11. Rasûlullah (s.a.v) ve Ümmü Habîbe Âilesi

Ümmü Habîbe validemizin ismi Remle’dir. Peygamberlikten 17 sene önce 593’te doğmuştur. Babası meşhur Ebû Süfyan b. Harb, annesi Osman b. Mazʻûn’un halası Safiyye binti Ebi’l-Âs’tır. Ebü’l-Âs, Hz. Osman b. Affân’nın amcasıdır.

Ümmü Habîbe (r.a) Allah Rasûlü’nden önce Efendimiz’in halası Ümeyme’nin oğlu Ubeydullah b. Cahş ile evliydi. İkinci hicrette Habeşistan’a gittiler. İslâm’dan önce hanîf iken hristiyan olan Ubeydullah orada tekrar hristiyanlığa döndü. Ümmü Habîbe’ye de hristiyan olması için baskı yapıyordu. Kendini içkiye verdi. Ümmü Habîbe kocasından ayrıldı ve çok sıkıntılı günler geçirdi. Ubeydullah bir müddet sonra orada öldü. Ümmü Habîbe kabilesine de dönemezdi, zira babası müşriklerin başı idi. Onun bu hâlini bilen Peygamber Efendimiz’in talebi üzerine Necâşî Ümmü Hâbîbe validemize dünürcü oldu ve babasının amcaoğlu olan Hâlid b. Saîd b. Âs, Efendimiz’le onun nikâhlarını kıydı. Necâşî de Peygamberimiz adına 4 bin dirhem mehir verdi ve hanımlarına bütün güzel kokularını Ümmü Habîbe validemize göndermelerini emretti. Bu evliliğin hicretin 7. senesinde olduğu nakledilir.[1]

Ebû Süfyân o sırada müşrik olduğundan velâyetine müracaat edilmedi. Onun bu evliliğe çok öfkelenmesi beklenirken olayı duyduğunda Rasûl-i Ekrem için, “O reddedilmeyecek biridir” diyerek evliliği benimsediğini gösterdi. Bu evlilik aynı zamanda onun İslâm’a yaklaşmasına vesile oldu. İbn Abbâs (r.a) “Bakarsınız, Allah düşman olduğunuz kimselerle aranızda bir sevgi ortaya çıkarır”[2] âyetinin bu hadise üzerine indiğini söylemiştir.[3] Ümmü Habîbe (r.a) peygamber eşi olmaya lâyık, üstün vasıflara sahip bir kadındı. Müslüman olduktan sonra babasının ve diğer müşriklerin baskılarına katlandı ve hamileliğine rağmen Habeşistan’a hicret etme cesaretini gösterdi.[4]

Ümmü Habîbe (r.a) vâlidemiz anlatıyor:

Necaşi’nin Ebrehe isminde bir cariyesi vardı. Rasûlullah (s.a.v) ile nikâhım Habeşistan’da kıyılıp Medîne’ye gelme hazırlıklarım yapılırken bana:

“–Senden ricam, Rasûlullah’a selamımı söylemen, ona, getirdiği dîne girdiğimi bildirmendir” dedi.

Ebrehe bana çok lütufkâr davrandı, yol hazırlığımı bizzat yaptı. Yanıma her girdiğinde:

“–Sakın ricamı unutma! Allah Rasûlü’ne muhakkak selamımı söyle” diyordu.

Medine’ye Rasûlullah’ın yanına gelince nikâh safhalarıyla Ebrehe’nin bana yaptıklarını kendisine anlatıp selamını söyledim. Allah Rasûlü (s.a.v) tebessüm buyurdu ve:

“–Ve aleyhesselâm ve rahmetullahi ve berekâtüh” diyerek selamını aldı.[5]

Bu âilede eşlerin birbirlerine olan sadakat ve muhabbetlerini görüyoruz. Müşrikler, Hudeybiye’de Rasûlullah (s.a.v) ile yaptıkları musâlahayı iki sene sonra müslümanlara karşı işledikleri büyük bir katliâm ve cinâyetle bozdular. Ardından büyük bir korkuya kapılarak Ebû Süfyân’ı Medîne-i Münevvere’ye gönderdiler.

Medîne’de hiç kimse Ebû Süfyân’a yüz vermedi. Kızı Ümmü Habîbe validemizin odasına gitti. Oturmak istediğinde Ümmü Habîbe vâlidemiz babasının altından minderi dürüp kaldırdı. Ebû Süfyân şaşırdı. Hayretle:

“–Kızım, minderi mi bana, beni mi mindere lâyık görmedin?” diye sordu.

Allah Rasûlü’nün muhabbetinde fânî olan Ümmü Habîbe vâlidemiz, şöyle cevap verdi:

“–Bu minder, Rasûlullah (s.a.v)’e âittir. Bunun için sen necis bir müşrik olarak ona oturmaya aslâ lâyık değilsin!”

Ebû Süfyân işittiği bu cevap karşısında donup kaldı:

“–Kızım, sen bizden ayrılalı bir acâip olmuşsun!” dedi. Fakat Ümmü Habîbe vâlidemiz:

“–Hayır, Allah beni İslâm ile şereflendirdi” diyerek îmânın her şeyin üzerinde olan ulvî değerini hatırlattı.[6]

Çâresiz bir şekilde dönmek zorunda kalan Ebû Süfyân, etrafını çeviren Mekkelilere sulhün mümkün olmadığını aktarırken şaşkınlığını gizleyemiyor:

جِئْتُكُمْ مِنْ عِنْدِ قَوْمٍ قُلُوبُهُمْ عَلَى قَلْبٍ وَاحِدٍ

“–Ben size, kalpleri tek bir kalp üzere olan bir kavmin yanından geliyorum. Vallahi, onlardan fayda umduğum küçük-büyük, kadın-erkek herkesle konuştum, ancak bir netice alamadım” diyordu.[7]

Âile aynı zamanda nâfile namazların mekânıdır. Farzları camide kılan müslümanlar, evlerini de bereketlendirmek için sünnet ve nâfile namazları evlerinde kılmaya îtinâ gösterirler. Hanımlar için ise farzların en faziletli mekânı evleridir. Ümmü Habîbe (r.a) şöyle demiştir:

“Rasûlullah (s.a.v):

‘Kim her gün farzlar hâricinde on iki rekât nâfile kılarsa Allah onun için cennette mutlakâ bir ev inşâ eder’ buyurmuştu.

Bu müjdeyi Allah Rasûlü’nden işittiğim günden beri bu namazları hiç terk etmedim.”[8]

Bu sebeple Ümmü Habîbe (r.a) ibadetlere düşkünlüğü ve güzel konuşmasıyla tanınmıştır. Rasûlullah (s.a.v) Ümmü Habîbe validemizin cennetlik olduğunu müjdelemiştir.[9] Efendimiz’den sonra otuz yıl daha yaşayan annemiz fitnelere karışmamıştır. Dayısının oğlu Hz. Osman’ın evi muhasara edildiğinde onun evine gitmiştir. Müslümanlar, Ümmü Habîbe’ye duydukları saygıdan dolayı kardeşi Muâviye’ye halîfeliğinde “müminlerin dayısı” diye hitap ediyorlardı.[10]

Hz. Âişe (r.a) şöyle anlatır: Vefatı yaklaştığında Ümmü Habîbe (r.a) beni çağırdı ve:

“–Aramızda kumalar arasında geçen bir takım olaylar olurdu. Allah bu konularda beni ve seni mağfiret eylesin (hakkını helal et)” dedi. Ben de:

“–Allah bu konudaki bütün hatalarını mağfiret eylesin, bütün haklarım helal olsun” dedim.

“–Beni çok sevindirdin Allah da seni sevindirsin” dedi.

Sonra Ümmü Seleme’ye haber göndererek ona da aynı şeyleri söyledi.[11]

Ümmü Habîbe (r.a), rivayet ettiği hadisler bakımından Peygamber Efendimiz’in hanımları arasında Hz. Âişe ve Ümmü Seleme’den sonra gelir. Kırktan fazla hadis rivayet etmiştir.[12] 44/664 senesinde vefat etmiş ve Cennetü’l-Bakîʻe defnedilmiştir.[13]


[1] Muhibbuddîn et-Taberî, es-Simtu’s-semîn, 151-155.

[2] el-Mümtehine 60/7.

[3] Ebû Zekeriyyâ Yahyâ el-Ferrâ’, Meʻâni’l-Kur’ân, thk. Ahmed Yusuf en-Necati vd. (Mısır: Dârü’l-Mısrıyye li’t-Te’lif ve’t-Terceme, ts.), 3/150; İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 8/99.

[4] Aynur Uraler, “Ümmü Habîbe”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/ummu-habibe (13.04.2023).

[5] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 8/98; Muhibbuddîn et-Taberî, es-Simtu’s-semîn, 152-153.

[6] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, thk. Mustafa es-Sekkā (Kahire: Mektebetü Mustafa el-Bâbî, 1375), 2/396; Muhibbuddîn et-Taberî, es-Simtu’s-semîn, 156.

[7] Abdürrezzâk es-San’ânî, el-Musannef, 5/375.

[8] Müslim, “Müsâfirîn”, 103.

[9] İbn Asâkir, Târîhu Dımeşk, 6/90.

[10] Zehebî, Aʻlâmi’n-nübelâ, 2/222.

[11] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-safve, thk. Ahmed b. Ali (Kahire: Dâru’l-Hadîs, 1421), 1/426.

[12] Bkz. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/325-328, 425-428; Ekrem Ziyâ el-Ömerî, Bakī b. Mahled el-KurTubî ve Mukaddimetü Müsnedih, Medine 1404/1984, 84.

[13] TİA, “Ümmü Habîbe”, 8/252-253.