13. Amr b. Âs ve Âilesi

13.1. Amr b. Âs (r.a)

Kureyş kabilesinin Sehm koluna mensuptur. İslâm’a girmeden önce Mekke’nin ticârî ve siyâsî hayatında mühim bir yere sâhipti. Ebû Süfyân başkanlığındaki ticaret kervanında bulunduğundan Bedir Savaşı’na katılamadı. Uhud ve Hendek savaşlarında Kureyş ordusunun süvari birliklerine kumanda etti. Mekke fethinden önce 1 Safer 8 (31 Mayıs 629) tarihinde İslâm’a girdi.

Araplar’ın meşhur dört dâhisinden biri kabul edilen Amr b. Âs (r.a) zeki, son derece cesur, iyi bir hatip ve şâir, kabiliyetli bir idareci idi. Onun bu yönlerini takdir eden Hz. Ömer, “Amr dünyada kaldıkça hep idareci olmalıdır” derdi. Peygamber Efendimiz’den ve Hz. Âişe’den 40 kadar hadîs rivâyet etmiştir. Kendisinden rivâyette bulunanlar arasında oğlu Abdullah, Ebû Osman en-Nehdî, Kays b. Ebû Hâzim ve Urve b. Zübeyr bulunmaktadır. Bazı beyitleri Arap edebiyatında örnek (şâhid) olarak kullanılan güzel şiirler de söylemiştir.

Abdurrahman b. Avf ile evli olan Ümmü Külsûm binti Ukbe, onun şehîd olmasından sonra Amr b. Âs ile evlenmiştir.

Çeşitli idarî ve siyâsî vazîfelerden sonra Mısır’da bir ramazan bayramı günü doksan yaşını aşmış olduğu halde vefat etti ve oğlu Abdullah tarafından defnedildi.

13.1.1. Hizmetleri

Amr’ın askerî ve siyasî kabiliyetini, bilgi ve cesaretini gören Rasûlullah (s.a.v) Zâtü’s-Selâsil Seriyyesi’nde Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Ebû Ubeyde gibi daha önce müslüman olmuş ashabın başına onu kumandan tayin etti.

Rasûlullah (s.a.v) daha sonra onu İslâm’ı tebliğ etmek ve vergi toplamak üzere Uman’a gönderdi. Uman meliki Cülendâ’ya Resûlüllâh’ın İslâm’a dâvet mektubu ulaştığı zaman o, Efendimiz’in hayatı hakkında bilgi istedi. Gerekli bilgiyi aldıktan sonra:

“–Allâh bana bu ümmî Peygamber’i tanımayı nasîb etti. O, hiçbir iyiliği ilk olarak kendisi tatbik etmeden emretmiyor; hiçbir kötülüğü de evvelâ kendisi bırakmadan nehyetmiyor. O mutlaka galip gelecek, engellenmeyecektir; mutlaka üstün çıkacak, darda bırakılmayacaktır. O, ahde vefâ gösterir, va’dini yerine getirir. Ben kesinlikle kabul ediyorum ki o, bir peygamberdir” diyerek Müslüman oldu. Daha sonra İslâm’a girişini, kendisine elçi olarak gelen Amr bin Âs’a hitâben söylediği şiirde şöyle dile getirdi:

أَتاَنِى عَمْرٌو بِالَّتِى لَيْسَ بَعْدَهَا مِنَ الْحَقِّ شَيْءٌ وَالنَّصِيحُ نَصِيحُ

فَياَ عَمْرُو قَدْ اَسْلَمْتُ ِللهِ جَهْرَةً يُناَدِى بِهَا فِى الْوَادِيَيْنِ فَصِيحُ

“Amr bana öyle bir hakikati getirdi ki onun ötesinde başka bir şey tasavvur edilemez. O hakikatin sâhibi olan nasihatçi de gerçek nasihatçidir. Ey Amr! Ben açıkça Allâh’a teslim oldum. Bu hâlimi fasih bir lisân, şu vâdilerde haykırmaktadır.”[1]

Rasûlullah’ın vefat haberini alınca Medîne’ye geldi, Hz. Ebû Bekir’e yapılan beyʻat merasimine katıldı ve mescidde onun halifeliğini teyid eden bir konuşma yaptı.

Hz. Ebû Bekir döneminde küçük bir askerî birliğin başında Güneydoğu Filistin’e gönderildi ve bölgenin fethinde büyük rolü oldu. Ecnâdeyn ve Yermük savaşlarına katıldı.

Hz. Ömer zamanında Filistin’i kesin olarak İslâm hâkimiyeti altına aldı. Kudüs halkının şehri Halife Ömer’e teslim etmelerini sağladı. Amvâs’ta çıkan vebada aldığı tedbirlerle İslâm ordusunun toptan yok olmasına mâni oldu.

Hz. Ömer’e Mısır fethinin stratejik açıdan zaruri olduğunu, Filistin ve Suriye bölgesinde mağlûp olan Bizans kumandan ve askerlerinden bir kısmının Mısır’a kaçtıklarını ve her an Mısır tarafından bir tehlike gelebileceğini söyleyerek onu bu ülkenin fethine ikna etti. Çeşitli savaşlar yaparak 3 yıl içinde Mısır’a hâkim oldu (21/642). Bu başarılarından dolayı haklı olarak “Mısır fâtihi” unvanını aldı ve bu yeni eyalete vâli tayin edildi.[2]

13.1.2. Rivâyetleri

Amr b. Âs (r.a) şöyle anlatır:

Bir gün Rasûlullah (s.a.v) bana, “Elbiseni (zırhını) ve silâhını alıp yanıma gel” diye bir elçi gönderdi. Yanına vardığımda abdest alıyordu. Başını kaldırıp bana baktı sonra başını aşağı eğdi ve:

“–Seni bir ordunun başında sefere göndereyim, Allah seni sâlimen ve gânimen (ganimetlerle) geri getirsin, ben de sana bolca mal vereyim istiyorum” dedi. Ben:

“–Ya Rasûlallah! Ben mal için müslüman olmadım. Ben İslâm’ı beğendiğim için onu yaşamak ve Allah’ın Rasûlü ile beraber olmak için müslüman oldum” dedim.

Rasûlullah (s.a.v):

“–Ey Amr, sâlih (helâl) bir mal, sâlih bir adam için ne güzel şeydir” buyurdu.[3]

֎

Kendisi bu seferdeki bir hâtırasınışöyle anlatır:

“Zâtü’s-Selâsil gazvesinde soğuk bir gecede ihtilâm ol­muştum. Gusledersem (soğuktan) ölürüm diye korktum ve teyemmüm ettim. Sonra da arkadaşlarıma sabah namazı kıldırdım. Müteakiben onlar bunu Efendimiz’e söylediler. Allah Rasûlü (s.a.v):

«‒Ey Amr, cünüb olduğun hâlde arkadaşlarına namaz mı kıldırdın?» buyurdu.

Ben de kendisine beni yıkanmaktan men eden şeyi haber verdim ve:

«‒Ben Allah teâlâ’nın ‘Kendinizi öldürmeyin, şüphesiz Allah size çok merhametlidir’[4] buyurduğunu işittim» dedim.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) tebessüm etti ve bir şey demedi.”[5]

֎

Amr b. Âs (r.a) şöyle anlatır:

“Rasûlullah (s.a.v) topluluk içerisinde kalblerini kazanabilmek için yüzünü ve sözünü insanların en şerlilerine çevirirlerdi. Bir keresinde bana bakarak konuştukları için kendimi kavmin en hayırlısı zannedip:

«–Ey Allah’ın Rasûlü! Ben mi daha hayırlıyım yoksa Ebû Bekir mi?» diye sordum. Allah Rasûlü (s.a.v):

«–Ebû Bekir» buyurdular. Bu kez:

«–Ey Allah’ın Rasûlü! Ben mi daha hayırlıyım, yoksa Ömer mi?» dedim.

«–Ömer» buyurdular.

«–Ey Allah’ın Rasûlü! Ben mi daha hayırlıyım, yoksa Osman mı?» dedim.

«–Osman.» buyurdular.

Bir kişiyi daha sorduğumda Rasûlullah (s.a.v) benden yüz çevirdiler. O zaman ben pişman olarak hiç soru sormamış olmayı istedim.”[6]

֎

Amr b. Âs (r.a) Rasûlullah Efendimiz’in şöyle buyurduğunu işitmiştir:

“Bir hâkim hükmedeceği za­man ictihâd eder, yânî hakkı arayıp hükmeder de sonra bu hükümde isabet ederse o hâkime iki ecir vardır. Eğer hâkim hükmedeceği zaman ictihâd edip hakkı arar fakat sonunda hatâ ederse bu hâkime de bir ecir vardır.”[7]

֎

Allah teâlâ şöyle buyurur:

“…Yardım yalnız Allah tarafındandır. Çünkü Allah mutlak galiptir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir.”[8]

Ebû Bekir es-Sıddîk (r.a), Amr b. Âs’a yazdığı bir mektubunda bunu şöyle izah etmiştir:

“Selâm üzerine olsun! Bundan sonra derim ki Rûmların kalabalık bir birlik topladığından bahseden mektubun bana geldi. Nebiyyullah (s.a.v) ile birlikte olduğumuz zamanlarda Allah teâlâ bize sayı ve asker çokluğu ile zaferler vermedi. Biz Rasûlullah (s.a.v) ile gazveye çıkardık, yanımızda ancak birkaç at bulunurdu, develere de ancak nöbetleşe binerdik. Uhud günü Allah Rasûlü’nün yanındaydık, bir tek atımız vardı, Rasûlullah (s.a.v) ona biniyordu. Buna rağmen Allah bizi üstün getirdi ve bize yardım etti. Şunu iyi bi ki ey Amr, insanların Allah’a en itaatli olanı, günahlara en fazla buğzeden kişidir. Allah’a itaat et ve yanındakilere de ona itaat etmelerini emret!”[9]

֎

Hz. Ömer (r.a) bir hitâbesinde:

“‒Ben vâlilerimi sizi dövsünler ve mallarınızı alsınlar diye göndermiyorum. Kim böyle bir haksızlığa uğrarsa bana bildirsin ben o vâliye kısas yapayım” dedi.

Amr b. Âs (r.a):

“‒Bir vâli tebaasından birini terbiye etmek için ona vursa ona da mı kısas tatbik edeceksin?!” diye sordu.

Hz. Ömer (r.a):

“‒Evet, nefsim yed-i kudretinde olan Zât’a yemîn olsun ki ona kısas uygulayacağım. Çünkü ben Rasûlullah Efendimiz’in kendisine kısas tatbik ettirdiğini gördüm” dedi.[10]

֎

Hicrî 18 senesinde Şam’da vebâ salgını olmuştu. İslâm askerleri komutanı Ebû Ubeyde (r.a) vefat etti, yerine Muaz b. Cebel (r.a) geçti, o da vefat etti. Onun yerine Amr b. Âs (r.a) geldi. İnsanların arasında ayağa kalkıp şöyle hitap etti:

“Ey insanlar! Bu hastalık geldiğinde ateşin alevlendiği gibi alevlenir. Dağlara çıkarak ondan korunun” dedi. Sonra çıktı, insanlar da çıkıp dağıldılar. Allah o belayı onlardan uzaklaştırdı.[11]

O gün sahâbîler, çukur ve kapalı yerlerde kalmayıp geniş ve açık alanlara, tenezzüh yerlerine ve yüksek yerlere çıkarak salgından kurtulmayı tavsiye ettiler.[12]

֎

Mısır’da başarılı bir vâlilik vazifesi icrâ etmiş olan Amr b. Âs’a bunu nasıl gerçekleştirdiği sorulduğunda şu cevâbı vermiştir:

“Etrafımdaki her bir insanla aramda bir ip varmış gibi düşünürüm. Bu ip gerilip kopma noktasına yaklaşınca onu biraz gevşetirim. Gereğinden fazla gevşediğini hissettiğim anda ise onu hemen gererim. Böylece bütün insanlarla ilişkimi muvâzene içinde devâm ettiririm.”

֎

İbn Şümâse şöyle dedi:

Amr b. Âs ölüm döşeğindeyken yanına gittik. Yüzünü duvara dönüp uzun uzun ağladı. Bunun üzerine oğlu:

“–Babacığım, Rasûlullah (s.a.v) sana şu müjdeyi vermedi mi, Rasûlullah (s.a.v) seni şöyle müjdelemedi mi?” diye bazı şeyler saydı.

O zaman Amr b. Âs yüzünü bize dönerek dedi ki:

“–Âhiret için hazırladığımız en değerli azık «Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasûlullah» sözüdür. Hayatımda üç devir vardır: Bir zamanlar Rasûlullah’a benden fazla kin besleyen yoktu. Bir yolunu bulup da onu öldürmek benim en çok arzu ettiğim şeydi. Şayet bu hâldeyken ölseydim mutlaka cehennemlik olurdum. Allah teâlâ gönlüme İslâm sevgisini koyunca, Peygamber Efendimiz gelerek: ‘Uzat elini sana beyʻat edeceğim’ dedim. O elini uzatınca ben elimi geri çektim.

«–Ne oldu Amr?» diye sordu.

«–Şart koşmak istiyorum» dedim.

«–Neyi şart koşacaksın?» buyurdu.

«–Bağışlanmamı» dedim.

«–Müslüman olmanın daha önceki günahları silip süpürdüğünü, hicret etmenin daha önce işlenen günahları yok ettiğini, haccetmenin daha önce yapılan günahları ortadan kaldırdığını bilmiyor musun?» buyurdu.

Artık Rasûlullah (s.a.v)’den daha çok sevdiğim biri yoktu. Gözümde ondan daha büyük biri mevcut değildi. Ona duyduğum saygıdan dolayı gözlerimi kandıra kandıra yüzüne bakamazdım. Biri bana onu anlatmamı isteseydi yüzüne doya doya bakamadığım için bunu yapamazdım. Şayet bu hâldeyken ölseydim, cennetlik olmayı umabilirdim. Sonra öyle işlere karıştık ki o işler karşısında hâlimin nasıl olduğunu bilemiyorum.

Öldüğüm zaman arkamdan ne ağıt, ne de ateş yakılsın. Beni gömdüğünüz zaman üzerime toprağı yavaş yavaş atınız. Sonra bir deveyi boğazlayıp etini taksim edecek kadar bir zaman kabrimin yanından ayrılmayın ki siz yanımdayken yeni yerime alışayım ve Rabbimin elçilerine nasıl cevap vereceğimi düşüneyim.”[13]

13.2. Abdullah b. Amr b. Âs

Abdullah (r.a) takrîben biʻsetin altıncı yılında Mekke’de dünyaya geldi. Babası Amr b. Âs çok erken evlendiği için aralarında sadece 11 veya 12 yaş fark vardı. Abdullah (r.a) babasından evvel müslüman oldu ve hicrî 7. seneden sonra onunla birlikte Medîne-i Münevvere’ye hicret etti. Kur’ân hâfızı idi. Süryânîce’yi iyi bildiği için Tevrat’ı okur, güzel yazı yazardı.

Peygamber Efendimiz’den işittiği hadîsleri unutmamak için yazardı. Bazı sahâbîler, işittiği her hadîsi yazmasının doğru olmadığını söyleyince Peygamber Efendimiz’e müracaat etti. O da kendisinden işittiği her sözü ve gördüğü her davranışı yazabileceğini söyledi.[14] Yazdığı bu hadîslere es-Sahîfetü’s-Sâdıka ismini verdi. Onları bir sandıkta dikkatle muhâfaza eder ve kendisini hayata bağlayan şeylerin başında Sahîfe’nin geldiğini ifade ederdi. Kendisine sorulan soruları Sahîfe’ye bakarak cevaplardı. Ebû Hüreyre (r.a) kendisinden fazla hadîs bilen yegâne sahâbînin Abdullah b. Amr (r.a) olduğunu söylemiş, bunun sebebinin de Abdullah’ın hadîsleri yazması, kendisinin ise yazmaması olduğunu bildirmiştir.[15]

es-Sahîfetü’s-Sâdıka günümüze ulaşmamıştır. İhtivâ ettiği hadîs sayısı kesin olarak bilinmemekle birlikte 1000 civârında olduğuna dâir rivâyetler vardır. Bu eser daha sonra Abdullah’ın büyük torunu Amr b. Şuayb’a intikal etmiş, o da bu kitabı kendinden sonrakilere rivâyet etmiştir. Eserin büyük bir kısmı Amr b. Şuayb’ın rivâyetiyle Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde yer almıştır.[16]

En çok hadîs bilen sahâbî olmasına rağmen ondan bize nakledilen hadîslerin sayısı 700 civarındadır. Bunun birkaç sebebi vardır:

– Hadîs öğrenim merkezi olan Medîne-i Münevvere’den hayli uzakta yer alan Mısır’da yaşamıştır.

– Kendisini hadîs rivâyetinden çok ibadete vermeştir.

– Tevrat okuması ve eski kültürlere âşina olması sebebiyle rivâyetlerine İsrâiliyat’ın karışabileceği endişesiyle âlimler ondan hadîs almakta çekingen davranmışlardır. Kendisinden ilim tahsil etmeye gelen bazı talebelerin ondan sadece Peygamber Efendimiz’den işittiği hadîsleri rivâyet etmesini istemeleri bu endişeyi göstermektedir.

Abdullah (r.a) hadîs ve fıkıh alanındaki derin ilmi sebebiyle abâdile’den yani bu vasıftaki 4 Abdullah’tan biri sayılmıştır.

Bazı talebelerinin ifadelerinden, onlara hadîsleri dikte ettiği anlaşılmaktadır. Yüzlerce talebesi arasında tâbiînin mühim sîmâlarından torunu Şuayb b. Muhammed, Saîd b. Müseyyeb, Urve b. Zübeyr, Tâvûs, Şaʻbî, İkrime, Atâ, Mücâhid, Hasan-ı Basrî gibi şahsiyetler yer almaktadır.

Abdullah (r.a) ibadete düşkünlüğü, devamlı oruç tutması ve her gün Kur’ân’ı hatmetmesi sebebiyle âile hayatını ihmal etmiş, bu yüzden babası onu Peygamber Efendimiz’e şikâyet etmiştir. Rasûlullah da ona îtidal tavsiye etmiştir.[17]

Babasıyla birlikte Şam’ın fethinde ve Yermük Savaşı’nda bulunmuş, bu savaşta babasının sancaktarlığını yapmıştır. Babası Sıffîn Savaşı’na katılması için ısrar edince onunla birlikte Muâviye ordusunda yer aldı, fakat müslümanlara silâh çekmedi. Her biri Ammâr b. Yâsir’i kendisinin öldürdüğünü iddia eden iki kişi Muâviye’nin huzurunda tartışırken Abdullah (r.a) söze karıştı ve bunun iftihar edilecek bir şey olmadığını, zîrâ Ammâr’ın âsi bir topluluk (el-fietü’l-bâğıye) tarafından öldürüleceğini bizzat Peygamber Efendimiz’den işittiğini söyledi. Muâviye “Öyleyse sen neden bizim yanımızdasın?” diye sordu. O da babasının evvelce kendisini Peygamber Efendimiz’e şikâyet ettiğini, Allah Rasûlü’nün “Hayatta olduğun müddetçe babana itaat et, sakın ona karşı gelme” buyurduğunu, bu sebeple yanlarında bulunduğunu fakat savaşa hiç katılmadığını söyledi.[18]

Hayatının son yıllarında, Sıffîn’de bulunduğu için duyduğu derin üzüntüyü ifade ederek “Keşke yirmi yıl önce ölseydim!” demiş, müslümanlar arasındaki savaşlara fiilen katıldığı için babasını tenkit etmiştir.

Abdullah (r.a) ömrünün son yıllarında gözlerini kaybetti, 72 yaşında Mısır’da vefat etti ve Fustat’ta babasının yaptırdığı Amr b. Âs Camii’nin yanındaki evine defnedildi. Abbâsîler devrinde cami genişletilirken (133/750) evi caminin içinde kaldığından kabri de camiye dâhil edilmiş oldu.[19]

13.2.1. Rivâyetler

Urve b. Zübeyr (r.a) anlatıyor: Abdullah b. Amr b. Âs’a:

“–Müşriklerin Rasûlullah Efendimiz’e yaptığı eziyetlerin en şiddetlisini bana haber verebilir misin?” diye sordum. Şunları anlattı:

“–Rasûlullah (s.a.v) Kâbe’nin avlusunda namaz kılarken Ukbe b. Ebû Muayt geldi, Rasûlullah Efendimiz’in omzundan tuttu, elbisesini boynuna dolayıp şiddetle sıkarak Allah Rasûlü’nü boğmaya çalıştı. O esnâda Ebû Bekir (r.a) gelerek omzundan tutup onu Rasûlullah Efendimiz’in başından defetti ve:

«–Bir kişiyi ‘Rabbim Allah’tır’ dediği için öldürecek misiniz? Hâlbuki o Rabbinizden size apaçık mûcizeler ve deliller getirmiştir»[20] dedi.”[21]

֎

Abdullah b. Amr b. Âs (r.a) şöyle anlatır:

Rasûlullah (s.a.v) benim üzerimde sarıya boyanmış iki elbise gördü ve:

“–Bunu sana annen mi emretti?” buyurdu. Ben:

“–Onları yıkarım” dedim.

“–Hattâ onları yak” diye emretti.[22]

Diğer bir rivâyette:

“Şüphesiz ki bunlar kâfirlerin giysilerindendir, sen onları giyme” buyurdu.[23]

Peygamber Efendimiz’in “yak” emri, sarı renkli elbiselerin imhâ edilmesini değil, onların erkekler için uygun bir giysi olmadığını gösterir. Nitekim diğer bir rivâyette Abdullah (r.a) hâdiseyi şöyle anlatır:

Rasûlullah (s.a.v) ile birlikte Mekke ile Medîne-i Münevvere arasındaki Ezâhir dağ yolundan iniyorduk. Bir ara Rasûlullah (s.a.v) dönüp bana baktı, üzerimde aspurla boyanmış tek desenli sade bir giysi vardı. (Aspur, elbiseye kızıl renk veren bir boyadır.) Efendimiz:

“–Üzerindeki bu giysi de nedir?” diye sordu. Ben onun bundan hoş­lanmadığını hemen anlamıştım. Ev halkımın yanına vardığımda tandırı ateşliyorlardı. Hemen o elbiseyi tandıra attım. Ertesi gün Peygamber Efendimiz’in yanına vardığımda:

“–Abdullah elbiseyi ne yaptın?” dedi. Ben de yaptıklarımı te­ker teker anlattım.

“–Keşke onu âile halkından bazılarına giydirseydin, çünkü kadın­ların böyle elbise giymelerinde bir günah yoktur” buyurdu.[24]

֎

Abdullah (r.a) şöyle anlatır:

Babam beni soyca üstün bir hanımla evlendirdi. Zaman zaman gelininin yanına gelir gider ona beni sorarmış. O da:

“–O ne iyi erkektir, evine geldiğimden beri yatağıma ayak basmadı, ne hâlde olduğumu da araştırmadı” dermiş.

Vaziyet böyle devam edip gidince babam durumu Allah Rasûlü’ne anlatmış. Benim “Allah’a yemin ederim ki yaşadığım sürece gündüzleri devamlı oruç tutup geceleri de ibâdet ve tâatle uyanık geçireceğim” dediğim de haber verilmiş. Efendimiz (s.a.v):

“–Onu benimle görüştür” buyurmuş.

Bir müddet sonra Rasûlullah (s.a.v) benim yanıma teşrif buyurdular. Oturması için hemen altına içi hurma lifiyle doldurulmuş deriden bir minder koydum. Efendimiz (s.a.v) yere oturdu, minder aramızda boş kaldı. Rasûlullah (s.a.v) bana:

“–Şu şu sözleri söyleyen sen misin?” diye sordu. Ben de:

“–Anam babam sana fedâ olsun yâ Rasûlallah! Evet ben böyle söylemiştim” dedim. Buyurdular ki:

“–Sen buna güç yetiremezsin. Hem oruç tut hem iftar et, hem uykunu al hem ibâdet et. Şüphesiz senin üzerinde vücûdunun hakkı vardır, iki gözünün hakkı vardır, hanımının hakkı vardır, ziyâretçilerinin hakkı vardır. Çocuklarının da senin üzerinde hakları vardır. Her aydan üç gün oruç tut, zîrâ her iyiliğe on misli ecir ve sevap vardır. Bu ise bütün zamanını oruçlu geçirmek gibidir.”

Ben:

“–Bunun daha çoğunu yapmaya gücüm yeter” dedim. Rasûlullah (s.a.v):

“–O hâlde bir gün oruç tut, iki gün tutma” buyurdu. Ben:

“–Ama ben bundan daha fazlasını yapabilirim” deyince Efendimiz:

“–Öyleyse bir gün oruç tut bir gün tutma, bu Hz. Dâvûd’un orucu olup oruçların en ölçülü olanı en fazîletlisidir. Allah’a en sevimli namaz da Hz. Dâvûd’un namazıdır. Dâvûd (a.s) gecenin yarısını uyuyarak geçirir, sonra üçte birinde namaz için kalkar, altıda birinde yine uyurdu. Bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı. Düşmanla karşılaştığında da kaçmazdı” buyurdu. Ben:

“–Bundan daha fazlasına da gücüm yeter” dedim. Peygamberimiz:

“–Bundan daha fazîletlisi yoktur” buyurdu. Sonra da:

“–Bütün zamanını oruçlu geçirenin orucu yoktur” buyurdu ve bu sözünü üç defâ tekrarladı. Meğer Allah Rasûlü’nün tavsiye etmiş olduğu ayda üç gün orucu kabul etmem bana ehlimden ve malımdan daha sevimli olacakmış.

Sonra Rasûlullah (s.a.v) bana:

“–Nasıl hatim yapıyorsun?” diye sordu. Ben:

“–Her gece” diye cevap verdim. Efendimiz (s.a.v):

“–Kur’ân’ı ayda bir defâ hatmet” buyurdu. Ben:

“–Yâ Rasûlallah, benim bundan daha fazlasına gücüm yeter” dedim. Peygamberimiz:

“–O hâlde yirmi günde bir hatmet” buyurdu. Ben yine:

“–Yâ Rasûlallah, bundan daha fazlasını yapabilirim” dedim. O:

“–Öyleyse on günde bir hatmet” buyurdu. Ben tekrar:

“–Bundan daha fazlasına gücüm yeter yâ Nebiyyallah” diye ısrar edince:

“–Şu hâlde yedi günde bir hatim yap, artık bunun üzerine çıkma” buyurdu. Ben artırdıkça aleyhime artırıldı. Nebî (s.a.v) bana:

“–Şüphesiz ki sen bilmiyorsun, belki ömrün uzun olur” dedi. Sonunda onun söylediği hâle döndüm. İhtiyarlayınca Allah Rasûlü’nün ruhsatını kabul etmiş olmayı çok arzu ettim.”

Abdullah (r.a) yaşlandığında “Keşke Allah Rasûlü’nün ruhsatını kabul etmiş olsaydım” der dururdu. Geceleyin rahat etmek için, okuduğu Kur’ân’ın yedide birini gündüz âile fertlerinden birine okuyup dinletirdi. Güçlü ve kuvvetli olmak istediğinde birkaç gün oruç tutmazdı. Sonra oruç tutmadığı günleri sayar, Allah Rasûlü’ne verdiği sözden dönmüş olmamak için o kadar orucu kazâ ederdi.[25]

֎

Abdullah b. Amr’dan rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Dünya geçici bir faydadan ibarettir. Onun fayda sağlayan en hayırlı varlığı dindar kadındır.”[26]

֎

Rasûlullah (s.a.v) Abdullah b. Amr’a şu tavsiyede bulunmuştur:

“–Abdullah, falan adam gibi olma, çünkü o gece ibâdetine devâm ederken artık kalkmaz oldu.”[27]

֎

Abdullah b. Amr (r.a) şöyle anlatır:

Rasûlullah (s.a.v) ile beraber akşam namazını kıldıktan sonra evine dönen döndü bekleyen bekledi. Bir süre sonra Rasûlullah (s.a.v) koşarak geldi, nefesi sıkışmış, neredeyse elbisesi dizinden açılmıştı. Şöyle buyurdu:

“–Müjde! İşte Rabbiniz semadan bir kapı açmış sizinle meleklere karşı övünerek şöyle buyuruyor: «Kullarıma bakın, bir farzı bitirdiler şimdi de diğerini bekliyorlar».”[28]

֎

Enes b. Mâlik (r.a) şöyle anlatır: Rasûl-i Ekrem (s.a.v) ile beraber oturuyorduk:

“–Şimdi yanınıza cennetlik bir adam gelecektir” buyurdu. Bir de baktık ki Ensâr’dan abdest suyu sakalından damlayan ve ayakkabılarını sol eline asmış bir adam çıkageldi. Ertesi gün Rasûlullah (s.a.v) yine evvelki gibi söyledi. Bu adam yine önceki gibi çıkageldi. Üçüncü gün olunca Rasûlullah Efendimiz yine aynı sözü tekrar etti ve yine aynı adam ilk hâliyle geldi. Peygamber Efendimiz kalkınca Abdullah b. Amr adamı tâkip etti ve ona:

“–Ben babamla münâkaşa ettim, üç gün onun yanına gitmeyeceğime yemin ettim. Bu zaman zarfında beni evinde misâfir eder misin?” dedi. Adam:

“–Olur” dedi.

Abdullah b. Amr (r.a) hâdisenin devamını şöyle anlattı:

“Üç geceyi onunla bir arada geçirdik. Fakat gece kalktığını görmedim. Ancak sabah namazına kadar uyandıkça Allah teâlâ’yı zikretti ve tekbîr getirdi. Onun hayırdan başka bir şey söylediğini de işitmedim. Üç gün geçince sanki onun amelini küçümser gibi oldum ve dedim ki:

«–Ey Allah’ın kulu! Babam ile benim aramda bir ihtilâf vâkî değildi. Fakat Rasûl-i Ekrem’in üç kere; “Şimdi yanınıza cennetlik bir adam gelecek” buyurduğunu işittim. Üç defâ da sen çıkageldin. Ne gibi ameller işlediğini öğrenmek için senin yanında kalmak ve seni örnek almak istedim. Fakat büyük bir amel işlediğini de görmedim. Seni Rasûlullah’ın söylediği mertebeye ulaştıran amel nedir?»

O zât:

«–Şu gördüğünden başkası değildir» dedi.

Ben ayrılmak için dönünce ardımdan seslendi ve:

«–Benim amelim senin gördüğünden başkası değildir. Ancak ben müslümanlardan hiçbir kimseye kalbimde kin tutmam ve Allah’ın verdiği herhangi bir hayırdan dolayı da kimseye aslâ hased etmem» dedi.

Bunun üzerine:

«–İşte seni o dereceye ulaştıran bizim muvaffak olamadığımız bu hâlindir» dedim.”[29]

֎

Abdullah b. Amr’ın naklettiğine göre Rasûlullah (s.a.v) bir tavaf esnâsında Kâbe’ye hitâben şöyle buyurmuştur:

“Sen ne kadar temizsin, kokun da ne güzel! Sen ne yücesin, senin hürmetin de ne büyük. Muhammed’in nefsini elinde tutan Zât-ı Zülcelâl’e yemin olsun ki bir mü’minin Allah katındaki kıymeti senin kıymetinden daha büyüktür. Mü’minin malının ve kanının hürmeti de böyledir. Biz, mü’minler hakkında sâdece hüsn-i zanda bulunuruz.”[30]

֎

Abdullah b. Amr b. Âs (r.a) şöyle anlatır:

Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) bir gün namazın fazilet ve şerefinden bahsetti ve şöyle buyurdu:

“Kim namazı muhâfaza ederse (farzlarına, sünnetlerine, tâdil-i erkâna ve huşûa riâyetle ona devam eder ve fütûr getirmezse) bu onun için kıyamet günü nûr, burhân ve kurtuluş vesilesi olur. (Orada nebîler, sıddîklar, şehitler ve sâlihlerle beraber olur.) Kim de namazı muhâfaza etmezse onun için nûr, burhân ve kurtuluş vesilesi olmaz. O kimse kıyamet günü Kârûn, Firavun, Hâmân ve Übey b. Halef ile beraber olur. (Onlarla birlikte haşrolur, bir müddet onlarla birlikte hapsedilir veya azap görür.)”[31]

֎

Abdullah b. Amr (r.a) şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.v) rüşvet verene de alana da lânet etti.”[32]

֎

Abdullah b. Amr (r.a) şöyle anlatır: “Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz ile birlikte Mekke’den Medîne’ye dönüyorduk. Yol üzerinde bir suya va­rınca cemaat ikindi zamanı acele ederek çar çabuk abdest aldılar. Biz de o esnâda yanlarına vardık, ökçelerine su değmediği görünüyordu. Bunun üze­rine Rasûlullah (s.a.v):

«‒Vay ökçelerin ateşten dolayı başına gelecek olana!.. Abdesti tam tekmîl alın!» buyurdu.”[33]

֎

Abdullah b. Amr b. Âs (r.a)şöyle anlatır:

Kendimize ait kulübeyi tamir ederken Rasûlullah (s.a.v) yanımıza uğramıştı.

“–Bu yaptığınız nedir?” diye sordu. Biz:

“–Yıkılmak üzereydi de tâmir ediyoruz” dedik. Bunun üzerine:

“–Ecelin bundan daha aceleci olacağını zannederim” buyurdu.[34]

Peygamber Efendimiz’in ecelin evin tâmirinden daha yakın olduğunu söylemesi, yapılan işi tasvip etmediğinden değil, bu dünyada fânî olduğumuzu ve ölümün insana çok yakın olduğunu hatırlatmak içindir. Zira kişinin eskiyen evini tamir etmesi veya yeniden yapması yanlış bir iş değildir.

֎

Abdullah b. Amr (r.a) şöyle anlatır:

Bir seferde Rasûlullah (s.a.v) ile beraberdik. Bir yerde konakladık. Kimimiz çadırını düzeltiyor, kimimiz ok atış tâlimleri yapıyor, kimimiz de otlayan hayvanların başında bulunuyorduk. Derken Allah Rasûlü’nün müezzini “Haydin namaza!” diye seslendi. Biz de Rasûlullah Efendimiz’in yanında toplandık. Rasûl-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Benden önceki bütün peygamberlerin vazifesi, ümmetlerini iyi olduğunu bildikleri şeye dâvet etmek, kötü olduğunu bildikleri şeyden de sakındırmaktı. Sizin içinde bulunduğunuz ümmetin huzur ve sükûnu, önce gelenler zamanında olacaktır. Daha sonrakilerin başına çeşitli belâlar ve bilmediğiniz kötülükler gelecektir. Öyle fitneler çıkacak ki bu fitnelerin bir kısmı diğerinden daha hafif olacaktır. Yine öyle fitne ve kargaşa çıkacak ki onu gören mü’min, ‘İşte beni bu mahveder’ diyecektir. Sonra ortalık sakinleşecek, arkasından öyle müthiş bir fitne çıkacak ki mü’min ‘İşte bundan kurtuluş yok’ diyecektir.

Bir kimse cehennemden kurtulup cennete girmeyi istiyorsa, Allah’a ve âhiret gününe imân etmiş olarak ölmelidir. Kendine yapılmasını istediği şeyleri o da başkalarına yapmalıdır. Bir kimse devlet başkanına beyʻat eder, elini tutup ona samimiyetle bağlanırsa, elinden geldiği kadar ona itaat etmelidir. Bu arada bir başkası ortaya çıkarak yönetimi ele geçirmeye çalışırsa, derhal onun boynunu vurunuz.”[35]

֎

Abdullah b. Amr b. Âs (r.a) şöyle dedi: Bir adam, Allah Rasûlü’ne:

“–İslâm’ın hangi özelliği daha hayırlıdır” diye sordu? Rasûlullah (s.a.v):

“–Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selâm vermendir” buyurdu.[36]

֎

Abdullah b. Amr (r.a) anlatıyor:

Allah Rasûlü’nden duyduğum her şeyi yazıyor, onları ezberlemek ve korumak istiyordum. Kureyş beni bundan men etti ve:

“−İşittiğin herşeyi yazıyor musun? Hâlbuki Allah Rasûlü de bir beşerdir, hem kızgınlık hem de sukûnet hallerinde konuşur” dediler.

Bunun üzerine yazmayı bıraktım ve durumu Rasûlullah’a arzettim. Efendimiz (s.a.v) parmağıyla mübarek ağzına işaret ederek şöyle buyurdu:

“−Yaz, nefsim kudret elinde bulunan Allah’a yemin olsun ki buradan haktan başka bir şey çıkmaz.”[37]

֎

Abdullah b. Amr b. Âs (r.a) şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v)’in sözlerinde ve hareketlerinde hiçbir çirkinlik bulunmadığı gibi çirkin olan hiçbir şeye de özenmezdi. Şöyle buyururdu: “Hayırlınız, ahlâkı güzel olanınızdır.”[38]

֎

Abdullah b. Amr (r.a) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v), abdest almakta olan Saʻd’a uğramıştı:

“–Bu israf da ne?” buyurdu. Saʻd (r.a) şaşkınlıkla:

“–Abdestte de israf olur mu?” diye sordu. Rasûlullah (s.a.v):

“–Evet, akan bir nehir üzerinde olsan bile!” cevabını verdi.[39]

֎

Abdullah b. Amrdan rivâyet edildiğine göre Nebî (s.a.v)şöyle buyurdu:

“Benim tarafımdan (tebliğ edilen Kur’ân’dan) bir âyet bile olsa insanlara ulaştırınız. İsrailoğulları(nın ibretli kıssaları)ndan da haber verebilirsiniz. Bunda bir sakınca yoktur. Kim bile bile bana yalan isnad ederse cehennemdeki yerine hazırlansın.”[40]

֎

Abdullah b. Amr b. Âs (r.a) anlatıyor:

“Rasûlullah (s.a.v) bize (bazen) sabah oluncaya kadar Benî İsrail kıssası anlatırdı. Anlatma işini ancak farz namaz için kalkınca bırakırdı.”[41]

Efendimiz (s.a.v) önceki milletlerin ibretli kıssalarını anlatarak ümmetini terbiye ederdi.

֎

Abdullah b. Amr (r.a) anlatıyor: “Rasûlullah Efendimiz (s.a.v):

«–Benî İsrâil’in başına gelen şeyler aynıyla ümmetimin başına da gelecek, onları adım adım tâkip edecekler… Benî İsrâil yetmiş iki fırkaya bölünmüştü. Benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya bölünecek. Bunlardan bir tanesi hariç hepsi ateştedir» buyurdu.

Yanındakiler:

«–Bu kurtulan fırka kimlerdir ey Allah’ın Rasûlü?» diye sordular.

«–Benim ve ashâbımın üzerinde olduğu yoldan gidenler» buyurdu.”[42]

Belki de Hz. Abdullah’ın yahudi ve hristiyanlara dâir bilgileri merak etmesine sebep olan şey bu rivayetlerdi. Onların düştüğü hataları öğrenerek ümmet-i Muhammed’i sakındırmak istemişti. Şu rivayet de buna işaret etmektedir:

Abdullah b. Amr (r.a) şöyle anlatır:

İsrâiloğulları zamanında bir eve misâfir geldi. Evin dişi bir köpeği vardı. Hâne halkı “Ey köpek, misâfirimize havlama” dediler. Köpek havlamadı ancak karnındaki yavrular bağırmaya başladılar. Bu hâdiseyi peygamberlerine anlattıklarında o şöyle dedi:

“–Bu hâdise sizden sonra gelecek bir ümmetin misâli gibidir. Onların sefih ve beyinsiz takımı âlimlerine ve akıllılarına gâlib gelir.”[43]

Bir peygamberin verdiği haber mutlaka gerçekleşecektir ama hiç değilse biraz geciktirilebilir. Bugün gerçekten o peygamberin haber verdiği duruma düşmüş durumdayız. Sefihler âlimlere gâlib gelmiş durumdadır.

Bir de o, ilme olan merakı sebebiyle İslâmî bilgiler yanında önceki kitapların ilmiyle de meşgul oluyor, ilmini daha da genişletmek istiyordu.

֎

Ebû Kubeyl şöyle anlatıyor: Abdullah b. Amr b. Âs’ın yanında idik. Kendisine Kostantiniyye ve Rûmiyye’den hangisinin önce fethedileceği soruldu. Abdullah, halkaları olan eski bir sandık getirtti. İçinden bir yazı çıkardı ve şöyle dedi:

Rasûlullah (s.a.v)’in çevresinde toplanmış mübârek hadîslerini yazdığımız bir sırada ona:

“–Hangi şehir önce fethedilecek, Kostantiniyye mi yoksa Rûmiyye mi?” diye soruldu. Allah Rasûlü (s.a.v) şu cevabı verdi:

“–Hiraklin şehri önce fethedilecek” Efendimiz bu sözüyle Kostantiniyye’yi kastediyordu.[44]

İmrenilecek bir hayat… Allah Rasûlü’nün etrafında toplanıp hadîs-i şeriflerini yazmak, sonra onları sandıklarda saklayıp sonraki nesillere sağlam bir şekilde ulaştırmak. Ne güzel ve ne bereketli bir hayat… Allah hepsinden râzı olsun.

֎

Tâbiînden Atâ el-Âmirî (r.a) şöyle anlatır:

“Abdullah b. Amr’ın atının gemini tutuyordum. O esnâda:

«‒Şu Beyt’i yıkıp taş üstünde taş bırakmadığınız zaman hâliniz nice olacak?» dedi. Yanındakiler:

«‒İslâm üzere olduğumuz hâlde mi?» diye hayretle sordular. O da:

«‒Evet, İslâm üzere olduğumuz hâlde» dedi. Ben:

«‒Sonra ne olacak?» dedim.

«‒Sonra olduğundan daha güzel bir şekilde inşâ edilecek. Mekke’nin her tarafına tünellerin açıldığını, binânın dağ başlarından daha yüksek olduğunu gördüğün zaman bil ki kıyâmetin gölgesi üzerine düşmüş demektir».”[45]

Bu sözler geleceğe dâir bilgi vermektedir. Normal bir insan bunu yapamayacağına göre Abdullah (r.a) bu bilgileri Peygamber Efendimiz’den veya önceki peygamberlerden gelen haberlerden öğrenmiş olmalıdır. Bugün bu söylenenlerin bir kısmının gerçekleştiğini hayretle görmekteyiz. Mekke’nin her tarafı tünellerle dolmuş, meşhur binâ dağ başlarından daha yükseğe çıkmış, hatta bazı insanlar Kâbe’den çok onunla meşgul olmaktadırlar. Binanın gölgesi Kâbe üzerine düştüğü gibi kıyametin gölgesi de bizim üzerimize düşmüştür.

֎

Abdullah b. Amr, Abdullah b. Mesʻûd’dan bahsetti ve:

“‒Ben onu daima seveceğim. Zira Allah Rasûlü’nün şöyle buyurduğunu işittim:

«Kur’ân’ı şu dört kişiden alın: Abdullah b. Mesʻûd, Sâlim, Muâz ve Übey b. Kaʻb».”[46]

Bu hadîs, Kur’ân’ı öğrenmek ve ezberlemek için daha sağlam olan hocayı araştırmak gerektiğini gösteriyor. Zira Kur’ân herkesten öğrenilmez.

Bu hadîs Kur’ân kıraatinin bizzat kurrânın fem-i muhsininden alınması, talim edilmesi gerektiğine de delildir. Çünkü Rasûlullah (s.a.v) “Kur’ân’ı şu dört kişiden alın” buyururken sahabe topluluğuna yani Arab’ın en fasihlerine hitap etmiştir.

Bu hadîste ehl-i Kur’ân’ın sevilmesi gerektiğine de delil vardır. Kurrâ, hâfız, müttakî olanlara ise ayrı bir alâka gösterilmelidir. Ayrıca umumî olarak fazilet ve ilim ehlini sevmek imanın bir alâmetidir.[47]

֎

Abdullah b. Amr b. Âs (r.a) şöyle demiştir:

“Denizin içinde hapsedilmiş bir takım şeytanlar vardır. Onları Süley­man (a.s) bağlamıştır. Bunların çıkıp insanlara Kur’ân okuması (ve onu hevâsına göre tefsir etmesi) yakındır.”[48]

֎

Abdullah b. Amr b. el-Âs (r.a.) Beyt-i Makdis’te iken yanına âzâd ettiği insanlardan biri geldi ve:

“‒Ben bu ayı şurada, Beyt-i Makdis’te geçirmek istiyorum” dedi. Abdullah (r.a.) ona:

“‒Âilene bir ay boyunca yetecek kadar azık bıraktın mı?” diye sordu. Adam “Hayır” deyince Abdullah (r.a.):

“‒Öyle ise âilene dön ve onlara gerekli olan azığı temin et. Zira ben Rasûlullah Efendimiz’den şöyle işitmiştim:

«Bakmakla yükümlü olduğu kişileri ihmal etmesi kişiye günah olarak yeter».[49]

֎

Tâbiîn fakihlerinden Hayseme b. Abdurrahman diyor ki: Birgün hocam Abdullah b. Amr b. Âs ile oturuyorduk. Yanına kâhyası geldi. Ona:

“–Kölelerin yiyeceklerini verdin mi? diye sordu. Kâhya:

“–Hayır vermedim” diye cevap verince:

“–Öyleyse hemen git ve yiyeceklerini ver. Çünkü Rasûlullah (s.a.v) ‘Kölelerinin nafakasını vermemek insana günah olarak yeter’ buyurmuştur” dedi.[50]

Onlar hayatlarını hep Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in buyruklarına göre yaşıyorlardı.

֎

Bâzı kimseler Abdullah b. Amr’ı ziyârete gitmişlerdi. O esnâda Abdullah’ın hizmetkârı bir koyun kesiyordu. İşini bitirince Abdullah (r.a) ona, yakındaki yahûdî komşularından başlayarak eti dağıtmasını söyledi. Yanındakilerden biri:

“–Allah hayrını versin, yahûdî mi dedin?!” dedi. O da:

“–Evet, ben Allah Rasûlü’nden komşuya iyi davranılması husûsunda çok şey duydum. Hattâ biz onun komşuyu komşuya mîrasçı kılacağını zannederdik” dedi.[51]

Diğer rivâyete göre Abdullah b. Amr (r.a) bir koyun kestirmişti. Hizmetçisine: “Yahudi komşumuza verdin mi, yahudi komşumuza verdin mi?” diye telaşla sorduktan sonra, “Cebrâil bana komşuya iyilik etmeyi tavsiye edip durdu. Neredeyse komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım” hadîs-i şerîfini okuyarak bunu Peygamber Efendimiz’den bizzat duyduğunu söylemiştir.[52]

֎

Abdullah b. Amr’dan rivâyet edildiğine göre Nebî (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Her zaman Kur’ân okuyan kimseye şöyle denecektir: Oku ve yüksel, dünyada tertîl ile okuduğun gibi burada da tertîl ile oku. Şüphesiz senin merteben okuduğun son âyetin seviyesinde olacaktır.”[53]

֎

Abdullah b. Amr’dan rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v)şöyle buyurdu:

“Malı uğrunda öldürülen kimse şehittir.”[54]

֎

Hz. Abdullah’dan rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Müslüman olan, kendisine yeterli rızık verilen ve Allah’ın lûtfettiği nimetlere kanaat eden kimse felâha ermiştir.”[55]

֎

Abdullah (r.a), Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in şöyle buyurduğunu işitmiştir:

“Müezzinin ezan okuduğunu duyduğunuzda, söylediklerinin aynısını siz de tekrar edin. Sonra bana salevat getirin. Çünkü kim bana bir salevat getirirse, Allah buna karşılık ona on defa salât eder. Daha sonra benim için Allah’tan «Vesîle»yi isteyin. Vesîle, cennette Allah’ın kullarından bir tek kişiye nasîb olacak bir makamdır. O kulun ben olacağımı umuyorum. Kim benim için Vesîle’yi isterse, ona şefaatim vâcip olur.”[56]

֎

Abdullah (r.a) der ki: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Canım kudret elinde olan Allah’a yemîn ederim ki, bir mü’minin öldürülmesi, Allah katında, dünyanın zevâl bulup yok olmasından daha büyük (bir hâdise)dir.”[57]

13.3. Amr b. Şuayb

Abdullah b. Amr b. Âs’ın torunu olan Şuayb’ın oğludur. Babası Şuayb b. Muhammed de hadîs âlimi idi. Babası genç yaşta vefat ettiği için Şuayb, dedesi Abdullah b. Amr’ın himayesinde yetişti ve ondan hadîs öğrendi. Oğlu Amr da en çok hadîsi babası Şuayb’dan rivâyet etmiştir. Babasının dışında diğer meşhur muhaddislerden de ders aldı. Büyük dedesi Abdullah b. Amr’ın bizzat Rasûlullah Efendimiz’in fem-i saâdetlerinden dinlediği hadîsleri yazdığı ve es-Sahîfetü’s-sâdıka ismini verdiği kıymetli eseri ona intikal etti. Tâif’te oturan Amr (r.a) sık sık Mekke’ye gelir ve bu hadîsleri talebelerine rivâyet ederdi. 118 (736) senesinde Tâif’te vefat etti.[58]

13.3.1. Rivâyetleri

Amr b. Şuayb babası Şuayb’dan, o da dedesi Abdullah b. Amr b. Âs’tan Rasûlullah Efendimiz’in şöyle buyurduğunu rivâyet etti:

“Çocuklarınıza yedi yaşındayken namaz kılmalarını söyleyiniz. On yaşına bastıkları hâlde kılmazlarsa kendilerini cezalandırınız, yataklarını da ayırınız.”[59]

֎

Amr b. Şuayb’ın babası aracılığı ile dedesinden rivâyet ettiğine göre Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimizin şerefini tanımayan bizden değildir.”[60]

֎

Amr b. Şuayb’ın babasından onun da dedesinden rivâyet ettiğine göre, dedesi (Abdullah b. Amr b. Âs) şöyle demiştir:

Ben Rasûlullah (s.a.v)’in ayaktayken de otururken de su içtiğini gördüm.[61]

֎

Amr b. Şuayb babasından, o da dedesinden rivâyet ettiğine göre Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz ki Allah, verdiği nimetinin eserini kulunun üzerinde görmekten hoşlanır.”[62]

֎

Amr b. Şuayb, babası vasıtasıyla dedesi Abdullah b. Amr b. Âs’dan rivâyet ettiğine göre Rasûlullah (s.a.v):

“Kendileri müsaade etmedikçe iki kişinin arasına oturmak bir kimseye helâl olmaz” buyurmuştur.[63]

֎

Amr b. Şuayb’ın babası yoluyla dedesinden rivâyet ettiğine göre Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Bir yolcu bir şeytan, iki yolcu iki şeytan sayılır, üç yolcu ise kâfiledir.”[64]

֎

Amr b. Şuayb’ın babası aracılığı ile dedesinden rivâyet ettiğine göre Rasûlullah (s.a.v) mescidde alış-veriş yapmaktan, yitik soruşturmaktan ve şiir okumaktan insanları menetmiştir.[65]

֎

Amr bin Şuayb (r.a) babasından, o da dedesinden rivâyet ettiğine göre Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Mütekebbirler/kibirli kimseler, kıyâmet gününde insan sûretinde küçük ve kırmızı karıncalar kadar haşrolunacaklardır. Zillet her taraflarından onları saracaktır. Cehennemdeki “Bûles” adı verilen bir zindana sürükleneceklerdir. Onları ateşlerin ateşi kuşatacak ve cehennem ehlinin Tînetü’l-habâl denilen kan, irin ve pisliklerinden içirileceklerdir.”[66]


[1] İbn-i Hacer, el-İsâbe, 1/262.

[2] Bkz. Ahmet Önkal, “Amr b. Âs”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/amr-b-as (01.05.2023).

[3] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/197, 202.

[4] en-Nisâ 4/29.

[5] Ebû Dâvud, Tahâret, 123/334.

[6] Tirmizî, Şemâil, s. 25; Heysemî, IX, 15; Kandehlevî, Hayâtü’s-sahâbe, 3/188-189.

[7] Buhârî, İʻtisâm, 21; Müslim, Akdiye, 15.

[8] el-Enfâl 8/10.

[9] Süleyman b. Ahmed et-Taberânî, el-Muʻcemu’l-evsat, thk. Târık b. Ivazullah b. Muhammed, Abdülmuhsin b. İbrahim el-Huseynî (Kâhire: Dâru’l-Harameyn, ts.), 8/164; Heysemî, Mecmaʻu’z-zevâid, 6/116-117. Râvilerinden Şâzekûnî ve Vâkıdî zayıftır.

[10] Ebû Dâvûd, Diyât, 14/4537; Hâkim, el-Müstedrek, 4/485.

[11] İbn Kesîr, el-Bidâye, 7/91.

[12] İbn Kesîr, el-Bidâye, 7/90.

[13] Müslim, Îmân, 192.

[14] Bkz. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/192, 207.

[15] Bkz. Buhârî, İlim, 39.

[16] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/158-226.

[17] Bkz. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/163, 199.

[18] Bkz. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/164.

[19] Bkz. M. Yaşar Kandemir, “Abdullah b. Amr b. Âs”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/abdullah-b-amr-b-as (01.05.2023).

[20] el-Mü’min 40/28.

[21] Buhârî, Tefsir, 40/1; Ashâbu’n-Nebî, 5; Menâkıbu’l-Ensâr, 29.

[22] Müslim, Libâs, 28. Krş. Nesâî, Zînet, 95.

[23] Müslim, Libâs, 27.

[24] Ebû Dâvûd, Libâs, 17/4066; İbn Mâce, Libâs, 21; Aliyyü’l-Kârî, Mirkât, 8/136.

[25] Bkz. Buhârî, Savm, 55-57, Teheccüd, 7, İsti’zân, 38, Enbiyâ 37, Nikâh, 89; Müslim, Sıyâm, 181-193.

[26] Müslim, Radâʻ 64. Krş. Nesâî, Nikâh, 15; İbn Mâce, Nikâh, 5.

[27] Buhârî, Teheccüd, 19.

[28] İbn Mâce, Mesâcid, 19; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2: 186, 187, 208.

[29] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/166.

[30] İbn Mâce, Fiten, 2.

[31] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/169; Dârimî, Rikâk, 13.

[32] Ebû Dâvûd, Akdiye, 4/3580.

[33] Müslim, Tahâret, 26.

[34] Ebû Dâvûd, Edeb, 169; Tirmizî, Zühd, 25.

[35] Müslim, İmâre, 46. Krş. Nesâî, Beyʻat, 25; İbn Mâce, Fiten, 9.

[36] Buhârî, Îmân, 20; İsti’zân, 9, 19; Müslim, Îmân, 63. Krş. Ebû Dâvûd, Edeb, 131; Nesâî, Îmân, 12.

[37] Ebû Dâvûd, İlim, 3/3646.

[38] Buhârî, Menâkıb, 23, Ashâbu’n-Nebî, 27, Edeb, 38-39; Müslim, Fezâil, 68.

[39] İbn Mace, Taharet, 48.

[40] Buhârî, Enbiyâ, 50. Krş. Tirmizî, İlm, 13.

[41] Ebû Dâvûd, İlim, 11/3663.

[42] Tirmizî, Îmân, 18/2641. Krş. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/102; İbn Mâce, Fiten, 17; Ebû Dâvûd, Sünnet, 1/4596.

[43] Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 474. Krş. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/170.

[44] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/176.

[45] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 3/270, no: 14107.

[46] Buhârî, Fedâlilü’l-Kur’ân, 8.

[47] Abdülaziz el-Kārî, Sünenü’l-kurrâ (el-Medînetü’l-Münevvera, 1414), 46-48.

[48] Müslim, Mukaddime, 7.

[49] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/195; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, 7/467.

[50] Müslim, Zekât, 40.

[51] Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, 58; Beyhakî, Şuab, 7/84-85

[52] Buhârî, el-Edebü’l-müfred, 52, bâb 57.

[53] Ebû Dâvûd, Vitr, 20; Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân, 18.

[54] Buhârî, Mezâlim, 33; Müslim, Îmân, 226. Krş. Ebû Dâvûd, Sünnet, 29; Tirmizî, Diyât, 21; Nesâî, Tahrîm, 22, 23, 24; İbn Mâce, Hudûd, 21.

[55] Müslim, Zekât, 125. Ayrıca bkz. Tirmizî, Zühd, 35/2348.

[56] Müslim, Salât, 11.

[57] Nesâî, Tahrîmü’d-Dem, 2/3984. Ayrıca bkz. Tirmizî, Diyât, 7/1398; İbn-i Mâce, Diyât, 1.

[58] Bkz. M. Yaşar Kandemir, “Amr b. Şuayb”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/amr-b-suayb (21.05.2023).

[59] Ebû Dâvûd, Salât, 26.

[60] Ebû Dâvûd, Edeb, 58; Tirmizî, Birr, 15.

[61] Tirmizî, Eşribe, 12. Krş. Nesâî, Sehv, 100.

[62] Tirmizî, Edeb, 54. Krş. Ebû Dâvûd, Libâs, 14.

[63] Ebû Dâvûd, Edeb, 21; Tirmizî, Edeb, 11.

[64] Ebû Dâvûd, Cihâd, 79; Tirmizî, Cihâd, 4.

[65] Ebû Dâvûd, Salât 214, Tirmizî, Büyû’ 75. Krş. Nesâî, Mesâcid 22; İbn Mâce, Mesâcid 5.

[66] Tirmizî, Kıyamet, 47/2492; Ahmed, 2/179; Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 557.