23. Ebü’d-Derdâ ve Âilesi

23.1. Ebü’d-Derdâ (r.a)

Ebü’d-Derdâ’nın ismi Uveymir b. Kays b. Zeyd el-Hazrecî’dir. Bedir Gazvesi esnâsında müslüman oldu. Ensâr’dan en son İslâm’a girenin o olduğu söylenir. Arkadaşı Abdullah b. Revâha (r.a) onun müslüman olmasına vesile olduğu gibi onda İslâmî şahsiyetin teşekkül etmesine de yardımcı oldu. Rasûlullah (s.a.v) onu Selmân-ı Fârisî ile kardeş yaptı.

Ebü’d-Derdâ (r.a) ticâretle meşgul oluyordu. İslâm’a girdikten sonra ticâretle ibâdeti aynı anda yürütemeyeceğini düşünerek ticareti bıraktı. Tabiî ki bu onun fazla ibadet etmesi ve ona çok ehemmiyet vermesi sebebiyle idi. Rasûlullah (s.a.v) hayattayken Kur’ân-ı Kerîm’i ezberleyerek tamamını ona okudu.

Ebü’d-Derdâ hazretlerinin aynı künyeyle anılan iki hanımı vardır. Biri sahâbî olan büyük Ümmü’d-Derdâ (r.a), diğeri tâbiînden olan küçük Ümmü’d-Derdâ (r.a). Küçük Ümmü’d-Derdâ Kur’ân kıraatindeki üstünlüğü ile tanınır.

Ebü’d-Derdâ’nın Bilâl ve Yezîd isminde iki oğlu, Derdâ ve Nesîbe isminde iki kızı olmuştur. Oğlu Bilâl Emevîler devrinde Dımaşk kadısı olmuştur.

23.1.1. İlmi

Ebü’d-Derdâ (r.a) ilme ve dini yaşamaya çok ehemmiyet verir, insanın ilmiyle amel etmesi gerektiğini söylerdi. Tefsir, fıkıh, hadîs ve kıraat ilimlerinde ashabın önde gelenlerindendi. Hüküm verirken ve hadîs rivâyet ederken çok titiz davranırdı. Uzak beldelerden gelen hadîs talebelerine rivâyette bulunduktan sonra ihtiyatlı davranarak “Hadîs bunun gibi veya buna benzer şekildedir” derdi.

Abdullah b. Abbâs, Abdullah b. Amr b. Âs, Enes b. Mâlik gibi sahâbîler, karısı Ümmü’d-Derdâ, oğlu Bilâl, Cübeyr b. Nüfeyr, Ebû İdrîs el-Havlânî, Saîd b. Müseyyeb, Atâ b. Yesâr gibi tâbiîler ondan hadîs rivâyet etmişlerdir.

23.1.2. Hizmetleri

Ebü’d-Derdâ (r.a) Rasûlullah (s.a.v) ile birlikte birçok gazvelere katıldı.

Hz. Ebû Bekir devrinin sonlarında başlayan Yermük Savaşı’na ordu kadısı (kādılcünd) olarak katıldı. İslâm tarihinde bu vazîfe ilk defa onunla başlamış oldu. Anlaşıldığına göre daha sonra da bu vazîfeyi zaman zaman üstlenmiştir.

Hz. Ömer devrinde Medîne-i Münevvere’de diğer bazı sahâbîlerle birlikte kadılık yaptı. Suriye’ye gitmek için izin istediğinde Ömer (r.a) oraya vâli olmasını teklif etti ancak o bu vazîfeyi üstlenmedi. Sadece Peygamber Efendimiz’in sünnetinin neşri için çalışmayı ve insanlara namaz kıldırmayı istediğini söyledi.

Hz. Muâviye’nin Suriye vâliliği esnâsında bir kısım sahâbî ile birlikte Kıbrıs fethinde bulunmuştur.

23.1.3. Kur’ân Hizmetleri

Suriye Vâlisi Yezîd b. Ebî Süfyân halifeden Kur’ân ve fıkıh hocası istemişti. Hz. Ömer, Ebü’d-Derdâ (r.a) ile birlikte iki kişiyi daha Suriye’ye gönderdi. Üç kişilik bu muallim heyeti önce Humus’a gidip bir müddet vazîfe icrâ etti. Pek çok kişi Ebü’d-Derdâ’dan kıraat dersi aldı. Oradan Dımaşk’a geçen Ebü’d-Derdâ (r.a) Hz. Ömer’in emriyle Dımaşk kadısı oldu. Dımaşk’ın ilk kadısı odur. Ömer (r.a) Dımaşk’ı ziyareti esnâsında onu evinde ziyaret etmiş ve zâhidâne bir hayat yaşadığını görmüştü.

En mühim vasıflarından biri Kur’ân muallimliği olduğundan Ebü’d-Derdâ (r.a) Dımaşk Mukrii diye meşhur olmuştur. Sabah namazını müteâkip talebelerini okutmaya başlardı. Onları onar kişilik gruplara ayırır, her grubun başına bir hoca tayin ederdi. Hocalar talebeleri çalıştırırken kendisi de mihrapta oturur veya halkalar arasında dolaşarak çalışmaları takip ederdi. Belli bir seviyeye ulaşan talebeler kıraatlerini ona arzederlerdi. Bu usûlü ilk defa onun başlattığı söylenmektedir. Kıraat halkalarının bazen 1600 kişiye kadar ulaştığı olmuştur. Ondan arz yoluyla Kur’ân öğrenenler arasında hanımı küçük Ümmü’d-Derdâ, Atıyye b. Kays el-Kilâbî, Hâlid b. Maʻdân ve Baʻlebek Kadısı Süveyd b. Abdülazîz vardır. Meşhur yedi kırâat imamından biri olan İbn Âmir de ondan Kur’ân dersi almıştır.

23.1.4. Faziletleri

Ebü’d-Derdâ (r.a) âhiret hesabını ve Allah rızâsını her şeyin önünde tutardı. Rasûlullah (s.a.v) “ümmetimin en âbidi ve en müttakisi”[1] buyurarak onun faziletini beyan etmiştir.

Ebü’d-Derdâ (r.a) dünya malına değer vermezdi. Yezîd b. Muâviye, kızı Derdâ ile evlenmek isteyince kızını ona vermeyip fakir bir müslümanla evlendirmişti.

Doğru bildiği şeyleri söylemekten hiç çekinmezdi. İnsanları Allah’ı zikretmeye, âhireti düşünmeye, iyilik yapmaya, köle âzat etmeye, yetimleri gözetmeye, mütevazı ve kanaatkâr olmaya, zulümden şiddetle kaçınmaya teşvik ederdi.

Ebü’d-Derdâ (r.a) 32/652 senesinde Dımaşk’ta vefat etmiş ve Bâbu’s-Sağīr Kabristanı’na defnedilmiştir. Onun da diğer bazı sahâbîler gibi İstanbul’un Eyüp ve Üsküdar ilçelerinde iki makâm-kabri bulunmaktadır.

23.1.5. Rivâyetleri

Vehb b. Abdullah (r.a) şöyle anlatır:

Rasûlullah (s.a.v) Hz. Selmân ile Ebü’d-Derdâ’yı kardeş yapmıştı. Bu sebeple Selmân (r.a) Ebü’d-Derdâ’yı ziyâret ederdi. Bir ziyâret esnâsında hanımı Ümmü’d-Derdâ’yı oldukça eskimiş elbiseler içinde gördü. Ona:

“–Bu hâlin ne?” diye sorunca kadın:

“–Kardeşin Ebü’d-Derdâ dünya malı ve zevklerine önem vermez” dedi. O esnâda Ebü’d-Derdâ (r.a) eve geldi ve hazırlattığı yemeği Selmân’a ikrâm edip:

“–Buyur yemeğini ye, ben oruçluyum” dedi. Selmân (r.a):

“–Sen yemedikçe ben de yemem” diye karşılık verdi. Bunun üzerine Ebü’d-Derdâ (r.a) mecbûren sofraya oturup yemek yemek zorunda kaldı.

Gece olunca Ebü’d-Derdâ (r.a) teheccüd namazı kılmaya hazırlandı. Selmân (r.a) ona:

“–Uyu!” dedi. Ebü’d-Derdâ uyudu. Bir müddet sonra tekrar kalkmaya davrandı. Selmân (r.a) yine:

“–Uyu!” diyerek onu kaldırmadı. Gecenin sonlarına doğru Selmân (r.a):

“–Şimdi kalk!” dedi ve her ikisi birlikte kalkıp namaz kıldılar. Sonra Selmân (r.a) Ebü’d-Derdâ’ya şöyle dedi:

“–Senin üzerinde Rabbinin hakkı vardır, nefsinin hakkı vardır, âilenin hakkı vardır. Her hak sâhibine hakkını ver.”

Ebü’d-Derdâ (r.a) Allah Rasûlü’ne gidip olup biteni anlattı, Rasûlullah (s.a.v):

“–Selmân doğru söylemiş” buyurdu.[2]

Selmân (r.a) gerçekten hikmet ehli bir sahâbî idi. Kardeşi Ebü’d-Derdâ’ya güzel bir ders verdi. Îtidâl üzere olmak gerektiğini, adâlet ve hakkâniyetin ancak bu şekilde sağlanabileceğini öğretti. Rasûlullah (s.a.v) de onu tasdik etti.

֎

Ebü’d-Derdâ (r.a) şöyle demiştir:

Ben Allah Rasûlü’nü şöyle buyururken işittim “Bana zayıfları çağırınız. Çünkü siz ancak zayıflarınız(ın duâ ve bereketi) ile rızıklandırılır ve yardım edilirsiniz.”[3]

֎

Ebü’d-Derdâ (r.a) oğluna şöyle demiştir:

“–Yavrucuğum, cami evin olsun, çünkü ben Rasûlullah Efendimiz’in şöyle buyurduğunu işittim:

«Câmiler müttakilerin evidir. Câmi kimin evi olursa (Allah) ona rahatlığı, rahmeti ve Sırat’tan geçip cennete kavuşmayı garanti eder».[4]

֎

Ebü’d-Derdâ (r.a) şöyle demiştir:

Sevgilim (s.a.v) bana yaşadığım sürece asla terketmeyeceğim üç şeyi tavsiye etti: Her ay üç gün oruç tutmak, kuşluk namazını kılmak ve uyumadan önce vitir namazını eda etmek.[5]

֎

Bir gün Ebü’d-Derdâ (r.a) develerine çok fazla yük vuran insanlara rastlamıştı. Deve yükün ağırlığından ayağa kalkamıyordu. Ebü’d-Derdâ (r.a) hemen devenin üzerindeki fazlalıkları atıp hayvanı ayağa kaldırdıktan sonra sâhiplerine şöyle dedi:

“–Eğer Allah teâlâ hayvanlara yaptığınız eziyetler sebebiyle kazandığınız günahlarınızı affederse size büyük bir mağfirette bulunmuş olur. Ben Allah Rasûlü’nün şöyle buyurduğunu işittim:

«Allah teâlâ bu dilsiz hayvanlara iyi davranmanızı emrediyor. Verimli bir araziden geçiyorsanız hayvanların biraz otlamasına müsaade edin. Kurak bir yerden geçiyorsanız oradan çabuk geçin, bu tür yerlerde fazla oyalanarak hayvanlara sıkıntı ve zarar vermeyin».”[6]

֎

Ebü’d-Derdâ (r.a) birgün Şam’da ağaç dikiyordu. Yanına birisi yaklaştı ve:

“–Sen Peygamber Efendimiz’in dostu olduğun hâlde ağaç dikmekle mi meşgul oluyorsun?” diyerek gördüğü hâl karşısındaki şaşkınlığını ifâde etti. Ebü’d-Derdâ Hazretleri de o kimseye şu cevâbı verdi:

“–Dur bakalım, hakkımda böyle aceleyle hüküm verme. Ben Allah Rasûlü’nü şöyle buyururken işittim:

«Bir kimse ağaç diker de o ağacın meyvesinden bir insan veya Allah’ın mahlûkâtından herhangi bir varlık yerse bu o ağacı diken kimse için sadaka olur».[7]

Ashâb-ı kirâm insanlara her yönüyle örnek olmuş, yanlış düşüncelerini düzeltmiş ve yollarını aydınlatmışlardır. Onlar bizim için Allah’ın çok büyük nimetleridirler.

֎

Kays b. Kesîr şöyle anlatır:

“Dımaşk’ta bulunan Ebü’d-Derdâ Hazretleri’ne Medîne-i Münevvere’den bir zât geldi. Ebü’d-Derdâ (r.a):

“–Kardeşim seni buralara kadar getiren nedir?” diye sordu. O kişi:

“–Bir hadîs-i şerîf. Bana ulaştığına göre sen o hadîsi Allah Rasûlü’nden rivâyet ediyormuşsun (ilk râvîden dinlemek için geldim)” dedi.

“–Başka herhangi bir ihtiyaç için gelmedin mi?”

“–Hayır.”

“–Ticâret için de mi gelmedin?”

“–Hayır.”

“–Sadece o bir tek hadîs-i şerîfi öğrenmek için geldin öyle mi?! Ben Allah Rasûlü’nün şöyle buyurduğunu işitmiştim:

«Kim ilim öğrenmek için yola çıkarsa Allah teâlâ ona cennet yolunu kolaylaştırır. Melekler ilim öğrenenlerden hoşlandıkları için onlara kanat gererler. Göklerde ve yerde bulunan varlıklar hattâ sudaki balıklar bile âlimlerin affedilmesi için Allah’a yalvarırlar. Bir âlimin, sadece ibâdetle meşgul olan bir kimseye üstünlüğü, on dördüncü gecesinde ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin mirasçılarıdır, peygamberler altın gümüş değil sadece ilmi mîras bırakmışlardır. İşte bu ilim mîrâsını alan kimse çok büyük bir nasîb almış olur.”[8]

Ashâb-ı kirâm ve onların talebeleri ilme böylesine değer veriyorlardı. Bildikleri bir bilgiyi sağlamlaştırmak için bile aylarca meşakkatli yolculuğa katlanıyorlardı. Onlara bunu yaptıran şey Allah ve Rasûlü’nün ısrarla ilme teşvik etmeleri idi.

֎

Ebü’d-Derdâ (r.a) anlatıyor:

“Rasûlullah (s.a.v) ile beraberdik, gözünü semaya dikti, sonra:

«–Şu anlar ilmin insanlardan çekip alındığı anlardır. Öyle ki insanlar ondan hiçbir şeye kâdir olamazlar» buyurdu.

Ziyâd b. Lebid el-Ensârî (r.a) araya girip:

«–Bizler Kur’ân’ı okuyup dururken ilim bizlerden nasıl alınır? Vallahi biz onu hem okuyacağız, hem de hanımlarımıza ve çocuklarımıza okutacağız» dedi.

Rasûlullah (s.a.v):

«–Allah iyiliğini versin ey Ziyad, ben de seni Medîne’nin fakihlerinden biri olarak görürdüm. Bak, işte Tevrat ve İncil, yahûdîlerin ve nasrânîlerin elinde, onlara ne faydası oluyor?» buyurdu.”

Cübeyr der ki: “Ubâde b. Sâmit’e rastladım.

«–Kardeşin Ebü’d-Derdâ ne dedi işittin mi?» dedim ve ona Ebü’d-Derdâ’nın söylediklerini naklettim. Bana:

«–Ebü’d-Derdâ doğru söylemiş, dilersen kaldırılacak olan ilk ilmin ne olduğunu sana haber vereyim. İnsanlardan kaldırılacak olan ilk ilim huşû’dur. Büyük bir câmiye girip huşû üzere olan tek bir şahıs bile göremeyeceğin günler yakındır» dedi.”[9]

Rasûlullah (s.a.v) ilme teşvik etmekle birlikte orada kalmayıp asıl maksat olan amele geçmek gerektiğini tâlim etmiştir. Bilgiyi sadece ezberlemek insana fayda vermez. O kimse câhil mesâbesindedir. Hatta bildikleri aleyhine delil olduğu için daha kötü durumdadır. Asıl gâye bildiğiyle amel etmektir. Kişi amel ettiği zaman ilmi gerçek hüviyetine kavuşmuş ve tamamlanmış olur.

֎

Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Sizin amelleriniz akrabalarınızdan ve kabilenizden vefat edenlere arz edilir. Eğer amelleriniz hayırlı ise onunla sevinirler. Hayırlı değilse «Allah’ım bizi hidayete erdirdiğin gibi onları da hidayete erdirmeden canlarını alma» diye duâ ederler.”[10]

“…Allah’ım! Onlara sana itaat etmelerini ilhâm eyle…” derler.[11]

Ebü’d-Derdâ (r.a) bu hadîs-i şerîfi hatırlayınca:

“Allah’ım!Beni Abdullah b. Revâha’nın yanında rezil rüsvâ eyleme” diye duâ ederdi.[12]

Abdullah b. Revâha (r.a) Ebü’d-Derdâ hazretlerinin yakın arkadaşı idi. Onun İslâm’a girmesine vesile olmuş ve ona çok şeyler öğretmişti.

֎

Abdullah b. Selâm’ın oğlu Yûsuf (r.a) anlatıyor:

Bir müddet Ebü’d-Derdâ’nın yanında kaldım ve ondan ilim öğrendim. Kendisine ölüm geldiğinde bana:

“–İnsanlara vefât etmek üzere olduğumu haber ver” dedi.

Ben de insanlara onun vefât etmek üzere olduğunu haber verip geldim. Evin içi ve dışı insanla dolup taştı. Kendisine:

“–Vefât etmek üzere olduğunu insanlara haber verdim, evin içi-dışı insan doldu” dedim.

“–Beni onların yanına götürün” dedi, götürdük.

“–Beni oturtun” dedi, biz de kendisini oturttuk. Sonra şöyle dedi:

“–Ey insanlar! Allah Rasûlü’nün şöyle buyurduğunu işittim:

«Kim abdest alır ve abdestini güzelce tamamlar sonra da iki rekât namaz kılar ve bunu eksiksiz olarak edâ ederse Allah ona istediğini hemen ya da daha sonra mutlaka verir».”

Sonra sözlerine şöyle devâm etti:

“Ey insanlar! Sakın namazda (kıbleden) başka tarafa dönüp bakmayın. Zîrâ başka taraflara dönüp bakan kimsenin namazı kabul olmaz. Nâfilede kendinize hâkim olamayıp bunu yaptıysanız bile sakın farzda yapmayın, mutlaka dikkat edin.”[13]

Bu âlim sahâbînin son nefesine kadar insanlara ilim öğrettiğine şâhit oluyoruz.

֎

Ebü’d-Derdâ (r.a) anlatıyor:

“Bir gün Rasûlullah (s.a.v) yanımıza çıkageldi. Biz o sırada fakirlikten söz ediyor ve korkumuzu dile getiriyorduk:

«–Fakirlikten mi korkuyorsunuz? Canımı kudret elinde tutan Zât-ı Zü’l-Celâl’e yemin olsun ki dünya malı mutlaka üzerinize akıtılacaktır. Öyle ki sizden birinin kalbini (haktan başka istikametlere) sadece ve sadece dünyalık meylettirecektir. Allah’a yemin ederim ki ben sizleri gecesi de gündüzü de eşit apaçık ve tertemiz bir (din ve kalb) üzere bırakıyorum» buyurdu.”

Ebü’d-Derdâ devamla der ki:

“Vallahi Rasûlullah (s.a.v) doğru söyledi. Vallahi o bizi gecesi de gündüzü de eşit apaçık ve tertemiz bir (din ve kalb)üzere bıraktı.”[14]

Rasûlullah (s.a.v) ashâbına apaçık, sâde, tertemiz ve müsâmahakâr Hak dînini bıraktı, onlar da büyük fedâkarlıklarla onu bize naklettiler.

֎

Ümmü’d-Derdâ (r.a) şöyle anlatır:

“Ebü’d-Derdâ bir söz söylediğinde muhakkak tebessüm ederdi. Birgün ona:

«–İnsanların sana ahmak demelerinden korkuyorum!» dedim. O da:

«–Rasûlullah (s.a.v) bir söz söylediğinde muhakkak tebessüm ederdi» dedi.”[15]

Rasûlullah (s.a.v) müslüman kardeşimizin yüzüne tebessüm etmenin sadaka olduğunu bildirmiştir. Tebessüm insana ferahlık ve güven verir, rûhunu aydınlatır. Tebessüm arttıkça bütün toplum huzûra kavuşur. Bu ne büyük bir ibadettir. Ebü’d-Derdâ (r.a) ne pahasına olursa olsun bu sünneti yaşatmanın derdindedir.

֎

Ebü’d-Derdâ (r.a) (Dımaşk’ta kadı iken) mânevî kardeşi Hz. Selmân’a “Arz-ı Mukaddes’e gel!” diye mektup yazmıştı. Selmân (r.a) da ona şöyle yazdı:

“Toprak hiçkimseyi mukaddes kılmaz! İnsanı kudsîleştirecek olan şey onun amelidir. Duyduğuma göre seni doktor yapmışlar insanları tedâvî ediyormuşsun. İyileştirebiliyorsan senin için ne iyi. Yok öyle değil de doktorluk taslıyorsan, bir kişiyi öldürüp de cehenneme girmekten sakın!”

Bundan sonra Ebü’d-Derdâ (r.a) iki kişi arasında hüküm verdiğinde onlar dönüp giderken arkalarından şöyle bir bakar ve:

“‒Geri dönün ve mes’elenizi bana tekrar arzedin, vallahi ben sahte doktor olmaktan korkuyorum” derdi.[16]

Kişinin hikmet ehli bir kardeşe ve arkadaşa sâhip olması ne büyük bir nimettir. Selmân (r.a) hayatının sonuna kadar kardeşini kollamış, ona hep yol göstermiştir.

֎

Kays b. Bişr et-Tağlibî şöyle anlatır:

Bana, Ebü’d-Derdâ’nın arkadaşı olan babam şöyle haber verdi:

Dımaşk’da Allah Rasûlü’nün ashâbından İbnü’l-Hanzaliyye isminde bir zât vardı (İsmi Sehl b. Amr veya Sehl b. Rebîʻ b. Amr el-Ensârî idi ve Rıdvân Beyʻati’nde bulunmuştu). Bu sahâbî yalnız başına yaşayan ve insanlarla çok az görüşen bir kişi idi. Hep namaz kılar, namazdan ayrılıp çoluk-çocuğunun yanına giderken de tekbîr ve tesbîh ile meşgul olurdu. Biz Ebü’d-Derdâ’nın yanında otururken bu zât yanımıza uğradı. Ebü’d-Derdâ (r.a) ona:

“–Bize fayda verecek, sana zararı dokunmayacak bir söz söyleyebilir misiniz?” dedi. İbnü’l-Hanzaliyye (r.a) şunları anlattı:

“–Rasûlullah (s.a.v) bir seriyye göndermiş, bir müddet sonra bunlar seferden dönmüşlerdi. Onların içinden bir asker Allah Rasûlü’nün meclisine gelip oturdu ve yanındaki zâta şöyle dedi:

«–Düşmanla karşılaştığımız zaman bizi bir görmeliydin, filân kimse düşmana saldırdı, mızrağını sapladı ve “Al benden sana, ben Gıfarlı delikanlıyım!” dedi. Sen onun bu sözünü nasıl buluyorsun?» diye sordu. Yanındaki şahıs:

«–Benim kanaatim o kişinin bütün sevabının boşa gittiğidir» diye cevap verdi. Bu sözü işiten bir başkası:

«–Bunda bir sakınca görmüyorum» dedi. Bunun üzerine ikisi münakaşa ettiler. Neticede olup biteni Rasûlullah (s.a.v) duydu ve:

«‒Sübhânallah! Bu kişinin ecir kazanmasında ve övülmesinde bir sakınca yoktur» buyurdu.”

Ben Ebü’d-Derdâ Hazretleri’nin buna sevindiğini ve başını kaldırıp sahâbîye:

“–Sen bunu Rasûlullah’tan işittin mi?” diye sorduğunu gördüm, o sahâbî de “Evet” diyordu. Ebü’d-Derdâ (r.a) sahâbîye aynı soruyu tekrar tekrar sorup duruyordu, hatta ben kendi kendime “Dizlerinin üzerine çökecek” diyordum.

İbnü’l-Hanzaliyye (r.a) başka bir gün yine yanımıza uğramıştı. Ebü’d-Derdâ (r.a) yine ona:

“–Bize fayda verecek, sana zararı dokunmayacak bir söz söyleyebilir misin?” dedi. O da şöyle dedi:

“–Rasûlullah (s.a.v) bize «Cihâd için hazır tuttuğu atı yedirip içirip ona güzelce bakan kimse, sadaka vermek için elini açıp hiç kapatmayan kişi gibidir» buyurdu.”

Bu zat başka bir gün yine yanımıza uğramıştı. Ebü’d-Derdâ (r.a) yine kendisine:

“–Bize fayda sağlayacak, sana zararı dokunmayacak bir söz söyleyebilir misin?” dedi. Bunun üzerine İbnü’l-Hanzaliyye (r.a) şunları anlattı:

“–Rasûlullah (s.a.v) bize «Hureym el-Üseydî ne iyi adamdır, keşke zülüfleri ile elbisesinin eteklerini uzatmasaydı» buyurmuştu.

Efendimiz’in bu sözü Hureym’e ulaşınca hemen eline bir bıçak alıp zülüflerini kulaklarına kazadar kesti, elbisesinin ucunu da bacaklarının yarısına kadar kaldırdı.”

İbnü’l-Hanzaliyye (r.a) bir gün yine bize uğramıştı. Ebü’d-Derdâ (r.a) ona yine:

“–Bize fayda sağlayacak, sana da zararı olmayacak bir söz lutfetseniz” dedi. O da şöyle dedi:

“–Rasûlullah (s.a.v)’i şöyle buyururken işittim:

«Sizler kardeşlerinizin yanına varacaksınız, binek hayvanlarınızı düzene koyunuz, elbiselerinize çeki düzen veriniz ki insanlar arasında yüzdeki güzellik timsâli olan ben gibi olunuz. Çünkü Allah teâlâ çirkin sözü ve fiili ve bunları söyleyip yapmayı sevmez».”[17]

Ebü’d-Derdâ (r.a) bir taraftan ilim öğretirken bir taraftan da öğrenme gayreti içindeydi. Faydasız bir şeyle vakit geçirmiyor ama bunu yaparken büyük bir nezâket ve zerâfetle hareket ederek başkasının zarar görmesine de aslâ müsâade etmiyordu. Diğer insanlara zarar vererek kendisine fayda sağlamaya çalışmak ashâb-ı kirâmın lügatinde yoktu. Onlardan ne kadar çok ve ne kadar güzel şeyler öğreniyoruz, elhamdülillah.

֎

Kureyş’ten bir zât Ensâr’dan birinin dişini kırmıştı. Muaviye dişi kıran kimseye arka çıkınca dişi kırılan zât:

“–Ey Mü’minlerin Emîri, bu adam benim dişimi kırdı” dedi. Muaviye de:

“–Seni râzı edeceğiz” dedi.

O zât ısrâr edip râzı olmayınca Muâviye:

“–Ben karışmıyorum, ne hâlin varsa gör, kendi işini kendin hallet” dedi.

Muaviye’nin yanında oturmakta olan Ebü’d-Derdâ (r.a) şöyle dedi:

“–Peygamber Efendimiz’in şöyle buyurduğunu iki kulağım işitmiş ve kalbim ezberlemiştir:

«Bir kimsenin vücuduna bir zarar gelir de onu affederse bu sebeple Allah (c.c) onu bir derece yükseltir ve bir günahını siler.»

Ensâr’dan olan zât:

“–Bu sözü sen bizzat Allah Rasûlü’nden işittin mi?” diye sordu. Ebü’d-Derdâ (r.a):

“–Kulaklarım dinledi kalbim kavradı” dedi. Ensârî:

“–O hâlde o dişi ona bağışlıyorum” dedi. Muaviye:

“–Zararın yok, seni mahrum bırakmayacağım” dedi ve kendisine bir miktar mal verilmesini emretti.[18]

Sahâbînin ilmi tam vaktinde imdâda yetişti ve insanları büyük bir sıkıntıdan kurtardı. İhtiyaç olduğu anda doğru bilgiyi ortaya koyabilmek ne büyük bir ibadet!

֎

23.1.6. Hikmetli Sözleri

Ebü’d-Derdâ (r.a) çevresinde olup bitenlere ibret nazarıyla bakan ve ibadete çok düşkün olan bir sahâbî idi. Tefekküre ve ibret almaya çok önem verir, “Bir saat tefekkür kırk gece nâfile ibâdetten üstündür”[19] derdi. Bunun bir neticesi olarak da kendisinden hikmetli sözler sâdır olurdu. Rasûlullah (s.a.v) “bu ümmetin hakîmi”[20] buyurarak onun bu yönüne dikkat çekmiştir.

Cübeyr b. Nefîr anlatıyor: Kıbrıs fetholununca ahâlisi dağıtıldı. Halk mahzun bir şekilde birbirine ağlıyordu. O esnâda Ebü’d-Derdâ’yı yalnız başına oturmuş ağlarken gördüm. Ona:

“–Ey Ebü’d-Derdâ, Allah’ın İslâm’ı ve müslümanları üstün kıldığı bir günde seni böylesine ağlatan nedir?” diye sordum. Bana şu cevâbı verdi:

“–Yazıklar olsun sana ey Cübeyr!.. İnsanlar Allah’ın emrini terk edince O’nun katında ne kadar da değersizleşiyorlar. Bak bu halk bir zamanlar iktidar ve mal-mülk sâhibi, güçlü-kuvvetli kişilerdi. Allah’ın emirlerini terk ettikleri zaman işte gördüğün bu duruma düştüler.”[21]

Nitekim âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:

“…Bir millet kendilerinde bulunan güzel ahlâk ve meziyetleri değiştirmedikçe Allah da onlara verdiği nîmeti, güzel durumu değiştirmez…”[22]

“…Bir toplum sâhip olduğu hâli değiştirmedikçe, hiç şüphe yok ki Allah da o toplumun hâlini değiştirmez…”[23]

Ebü’d-Derdâ (r.a) ne kadar hassas bir kalbe sâhip. Düşmanına bile merhamet eden hisli bir yürek. Onların maksadı Allah’ın kullarını ebedî saâdete kavuşturmaktı. Bu da Allah’a itaat etmekle olur. Bu sebeple insanlara ilim öğretiyor, Allah’ı ve kâinâtı tanıtıyorlardı. Bunları öğrenen insanlar yapmaları gereken şeyin Allah’a îmân ve itaat olduğunu anlıyorlardı.

֎

Ebü’d-Derdâ Hazretleri bir gün şehri dolaşırken halkın bir günahkâra ağır sözlerle hakâret ettiklerine şâhid oldu. Onlara sordu:

“–Siz kuyuya düşmüş bir adam görseniz onu oradan çıkarmaz mısınız?”

“–Evet, çıkarırız!”

“–O hâlde kardeşinize ağır sözler söylemeyin, size âfiyet veren Allah’a hamd edin.” İnsanlar:

“–Peki siz bu günahkâra kızmıyor musunuz?” diye hayretle sorunca Allah Rasûlü’nün terbiyesinde yetişmiş bulunan güzîde sahâbî şu cevâbı verdi:

“–Ben onun kendisine ve şahsiyetine değil günâhına kızıyorum, günâhı terk ettiğinde o yine benim din kardeşimdir.”[24]

Hayatın gâyesi insan kurtarmak. Maksat bu olunca hâdiselere bakış değişiyor.

֎

Ebü’d-Derdâ (r.a) şöyle derdi:

“Sizin insanı eğlendiren nîmetlere dalarak gizli bir şehvete kapılmanızdan korkuyorum. Bu şehvet, ilim bakımından aç kaldığınız hâlde mîdenizi yemekle iyice doldurduğunuz zaman ortaya çıkar. Sizin en hayırlınız, arkadaşına şu nasihati yapandır: «Haydi gel ölmeden evvel oruç tutalım.»

En hayırsız olanınız da dostuna şöyle diyendir: «Gel de ölmeden önce eğlenelim, yiyip içelim, hayâtın tadını çıkaralım…».”[25]

֎

Ebü’d-Derdâ (r.a) diyor ki: “Üç haslet olmasaydı dünyada kalmak istemezdim:

– Alnımı yere koyarak gece gündüz Yaratan’ıma secde etmek ve bu şekilde ebedî hayatıma hazırlanmak.

– Günün en sıcak anlarında (oruç tutarak) susuzluğa katlanmak.

– Meyvenin iyisi seçildiği gibi sözlerin iyisini seçen kimselerle oturmak.”[26]

֎

Ebü’d-Derdâ (r.a) şöyle demiştir:

“Takvâ’nın en kâmil hâli, kulun Allah’tan korkması, hatta zerre kadar küçük şeyler hakkında bile O’ndan sakınmasıdır. Öyle ki helâl olarak gördüğü bazı şeyleri bile haram olur korkusuyla terk etmeli ki bunlar haram ile arasında bir perde olsun.”[27]

֎

Ebü’d-Derdâ (r.a) şöyle der:

“Birisi dünyâya lânet ederse dünya da ona «Hangimiz Allah teâlâ’ya daha çok isyan ediyorsa Allah ona lânet etsin» der.”[28]

֎

Ebü’d-Derdâ hazretlerinin hikmetli sözlerinden bazıları da şunlardır:

“Kul Allah’a ibadetle meşgul olunca Allah onu sever, mahlûkatına da sevdirir.”

“İmanın zirvesi başa gelene sabır, kadere rıza, samimi bir tevekkül ve Allah’a boyun eğmektir.”

“Bilmeyen kimseye bir defa, bilip de yapmayan kimseye ise yedi defa yazıklar olsun.”[29]

“Bir mü’min, Allah katında, insanların istifade ettiği bir vaaz u nasihatten daha sevimli olan bir sadaka veremez.”[30]

Sahâbe-i kirâm nasihat ve vaazın ehemmiyetini, kalpleri nurlandırma ve yumuşatmaktaki rolünü çok iyi anlamışlardı.

23.2. Ümmü’d-Derdâ el-Eslemiyye (r.a)

İsmi Hayre binti Ebî Hadred b. Umeyr el-Eslemiyye’dir. Bir künyesi de Ümmü Muhammed’dir. Ebü’d-Derdâ hazretlerinin hanımıdır. Babası Ebû Hadred (r.a) ile kardeşi Abdullah da sahâbîdirler. Ebü’d-Derdâ Hazretlerinin “Ümmü’d-Derdâ” künyesiyle anılan iki hanımı olduğundan Hayre’ye Ümmü’d-Derdâ el-Kübrâ denilmiştir. Bu hanımı sahâbî, diğeri ise tâbiîndendir. Derdâ ise Ebü’d-Derdâ hazretlerinin diğer bir hanımından olan kızıdır.[31] Ümmü’d-Derdâ (r.a) kocasından önce müslüman olmuştur.

Abdullah b. Revâha ile Muhammed b. Mesleme (r.a) birgün arkadaşları Ebü’d-Derdâ’nın evine giderek onun putunu kırdılar. Ebü’d-Derdâ eve dönünce putun kırıldığını gördü ve parçalarını toplamaya başladı. O esnâda Ümmü’d-Derdâ (r.a) “Onun bir kimseye faydası olsa önce kendini korurdu” dedi.[32] Bu söz Ebü’d-Derdâ hazretlerinin uyanmasına vesîle oldu.

Ümmü’d-Derdâ (r.a) akıllı, fazîletli ve ibadete düşkün bir hanımdı. Kocası Ebü’d-Derdâ ise ibadete ondan daha düşkündü. Hatta bazen aşırıya kaçtığı oluyordu. Onun bu durumu hanımını bazı sıkıntılara sokuyordu.

Ümmü’d-Derdâ (r.a) Ebü’d-Derdâ hazretlerinden 2 sene önce Dımaşk’ta vefat etti (30/650).

Ümmü’d-Derdâ (r.a) Rasûl-i Ekrem’den ve kocası Ebü’d-Derdâ hazretlerinden rivâyette bulundu. Ondan da oğlu Bilâl, ikinci Ümmü’d-Derdâ ve diğer bazı kimseler hadîs naklettiler.

Ümmü’d-Derdâ’nın oğlu Bilâl (r.a) tâbiînin âlimlerinden idi. Babasından bir müddet sonra Şam kadılığı ve Dımaşk emîrliği yaptı. Şam halkı ondan hadîs rivâyet ettiler.[33]

23.3. Ümmü’d-Derdâ el-Vassâbiyye

İsmi Hüceyme binti Huyey el-Vassâbiyye’dir. Ebü’d-Derdâ hazretlerinin sonraki hanımı olup Ümmü’d-Derdâ es-Suğrâ diye anılır. Yetim bir kız idi. Çocukluğunu Ebü’d-Derdâ’nın evinde geçirdi ve ondan kıraat dersleri aldı. Çok küçük yaşta Ebü’d-Derdâ’ya Kur’ân’ı arzetti. Küçüklüğünde Ebü’d-Derdâ (r.a) ile birlikte mescide gider, onun kıraat derslerine katılırdı. Büyüdükten sonra hanımlara has olan derslere ve meclislere katılmaya başladı. Ümmü’d-Derdâ el-Kübrâ (r.a) vefat edince Ebü’d-Derdâ (r.a) ile evlendi (30/650). Ancak bu evlilik çok kısa sürdü, zîrâ Ebü’d-Derdâ (r.a) 32/652 senesinde vefat etti.

Kocası ölüm döşeğinde iken Ümmü’d-Derdâ (r.a) âhirette de kendisiyle birlikte olmayı istediğini söyledi. Ebü’d-Derdâ (r.a) o takdirde kendisinden sonra kimseyle evlenmemesi gerektiğini söyledi. O da öyle yaptı. Sûriye vâlisi Muâviye b. Ebû Süfyân kendisine tâlip olduğu hâlde “Ben Ebü’d-Derdâ’dan işittim, Rasûlullah (s.a.v) ‘Kadın âhirette son evlendiği kocasıyla birlikte olacaktır’ buyurmuş. Ben de Ebü’d-Derdâ ile beraber olmak istediğimden ondan sonra kimseyle evlenmeyeceğim” cevabını verdi.[34]

Ümmü’d-Derdâ (r.a) 6 ay Kudüs’te, 6 ay Dımaşk’ta ikāmet eder, tam mânâsıyla bir zühd hayatı yaşardı. Ebü’d-Derdâ (r.a) ona kimseden bir şey istememesini tavsiye etmişti, o da ömrü boyunca bu tavsiyeye uydu. Tâbiînin zâhid ve âlimlerinden Meymûn b. Mihrân (r.a) onun kalın kumaştan dokunmuş bir başörtüsü kullandığını, kaşlarına kadar indirdiği örtüye bir deri parçası ilave ederek uzattığını ve namazlarını dâima ilk vakitlerinde kıldığını haber verir.

Ümmü’d-Derdâ (r.a) 81/701 senesinde hacca gitti, aynı sene veya ertesi yıl Dımaşk’ta vefât etti.

23.3.1. İlmi ve Hizmetleri

Ümmü’d-Derdâ (r.a) tâbiîn neslinden büyük bir âlim idi.[35] Kıraat, fıkıh ve hadîs alanlarında meşhur olmuştu. Dımaşk Mescidi’nin kuzey tarafında bir ders halkası kurmuş ve pek çok kişiye ilim öğretmişti.[36] Emevî Halifesi Abdülmelik b. Mervân da zaman zaman mescide gelip onun fıkıh derslerini dinlerdi.

Ümmü’d-Derdâ (r.a) birçok hadîs rivâyet etmiştir. Başta kocası Ebü’d-Derdâ olmak üzere Hz. Âişe, Ebû Hüreyre, Selmân-ı Fârisî, Kâʻb b. Âsım el-Eşʻarî, kuması Ümmü’d-Derdâ el-Eslemiyye ve Fedâle b. Ubeyd el-Ensârî’den hadîs almıştır. Ondan hadîs nakledenler de Zeyd b. Eslem, Seleme b. Dînâr, Sâlim b. Ebü’l-Caʻd, Şehr b. Havşeb, Talha b. Ubeydullah b. Küreyz, üvey oğlu Bilâl ve üvey kızı Derdâ’nın kocası Safvân b. Abdullah gibi tâbiîn tabakasının pek çok âlimidir.

Ümmü’d-Derdâ (r.a) kocası ve kuması gibi ibâdete düşkün bir insandı. Demek ki onların âilesinde ibâdet şuuru ve sevgisi güzel aşılanıyordu. Kadınlar yanında toplanıp onunla birlikte ibadet eder, onun meclislerinde Allah’ı zikrederlerdi. Ümmü’d-Derdâ (r.a) bu meclislere gelenlere vaaz eder, güzel ve hikmetli sözler söyler, bazen bu sözleri levhalara yazarak talebelerine verirdi. Etrafındaki insanların ve yakınlarının ibâdet hayatına dikkat eder, Kur’ân okumayan kişilerle seyahate çıkmazdı. Fakir fukarâ ile oturup kalkar, insanlara dünyanın âlâyişine ve câzibesine kapılmamalarını tavsiye ederdi.[37]

23.3.2. Rivâyetleri

Ümmü’d-Derdâ (r.a) anlatıyor:

Ebü’d-Derdâ (r.a) bir gün öfkeli bir şekilde yanıma geldi. Kendisine:

“–Seni öfkelendiren nedir?” diye sordum:

“–Vallahi Muhammed (s.a.v)’in ümmeti hakkında cemaat hâlinde namaz kılmalarından başka bir şey bilmiyorum. (Bu insanlar niçin cemaatle namaz konusunda ihmalkâr davranıyorlar)” dedi.[38]

֎

Allah teâlâ amel defteri sol tarafından verilenler hakkında şöyle buyurur:

“Sonra da onu yetmiş arşın uzunluğunda bir zincir içinde oraya (cehenneme) sokun! Çünkü o, ulu Allah’a iman etmezdi, fukarâyı doyurmaya teşvik etmezdi.”[39]

Ebü’d-Derdâ (r.a) âyette bahsedilen zincirden korunmak için gerekli olan iki şartı yerine getirmeye gayret ederdi. Hanımına çorbanın suyunu çoğaltmasını söyleyerek fukarâya da vermeye teşvik eder ve şöyle derdi:

“–Zincirin yarısını iman ile çıkardık, diğer yarısını da fukarâyı doyurmaya teşvik ederek çıkarmayalım mı?” derdi.[40] Ve şöyle devam ederdi:

“–Allah’ın öyle bir zinciri vardır ki Allah’ın cehennemi yarattığı günden tâ insanların boyunlarına takılacağı güne kadar cehennem kazanlarında kaynatılmaktadır. Allah teâlâ îman ile bizi onun yarısından kurtardı, diğer yarısından kurtulmak için de yoksulları doyurmaya teşvik et ey Ümmü’d-Derdâ!”[41]


[1] İbn Manzûr, Muhtasaru Târîhi Dımaşk, 20/13.

[2] Buhârî, Savm, 51; Edeb, 86.

[3] Ebû Dâvûd, Cihâd, 70. Krş. Ahmed b. Hanbel, 5/198.

[4] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 7/114, no: 34610; Beyhakî, Şuab, 4/380, no: 2688.

[5] Müslim, Müsâfirîn, 86.

[6] İbn Hacer, el-Metâlibü’l-Âliye, 2/226, no: 1978.

[7] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/444.

[8] Tirmizî, İlim, 19/2682; Ebû Dâvûd, İlim, 1/3641.

[9] Tirmizi, İlim, 5/2653. Krş. Dârimî, Mukaddime, 29.

[10] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/164; Taberânî, el-Muʻcemü’l-kebîr, 4/129, no: 3887; Heysemî, Mecmaʻu’z-zevâid, 2/228. Krş. Hâkim, Müstedrek, 4/342, no: 7849.

[11] Tayâlisî, Müsned, 3/340, no: 1903.

[12] İbn Kesîr, Câmiu’l-mesânîd, Beyrut, 1419, 5/195.

[13] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/442-443.

[14] İbn Mâce, Mukaddime, 1.

[15] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/198, 199.

[16] Muvatta’, Vasiyet, 7.

[17] Ebû Dâvûd, Libâs, 25/4089. Krş. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/179-180.

[18] Tirmizî, Diyât, 5/1393. Krş. İbn Mâce, Diyât, 35.

[19] Deylemî, el-Firdevs, 2/70-71, no: 2397, 2400.

[20] Ali el-Müttakī, Kenzü’l-ummâl, 11/718.

[21] Ebû Nuaym, Hilye, 1/216-217.

[22] el-Enfâl 8/53.

[23] er-Raʻd 13/11.

[24] Abdürrazzâk, el-Musannef, 11/180; Ebû Nuaym, Hilye, 1/225.

[25] Ebû Nuaym, Hilye, 1/218.

[26] Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 2/11, no: 1193.

[27] Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, 1/132.

[28] Beyhakî, Şuab, 4/302, no: 5187.

[29] Bkz. Abdullah Aydınlı, “Ebü’d-Derdâ”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/ebud-derda (03.05.2023).

[30] Ferîkun mine’l-bâhisîn, Nasâihu’l-enbiyâ ve’l-ulemâ li’s-salâtîni ve’l-umerâ abra’t-târîh (İstanbul: Dâru’l-Mevedde, 1443), 129.

[31] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-safve, (nşr. Mahmûd Fâhûrî – Muhammed Kal’acî), Halep 1969-73, 4/294.

[32] Zehebî, Siyeru aʻlâmi’n-nübelâ, 2/340.

[33] Bkz. Ayşe Esra Şahyar, “Ümmü’d-Derdâ el-Eslemiyye”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/ummud-derda-el-eslemiyye (03.05.2023).

[34] İbn Asâkir, Târîhu Dımeşk, 70/152-155.

[35] İbnü’s-Salâh, Ulûmü’l-hadîs, 306.

[36] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî), Cîze 1418/1998, 12/336.

[37] Bkz. Ayşe Esra Şahyar, “Ümmü’d-Derdâ el-Vassâbiyye”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/ummud-derda-el-vassabiyye (03.05.2023).

[38] Buhârî, Ezân, 31.

[39] el-Hâkka 69/32-34.

[40] Zemahşerî, el-Keşşâf, 4/605.

[41] Kâsım bin Sellâm, Kitâbu’l-emvâl, thk. Ḫalîl Muḥammed Harrâs (Beyrut: Dâru’l-Fikr), 438; Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, 8/274.