiten”, 26.

[43] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, 1/657; Taberî, Câmiʻu’l-beyân, 3/161-163. Bkz. Ömer Faruk Harman, “Îsâ”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/isa#1 (10.06.2023).

[44] Âl-i İmrân 3/54-55.

[45] Âl-i İmrân 3/55; en-Nisâ 4/157-158.

[46] Buhârî, “Büyûʻ”, 102, “Enbiyâ’”, 49; Müslim, “Îmân”, 242-243, 247, “Hac”, 216, “Fiten”, 34, 39, 110; Ebû Dâvûd, “Melâhim”, 12, 14; Tirmizî, “Fiten”, 21, 54, 59, 62.

[47] Mustafa İsmet Uzun, “Îsâ”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/isa#3-turk-edebiyati (12.06.2023).

[48] Ahmed b. Hanbel, ez-Zühd, 78.