7. Rasûlullah (s.a.v) ve Hz. Hafsa Âilesi

Hafsa (r.a) 605’te Mekke’de doğdu. Babası Hz. Ömer, annesi Osman b. Mazʻûn’un kardeşi Zeyneb binti Mazʻûn el-Cumâhiye’dir. Annesi de müslüman olmuş ve hicret etmiştir. Hz. Hafsa’nın ilk kocası Huneys b. Huzâfe[1] Bedir harbine katılmış ve dönüş yolunda hastalanarak Medîne’de vefat etmiştir. Hafsa (r.a) Rasûlullah (s.a.v) ile hicrî üçüncü senede Şaban ayında (Ocak 625) evlenmiştir.[2]

Rasûlullah (s.a.v) âilesinin eğitimine önem verir onları devamlı geliştirmeye gayret ederdi. Şifâ binti Abdullah (r.a) anlatıyor:

Ben Hafsa’nın yanındayken Rasûlullah (s.a.v) yanımıza geldi ve bana:

“−Buna yazıyı öğrettiğin gibi nemle tedâvisini[3] de öğretir misin?” buyurdu.[4]

Rasûlullah (s.a.v) bir gün Hz. Hafsa vâlidemizin yanında:

“–İnşâallah ağacın altında Beyʻat eden Ashâb-ı Şecere’den hiç kimse Cehennem’e girmeyecek!” buyurdular.Bu söz üzerine aklına bir soru takılan Hafsa vâlidemiz:

“–Peki, yâ Rasûlallah Cenâb-ı Hak:

وَاِنْ مِنْكُمْ اِلَّا وَارِدُهَا

‘İçinizden hiçbiri istisnâ edilmemek üzere mutlakâ herkes cehenneme varacaktır’[5]buyuruyor. Bu nasıl olacak?” dedi. Rasûlullah (s.a.v):

“–Allah teâlâ şöyle de buyurdu” diyerek bir sonraki âyeti okudular:

ثُمَّ نُنَجِّى الَّذِينَ اتَّقَوْا وَنَذَرُ الظَّالِمِينَ فِيهَا جِثِيًّا

“Sonra müttakî olanları kurtarırız da, zâlimleri diz üstü çökmüş vaziyette orada bırakırız.”[6]

Böylece buradaki “cehenneme varma”nın sırattan geçerken cehennemin üzerinden hızla geçmek manasına geldiğini, içine girmek demek olmadığını îzâh etmiş oldu.[7] Bu izaha göre mü’minler cehennemde kalmayacak, amellerinin durumuna göre kendilerine lütfedilen bir hızla üzerinden geçip gidecekler ve onun sıcaklığını hissetmeyecekler, kâfirler ise orada kalacaklardır.

Âilenin gerek akrabalardan gerekse eş dosttan ziyaretçileri olurdu. Habeşistan’a hicret edip Hayber fethi esnâsında deniz yoluyla Peygamber Efendimiz’e gelen kâfiledekilerden biri de Esmâ binti Umeys idi. (Esmâ, Meymûne vâlidemizin ana bir kardeşi ve Hz. Caʻfer’in hanımı idi.) O, bir gün Peygamber Efendimiz’in zevcesi Hafsa vâlidemizi ziyaret için yanına gitmişti. Az sonra kızı Hafsa’nın yanına Hz. Ömer geldi. Ömer (r.a) Esmâ’yı görünce:

“–Bu kim?” diye sordu. O da:

“–Esmâ binti Umeys!” dedi ve aralarında hicret ve Rasûlullah’a yakınlıkla ilgili bir konuşma geçti.[8]

Âile içinde hayatın tuzu biberi olan bazı hâdiseler de yaşanır. Bunların hepsini takva ve sabırla geçiştirmek gerekir. Abdullah b. Abbâs (r.a) şöyle anlatır:

Allah teâlâ’nın, haklarında “Eğer ikiniz de Allah tevbe ederseniz ne iyi, çünkü ikinizin de kalpleri eğildi…”[9] buyurduğu vâlidelerimizin kimler olduğunu Hz. Ömer’e sormayı çok istiyor, bunun için fırsat kollayıp duruyordum. Nihayet onunla birlikte hacca gittim. Bir ara Hz. Ömer (r.a) yoldan ayrılıp bir yere saptı. Ben de elimde deriden bir su kabı olduğu hâlde onunla birlikte yoldan ayrıldım. Ben kenarda beklerken Hz. Ömer (r.a) kuytu bir yerde hâcetini giderdi. Yanıma gelince kaptan su döktüm, abdest aldı. Ben:

“–Ey Mü’minlerin Emîri! Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in zevcelerinden o iki kadın kimdir ki, Allah teâlâ onlar için ‘Eğer ikiniz de Allah’a tevbe ederseniz ne iyi, çünkü ikinizin de kalpleri eğildi…’ buyurmuştur?” diye sordum. Ömer (r.a) bana:

“–Hayret ederim sana ey İbn Abbâs! Onlar Hafsa ile Âişe’dir” dedi ve hâdiseyi şöyle anlattı:

“–Ben Ensâr’dan bir komşum ile beraber Benû Umeyye ibn Zeyd yurdunda oturuyordum. Bu yurt Medine’nin Avâlî denilen semtindedir. Peygamber Efendimiz’in yanına nöbetleşe inerdik. Bir gün o iner, bir gün ben inerdim. Ben indiğim zaman o gün vahiy ve diğer şeylere dâir ne öğrenirsem gelir komşuma anlatırdım. O da indiği zaman böyle yapardı.

Biz Kureyş topluluğu, kadınlara hâkim insanlardık. Medine’ye Ensâr’ın yanına geldiğimizde bir de gördük ki onların kadınları erkeklerine gâlip geliyor. Derken bizim kadınlarımız, Ensâr kadınlarının edebinden almaya başladılar. Bir gün ben hanımıma kızdım; o da bana cevap verdi. Ben onun bana söz yetiştirip cevap vermesinden hoşlanmadım ve kendisini azarladım. Bunun üzerine o:

‘–Benim sana karşı mırıldanmamı niçin münasip görmüyorsun? Vallahi Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in zevceleri bile ona karşı mırıldanıyorlar ve birisi o gün geceye kadar Efendimiz’in yanına uğramıyor!’ dedi. Hanımımın bu sözleri beni ürküttü:

‘–Onlardan kim bunu yaparsa perîşân olur; büyük günâh işlemiş olur’ dedim. Sonra giyindim ve kızım Hafsa’nın yanına gittim. Ona:

‘–Hafsa! Sizden biri bütün gün tâ geceye kadar Allah Rasûlü’ne dargınlık eder mi?’ dedim. O:

‘–Evet’ dedi. Ben:

‘–O kadın perîşân olmuş ve zarar etmiştir. Siz, Rasûlü’nün öfkesinden dolayı Allah’ın size öfkelenmesinden emîn misiniz? Bakın, bu yüzden helâk olursunuz! Sen Allah’ın Rasûlü’nden çok isteklerde bulunma, ona cevap yetiştirme yarışına girişme, darılıp ondan ayrı durma! Bir ihtiyâcın olursa benden iste! Sakın arkadaşın (Hz. Âişe)nin, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e senden daha güzel ve daha sevgili olması seni aldatmasın!’ dedim.

Biz o günlerde: ‘Gassânlılar bize karşı sefere çıkmak için atlarını nallatıyorlarmış’ diye havadis alıyorduk. Arkadaşım kendi nöbetinde Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in yanına gitti ve yatsı vaktinde döndü. Kapımı şiddetle vuruyor bir taraftan da acelesinden:

‘–Bu adam uyuyor mu, nerede kaldı?’ diyordu. Ben korktum ve hemen kapıya çıktım. O:

‘–Çok mühim bir hâdise vukû buldu’ dedi. Ben:

‘–Nedir o; Gassânîler mi saldırdı?’ dedim.

‘–Hayır, fakat ondan daha büyük ve daha mühim, Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) kadınlarını boşamışlar!’ dedi. Ben:

‘Hafsa kaybetti ve ziyana uğradı. Ben yakında böyle bir şey olacağını biliyordum’ dedim. Elbisemi giyip gittim ve Peygamber (s.a.v) Efendimiz’le beraber sabah namazını kıldım. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v), hurma kütüğünden merdiveni olan ve birkaç basamakla çıkılan kendisine ait bir meşrubeye girdiler ve orada yalnız kaldılar. (Meşrübe: Yerden biraz yüksekçe küçük bir oda, kiler veya sadece oda mânâsınadır.)

Ben Hafsa’nın yanına girdim, baktım ki ağlıyor.

‘–Seni ağlatan nedir? Ben seni îkâz etmemiş miydim? Rasûlullah (s.a.v) sizleri boşadı mı?’ dedim. Hafsa:

‘–Bilmiyorum. O işte şu meşrubede’ dedi.

Mescid’e çıkıp Minber’in yanına geldim. Gördüm ki Minber’in etrafında bir takım kimseler var, bazıları da ağlıyor. Yanlarında biraz oturdum. Sonra içimdeki sıkıntı sebebiyle yerimde duramayıp Peygamber Efendimiz’in bulunduğu meşrubenin yanına geldim. Efendimiz’in siyah hizmetçisine:

‘–Ömer için izin isteyiver!’ dedim. İçeri girdi, Efendimiz’le konuştu. Sonra çıktı ve:

‘–Arzunu Efendimiz’e ulaştırdım, ancak bir şey söylemediler’ dedi.

Oradan ayrıldım, Mescid’de Minber’in yanındaki topluluğun yanına oturdum. Sonra yine duramadım, hizmetçinin yanına geldim. Önceki sözlerini aynen tekrar etti. Ben yine Minber’in yanındaki topluluğun yanına oturdum. Sonra yine vicdanımda hissettiğim şey bana galebe çaldı. Tekrar hizmetçinin yanına gelip:

‘–Ömer için izin isteyiver!’ dedim. Hizmetçi önceki sözünü tekrar etti. Ben de döndüm, giderken baktım, hizmetçi beni çağırıyor:

‘–Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) sana izin verdi’ dedi.

Bunun üzerine huzur-u âlîlerine girdim. Baktım ki, Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) bir hasır üzerine yatmışlar, mübarek vücutlarıyla hasır arasında bir döşek yok, hasırın örgüleri vücutlarına iz yapmış! Hurma lifiyle doldurulmuş deriden bir yastığa yaslanmışlardı. Kendilerine selâm verdim. Sonra ayakta:

‘–Hanımlarınızı boşadınız mı?’ dedim. Mübarek gözlerini bana doğru kaldırarak:

‘–Hayır’ buyurdular. Sonra ben yine ayakta, kendilerine yaklaşıp gönüllerine ferahlık vermeye hazırlık mâhiyetinde:

‘–Yâ Rasûlallah! Başıma gelenleri bir bilseydin! Biz Kureyş topluluğu kadınlara gâliptik. Sonra öyle bir kavmin yanına geldik ki, kadınları onlara galebe çalıyor’ diye hanımımla aramdaki hâdiseyi anlattım. Ben bunu söyleyince Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) tebessüm ettiler. Sonra ben şöyle dedim:

‘–Yâ Rasûlallah! Hafsa’nın yanına girdiğimi bir görseydin! Ona; “Sakın arkadaşının Peygamber Efendimiz’e senden daha güzel ve daha sevgili olması seni aldatmasın!” dedim.’

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) bir daha tebessüm ettiler. Efendimiz’in tebessüm ettiklerini görünce hemen oturdum ve gözümü kaldırıp odasının içine baktım. Vallahi içerde tabaklanmayı bekleyen üç hayvan derisinden başka kıymet verilecek hiçbir eşya yoktu. Bunun üzerine:

‘–Yâ Rasûlallah! Allah teâlâ’ya duâ etseniz de ümmetinize genişlik verse! Çünkü Allah’a ibâdet etmedikleri hâlde Farslara ve Romalılar’a genişlik verilmiş, kendilerine pek çok dünyalık ihsan edilmiştir’ dedim.

Bunu söyleyince Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) yaslanmış oldukları yerden doğruldular ve:

‘–Sen şüphe içinde misin ey Hattâb oğlu?! Onlar karşılıkları ve nasipleri dünya hayâtında peşin verilip geçiştirilen insanlardır’ buyurdular. Ben de:

‘–Yâ Rasûlallah, benim için istiğfar ediverin!’ dedim.

İşte Hafsa, Âişe’ye Efendimiz’in sırrını açıkladığı zaman, Rasûlullah (s.a.v) hanımlarından ayrılıp inzivaya çekilmişlerdi. (Çünkü hanımlarını memnun etmek için Rasûlullah (s.a.v) helâl olan bir şeyi kendilerine yasaklamış, Cenâb-ı Hak da ‘Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi niçin haram kılıyorsun?’ diye itâbda bulunmuştu.[10]) Cenâb-ı Hak itâbda bulununca Rasûlullah (s.a.v) çok üzüldü, hanımlarına son derece kırılıp küserek ‘Bir ay yanlarına girmeyeceğim!’ buyurdu. Yirmi dokuz gün geçince Rasûlullah (s.a.v) Hz. Âişe’nin yanına girdi ve görüşmeye onunla başladı. Hz. Âişe (r.a):

‘–Yâ Rasûlallah! Siz bizim yanımıza bir ay girmemeye yemîn etmiştiniz. Hâlbuki biz yirmi dokuzuncu gecenin sabahındayız. Ben bu günleri tek tek sayıyorum?’ dedi. Rasûlullah (s.a.v):

‘–Ay bazen yirmi dokuz olur, işte bu ay da yirmi dokuz oldu’ buyurdu.”

Hz. Âişe der ki:

“Müteakiben tahyîr (muhayyer kılma) âyeti[11] indirildi. Rasûlullah (s.a.v) ilk olarak benimle başladı ve:

‘–Sana bir durumdan bahsedeceğim. Cevap hususunda acele etme! Anne babanla istişare edip sonra karar ver’ buyurdu. Ben:

‘–Kesinlikle biliyorum ki annem babam Siz’den ayrılmamı istemezler!’ dedi.

Rasûlullah (s.a.v) şöyle devam etti:

‘–Allah teâlâ şöyle buyurdu: “Ey Peygamber, zevcelerine şunu söyle: Eğer siz dünyâ hayâtını ve onun zînetini istiyorsanız gelin size boşama bedellerinizi vereyim hepinizi güzellikle salıvereyim. Yok, eğer Allah’ı, Rasülü’nü ve âhiret yurdunu istiyorsanız, haberiniz olsun ki Allah içinizden güzel hareket edenlere pek büyük bir mükâfat hazırlamıştır”.[12]

Ben de:

‘–Ben bunun hakkında mı ebeveynime danışacağım? Ben elbette Allah’ı, Rasûlü’nü ve âhiret yurdunu isterim!’ dedim.”

Sonra Rasûlullah (s.a.v) bütün kadınlarını böyle muhayyer kıldı, onlar da hep Hz. Âişe’nin dediği gibi söylediler.[13]

Hafsa vâlidemizin âile hayatı da sâde ve kanaat üzere geçmişti. Babası Hz. Ömer (r.a) halife iken çok mütevazı bir hayat yaşıyordu. Onun durumuna acıyan müslümanlar kızı Hafsa validemize konuyu açarak babasıyla konuşmasını istediler. O da babasına giderek:

“–Ey Mü’minlerin Emîri! Bu elbiselerinden daha yumuşak elbiseler giysen, şu yemeğinden daha hoş yemekler yesen ne olur! Allah sana pek çok yerleri fethetmeyi nasib etmiş ve rızkı da bollaştırmıştır!” dedi.

Hz. Ömer (r.a):

“‒Kızım, şimdi sana karşı kendi yaşadığın halleri delil olarak getireceğim. Sen Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in hayatta nasıl sıkıntılarla karşılaştığını bilmiyor musun?” diye söze başlayıp Rasûlullah (s.a.v)’in çektiği yokluk ve zorlukların bir kısmını hatırlattı. Hz. Hafsa (r.a) bunları duyunca ağlamaya başladı.

Hz. Ömer (r.a) sözlerine şöyle devam etti:

“‒Sana şunu söyleyeyim ki benim iki arkadaşım bir yoldan gittiler. Şimdi ben onların gittiği yoldan başkasına girersem beni onların vardığı menzilden farklı bir yere ulaştırır. Vallahi şimdi ben onların yaşadığı sıkıntılı hayata ortak olacağım, inşaallah sonunda onların vâsıl olduğu rahat hayâta kavuşabilirim!”[14]

Âile bir danışma meclisidir, orada insanlar hayra ve istikamete yönlendirilirler. Tecrübelerden istifade edilerek hataların önüne geçilir. Abdullah b. Ömer (r.a) şöyle anlatır:

“(Sıffîn Harbi’nden sonra) kız kardeşim Hafsa’nın yanına gittim. Saç örgülerinden su damlıyordu. Ona:

‘–İnsanların hâli şu gördüğün vaziyete geldi. (Mekke ve Medine’deki sahâbîleri, hakemlerin olduğu meclise çağırıyorlar.) Fakat idarecilik husûsunda bana bir hak verilmedi, (çünkü babam Hz. Ömer (r.a) son vasiyetinde bunu yasakladı. Bu sebeple müzâkereye gitmeme gerek yok)’ dedim.

Hafsa (r.a):

‘–Toplantıya sen de katıl. Zîrâ onlar seni gözlüyor ve bekliyorlar. Senin onlardan geri kalmanın, tefrikaya (toplumun bölünmesine) sebep olmasından korkarım!’ dedi.”

Hafsa (r.a) kardeşi İbn Ömer’i oraya gönderinceye kadar peşini bırakmadı, gitmesi için ısrar etti.

(Hakem hâdisesi bitip) insanlar dağılınca Muâviye bir konuşma yaptı ve:

“–Kim bu halifelik konusunda konuşmak istiyorsa başını kaldırsın, bize göstersin! Muhakkak ki biz halifeliğe ondan da babasından da daha çok hak sâhibiyiz!” dedi.

Bu anlatılanları dinleyen Habîb b. Mesleme, İbn Ömer’e:

“–Sen ona cevâb vermedin mi?” diye sordu. Abdullah b. Ömer (r.a):

“–Hemen elbisemin bağını çözdüm ve ‘Bu halifelik işine senden daha çok hak sâhibi olan, İs­lâm’ı korumak üzere sen ve babanla savaşan kişidir (yani Hz. Ali’dir)’ demek istedim fakat müslümanların topluluğunu bozacak, kan dökülmesine sebep olacak ve istemediğim ters bir mânâya çekilecek bir söz söylemekten korktum. Ve o esnâda Allah teâlâ’nın (sabredenler) için Cennetlerde hazırladığı mükâfatları hatırladım” dedi.

Bunun üzerine Habîb (r.a):

“–Sen Allah tarafından bir fitneden korunmuş ve himâye edilmişsin!” dedi.[15]

Muâviye’nin Abdullah ile babası Hz. Ömer’e bu derece yüklenmesinin sebebi o gün bütün fikirlerin Abdullah b. Ömer’in halîfe seçilmesi üze­rinde toplanmış olmasıdır. Fakat Abdullah (r.a) bunu kabul etmemiştir.

Hafsa (r.a) günlerinin çoğunu oruçlu geçirir ve çokça ibadet ederdi. Okuma yazma bilirdi ve aynı zamanda hâfız idi. İnfak ehli bir insandı. Hz. Ömer vakfettiği malların idaresini Hz. Hafsa’ya bırakmıştı. O da vefatı yaklaşınca bunların ve kendi vakıflarının idaresini kardeşi Abdullah’a bıraktı.[16]

Hz. Hafsa’nın hâfız sahâbîlerden olduğu rivayet edilir.[17] Rasûl-i Ekrem’den ve Hz. Ömer’den 60 hadis rivayet etmiştir. Ondan hadis rivayet edenler arasında kardeşi Abdullah b. Ömer, Abdullah’ın oğlu Hamza, ashâb-ı kirâmdan Hârise b. Vehb, Şüteyr b. Şekel, Muttalib b. Ebû Vedâa ve tâbiînden Abdullah b. Safvân el-Cumahî gibi isimler vardır.[18]

Hafsa (r.a) 45 senesinin Şaʻban’ında 60 yaşında vefat etti. 41 senesinde vefat ettiği de söylenmiştir. Cennetü’l-Bakîʻe defnedildi.[19]


[1] Abdullah b. Huzâfe’nin kardeşidir.

[2] Muhibbuddîn et-Taberî, es-Simtu’s-semîn, 127.

[3] Hadîs-i şerifte bahsedilen “nemle: karınca”, insanın iki yanında veya vücudunun diğer yerlerinde çıkan bir tür yaraya verilen isimdir.

[4] Ebû Dâvûd, “Tıb”, 18/3887. Krş. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/286.

[5] Meryem 19/71.

[6] Meryem 19/72.

[7] Bkz. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/285, 362, 420; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 163; Nevevî, el-Minhâc, 16/58.

[8] Buhârî, “Meğâzî”, 36; Müslim, “Fedâilü’s-Sahâbe”, 169.

[9] et-Tahrîm 66/4.

[10] et-Tahrîm 66/1-4.

[11] el-Ahzâb, 28-29.

[12] el-Ahzâb 33/28-29.

[13] Buhârî, “Mezâlim”, 25, “Nikâh”, 83; Müslim, “Talâk”, 34.

[14] Ebû Bekir İbn Ebî Şeybe, el-Kitâbu’l-Musannef fî’l- ehâdîs ve’l-âsâr, thk. Kemâl Yûsuf el-Hût (Riyad: Mektebetü’r-Rüşd), 7/79, no: 34334; Ebû ʻAbdirrahmân Ahmed b. Şuʻayb b. ʻAlî el-Horâsânî en-Nesâî, es-Sünenü’l-kübrâ, thk. Hasan ʻAbdülmeam Şelebî (Beyrut: Mü’essesetü’r-Risâle, 2001), 10/389, no: 11806. Krş. Ahmed, Zühd, 125; Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, 128.

[15] Buhârî, “Meğâzî”, 29.

[16] TİA, “Hafsa”, 3/256-257.

[17] İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî, 8/669.

[18] M. Yaşar Kandemir, “Hafsa”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/hafsa (18.04.2023).

[19] TİA, “Hafsa”, 3/256-257.