Ümmü Seleme (r.a) milâdî 597 senesinde doğmuştur. Asıl ismi Hind’dir. Babası Ebû Ümeyye’nin ismi Huzeyfe veya Süheyl’dir. Kureyş’in meşhur cömertlerinden olduğu için kendisine Zâdü’r-Râkib (yolcunun azığı) lakabı verilmiştir.
Annesi Âtike binti Âmir b. Rebîʻa b. Abdülmuttalib’dir. Rasûlullah (s.a.v)’in halasının kocasının kızıdır. Babasının dayıları Abdullah ve Züheyr, Rasûlullah (s.a.v)’in halasının oğullarıdır.
Ümmü Seleme vâlidemiz Peygamberimizden evvel Ebû Seleme ile evli idi. Ebû Seleme (r.a) Peygamber Efendimiz’in halasının oğlu, Ümmü Seleme validemizin de amcasının oğludur.[1]
Allah Rasûlü (s.a.v) ile Ebû Seleme (r.a) aynı zamanda sütkardeşi idiler. İkisini de Ebû Leheb’in câriyesi Süveybe hâtun emzirmişti.[2]
Ümmü Seleme (r.a) kadınların en güzellerindendi. İslâm’ı daha rahat yaşayabilmek için kocasıyla birlikte Habeşistan’a hicret etmişlerdi.[3]
Ammâr b. Yâsir (r.a) Ümmü Seleme validemizin sütkardeşiydi.[4] Ümmü Seleme (r.a) Hâlid b. Velid’in de amcasının kızıdır.[5]
Kocası, kendisi ve oğlu Medîne’ye ilk hicret eden kimselerdir.
Ebû Seleme Abdullah b. Abdulesed zevcesi Ümmü Seleme ile oğlu Seleme’yi devesine bindirip Medine’ye götürmek isterken Ümmü Seleme’nin mensup olduğu Mugîre oğullarının erkekleri onları görmüş, kızlarını yabancı beldelerde gezdirip dolaştırmasına müsaade edemeyeceklerini söyleyerek hanımını elinden almışlardı. Onlara kızan ve Ebû Seleme’nin kabile halkı olan Abdulesed oğulları da Seleme’yi annesi Ümmü Seleme’ye vermemişlerdi.
Ümmü Seleme (r.a) yaşadığı acı günleri şöyle anlatır:
“Mugîre oğulları beni yanlarında hapsettiler. Kocam Ebû Seleme ise Medine’ye gitti. Böylece benimle kocamın ve oğlumun arasını ayırdılar.
Bir yıl veya bir yıla yakın bir müddet her sabah Ebtah’a çıkıp oturur akşama kadar ağlar dururdum. Mugîre oğullarından, amcamın oğullarından biri bir gün yanıma uğradı. Hâlimi görünce bana acıdı. Mugîre oğullarına:
‘‒Siz şu zavallı kadıncağızı kocasının yanına daha ne diye göndermezsiniz? Onun hem kocasıyla hem de oğluyla arasını ayırdınız’ dedi. Bunun üzerine Mugîre oğulları bana:
‘‒İstersen git kocana kavuş!’ dediler.
Abdulesed oğulları da oğlumu bana verince deveme binip oğlumu kucağıma aldım ve Medine’deki kocamın yanına gitmek üzere yola çıktım. Yanımda hiçbir Allah’ın kulu yoktu. Kendi kendime: ‘Beni kocamın yanına ulaşıncaya kadar götürecek bir kimseye rastlayabilir miyim acaba?’ diye yola düştüm. Tenʻim’de bulunduğum sırada idi ki Abduddar oğullarından Osman b. Talha’ya rastladım. Bana:
‘‒Ey Ebû Ümeyye’nin kızı nereye gidiyorsun?’ diye sordu.
‘‒Medine’deki kocamın yanına gitmek istiyorum’ dedim.
‘‒Senin yanında gidecek bir kimse yok mu?’ diye sordu.
‘‒Yok vallahi, ancak Allah var! Bir de şu yavrum’ dedim.
‘‒Vallahi seni bu yolda yalnız bırakmak doğru olmaz’ dedi ve hemen devenin yularını tutup benimle birlikte hızlı hızlı gitmeye devam etti. Vallahi Arap erkekleri içinde hiçbir zaman ondan daha saygılı ve nezaketli bir yol arkadaşı görmedim. Bir konak yerine erişince devemi çöktürür, ben ininceye kadar arkasını döner, benden uzaklaşır, ben deveden indikten sonra gelip deveyi götürür, semerini indirir, onu bir ağaca bağlar, kendisi de gidip bir ağacın altına uzanırdı. Hareket zamanı gelince kalkar, tekrar semeri devenin sırtına koyar, deveyi yanıma getirip çöktürdükten sonra arkasını döner, bana: ‘Bin!’ derdi. Ben bindikten sonra gelir, devenin yularından tutar ve götürürdü. Beni Medine’ye ulaştırıncaya kadar hep böyle yaptı. Kuba’da Amr b. Avf oğullarının köyü görününce:
‘‒Senin kocan işte bu köydedir! Artık, Allah’ın bereketi üzere gir oraya!’ dedikten sonra Mekke’ye dönmek üzere yanımdan ayrıldı.
Ben İslâm’da Ebû Seleme âilesinin uğradığı musibet kadar hiçbir ev halkının musibete uğradığını bilmiyorum. Ben hiçbir zaman Osman b. Talha’dan daha ikramlı ve saygılı bir yol arkadaşı da görmedim!”[6]
Ebû Seleme hicretin 4. senesinde vefat etti. Seleme, Ömer, Rukiye (Dürre) ve Zeyneb isimlerinde dört çocukları vardı.[7]
Rasûlullah (s.a.v) Ümmü Seleme vâlidemizle Uhud’dan sonra hicretin 4. senesinde Şevvâl ayında evlendi (Mart 626).[8] Bu esnada Ümmü Seleme (r.a) 29 yaşlarında idi.
Allah Rasûlü (s.a.v) dul olarak evlendiği hanımlarının yetim çocuklarını da bağrına basmış, tâlim ve terbiyelerine ihtimam göstermiştir. Nitekim Ümmü Seleme validemize evlilik teklif ettiğinde o çocuklarının çok olması sebebiyle Efendimiz’i rahatsız etmekten korktuğunu söyleyince Rasûlullah (s.a.v):
“Onların himâyesi görülecektir” buyurmuştur.[9]
Rasûlullah (s.a.v) Ümmü Seleme validemizin dört çocuğunu en güzel şekilde büyüttü ve evlenme çağına gelenleri evlendirdi. Seleme’yi Hz. Hamza’nın kızı Ümâme ile evlendirdi.[10]
Efendimiz’in terbiyesinde yetişen bu yetim yavrular, sonraları hadis, fıkıh gibi İslâmî ilimlerde mühim şahsiyetler hâline gelmişlerdir.
Ümmü Seleme (r.a) Hudeybiye, Hayber, Tâif seferlerine ve Vedâ Haccı’na katıldı. Hâfız idi, pek çok âyeti Peygamber Efendimiz’den ilk duyan o oluyordu. Ebû Osman şöyle anlatır: “Bana şöyle haber verildi: Bir gün Cibrîl (a.s) Peygamber Efendimiz’in yanına geldi. Bu esnâda Efendimiz’in yanında hanımı Ümmü Seleme (r.a) vardı. Cebrâîl (a.s) Allah Rasûlü (s.a.v) ile biraz konuştuktan sonra kalkıp gitti. Nebiyyullah (s.a.v) Ümmü Seleme’ye:
‘−Bu kimdir?’ diye sordu veya buna benzer bir şey söyledi. Ümmü Seleme (r.a):
‘−Bu Dıhye’dir’ dedi.
Daha sonra Ümmü Seleme (r.a):
‘−Allah’a yemin ederim ki Peygamber Efendimiz’in hutbede Cibrîl (a.s) ile aralarındaki konuşmadan bahsettiğini işitinceye kadar hâlâ o gelen kişinin Dıhye olduğunu zannediyordum’ dedi. Böyle veya buna benzer bir söz söyledi.”[11]
Bunun güzel bir misâli de şu hâdisedir: Rasûlullah (s.a.v) ihanetlerinin cezasını vermek için Benî Kurayza Yahudilerini kuşatınca Peygamberimiz’den Ebû Lübâbe’yi kendilerine göndermesini istediler. Zira câhiliye döneminde onunla anlaşmalı idiler. Bunun için kendilerine yardımcı olacağını ve lehlerinde hüküm vereceğini umuyorlardı. Hz. Ebû Lübâbe yahudilerin yanına gitti. Kadınlar ve çocuklar ağlıyor, Ebû Lübâbe’den yardım umuyorlardı. Erkekler de onu karşıladılar ve şöyle dediler:
“–Ey Ebû Lübâbe! Bizler senin müttefikin bulunuyoruz. Bizde savaşmaya güç kalmadı. Görüşün nedir, ne yapmamızı emredersin? Muhammed’in emrine boyun eğerek teslim olmamızı uygun görür müsün?”
Ebû Lübâbe “–Evet, teslim olmanızı uygun görürüm” dedi. Bunu söylerken de elini boğazına götürdü. Bu işaretle “Bu, boğazlanmaktır. Rasûlullah’ın hükmüne göre teslim olursanız sizi boğazlar” demek istedi. O esnâdaki duygularını şöyle ifade eder:
“Vallahi ayaklarım daha yerinden ayrılmadan bu hareketimle Allah’a ve Rasûlü’ne ihanet etmiş olduğumu anladım.”
Ebû Lübâbe, Peygamber Efendimiz’in yanına varmadan doğrudan Mescid’e gidip kendisini direğe bağladı, “Allah tevbemi kabul edinceye kadar buradan ayrılmayacağım” dedi. Bir daha Benî Kurayza yurduna ayak basmamak Allah ve Rasûlü’ne ihânet ettiği bir beldede bir daha asla görünmemek üzere Allah’a söz verdi.
Ebû Lübâbe altı gün Mescid’in direğinde bağlı kaldı. Namaz vakti olunca hanımı geliyor, bağını çözüyor, namazını kıldıktan sonra da tekrar bağlıyordu. Nihayet Peygamberimiz, hanımı Ümmü Seleme’nin evinde bulunduğu bir sırada seher vakti vahiy geldi. Ümmü Seleme (r.a) şöyle anlatır:
“Seher vakti Rasûlullah (s.a.v)’in güldüğünü işittim
‘–Niçin gülüyorsunuz yâ Rasûlallah, Allah sizi hep güldürsün?’ dedim.
‘–Ebû Lübâbe’nin tevbesi kabul edildi’ buyurdu.
‘–Onu müjdeleyeyim mi yâ Rasûlallah?’ dedim,
‘–Olur istersen müjdeleyebilirsin’ buyurdu.”
Ümmü Seleme (r.a) odasının kapısında durup “Ey Ebû Lübâbe müjde, Allah tevbeni kabul buyurdu” dedi. Bu hâdise hicâb âyetinden önce idi.
Ashâb-ı kirâm bağını çözmek için ona doğru koşuştular. Ebû Lübâbe, “Hayır vallahi, Rasûlullah (s.a.v) bizzat eliyle beni salıvermedikçe olmaz” dedi. Rasûlullah (s.a.v) sabah namazına çıkarken yanına uğrayınca onu salıverdi.[12]
Ümmü Seleme (r.a) vâlidemiz, Peygamber Efendimiz’in her hanımına farklı isimlerle anılan birer deve tahsis ettiğini, Allah Rasûlü’nün de herkesinkinden daha fazla süt veren ayrı bir devesi bulunduğunu bildirmiş, geçimlerinin büyük bir kısmının bunlarla ve davarlarla olduğunu söylemiştir.[13] Allah Rasûlü (s.a.v) vefâtından sonra da hanımlarının maîşetini temin edebilmek için Hayber’in gelirinin kendi hissesine düşen kısmından her bir hanımına senelik 80 vesk[14] hurma ve 20 vesk buğday tahsis etmiş,[15] kalanını da devletin ve halkın ihtiyaçlarına bırakmıştır.[16] Bu konudaki sözü de çok anlamlı idi:
“…Zevcelerimin geçimi ve âmilimin maaşı dışında, geride bıraktığım mallar, sadaka (vakıf)tır.”[17]
Ümmü Seleme (r.a) annelerimiz içinde Hz. Âişe’den sonra en fazla hadis rivayet eden kimseydi. 378 hadis rivayet etmişti. İlme olan merakı sebebiyle Rasûlullah (s.a.v)’e sorular sormuş ve pek çok meselenin aydınlanmasına vesile olmuştur. İsabetli görüşleri sebebiyle Efendimiz (s.a.v) kendisiyle istişare etmiştir.[18]
Ümmü Seleme vâlidemize Rasûlullah (s.a.v)’in kıraati sorulduğunda;
“–Rasûlullah (s.a.v) kıraatini ayırırdı (tane tane, dura dura okurdu)” cevabını vermiştir.[19]
Ümmü Seleme (r.a)şöyle dedi:
Ben Rasûlullah (s.a.v)’in yanında bulunuyordum. Meymûne de vardı. İbn Ümmi Mektum çıkageldi. Bu hâdise biz hicâb ile emrolunduktan sonra idi. Nebî (s.a.v) bize:
“–Perde ardına çekilin” buyurdu. Biz:
“–O âmâ biri değil mi ey Allah’ın Rasûlü? Bizi göremez, bilemez” dedik. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v):
“–Siz de mi âmâsınız, onu görmüyor musunuz?” buyurdu.[20]
Âile dua atmosferiyle kuşatılır ve hayat bu atmosferi teneffüs ederek devam ettirilir. Ümmü Seleme (r.a) şöyle der:
“Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) sabah namazını kılıp selam verdiğinde şöyle dua ederdi:
اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ عِلْمًا نَافِعًا وَرِزْقًا طَيِّبًا وَعَمَلًا مُتَقَبَّلًا
Allah’ım, senden faydalı ilim, helâl ve hoş rızık ve makbul olacak amel istiyorum!”[21]
Şehr b. Havşeb şöyle anlatır: Hz. Ümmü Seleme’ye:
“–Ey mü’minlerin annesi! Rasûlullah (s.a.v) senin yanında bulunduğu zamanlarda en çok hangi duâyı okurdu?” diye sordum. Şu karşılığı verdi:
“–Çoğu zaman yaptığı duası:
يَا مُقَلِّبَ الْقُلُوبِ ثَبِّتْ قَلْبِي عَلَى دِينِكَ
‘Ey kalbleri hâlden hâle çeviren Allah’ım! Benim kalbimi dînin üzere sâbit kıl!’ idi. Ben:
‘–Yâ Rasûlallah niçin çoğu zaman يَا مُقَلِّبَ الْقُلُوبِ ثَبِّتْ قَلْبِي عَلَى دِينِكَ diye dua ediyorsunuz?’ diye sordum.
‘–Ey Ümmü Seleme, hiçbir Âdemoğlu yoktur ki kalbi Allah’ın iki parmağı arasında olmasın, dilediğini düzeltir, dilediğini kaydırır’ buyurdu.”
Hadisin râvîsi Muâz şu âyeti okudu:
رَبَّنَا لَا تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةًۚ اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ
“(Onlar şöyle yakarırlar:) Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi kaydırma. Bize tarafından rahmet bağışla. Lütfu en bol olan sensin.”[22]
Âilede eşler dâima birbirlerini düşünür ve birbirlerine yardımcı olurlar. Sefîne (r.a) anlatıyor:
Ben Ümmü Seleme vâlidemizin kölesiydim. Bir gün bana:
“–Seni âzad ediyorum, ancak hayatta kaldığın müddetçe Rasûlullah (s.a.v)’e hizmet etmeni şart koşuyorum!” dedi. Ben de:
“–Sen bu şartı koşmasan da zâten ben yaşadığım müddetçe Rasûlullah (s.a.v)’den ayrılacak değilim” dedim. Beni bu şartla âzad etti.[23]
İslâm kadın erkek ihtilâtına çok ehemmiyet verir. Bir defasında Rasûlullah (s.a.v) Mekke’den ayrılacaktı ancak zevcesi Ümmü Seleme (r.a) rahatsızlığı sebebiyle henüz tavâf edememişti. Allah Rasûlü (s.a.v) ona:
“–Sabah namazı için kāmet getirildiğinde insanlar namaz kılarken, sen devenin üzerinde (arka taraftan) tavâf et!” buyurdu.[24]
Ümmü Seleme (r.a) şöyle anlatır:
“Ben (hac esnasında) Rasûlullah’a rahatsız olduğumu söyledim. Bana:
‘–Deveye binerek insanların arka tarafından tavâf et!’ buyurdu. Ben de öylece tavâf ettim. O esnâda Rasûlullah (s.a.v) Beyt’in yanında sabah namazı kıldırıyor ve وَالطُّورِ. وَكِتَابٍ مَسْطُورٍ diye başlayan sûreyi okuyordu.”[25]
Ümmü Seleme (r.a) nakleder:
Bir gün Peygamber (s.a.v) yanıma girdi, yüzünün rengi değişmişti. Bu hâlinin bir ağrı sebebiyle olmasından korktum.
“–Ey Allah’ın Rasûlü, neyiniz var, yüzünüzün rengi değişmiş?” diye sordum.
“–Bize dün gelen yedi dînâr yüzünden bu hâldeyim. Akşam oldu hâlâ onları infak edemedik!” buyurdu.[26]
Enes b. Malik’in rivayet ettiğine göre bir defasında “Yağmur Meleği” Peygamber Efendimiz’le görüşmek için Allah teâla’dan izin istedi ve kendisine izin verildi. Görüşmeye geldiğinde Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz de Ümmü Seleme annemize:
“‒Kapıyı tut da yanımıza kimse girmesin!” buyurdu. O sırada, küçük bir çocuk olan Hz. Hüseyin geldi ve dedesinin yanına girmek istedi. Ümmü Seleme (r.a) ona mâni olmaya çalıştıysa da Hüseyin atlayıp içeri girdi. Hemen dedesinin sırtına, omzuna ve boynuna oturmaya başladı. Melek, Peygamber Efendimiz’e:
“‒Onu seviyor musun?” diye sorunca, Efendimiz (s.a.v):
“‒Evet” buyurdu. Melek:
“‒Fakat ümmetin onu öldürecek, istersen sana onun öldürüleceği yeri göstereyim” dedi ve eliyle vurarak kırmızı bir toprak getirdi. Ümmü Seleme (r.a) o toprağı alıp başörtüsüne sardı. Bu hadisi Enes b. Malik’ten rivayet eden talebesi Sâbit el-Bünânî: “Onun Kerbelâ olduğu bize ulaştı” demiştir.[27]
Rasûlullah (s.a.v) Ümm-i Seleme vâlidemizin odasında yüzünde sarılık eseri bulunan bir kız çocuğu görünce:
“–Bu kızcağıza okutunuz, buna nazar değmiş” buyurmuştur.[28]
Ümmü Seleme (r.a) vâlidemiz şöyle der:
“Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in son vasiyetlerinden biri şu oldu:
«Aman namaza dikkat ediniz! Aman namaza dikkat ediniz! Emriniz altındaki kişilerin haklarına riâyet ediniz!»
Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu sözleri o kadar çok tekrarladı ki, mübârek lisanı söyleyemez hâle gelince, bunları içten içe tekrar etmeye başladı.”[29]
Âileler nice büyük insanın yetiştiği ilim ve irfan yuvaları olmuştur. Annesi Hayre, Ümmü Seleme vâlidemizin câriyesi olduğu için Hasan-ı Basrî Hazretleri, çocukluğunu Allah Rasûlü’nün hâne-i saâdetlerinde geçirmiştir.[30]
Hadis hâfızı ve müfessir İbn Kesîr şöyle der:
“Hasan Basrî’nin annesi Hayre, Hz. Ümmü Seleme’nin âzâd ettiği bir hanım idi ve ona hizmet ederdi. Bir gün onu bir iş için göndermiş, bu sebeple o da süt emmekte olan oğlu Hasan’dan ayrı kalmıştı. Bu esnada Ümmü Seleme vâlidemiz Hasan’ı memesi ile meşgul ederken göğsünden süt çıktı ve Hasan da onu emdi. İşte Hasan el-Basrî’ye verilen hikmet ve ilmin, Rasûlullah (s.a.v)’e mensub olan bu memeden emmesinin bereketinden kaynaklandığı düşünülür. Bunun yanında annesi küçük yavrusunu ashâb-ı kiramın yanına götürür, onlar da Hasan’a dua ederlerdi. Ona dua edenlerden biri de Hz. Ömer idi,
اللّهُمَّ فَقِّهْهُ فِي الدِّينِ وَحَبِّبْهُ إِلَى النَّاسِ
“Allah’ım onu dinde fakîh kıl ve onu insanlara sevdir” diye dua etmişti.[31]
Ashâb-ı kirâm (r.a) Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e olan sonsuz muhabbet, tâzim ve hürmetleri sebebiyle onun hâtıralarını muhâfaza eder, onlarla hayatında ve vefâtından sonra teberrük ederlerdi. Osman b. Abdullah’ın nakline göre Ümmü Seleme vâlidemizin yanında, deve çanına benzer gümüş bir kap içinde Peygamber Efendimiz’in saç telleri vardı. İnsanlar hastalandıklarında bunlarla teberrük ederek Allah’tan şifâ taleb ederlerdi. Bazen bir su kabının içine onları koyarlar ve o suyu içerler, bazen de onları su dolu bir tekne içine daldırır sonra o suyun içine otururlardı. Böylece kendilerine şifâ hâsıl olurdu. Nitekim âilesi, Osman b. Abdullah’ı bu teberrük için defalarca Ümmü Seleme validemizin yanına göndermişlerdir.[32]
Ümmü Seleme (r.a) 62/681’de 84 yaşında Medîne’de vefat etti ve Bakîʻ kabristanına defnedildi.[33]
[1] TİA, “Ümmü Seleme”, 8/257.
[2] Muhibbuddîn et-Taberî, es-Simtu’s-semîn, 156.
[3] Muhibbuddîn et-Taberî, es-Simtu’s-semîn, 133.
[4] Muhibbuddîn et-Taberî, es-Simtu’s-semîn, 139.
[5] TİA, “Ümmü Seleme”, 8/257.
[6] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, 1/469-470; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-gābe, 6/341-342; İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe, 8/404-405.
[7] Muhibbuddîn et-Taberî, es-Simtu’s-semîn, 133.
[8] Muhibbuddîn et-Taberî, es-Simtu’s-semîn, 139; TİA, “Ümmü Seleme”, 8/257.
[9] Ebû Abdurrahman Ahmed b. Şuayb en-Nesâî, Sünen, thk. Abdülfettâh Ebû Gudde (Haleb: Mektebetü’l-Matbuâti’l-İslamiyye, 1406), “Nikâh”, 28.
[10] Muhibbuddîn et-Taberî, es-Simtu’s-semîn, 147.
[11] Buhârî, “Menâkıb”, 25, 4/185.
[12] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, 2/236-238; Murat Kaya, Tefsîru’l-Kur’ân fî sîreti İbn Hişâm (İstanbul: Dâru’l-Erkam, 1443), 283-284.
[13] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 1/494-496.
[14] Bir vesk, yaklaşık 200 kg. eder.
[15] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 8/56, 69, 127.
[16] Ebû Zekeriyyâ Muhyi’d-Dîn Yahyâ b. Şeref Nevevî, el-Minhâc şerhu Sahîhi Müslim b. el-Haccâc (Beyrut: Dâru İhyâ’i’t-Turâsi’l-ʻArabî, 1972), 12/82.
[17] Buhârî, Vesâyâ, 32; Müslim, Cihâd, 55. Peygamber Efendimiz’in bahsettiği “âmil”, bahçesinde çalışıp bakımını yapan vazifeli kimsedir. Nitekim bir rivayette Allah Rasûlü’nün hurmalıklarıyla meşgul olan böyle bir şahıstan bahsedilmiştir. (Müslim, Müsâkât, 99-100)
[18] TİA, “Ümmü Seleme”, 8/257-258.
[19] Tirmizî, “Fedâilü’l-Kur’ân”, 23; Ebû Dâvûd, “Vitr”, 20.
[20] Ebû Dâvûd, “Libâs”, 34; Tirmizî, “Edeb”, 29.
[21] Ebû ʻAbdillah b. Yezîd el-Kazvînî İbn Mâce, Sünenü İbn Mâce, thk. Muhammed Fu’âd b. ʻAbdilbâkī (Beyrut: Dâru İhyâi’l-Kütübi’l-ʻArabiyye, ts.), “İkametü’s-Salâh”, 32. Krş. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/294.
[22] Âl-i İmrân 3/8. Tirmizî, “Deʻavât”, 89/3522. Bkz. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/182, 6/91.
[23] Süleyman b. el-Eş’as es-Sicistânî Ebû Dâvûd, Sünenu Ebî Dâvûd, thk. Muhammed Muhyiddin Abdülhamid (Beyrut: el-Mektebetu’l-Asriyye, 1992), “Itk”, 3/3932; Kazvînî İbn Mâce, “Itk”, 6; Hâkim, el-Müstedrek, 2/232, no: 2849.
[24] Buhârî, “Hac”, 71.
[25] Buhârî, “Hac”, 64.
[26] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/293; Heysemî, Mecmaʻu’z-zevâid, 10/238.
[27] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/242; Heysemî, Mecmaʻu’z-zevâid, 9/187-188.
[28] Buhârî, Tıb, 35.
[29] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/290, 315. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Edeb, 123-124/5156; İbn Mâce, Vasâyâ, 1; Beyhakî, Şuab, 7/477/10542.
[30] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 7/161; Süheylî, Ravdu’l-ünf, 1/248.
[31] Ebü’l-Fidâ İsmâil b. Ömer İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye, thk. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî (Kahire: Dâru Hicr li’t-Tıbâʻa ve’n-Neşr ve’t-Tevziʻ ve’l-İʻlân, 1418), 13/54-55.
[32] Buhârî, “Libâs”, 66; Humeydî, el-Cemʻ beyne’s-Sahîhayn, 4/233; İbn Hacer el-ʻAskalânî, Fethu’l-Bârî, 10/353; Ebû Muhammed Mahmûd b. Ahmed Bedru’d-dîn el-ʻAynî, ʻUmdetü’l-Kārî şerhi Sahîhi’l-Buhârî (Beyrut: Dâru İhyâ’i’t-Turâsi’l-ʻArabî), 10/278-279.
[33] TİA, “Ümmü Seleme”, 8/257-258.