15. Ebû Talha ve Âilesi

15.1. Ebû Talha (r.a)

Ebû Talha Zeyd b. Sehl el-Ensârî (r.a) câhiliye devrinde Medîne-i Münevvere’de dünyaya geldi. Hazrec kabîlesinin Neccâroğulları koluna mensûb olduğundan Hazrecî ve Neccârî nisbeleriyle de anılırdı. Enes b. Mâlik’in babası Mâlik hicretten önce vefat etmiş, annesi Ümmü Süleym dul kalmıştı. Ebû Talha (r.a) ona evlilik teklîf etti. Daha önce müslüman olan Ümmü Süleym (r.a) ise müslüman olmadığı için kendisiyle evlenemeyeceğini, İslâm’a girerse mehir almaksızın kendisiyle evlenebileceğini bildirdi. Îmânı mehir edindi. Bunun üzerine Ebû Talha (r.a) İslâm’a girdi ve Ümmü Süleym ile evlendi. Enes b. Mâlik’in üvey babası oldu. Bu evlilikten iki çocukları oldu, isimlerini Abdullah ve Ebû Umeyr koydular. Ebû Talha (r.a) nübüvvetin 12. senesinde (621) yapılan Birinci Akabe Beyʻatı’nda kabîlesinin temsilcisi idi. Rasûlullah (s.a.v) Medîne’ye hicret edince onunla muhâcirlerden Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ı kardeş yaptı.

Ebû Talha (r.a) Bedir ve Uhud gazvelerine katıldı. Yayını çok sert çeken mâhir bir okçu idi. Uhud’da deriden kalkanı ile vücûdunu Peygamber Efendimiz’e siper etmiş ve düşmanı ok yağmuruna tutmuştu. O gün elinde iki üç yay kırılmıştı. Allah Rasûlü (s.a.v) yanından ok torbası ile geçen herkese:

“–Ok torbanı Ebû Talha’nın yanına boşalt” buyuruyordu. Efendimiz (s.a.v) onun arkasından müşriklere bakmak için yükselip başını kaldırdıkça Ebû Talha (r.a):

“–Yâ Rasûlallah! Anam-babam sana fedâ olsun, başınızı kaldırmayın, belki müşrik oklarından biri isâbet eder. Benim göğsüm senin göğsüne siper olsun, sana dokunacak olan bana dokunsun” derdi.[1]

Peygamber Efendimiz’in daha sonraki gazvelerinin hepsinde bulunan Ebû Talha (r.a) Huneyn’de 20 müşrik öldürdü.

Medîne’de kabir kazan iki meşhur sahâbîden biriydi. İlk önce geldiği için Peygamber Efendimiz’in kabrini o kazmıştı.

Hz. Ömer (r.a) kendinden sonraki halîfeyi seçmekle vazîfelendirdiği şûranın işleri bitinceye kadar rahatsız edilmemesi için Ebû Talha’yı vazîfelendirmişti.

Peygamber Efendimiz’in vefâtından sonra Dımaşk’a gidip orada yaşadığı da söylenmektedir. 34 (654-55) senesinde vefat etti.

Ebû Talha (r.a) ashâb-ı kirâm arasında yiğitliği, cesâreti ve gür sesiyle meşhur olmuştu. Bu sebeple Rasûlullah (s.a.v) “Ordu içinde Ebû Talha’nın sesi bir grup insandan daha hayırlıdır” buyurmuştur.[2] Bir rivâyette de “1000 adamdan daha hayırlıdır” buyurduğu nakledilir.[3]

Rasûlullah (s.a.v) Ebû Talha’yı çok sever, Neccâroğulları’ndan olması sebebiyle ona “dayı” diye iltifat ederdi.[4] Zira Neccâroğulları, dedesi Abdülmuttalib’in annesinin kabilesi idi.

15.1.1. Cömertliği

Enes (r.a) şöyle anlatır:

Medîne-i Münevvere’de Ensâr’dan en fazla hurmalığı olan kişi Ebû Talha idi. En fazla sevdiği malı da Mescid-i Nebevî’nin karşısında yer alan Beyruhâ ismindeki hurma bahçesi idi. Rasûlullah (s.a.v) zaman zaman bu bahçeye girer ve oradaki tatlı sudan içerdi. “Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe asla birr’e (yâni hayrın kemâline) erişemezsiniz…”[5] âyet-i kerîmesi nâzil olunca Ebû Talha Allah Rasûlü’nün yanına geldi ve:

“–Yâ Rasûlallah! Cenâb-ı Hak sana “Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe, asla birr’e erişemezsiniz…” âyetini indirdi. En sevdiğim malım Beyruhâ’dır. Orayı Allah rızâsı için tasadduk ediyorum. Allah’tan onun sevâbını ve benim için âhiret azığı olmasını dilerim. Beyruhâ’yı Allah’ın sana göstereceği şekilde kullanınız” dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v):

“–Seni tebrik ederim, kârlı mal dediğin işte budur. Seni duydum Ebû Talha, onu akrabâlarına vermeni uygun görüyorum” buyurdu. Ebû Talha:

“–Öyle yapayım yâ Rasûlallah” dedi ve bahçeyi ihtiyaç sahibi akrabâlarına taksim etti.[6]

Ebû Talha’dan 92 hadîs rivâyet edilmiştir. Ondan oğulları Abdullah ile Enes b. Mâlik, Abdullah b. Abbâs ve Zeyd b. Hâlid gibi âlimler nakilde bulunmuşlardır.[7]

15.1.2. Rivâyetleri

Hz. Enes’in anlattığına göre Ebû Talha (r.a) bir gün Peygamber Efendimiz’in yanına vardığında onun ayakta durmuş Ashâb-ı Suffe’ye Kur’ân-ı Kerîm öğretmekte olduğunu gördü. Rasûlullah (s.a.v) açlıktan iki büklüm olan belini doğrultmak için karnına taş bağlamıştı. İşte bu şekilde Peygamber Efendimiz ve ashâbının en mühim meşgûliyeti Allah’ın Kitâbı’nı tefekkür etmek, anlamak ve öğrenmek, en büyük arzu ve iştiyakları da Kur’ân’ı tekrar tekrar okumak ve dinlemekti.[8]

֎

Enes (r.a) şöyle anlatır: Ebû Talha’nın evinde insanlara sâkîlik yaptığım, yâni kadehlerini doldurduğum bir esnâda içki haram kılınmıştı. Rasûlullah (s.a.v) bir münâdîye emretmiş, o da insanlara bu yasağı duyuruyordu. Biz evdeyken münâdînin sesini işittik. Ebû Talha (r.a) bana:

“–Çık da bir bakıver şu ses neyin nesidir?” dedi. Çıkıp baktım ve:

“–Bir münâdî «Dikkat dikkat, içki haram kılınmıştır» diye nidâ ediyor” dedim. Babam bana:

“–Öyleyse git, bütün içkileri dök” dedi. O andan itibâren Medîne sokaklarından içki aktı.[9]

Ashâb-ı kirâm Allah’ın emir ve yasakları karşısında böylesine bir hassâsiyete sahiptiler. İçkinin haram kılındığını duyunca ellerindeki bütün şarapları döktüler, onlar için harcadıkları malı hiç düşünmediler.

֎

Abdullah b. Ebû Bekir (r.a) anlatıyor:

“Ebû Talha (r.a) bir gün bahçesinde namaz kılıyordu. Dübsi denilen bir kuş bahçeden dışarı çıkmak için uçtu, dallar arasından geçecek yer arayarak sağa sola gitti. Bu durum Ebû Talha’nın hoşuna gitti ve bir an gözleriyle onu takip etti. Sonra namazına döndü ancak kaç rekât kıldığını unuttu. Bunun üzerine ‘Bu malım fitneye sebep oldu, huşû hâlimi bozdu’ diye düşünerek Allah Rasûlü’ne gelip bahçede başına gelen durumu anlattı ve:

«–Ey Allah’ın Rasûlü! Bu malım Allah için sadakadır, istediğin gibi kullanır, istediğin yere verebilirsin» dedi.”[10]

Dünya malı her zaman için tatlıdır, hoştur. Ebû Talha (r.a) onun âhiret şuurunu zayıflatmasından korkarak telaşla hemen ondan kurtulmanın yoluna baktı.

֎

Enes (r.a) şöyle anlatır: Ebû Talha (r.a) annem Ümmü Süleym’e:

“–Allah Rasûlü’nün sesi kulağıma pek zayıf geldi, kendisinin aç olduğunu da biliyorum. Yanında yiyecek bir şey var mı?” dedi. Ümmü Süleym:

“–Evet var” dedi ve arpa ekmeğinden yapılmış birkaç çörek çıkardı. Sonra başörtüsünü alarak bir tarafına çörekleri sarıp dürdü ve elbisemin altına yerleştirdi. Örtünün bir kısmını da belime sararak beni Peygamber Efendimiz’e gönderdi. Ben ekmeği götürdüm. Allah Rasûlü’nü mescitte cemaatle birlikte otururken buldum. Yanlarına varıp ayakta durdum. Rasûlullah (s.a.v):

“–Seni Ebû Talha mı gönderdi?” buyurdu.

“–Evet” dedim.

“–Yemekle mi?” buyurdu.

“–Evet” diye cevap verdim. Rasûlullah (s.a.v) yanında bulunanlara:

“–Kalkınız!” buyurdu, onlar da kalkıp yürüdüler. Ben önlerinden yürüyüp Ebû Talha’ya vararak durumu bildirdim. Ebû Talha (r.a):

“–Ümmü Süleym! Rasûlullah (s.a.v) cemaatle birlikte geliyormuş, hâlbuki bizim yanımızda onları doyuracak bir şey yok” dedi. Ümmü Süleym (r.a):

“–Allah ve Rasûlü daha iyi bilir” dedi.

Ebû Talha (r.a) hemen gidip Allah Rasûlü’nü karşıladı. Rasûlullah (s.a.v) Ebû Talha ile birlikte eve girdi ve:

“–Ümmü Süleym, yanında bulunanları getir” buyurdu. O da bendeki bu ekmeği getirdi. Rasûlullah (s.a.v) emir buyurup ekmeği parçalattı. Ümmü Süleym yağ tulumunu sıkarak o ekmek parçaları üzerine yağ sürdü. Rasûlullah (s.a.v) ona Allah’ın murâd ettiği bazı duâlar okudu. Bundan sonra:

“–On kişiye izin ver” buyurdu. Ebû Talha on kişiye eve girmeleri için izin verdi, onlar doyuncaya kadar yediler ve çıktılar. Rasûlullah (s.a.v):

“–On kişiye daha izin ver” buyurdu. Ebû Talha onlara da izin verdi, onlar da yiyip çıktılar. Allah Rasûlü (s.a.v):

“–Bir on kişiye daha izin ver” buyurdu. Neticede cemaatin hepsi yiyip doydu. Bu cemaat yetmiş veya seksen kişi idi.[11]

Diğer rivayetlere göre Ebû Talha kapıda durdu. Allah Rasûlü (s.a.v) gelince:

“–Yâ Rasûlallah, az bir şey var!” dedi. Efendimiz (s.a.v):

“–Getir onu, Allah ona bereket verecek” buyurdu.

Rasûlullah (s.a.v) yemeğin üzerine elini koyup bismillah çekti ve “On kişiye izin ver” buyurdu. Ebû Talha izin verdi, girdiler. Rasûlullah (s.a.v) “Yiyin ve Allah’ın ismini anın, besmele çekin” buyurdu.[12]

Bir rivâyette şöyledir: On kişi durmadan giriyor on kişi de çıkıyordu. Neticede onlardan içeri girip karnını doyurmayan hiç kimse kalmadı. Sonra Ebû Talha (r.a) sofrayı yeniden düzenledi, bir de ne görsün, yemekler sanki cemaatin yemeğe başladığı andaki gibi duruyordu.[13]

Bir başka rivâyette şöyledir: Onar onar yediler, seksen kişiye böyle yaptılar. Sonra Nebî (s.a.v)ile ev sahipleri yediler, yine de artanını bıraktılar.[14]

Başka bir rivâyet şöyledir: Sonra komşularına yetecek kadarını artırdılar.[15]

Enes (r.a) diğer bir rivâyette hâdisenin baş kısmını şöyle nakletmiştir:

Bir gün Rasûlullah (s.a.v)’in yanına geldim, ashâbıyla oturmuş onlara bir şeyler anlatıyordu. Karnına bir sargı sarmıştı. Ashâbından bazılarına:

“–Rasûlullah (s.a.v) karnını niçin sardı?” diye sordum. Onlar:

“–Açlıktan” diye cevap verdiler. Bunun üzerine hemen Ebû Talha’ya gittim. O annem Ümmü Süleym binti Milhân’ın eşi idi:

“–Babacığım, ben Rasûlullah’ı karnını bir sargı ile bağlamış vaziyette gördüm. Ashâbından bazılarına bunun sebebini sordum, açlıktan olduğunu söylediler” dedim. Ebû Talha annemin yanına varıp:

“–Yiyecek bir şey var mı?” diye sordu. Annem de:

“–Evet, evde bir parça ekmek ve bir kaç hurma var. Eğer Rasûlullah (s.a.v) bize tek başına gelirse kendisini doyururuz. Eğer onunla birlikte başkası da gelirse onlara az gelir” dedi. Enes (r.a) bundan sonra hadîsin devamını aynen zikretmiştir.[16]

Benzer hâdiseler birden fazla yaşanmış, Efendimiz’in açlığını birinde Ebû Talha, birinde Enes (r.a) farketmiş olabilir.

֎

“Kendileri muhtaç olsalar bile başkasını daha çok düşünürler”[17] âyet-i kerîmesinin nüzûl sebebi, Efendimiz (s.a.v) ve ashâb-ı kirâmın yapmış oldukları hârikulâde cömertlik ve îsârlarıdır. Bir kişi Peygamber Efendimiz’e gelerek:

“–Ben açım” demişti. Rasûlullah (s.a.v) hanımlarından birine haber göndererek yiyecek bir şey istedi. O da:

“–Seni peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki evde sudan başka bir şey yok” dedi.

Rasûlullah (s.a.v) bir başka hanımından yiyecek bir şeyler istedi, o da aynı cevabı verdi. Bu şekilde tüm hanımları aynı cevabı verince Efendimiz (s.a.v) ashâbına dönerek:

“–Bu gece bu şahsı kim misafir etmek ister?” diye sordu. Ensâr’dan Ebû Talha (r.a):

“–Ben misafir ederim yâ Rasûlallah” diyerek o yoksulu alıp evine götürdü. Eve varınca zevcesine: “Allah Rasûlü’nün misafirini ağırla” dedi.

Bir başka rivâyete göre zevcesine:

“–Evde yiyecek bir şey var mı?” diye sordu. Hanımı:

“–Hayır, sadece çocuklarımın yiyeceği kadar bir şey var” dedi. Sahâbî:

“–Öyleyse çocukları oyala, sofraya gelmek isterlerse onları uyut. Misafirimiz içeri girince de lambayı söndür, sofrada biz de yiyormuş gibi yapalım” dedi.

Sofraya oturdular, misafir karnını doyurdu, onlar da aç yattılar. Sabahleyin Peygamber Efendimiz’in yanına gitti. Onu gören Rasûl-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurdu:

“–Bu gece misafirinize yaptıklarınızdan Allah teâlâ memnun oldu.”[18]

Gerçekten de semâdan âyet-i kerîmenin inmesine sebep olacak kadar büyük bir fedakârlık ve îsâr örneği sergilemişlerdir.

֎

Enes b. Mâlik (r.a) der ki:

“Rasûlullah (s.a.v) insanların en güzeli, en cömerdi ve en cesuru idi. Medîne’de bir feryâd veya korkulu bir hâl meydana geldiğinde hemen Ebû Talha’nın Mendub isimli atını emânet olarak alıp feryâdın geldiği yere yetişirdi. Hiçbir feryâd ve imdat sesi duyulmazdı ki Mendub’un oraya bir rüzgâr gibi revân olduğunu görmeyelim. Yine bir gece Medîne ahâlîsi bir feryâd işitip korkmuşlar ve sesin geldiği tarafa doğru gitmişlerdi. Rasûlullah (s.a.v) ise onlardan önce sesin geldiği yere varmış ve durumu inceleyip dönerken insanlarla karşılaşmıştı. Ebû Talha’nın atının üzerinde, kılıcı da boynunda asılı olduğu hâlde ashâbına:

«–Korkmayın, korkmayın!» buyuruyor, Mendub için de «Onu azgın bir sel gibi sürʻatli bulduk!» diyordu.”[19]

Bu hâdise Ebû Talha’nın Peygamber Efendimiz’e yakınlığını ve samimiyetini göstermektedir.

֎

Rasûlullah (s.a.v) vedâ haccında cemrede taşları atıp kurbanını kestikten sonra tıraşa geçti. Başının sağ tarafını berbere uzattı, o da tıraş etti. Rasûlullah (s.a.v) Ebû Talha el-Ensârî’yi yanına çağırıp kesilen saçlarını ona verdi. Sonra başının sol tarafını berbere uzatarak:

“–Tıraş et!” buyurdu, berber de tıraş etti. Rasûlullah (s.a.v) kesilen saçları yine Ebû Talha’ya verdi ve:

“–Bunları insanlara taksim et!” buyurdu.[20]

Peygamber Efendimiz’in sağ tarafından kesilen saçlarını Ebû Talha’ya vermesi üzerinde düşünmek gerekir. Bu davranış Allah Rasûlü’nün Ebû Talha’ya verdiği değeri ve aralarındaki samimiyeti gösteriyor. Rasûlullah (s.a.v) onun bütün âilesine değer verir, onlara daha yakın davranırdı. Bunun sebebi onların Allah Rasûlü’ne olan muhabbetleri idi. Efendimiz (s.a.v) Kuba Mescidi’ni ziyarete gittiği zaman onların evine misafir olur, orada nâfile namaz kılar, ihtiyaç varsa kaylûle bile yapardı. Hanımı Ümmü Süleym (r.a) Allah Rasûlü’nün mübarek saçı ile teberrük eder, deri yatak üzerine biriken cennet kokusu terini alıp koku şişelerine katardı. Rasûlullah (s.a.v) işte bu derin muhabbet sebebiyle saçının büyük bir kısmını bu değerli âileye hediye etmişti.

֎

Enes b. Mâlik (r.a) şöyle anlatır:

“(Neccâroğulları kabilesinden) hristiyan bir kimse vardı, müslüman oldu, Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerini okuyup öğrendi. Allah Rasûlü’ne vahiy kâtibliği de yapıyordu. Bu adam daha sonra irtidat edip Hristiyanlığa döndü. «Muhammed birşey bilmez, sadece benim kendisine yazdığım şeyleri bilir» diye tezvîrâtta bulunmaya başladı. Bir müddet sonra vefat etti. Hristiyanlar cenazesini defnettiler fakat sabah olduğunda toprağın onu dışarı attığını gördüler. «Bunu Muhammed ve ashâbı yapmıştır. Arasından çıkıp kaçtığı için dîn kardeşimizin kefenini soyup cesedini meydana attılar» diye konuştular. Öncekine göre biraz daha derin bir çukur kazıp cenazeyi tekrar defnettiler. Fakat sabah olunca yer onu yine dışarı attı. Hristiyanlar yine «Bu, Muhammed ve ashâbının işidir, arasından çıkıp kaçtığı için dîn kardeşimizin kefenini soyup cesedini meydana attılar» dediler.

Tekrar mezar kazıp güçleri yettiği kadar derinleştirdiler. Fakat sabah olunca yerin onu yine yüzüstü dışarı atmış olduğunu gördüler ve bunun insanlar tarafından yapılan bir iş olmadığını anladılar. Cesedi olduğu gibi açığa bırakıp gittiler.”[21]

Ahmed b. Hanbel’in rivâyetinde şu ziyâde vardır:

“Adam öldüğünde Rasûlullah (s.a.v) «Yer onu kabûl etmez” buyurdular. Ebû Talha (r.a) adamın öldüğü yere gitti ve onun ortalığa atılmış olduğunu gördü.

«−Bu adamın durumu nedir?» diye sorunca:

«−Defâlarca gömdük fakat toprak onu kabul etmedi» dediler.”[22]

Ebû Talha (r.a) Allah Rasûlü’nün sözünün muhakkak gerçekleşeceğini bildiği için bu mucizeyi takik etmek için adamın mahallesine gitmiş ve gerçekten de Efendimiz’in buyurduğu gibi olduğunu görmüştür.

֎

Ebû Talha’nın anlattığına göre, birgün Rasûlullah (s.a.v)tebessüm ederek ashâb-ı kirâmın yanına geldi ve Cebrâil (a.s)’ın “Ey Muhammed! Ümmetinden biri sana bir salât getirdiğinde benim onun günahlarının bağışlanması için on defa istiğfâr etmem, o sana bir selâm gönderdiğinde benim ona on selâm vermem seni sevindirmez mi?” buyurduğunu söyledi.[23]

Cebrâil (a.s)’ın bu sözü bizim için çok büyük bir müjdedir.

֎

Ebû Talha (r.a)’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v)şöyle buyurmuştur:

“İçinde köpek ve sûret bulunan eve melekler girmez.”[24]

Meleklerin köpek ve sûret yani canlı heykeli ve elle yapılan canlı resmi bulunan eve girmediği bildirilmiştir. Allah teâlâ her varlığa bir özellik vermiştir. Meleklere de böyle bir özellik vermiştir. Bu, köpeği küçümsemek değil, her şeyin yerli yerince olmasını istemektir. Canlı heykeli ve resmi de putçuluğun kapısını kapatmak ve Allah’ın yaratma sıfatına şirk koşmanın önüne geçmek gibi pekçok hikmete binaen yasaklanmıştır.

֎

Enes b. Mâlik (r.a) üvey babasıyla ilgili şu bilgiyi vermiştir: Ebû Talha (r.a) Rasûlullah (s.a.v) zamanında, düşmanla daha kolay cihâd edebilmek için fazla nâfile oruç tutmazdı. Peygamber Efendimiz’in vefâtından sonra ben onu hiç oruçsuz görmedim. Sadece Ramazan Bayramı günü ve Kurban Bayramı günleri oruç tutmazdı.[25]

Hz. Talha (r.a) harb meydanlarının en kahraman ve en seçkin cengâverlerinden idi. İslâm’ın ilk yıllarında düşman karşısında kuvvetli olmak için nâfile oruca fazla önem vermez, cihâdı oruca tercih ederdi. Ancak daha sonra İslâm’ın güçlenmesi ve yaşlılığı sebebiyle cihâda gitmesi azalınca oruca yöneldi ve çoğu vaktini oruçla geçirdi. Peygamber Efendimiz’den sonra 24 sene yaşadığı rivâyet edilir.

Hz. Enes’in bildirdiğine göre Ebû Talha (r.a) ömrünün sonlarına doğru “Ey mü’minler! Sizler gerek hafif gerek ağırlıklı olarak hep birlikte seferber olunuz, Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihâd ediniz. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır”[26] âyet-i kerîmesini okuyunca:

“–Allah teâlâ bize gerek yaşlı gerek genç olarak hep birlikte seferber olmamızı emrediyor, benim savaş malzemelerimi hazırlayın” dedi. Çocukları:

“–Biz senin yerine cihâd ediyoruz” dedilerse de o ısrar etti. Eşyalarını hazırlayıverdiler, o da Rumlar’a karşı yapılan bir deniz seferine katıldı. Bu sefer esnâsında gemide vefât etti. Karaya hemen çıkamadıkları için cesedini ancak yedi gün sonra toprağa verebildiler. Bu zaman zarfında mübârek vücûdunda hiçbir değişme ve kokma olmadı.[27]

Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz. Hayatını cihâdla yaşayan Ebû Talha (r.a) cihâd üzere vefat etmiş ve şehîden Rabbine kavuşmuştur.

15.2. Ümmü Süleym (r.a)

Ümmü Süleym’in ismi Gumeysâ veya Rumeysâ binti Milhân (Mâlik) b. Hâlid’dir. el-Ensâriyye ve el-Hazreciyye nisbeleriyle anılmıştır. Hazrec kabilesinin Neccâroğulları kolundandır. Kıbrıs seferine katılarak orada şehîd düşen Ümmü Harâm ile Bi’r-i Maûne’de şehîd olan Harâm ve Süleym ile kardeştir. Câhiliye devrinde Mâlik b. Nadr ile evlenmişti. Bu izdivacdan oğlu Enes b. Mâlik dünyaya geldi. Ümmü Süleym (r.a) hicretten evvel Medîne’de İslâm’ı ilk kabul edenlerdendi ve oğlu Enes’e küçük yaşta kelime-i tevhidi öğretmişti. Bu durum kocası Mâlik b. Nadr’ı çok öfkelendirdi. Bu kızgınlıkla Medîne’den ayrılıp Suriye’ye gitti. Orada düşmanlarından biri tarafından öldürüldü.

Rasûlullah (s.a.v) Medîne-i Münevvere’ye hicret edince Ensâr-ı Kirâm’ın erkekleri ve kadınları kendisine hediyeler getiriyorlardı. Ümmü Süleym ise verecek bir şeyi bulamadığından mahzun oluyordu. O da oğlu Enes’in elinden tutup Allah Rasûlü’nün huzuruna geldi ve “Yâ Rasûlallah! Enes’in size hizmet etmesini münâsib görür müsünüz?” dedi. Peygamber Efendimiz de “Olur” buyurdu.[28]

Enes (r.a) o günden sonra on sene Allah Rasûlü’ne hizmet etti.

Ebû Talha el-Ensârî, dul kalan Ümmü Süleym’e evlilik teklif etti. Ümmü Süleym (r.a) ona putlara tapmayı bırakıp müslüman olursa kendisiyle evlenebileceğini ve hatta mehir de istemeyeceğini söyledi. Aslında mehir olarak kocasının îmânını istedi. Bu, insanlık tarihinin en güzel ve en anlamlı mehirlerinden biri idi. Ebû Talha (r.a) İslâm’a girdi ve Ümmü Süleym ile evlendi. Ebû Umeyr ve Abdullah isminde iki oğulları oldu.

Rasûlullah (s.a.v) zaman zaman onların evine gider, hazırladıkları yemeği yer, orada bazen kaylûle yapar (öğle uykusu uyur) ve ev halkına cemaatle nâfile namaz kıldırırdı. Ümmü Süleym ile kız kardeşi Ümmü Harâm Allah Rasûlü’nün süt veya soy yönüyle teyzeleri olduklarından[29] onların evinde kaylûle yapmaktan çekinmezdi. Bir de Efendimiz’e niçin sadece Ümmü Süleym’in evinde kaylule yaptığı sorulmuştu. O da, kardeşi Harâm b. Milhân’ın İslâm için şehid olması sebebiyle ona acıdığını ve kendisini tesellî etmek için böyle yaptığını söylerdi.[30] Bu âile bütün fertleriyle İslâm’a hizmet ettikleri ve muhabbet ehli oldukları için Rasûlullah (s.a.v) de hepsini sever, onlara daha fazla değer verirdi.

Ümmü Süleym (r.a) bir defasında Allah Rasûlü’nün kaylûle yapacağı yere deri bir yaygı serdi, Peygamber Efendimiz’in mübarek teri deri üzerinde birikince onları ve yüzündeki iri damlaları koku şişesine almaya başladı. Rasûlullah (s.a.v) o esnâda uyanıp ne yaptığını sordu. O da, kendisinden çıkan bereketleri topladığını, onları koku şişesine koyacağını ve evlatlarının bu terin bereketine ermesi için saklayacağını söyledi.[31] Yine evinde bulunduğu birgün Rasûlullah (s.a.v) duvarda asılı su kırbasından su içmişti. Ümmü Süleym (r.a) hemen kırbanın Efendimiz’in mübarek ağzına değen kısmını kesip sakladı.[32]

Ümmü Süleym (r.a) cesur, kahraman ve becerikli bir hanım sahâbî idi. Uhud Gazvesi’nde yaralanan müslümanları tedâvi edip askerlere su dağıttı. Hayber Gazvesi’ne katıldı. Hâmile olduğu hâlde beline bir hançer sokarak Huneyn Gazvesi’ne iştirak etti. Bu durumu Ebû Talha’dan öğrenen Rasûlullah (s.a.v) ona hançeri ne yapacağını sordu. O da bir müşrikle karşılaşırsa hançerle onun karnını deşeceğini söyledi.

Ümmü Süleym (r.a) diğer hanımların Rasûlullah’a sormaktan çekindikleri bazı hususları sorup öğrenirdi. Bir defasında ihtilâm olan kadının erkekler gibi gusledip etmeyeceğini sormuştu. Rasûlullah (s.a.v) de “Suyu gördüğü zaman yıkanmalıdır” cevabını vermişti.[33]

Rasûlullah (s.a.v) pek çok vesileyle Ümmü Süleym’e duâlar etmiş, onu rüyâsında cennette gördüğünü haber vermiştir.[34]

Ümmü Süleym (r.a) 14 hadîs rivâyet etmiştir. Ondan oğlu Enes, İbn Abbâs, Zeyd b. Sâbit, Saîd b. Müseyyeb, Ebû Seleme b. Abdurrahman b. Avf ve başka âlimler rivâyette bulunmuşlardır.[35]

15.2.1. Rivâyetleri

Ümmü Süleym’in metanetini gösteren bir hâdiseyi oğlu Enes b. Mâlik (r.a) şöyle anlatır:

Ebû Talha’ın hasta bir erkek çocuğu vardı, o evde yokken çocuk vefat etti. Eve döndüğünde:

“–Oğlumun durumu nasıl?” diye sordu. Hanımı Ümmü Süleym:

“–O şimdi eskisinden daha rahat” dedi. Gidip akşam yemeğini hazırladı. Ebû Talha yemeğini yedi ve hanımıyla birlikte oldu. Akabinde Ümmü Süleym “Çocuk vefat etti, onu defnedin” dedi. Ebû Talha (r.a) bu davranışa kızdı. Sabahleyin Peygamber Efendimiz’e gelerek olup biteni anlattı. Rasûlullah (s.a.v):

“–Bu gece ilişkide bulundunuz mu?” diye sordu. Ebû Talha:

“–Evet” dedi. Rasûlullah (s.a.v):

“–Allah’ım, bu ikisine bereketler ihsân eyle” diye duâ etti.

Ümmü Süleym bir erkek çocuk doğurdu. Ebû Talha çocuğu Peygamber Efendimiz’e götürüp dua almamı istedi. Ümmü Süleym de bir miktar hurma verdi. Rasûlullah (s.a.v):

“–Çocuğun yanında herhangi bir şey var mı?” diye sordu. Ben:

“–Evet, bir kaç hurma var” dedim. Rasûlullah (s.a.v) hurmaları ağzına alıp çiğnedi, sonra çıkarıp çocuğun damağına hafifçe sürdü, adını da Abdullah koydu.[36]

Abdullah’ın dokuz çocuğu olmuş, hepsi de Kur’ân’ı okuyan ve mânasını anlayan âlim kimseler olmuşlardır.[37]

Ümmü Süleym (r.a) böyle bir bereket ümîd ettiği için yavrularının vefat ettiğini hemen kocasına söylememiş, onun moralini bozmamıştır.

Müslim’in rivâyetinde ise hâdise şöyle anlatılır:

Ebû Talha ile Ümmü Süleym’in bir oğulları vefat etmişti. Ümmü Süleym ev halkına:

“–Ben haber vermedikce Ebû Talha’ya oğlu hakkında bir şey söylemeyiniz” diye tenbih etti. Ebû Talha eve geldi. Ümmü Süleym (r.a) akşam yemeğini hazırladı, birlikte yediler. Ümmü Süleym (r.a) yemekten sonra öncekilere göre daha fazla süslendi. Ebû Talha da hanımıyla münâsebette bulundu. Kocasının karnını doyurup tatmin olduğunu görünce Ümmü Süleym ona:

“–Ebû Talha, birisi bir âileye emânet bir şey verse, sonra da emânetini istese, o âile emaneti iade etmeyebilir mi ne dersin?” dedi. Ebû Talha:

“–Hayır, yapamazlar, iade etmeleri lâzım” dedi. Ümmü Süleym:

“–İşte senin oğlun da sahibi tarafından geri alınmış böyle bir emânettir” dedi.

Ebû Talha kızdı ve:

“–Madem oğlum vefat etti niçin hiç bir şey olmamış gibi davrandın? Şimdi de kalkmış bana onun durumunu haber veriyorsun öyle mi?” dedi. Hemen kalkıp Peygamber Efendimiz’e gitti ve olup biteni olduğu gibi anlattı. Rasûlullah (s.a.v):

“–Allah gecenizi hakkınızda bereketli kılsın” diye dua buyurdu.

Ümmü Süleym (r.a) o gece hâmile kaldı.

Bir zaman sonra Rasûlullah (s.a.v) sefere çıkmıştı. Ümmü Süleym de bu sefere iştirak etti. Allah Rasûlü (s.a.v) seferden dönerken Medîne’ye gece girmezdi. O gün Medîne-i Münevvere’ye yaklaştıklarında Ümmü Süleym’i doğum sancısı tuttu. Ebû Talha onun yanında kalmış, Rasûlullah (s.a.v) yoluna devam etmişti. Allah Rasûlü’nden ayrı kalan Ebû Talha (r.a) şöyle demeye başladı:

“–Rabbim! Rasûlün ile beraber Medîne’den çıkmak ve onunla beraber Medîne’ye girmekten son derece memnun olduğumu biliyorsun. Fakat bu defa şu malum sebepten dolayı burada takılıp kaldım.”

Ümmü Süleym (r.a):

“–Ebû Talha, sancım durdu, sen artık gidebilirsin” dedi.

Enes (r.a) anlatmaya şöyle devam etti: Yolumuza devam ettik. Medîne-i Münevvere’ye geldiğimizde Ümmü Süleym’i yine doğum sancısı tuttu ve bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Annem bana:

“–Enes, bu çocuğu sabahleyin Rasûlullah’a götürmeden kimse emzirmesin” dedi. Ben sabah çocuğu alıp Allah Rasûlü’ne götürdüm. Efendimiz’in elinde bir dağlama âleti vardı. Beni görünce:

“–Herhalde Ümmü Süleym doğum yaptı” buyurdu.

“–Evet” dedim. Hemen elindeki dağlama âletini bir kenara bıraktı. Ben de çocuğu kucağına verdim. Rasûlullah (s.a.v) bir tane acve hurması istedi. Onu ağzında iyice çiğneyip çocuğun damağına bir parça çaldı, çocuk yalanmaya başladı. Bunu gören Rasûlullah (s.a.v):

“–Medînelilerin hurma sevgisine bakın” buyurdu. Çocuğun yüzünü okşadı ve ona Abdullah ismini verdi.[38]

Abdullah büyüyünce çok çocuğu oldu. Peygamber Efendimiz’in bu duâsının bereketi çocuklarının hepsinde görüldü. Onlar Ensâr’ın en faziletli evlâdı oldular.

֎

Enes b. Mâlik (r.a) şöyle anlatır: Rasûlullah (s.a.v) Zeyneb (r.a) ile evlendikleri zaman annem Ümmü Süleym bana: “Rasûlullah’a bir hediye takdîm etsek” dedi. Ben de “O zaman bir şeyler hazırla” dedim. Annem hurma, yağ ve keş getirip bir tencereye koyarak bunlarla yemek yaptı ve benimle gönderdi. Rasûlullah Efendimiz’e götürdüm.

“–Yemeği bırak” buyurdu. Sonra “Bana falancaları çağır” diye tek tek isimlerini saydı. Ayrıca “Kime rastlarsan çağır” diye emretti. Efendimiz’in emrini yerine getirip döndüm, ev insanlarla dolmuştu. Rasûlullah (s.a.v) elini yemeğin üzerine koyarak Allah’tan başka kimsenin bilmediği bir duâ okudu, sonra cemaati onar onar çağırdı. Herkes o yemekten yiyordu. Allah Rasûlü (s.a.v) onlara:

“–Yemeğe Allah’ın ismini zikrederek başlayın, herkes önünden yesin” buyurdu. Bu hâl herkes yemeğini yeyip dağılıncaya kadar devam etti. Sonunda çıkanlar çıktı, bazıları da kalıp sohbete devam ettiler. Onların uzun oturması Efendimiz’i rahatsız etmişti ancak kendilerine bir şey diyemedi. Bir müddet sonra kendisi dışarı çıkıp diğer hücrelerine doğru yürümeye başladı. Peşinden ben de çıktım ve “Davetliler gitti artık!” dedim. Rasûl-i Ekrem evine geri döndü… Bundan sonra şu âyet nâzil oldu:

“Ey iman edenler, Peygamber’in evlerine yemeğe davet olunmaksızın, vaktine de riâyet etmeksizin girmeyin. Fakat davet olunduğunuz zaman girin. Yemeği yiyince dağılın. Söz dinlemek veya sohbet etmek için de (izinsiz) girmeyin, çünkü bu Peygamber’e eza vermekte, o sizden utanmaktadır. Allah ise hak(kı açıklamak)tan çekinmez…”[39]

֎

Enes (s.a.v) şöyle anlatır:

“Annem Ümmü Süleym, Nebi (s.a.v)’e deriden bir döşek serer o da onun üzerinde kaylule uykusuna yatardı. Nebi (s.a.v) uyuduğu zaman Ümmü Süleym onun terini ve dökülen saçlarını alır, bir şişeye toplardı. Sonra onları kendi kokusuna katardı.”

Vefatı yaklaştığında Enes bin Mâlik (r.a), naaşına sürülecek kokuya annesinin bu koku şişesinden karıştırılmasını vasiyet etti. Arzusu yerine getirildi.[40]

Bir defâsında Ümmü Süleym (r.a), Efendimiz’in terini bir beze emdirerek şişesine sıkıyordu. Rasûlullâh (s.a.v) o esnâda uyanıp:

“−Ümmü Süleym, ne yapıyorsun?” diye sordu. O da:

“−Yâ Rasûlallâh, çocuklarımız için terinizin bereketini umuyoruz!” dedi. Rasûlullâh (s.a.v):

“−İsabetli davrandın!” buyurdu.[41]

Bu rivayetlerden Peygamber Efedimiz’in Ümmü Süleym’in yaptığı işi fark ettiğini ve tasvip ettiğini anlamaktayız.

֎

Enes (r.a)şöyle anlatır:

“Nebi (s.a.v) bir gün annem Ümmü Süleym’in evine gelmişti. Evde asılı bir kırba vardı ve onun ağzından ayakta olduğu hâlde su içmişti. Ümmü Süleym bu kırbanın ağzını kesip sakladı. Hâlâ bizde muhâfaza edilmektedir.”[42]

Ümmü Süleym’in îmânı, Rasûlullah muhabbeti, firaseti ve fedakârlığı anlatılamayacak kadar üstün, diğer güzel meziyetleri de insana hayranlık verecek kadar mükemmeldi. Kısacası bu âilenin tüm fertleri, İslâm’ın yücelttiği husûsiyetlere sahip birer kutup yıldızı idiler.

15.3. Enes b. Mâlik (r.a)

Enes b. Mâlik b. Nadr el-Ensârî (r.a) hicretten 10 sene önce 612 yılında dünyaya geldi. Hazrec kabîlesinin Neccâroğulları koluna mensub idi. Baklagillerden ekşi bir ot toplaması sebebiyle Rasûlullah (s.a.v) ona Ebû Hamza künyesini vermişti.[43] Rasûlullah’a 10 yıl hizmet etmesi sebebiyle Hâdimü’n-Nebî lakabıyla anıldı.

Üvey babası Ebû Talha, annesi Ümmü Süleym, amcası Enes b. Nadr, teyzesi Ümmü Harâm ve kardeşi Berâ b. Mâlik önde gelen sahâbîlerdendir. Rasûlullah (s.a.v) Medîne’ye hicret ettiği zaman henüz 10 yaşında, zeki ve okuryazar bir çocuk idi. Annesi veya üvey babası[44] onu götürüp Rasûl-i Ekrem’in hizmetine verdi. Vefat edinceye kadar onun hizmetinde bulundu.

Rasûl-i Ekrem’in terbiyesiyle yetişen Enes (r.a) onunla birlikte pek çok seferlere de katıldı. Meselâ Hudeybiye, Hayber, Kazâ Umresi, Mekke fethi, Huneyn, Tâif Muhasarası, Vedâ haccı gibi çok mühim hâdiselere şâhitlik etti. Yaşı küçük olduğu için Bedir Gazvesi’ne savaşçı olarak katılamamıştı ama yine de Peygamber Efendimiz’in yanından hiç ayrılmadı.

Allah Rasûlü (s.a.v) umumiyetle ona “Yavrucuğum” diye hitap eder, bazen de Zü’l-üzüneyn (iki kulaklı) diye takılırdı.[45]

Hz. Ömer’in hilâfetinde Basra’ya vâli tayin edilen Ebû Mûsâ el-Eş’arî (r.a) Hz. Enes’i ve bazı sahâbîleri beraberinde götürdü. Enes (r.a) Basralılar’a namaz kıldırdı, hadîs ve fıkıh okuttu. Oradan Dımaşk’a gidip bir müddet kaldıktan sonra tekrar Basra’ya yerleşti. 

Hz. Enes (r.a) Basra’da vefat eden sahâbîlerin sonuncusudur. 100 seneden fazla yaşaması sebebiyle “muammerûn”dan sayılmıştır. 93 (711-712) senesinde 103 yaşında vefat etmiştir.

Rasûlullah (s.a.v) ona ve âilesine çok değer verirdi. Hicretten sonra yapılan muâhât yani muhacirlerle Ensâr’ı birbirleriyle kardeş yapma merasimi onların evinde cereyan etmişti. Annesi Ümmü Süleym, Allah Rasûlü’nden Enes’in ömrünün uzun, evlâdının çok, malının bol olması ve cennete girmesi için duâ taleb etmişti. Bu duânın bereketiyle Enes (r.a) 100 yaşını geçmiş, neslinden gelen 120’den fazla kişinin vefatını görmüştür.[46] Bahçesindeki ağaçlar senede iki defa meyve verir, oradaki bir reyhandan misk kokusu gelirdi.[47] Bir defasında kuraklık sebebiyle mahsulün zarar gördüğü söylendiğinde yağmur yağması için Allah’a duâ etmiş ve bir müddet sonra yağmur yağmıştı.

Enes (r.a) sünnet-i seniyyeyi çok iyi bilir ve hayatını ona uygun şekilde yaşardı. Nitekim Ebû Hüreyre (r.a) onun namazının Rasûlullah Efendimiz’in namazına çok benzediğini söylemiştir.

Peygamber Efendimiz’e olan muhabbeti sebebiyle ondan kalan hatıralara çok değer verirdi. Allah Rasûlü’ne ait bir çubuk ile bir saç telini yanından hiç ayırmaz, vefat edince bunların kabrine konulmasını vasiyet ederdi. Vefat ettiğinde bu vasiyeti yerine getirildi, çubuk kefeniyle böğrü arasına, saç teli de dilinin altına yerleştirildi.

Onun yanından ayırmadığı diğer bir hâtıra da Mısır Hükümdarı Mukavkıs’ın Peygamber Efendimiz’e hediye ettiği bardaktı.

Enes (r.a) çok iyi ok atardı. Çocuklarını da buna teşvik eder ve onlara ok yarışları yaptırırdı. Çünkü Rasûlullah (s.a.v) cihada hazır olmak için buna teşvik etmişti. Enes (r.a) çocukken Mekke yakınlarındaki Merrüzzahrân mevkiinde bir tavşan kovalamışlardı. Peşinden koşan herkes yorulup bıraktı, Enes ise tavşana yetişip yakaladı ve onu üvey babası Ebû Talha’ya getirdi. Tavşanı pişirdikten sonra butlarını Allah Rasûlü’ne götürdü.[48]

15.3.1. İlmi

Enes (r.a) Peygamber Efendimiz’in hizmetinde bulunurken ondan çok şeyler öğrenmiş ve uzun süren hayatı boyunca bunları insanlara öğretmiştir. Rasûl-i Ekrem’in eğitim ve öğretim tarzı, insanlara, bilhassa da çocuklara karşı hoşgörüsü ve diğer ahlâkî davranışlarıyla ilgili birçok bilgi bize onun vasıtasıyla gelmiştir.

Enes (r.a) Allah Rasûlü’nün âile çevresi ve ashâbı arasında meydana gelen hâdiseleri en iyi bilenlerden biridir.

Enes (r.a) en çok hadîs rivâyet eden (müksirûn) yedi sahâbînin üçüncüsüdür. Tekrarlarıyla birlikte 2286 hadîs rivâyet etmiştir.[49] Doğrudan Peygamber Efendimiz’den işittiği hadisler yanında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Fâtıma, Muâz b. Cebel, Üseyd b. Hudayr, Ebû Zer, annesi Ümmü Süleym, babası Ebû Talha, teyzesi Ümmü Harâm, teyzesinin kocası Ubâde b. Sâmit gibi sahâbîlerden de hadîs öğrenmiştir. Ondan da Hasan-ı Basrî, İbn Sîrîn, Şaʻbî, Ebû Kılâbe el-Cermî, Mekhûl b. Ebû Müslim, Ömer b. Abdülazîz, Zührî, Katâde b. Diâme, Ebû Amr b. Alâ gibi meşhur kimseler başta olmak üzere 200 kadar âlim hadîs nakletmişlerdir.

Enes b. Mâlik (r.a) hadîs rivâyeti esnâsında çok titiz davranır, hata yapmaktan korkardı. Peygamber Efendimiz’den duyduğunu aynen nakledememiş olabileceği endişesiyle ev kemâ kāle Rasûlullah (veya Rasûlullah buna benzer bir şey dedi) ilâvesinde bulunurdu.[50] Hadîsleri ezberlemekle yetinmeyip yazardı. Gerektiğinde defterlerini talebelerine gösterirdi. Çok hadîs bilmesine rağmen hassâsiyeti sebebiyle bildiklerinin hepsini rivâyet etmez, çok rivâyet eden kimsenin hata edebileceğini söylerdi. Ayrıca ashâb-ı kirâm arasında orta derecede fetva verenlerden biriydi.

Uzun yıllar yaşadığı hâlde hâfızası bozulmamıştı. Onun engin ilminden istifade eden Basralılar bu imkâna sahip oldukları için çok seviniyorlardı. Bazı hadîslere itiraz eden bâtıl ehline karşı, “Gelin işin doğrusunu Hz. Enes’ten öğrenelim” diyor, onlara karşı büyük bir güç ve moral kazanıyorlardı.[51]

15.3.2. Rivâyetleri

Hz. Enes’in rivayetleri çoktur. Burada bir kısmına yer verelim:

Enes b. Mâlik (r.a) diyor ki:

Rasûlullah (s.a.v) bana:

“–Yavrucuğum, hiç kimse için gönlünde bir hile taşımadan sabahlayabilir ve akşamlayabilirsen öyle yap!” buyurdu. Sonra da şöyle devâm etti:

“–Yavrucuğum, bu benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetimi ihyâ ederse kesinlikle beni sevmiştir. Kim de beni severse benimle birlikte cennette olacaktır.”[52]

֎

Peygamber Efendimiz’in sevdiğini sevmek, ashâb için büyük bir zevk idi. Enes (r.a) bunun bir misalini şöyle anlatıyor:

“Bir terzi Allah Rasûlü’nü hazırladığı bir yemeğe davet etti, beraberinde ben de gittim. (Ev sâhibi sofraya) arpa ekmeği, içerisinde kabak bulunan bir çorba ve kadid (kurutulmuş et) getirdi. Ben Allah Rasûlü’nün tabaktaki kabakları özellikle seçip yediğini gördüm. O günden beri kabağı sevmeye devâm ediyorum.”[53]

֎

En yakın talebesi Sâbit el-Bünânî’nin rivâyet ettiğine göre Enes b. Mâlik ona şunları anlatmıştır:

“Ben çocuklarla oynarken Rasûlullah (s.a.v) yanıma geldi, bize selâm verdi ve beni bir işe gönderdi, bu sebeple annemin yanına geç döndüm. Eve varınca annem:

«–Niye geç kaldın?» diye sordu.

«–Rasûlullah beni bir işe göndermişti onun için geciktim» dedim. Annem:

«–Neymiş o iş?» diye sorunca:

«–Bu bir sırdır» dedim. Bunun üzerine Annem:

«–Oğlum, Rasûlullah’ın sırrını iyi sakla kimseye söyleme» dedi.”

Hz. Enes bu hâdiseyi anlattıktan sonra Sâbit el-Bünânî’ye şunları söyledi:

“–Şayet bu sırrı birine açacak olsaydım vallahi sana söylerdim ey Sâbit!”[54]

Anneler yavrularını eğitirken Ümmü Süleym’in yaptığı gibi onların şahsiyetine değer vermeli, sırlarına saygı duymalı ve onlarda gördükleri güzel davranışları takdir etmelidir.

֎

Enes (r.a) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) bana:

“Yavrucuğum, âilenin yanına girdiğinde onlara selâm ver ki sana ve ev halkına bereket olsun” buyurdu.[55]

Selâm gibi çok büyük bir duaya herkesten evvel kişinin kendi ev halkı lâyıktır. Peygamber Efendimiz küçük yaştaki Enes’e bu güzel bilgiyi öğretmiştir.

֎

Enes (r.a) şöyle anlatır:

Rasûlullah (s.a.v) ile ashabı yola çıkmış, müşriklerden önce Bedir’e varmışlardı. Bir müddet sonra müşrikler de geldiler. Rasûlullah (s.a.v):

“Sizden hiçbiriniz ben başında olmadıkça herhangi bir şey yapmasın” buyurdu. Sonra müşrikler yaklaştı, bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v):

“Genişliği göklerle yer arası kadar olan cennete girmek üzere ayağa kalkınız” buyurdu.

Ensardan Umeyr b. Hümâm (r.a):

“–Yâ Rasûlallah! Genişliği göklerle yer arası kadar olan cennet mi?” diye sordu. Peygamberimiz:

“–Evet” buyurdu. Umeyr:

“–Ne iyi, ne âlâ!” dedi. Rasûlullah (s.a.v):

“–Niye öyle söyledin?” diye sordu. Umeyr:

“–Allah’a yemin ederim ki yâ Rasûlallah, cennet ehlinden olmayı istediğim için öyle söyledim, başka maksadım yok” dedi. Rasûl-i Ekrem (s.a.v):

“–Şüphesiz sen cennetliksin” buyurdu. Umeyr, bu söz üzerine torbasından bir kaç hurma çıkartıp onları yemeye başladı. Sonra:

“–Eğer şu hurmalarımı yiyinceye kadar yaşarsam bu gerçekten uzun bir hayattır” diyerek elindeki hurmaları attı, müşriklerle savaşa daldı ve şehid oluncaya kadar vuruştu.[56]

֎

Enes (r.a) şöyle anlatıyor:

Rasûlullah (s.a.v) ile beraber yürüyorduk. Üzerinde Necrân kumaşından yapılmış kenarları sert ve kalın bir hırka vardı. Bir bedevî Allah Rasûlü’ne yetişerek hırkasını sertçe çekti. Baktım hırkanın kenarı sertçe çekildiği için Efendimiz’in boynuna iz yapmıştı. Daha sonra bedevî:

“–Ey Muhammed! Elinde bulunan Allah’a âit mallardan bana da verilmesini emret” dedi.

Rasûlullah (s.a.v)bedevîye dönüp tebessüm etti, sonra da ona bir şeyler verilmesini emretti.[57]

Rasûlullah (s.a.v) her türlü insanın ezâ ve cefasına katlanarak onların kurtuluşu için bütün gücüyle çalışıyordu.

֎

Enes b. Mâlik(r.a) şöyle demiştir:

Allah Rasûlü (s.a.v) bir defasında çok tesirli bir konuşma yaptı. Bu hitâbenin bir benzerini daha önce hiç dinlememiştim. Bu esnâda:

“Eğer siz benim bildiklerimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız” buyurdu. Bunun üzerine ashâb-ı kirâm yüzlerini kapatıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladılar.[58]

Biz ancak şehadet âleminden bazı şeylere muttalî olabiliyoruz. Gayb âleminde neler olduğunu bilmiyoruz. Rasûlullah (s.a.v) Allah teâlâ’nın bildirmesiyle çok şeyleri görüyor ve kalbi iyice olgunlaşıyordu. Gafletle giden insanların içine düştüğü tehlikeyi bildiğinden onları kurtarmak için neredeyse kendini helâk edecek dereceye geliyordu.

֎

Enes (r.a) şöyle anlatır:

“Namaz vakti girince evi yakın olanlar abdest almak için evlerine gittiler. Bazıları da oldukları yerde kaldılar. Allah Rasûlü’ne taştan yapılma bir kap getirildi. İçine Rasûl-i Ekrem’in eli sığmayacak kadar dar idi. Bu kaptan orada bulunanların hepsi abdest aldı.”

Yanındakiler Hz. Enes’e:

“–Orada kaç kişi vardınız” diye sordular. O da:

“–Seksen kişiden fazlaydık” cevabını verdi.[59]

Diğer bir rivâyet de şöyledir:

“Rasûlullah (s.a.v) bir su kabı istedi. İçinde birazcık su bulunan, fakat derin olmayan geniş bir kap getirdiler. Allah Rasûlü (s.a.v) elini suya soktu, parmaklarının arasından kaynayan suya bakmaya başladım. Bu sudan yetmiş seksen kadar adam abdest aldı.”[60]

Peygamber Efendimiz’in parmakları arasından su çıkması mucizesi birkaç defa yaşanmıştır. Bunlardan biri de Tebük seferinde olmuştur. Fuzûlî, Su Kasîdesi’nde bu mucizeye şöyle işaret eder:

Hayret ilen parmağın dişler kim etse istimâʻ

Parmağından verdiği şiddet günü Ensâr’e su

Şiddet günü, yani sularının bittiği Tebük seferinde parmağından Ensâr’a su verdiğini işiten kimse hayretle parmağını ısırır.

֎

Rasûlullah (s.a.v) sık sık şöyle duâ ederdi:

يَا مُقَلِّبَ الْقُلُوبِ ‌ثَبِّتْ ‌قَلْبِي ‌عَلَى ‌دِينِكَ

“Ey kalpleri evirip çeviren Allâh’ım! Kalbimi dinin üzere sâbit kıl!”

Enes b. Mâlik (r.a) onun böyle duâ ettiğini işitince:

“–Yâ Rasûlallah! Biz sana ve getirdiğin dine îman ettik. Yoksa bizim îmânımızın değişeceğinden mi korkuyorsunuz?” diye sordu. Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

“–Kalpler Allah’ın iki parmağı arasındadır, onları dilediği gibi evirip çevirir” buyurdu.[61]

Kalbe hâkim olmak ve söz geçirmek zordur. Bir anda değişiverir. Bu sebeple devamlı Allah’a sığınıp hidayetten kaymaması ve istikamet üzere sâbit durması için dua etmelidir.

֎

Enes b. Mâlik’in anlattığı bir hâdise vardır. Bu hâdise onların Kubâ’daki evinde cereyân etmiştir. O esnâda Peygamber Efendimiz’in sağında bir bedevî, solunda Ebû Bekir (r.a), karşısında da Hz. Ömer vardı. Rasûlullah (s.a.v) içecek bir şey taleb etti. Hemen bir koyun sağdılar, süte biraz su katarak serinletip Allah Rasûlü’ne ikrâm ettiler. Efendimiz (s.a.v) sütü içince, Hz. Ömer süt kabının önce bedeviye verilmesinin Hz. Ebû Bekir’i gücendireceğini düşünerek:

“–Yâ Rasûlallah! Sütü yanıbaşınızda duran Ebû Bekir’e verseniz” dedi.

Fakat Rasûlullah (s.a.v) Hz. Ebû Bekir ve Ömer’i bırakarak sütü bedeviye verdi. Sonra da üç defa:

“el-Eymenûne: Sağdakilere, sağdakilere, sağdakilere!” Veya:

“el-Eymene fel-eymene: Önce sağdakine sonra onun sağındakine” buyurdu.

Enes (r.a) yaşadığı bu tatlı hâtrayı anlattıktan sonra:

“–İşte bu sünnettir, işte bu sünnettir, işte bu sünnettir” demiştir.[62]

֎

Enes b. Mâlik (r.a) şu bilgiyi verir:

Rasûlullah (s.a.v) bir kavme baskın yapacağında fecir doğduğu zaman yapardı. Önce ezan okunup okunmadığını dinlerdi, şayet ezan sesi işitirse baskından vazgeçer, işitmezse baskın yapardı. Bir defasında bir kişinin “Allâhu Ekber, Allâhu Ekber” dediğini işitti:

“‒Fıtrat üzeresin!” buyurdu. Sonra o zât “Eşhedü en lâ ilâhe illallah, Eşhedü en lâ ilâhe illallah” dedi. Rasûlullah (s.a.v):

“‒Cehennemden çıktın” buyurdu.

Bir de baktılar ki ezan okuyan zât bir keçi çobanıymış.[63]

Rasûlullah (s.a.v) her tarafa tebliğciler ve mektuplar gönderiyordu. Müslüman olan kimseler de çevrelerindeki insanlara tebliğde bulunuyordu. Bu sebeple Efendimiz (s.a.v) ihtiyatlı davranıyor, üzerine vardığı kabilenin müslüman olup olmadığını iyice bilmeden üzerlerine baskın yapmıyordu. Bir kavmin müslüman olduğunun en büyük alâmeti de İslâm’ın şiârı olan ezan idi.

Bu ezan ki şehâdetleri dinin temeli

Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli

֎

Enes b. Mâlik (r.a) şöyle haber verir:

“Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’in kapıları tırnakla çalınırdı.”[64]

Ashâb-ı kirâm edep, saygı ve nezâketleri sebebiyle Efendimiz’in kapısını gayet nâzik bir şekilde hafifçe çalar, onu rahatsız etmemeye büyük itina gösterirlerdi.

֎

Enes (r.a) şöyle anlatır:

“Biz Nebiyyullah (s.a.v) ile birlikte otururduk. Bazen atmış kişi olurduk. Efendimiz (s.a.v) bize bazı hususlar anlatırdı. Sonra Allah Rasûlü (s.a.v) kalkıp bir ihtiyaçları için evine girerdi. Bu ensâda biz kendi aramızda Efendimiz’in anlattığı husûsu müzâkere ederdik. Biri bittiğinde diğer hadîs-i şerîfi müzâkere ederdik. O meclisten kalktığımızda Allah Rasûlü’nün sözleri sanki yere sağlamca dikilen bir ağaç gibi kalplerimize iyice yerleşip kök salmış olurdu.”[65]

Burada ashâb-ı kirâmın Peygamber Efendimiz’in şahsına olduğu kadar sözlerine de ne kadar değer verdiklerini ve onları çok dikkatli bir şekilde ezberleyip muhafaza ettiklerini görüyoruz.

֎

Enes b. Mâlik (r.a.) anlatıyor:

Bir gün Allah Rasûlü (s.a.v.) ile birlikte mescitte sabah namazını kıldıktan sonra güneş doğuncaya kadar bekledim. Rasûlullah (s.a.v.) mescitten çıkınca ben de onunla birlikte çıktım. Bana “Gel seninle Fâtıma’ya bir uğrayalım” dedi. Hz. Fâtıma’nın evine gittik. Bir de baktık ki o hâlâ uyuyor. Allah Rasûlü (s.a.) “Fâtıma! Bu saate kadar uyumanın sebebi nedir?” buyurdu. Fâtıma (r.a) “Dün gece boyu hummâ devam etti” dedi. Allah Rasûlü (s.a.v):

“–Peki, sana öğrettiğim duâya ne oldu?” diye sordu. O da “Unuttum” dedi. Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Şöyle de:

يَا حَيُّ يَا قَيُّومُ بِرَحْمَتِكَ أَسْتَغِيثُ، أَصْلِحْ لِي شَأْنِي كُلَّهُ وَلَا تَكِلْنِي إِلَى نَفْسِي طَرْفَةَ عَيْنٍ وَلَا إِلَى أَحَدٍ مِنَ النَّاسِ

Ey hayat sahibi olan ve her şeyin varlığını devam ettiren Rabbim! Senin rahmetinle senden medet ve yardım diliyorum. Benim bütün işlerimi ıslah eyle. Beni göz açıp kapayıncaya kadar bile nefsime ya da herhangi bir kimseye bırakma.”[66]

Rasûlullah (s.a.v) âilesini erken kalkmaya alıştırmıştı. Ateşli hastalığı sebebiyle gece uyuyamayıp sabah uyuyan kızını görünce şaşırdı. Ona, her hususta olduğu gibi hastalıkta da Allah’tan yardım istemesi gerektiğini hatırlattı.

֎

Enes b. Mâlik (r.a) şöyle demiştir:

“Rasûlullah (s.a.v) bize seherlerde yetmiş defa istiğfar etmemizi emretti.”[67]

Burada “yetmiş” rakamı çokluktan kinayedir. Efendimiz (s.a.v) günde “yüz”, “yüzden daha fazla” istiğfar ettiğini de bildirmiştir. Buradan çok istiğfar etmemiz gerektiğini anlayabiliriz. Her fırsatta sık sık Allah’tan affımızı istemeli ve yaptığımız hatalardan vaz geçmeliyiz.

֎

Enes (r.a) şöyle anlatır:

Fârisî bir zât Rasûlullah Efendimiz’in komşusu idi. Onun yaptığı yemekler mis gibi kokardı. Bir gün yemek yaptı ve Efendimiz’i davet etti. Hz. Âişe de Efendimiz’in yanında idi. Allah Rasûlü (s.a.v) ona işaret ederek yanına çağırdı ve komşusuna:

“–Bu da benimle beraber olacak mı?” diye Hz. Âişe’ye işaret etti. Komşu “Hayır” dedi. Nebî (s.a.v) ikinci kez ona işaret ederek:

“–Bu da benimle beraber olacak mı?” buyurdu. Komşu yine “Hayır” dedi. Nebî (s.a.v) üçüncü kez Hz. Âişe’ye işaret ederek aynı şeyi sordu. Komşu bu sefer “Evet” deyince birlikte davete icabet ettiler.[68]

Rasûlullah (s.a.v) Hz. Âişe’nin de aç olduğunu bildiğinden onun da gelmesini istiyor, komşusu da herhalde yemek yetmez korkusuyla sadece Allah Rasûlü’ne ikram etmek istiyordu.

֎

Enes (r.a) şöyle dedi:

Rasûl-i Ekrem (s.a.v) çoğu zaman şöyle duâ ederdi:

اَللّٰهُمَّ آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

“Allah’ım! Bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver. Bizi cehennem azâbından koru!”[69]

Enes (r.a) sadece bir duâ okuyacağı zaman bunu okurdu. Birkaç duâ okuyacağı zaman onlar arasında bunu da okurdu.[70]

֎

Enes (r.a) şöyle anlatır:

“Vefâtı esnâsında Allah Rasûlü’nün yanındaydık. Bize üç defâ:

«–Namaz husûsunda Allah’tan korkun!» buyurdu. Sonra da şöyle devam etti:

«–Emriniz altındaki insanlar hakkında Allah’tan korkun, iki zayıf hakkında Allah’tan korkun: Dul kadın ve yetim çocuk. Namaz husûsunda Allah’tan korkun!»

Sonra «Namaz, namaz» diye tekrar etmeye başladı. (Mübârek lisanları söylemez olunca bile) rûh-i mübârekleri çıkıncaya kadar bunu içten içe tekrar edip durdular.”[71]

֎

Enes b. Mâlik (r.a) şöyle der:

Peygamber Efendimiz’in hastalığı ağırlaşınca sıkıntıları çoğaldı. Durumu gören Hz. Fâtıma (r.a):

“–Vâh babacığım, ne büyük sıkıntın var!” dedi. Rasûlullah (s.a.v):

“–(Kızım), bugünden sonra babanın sıkıntısı olmayacak” buyurdu.

Rasûl-i Ekrem Efendimiz vefât edince, bu defa Hz. Fâtıma:

“Rabbine kendisinden daha yakını bulunmayan babacığım, vâh!

Rabbin dâvetine icâbet eden babacığım, vâh!

Makâmı Firdevs Cenneti olan babacığım, vâh!

Kara haberini ancak dostu Cebrâîl’le paylaşacağımız babacığım, vâh!” diye ağladı.

Allah Rasûlü’nün defninden sonra da Hz. Enes’e:

“–Rasûlullah’ın üzerine (çarçabuk) toprak atmaya eliniz nasıl vardı, gönlünüz nasıl râzı oldu?” dedi.[72]

֎

Ebû Bekir (r.a) halîfe olunca Hz. Enes’i Bahreyn’e gönderdi ve kendisi için şu meşhur mektubu (yânı sadaka farizası kitabını) yazdı. Ebû Bekir (r.a) bu mektubu mühürledi. Bu müh­rün nakşı üç satır idi:

Muhammedun bir satır ve Rasûlu bir satır ve Allâhi bir satırdı.[73]

֎

Enes b. Mâlik -Peygamber’in vefatından sonra- tüyleri dökülmüş meşinden tasmalı bir çift ayakkabı çıkarıp bunların Peygamber Efendimiz’e âit olduğunu bildirmiştir.

Sâbit el-Bünânî şöyle demiştir: Enes bize iki ayakkabı çıkar­dıktan sonra: “Bunlar Peygamber Efendimiz’in ayakkabılarıdır” diye haber verdi.[74]

֎

Enes (r.a) şöyle der:

“Ben Allah Rasûlü’nün mübârek ellerinden daha yumuşak ne bir atlasa ne de bir ipeğe dokundum. Allah Rasûlü’nün kokusundan daha hoş bir râyiha da koklamadım. Efendimiz’e tam on yıl hizmet ettim, bana bir defa bile «üf» demedi. Yaptığım bir şey sebebiyle «Niçin böyle yaptın?» demediği gibi, yapmadığım bir iş sebebiyle de bir kez bile «Şöyle yapsan olmaz mıydı» demedi.[75]

Yine bir gün Enes (r.a):

“–Rasûlullah (s.a.v)’in kokusundan daha güzel ne bir amber ne bir misk ne de herhangi bir hoş koku koklamadım. Rasûlullah (s.a.v)’in mübârek teninden daha yumuşak ne bir atlasa ne de bir ipeğe dokunmadım” demişti. Kendisini dinlemekte olan talebesi Sâbit:

“–Ey Ebû Hamza, sen sanki her dâim Rasûlullah (s.a.v)’e bakıyormuş ve mübârek nağmesini işitiyormuş gibi yaşıyorsun değil mi?” dedi. Enes (r.a) şu cevâbı verdi:

“–Evet vallahi kıyâmet günü ona kavuşmayı umuyorum. Yanına varınca:

«–Yâ Rasûlallah! Küçük hizmetçin geldi» diyeceğim. Efendimiz’e Medîne-i Münevvere’de on sene hizmet ettim. Ben o zamanlar küçük bir çocuktum, her yaptığım iş Efendim’in arzu buyurduğu gibi değildi. Buna rağmen Allah Rasûlü (s.a.v) bana yaptığım hiçbir iş için «üf» demedi, «Bunu niçin yaptın, şunu niçin yapmadın» demedi.”[76]

Enes’in sahip olduğu bu imtiyaza ashâb-ı kirâm ve tâbiîn pek özenmişler, bu sebeple ona Rasûlullah Efendimiz’in ellerinin nasıl olduğunu sormuşlardır. Bir defasında Basralı tâbiî muhaddis Sâbit el-Bünânî, hocası Enes b. Mâlik’e:

“–Rasûlullah’ın ellerini kendi ellerinle tutup ona dokundun mu?” diye sordu. Enes (r.a):

“–Evet tuttum” deyince,

“–Ver ellerini öpeyim” dedi.[77]

Yine Sâbit (r.a) anlatır:

“Ben Enes (r.a)’in yanına gittiğim zaman geldiğim ona haber verilir, yanına girer ellerini tutup öper ve:

«−Allâh Rasûlü’ne dokunan bu ellere anam-babam fedâ olsun!» derdim. Sonra gözlerinden öper ve yine:

«−Allâh Rasûlü’nü görmüş olan bu gözlere anam-babam fedâ olsun!» derdim.”[78]

֎

Enes (r.a) Peygamber Efendimiz’in vefatından sonraki zamanlarda:

“Rüyâmda Sevgilim’i görmediğim hiçbir gece yoktur” deyip ağlardı.[79]

֎

Enes (r.a) ashâb-ı kirâmın Peygamber Efendimiz’e muhabbetlerine dâir şu güzel hâtırayı nakleder:

“Cerîr b. Abdullah[80] ile bir yolculuğa çıkmıştım. (Benden yaşlı olduğu hâlde) bana hizmet ediyordu. Ona:

«–Lütfen böyle yapmayınız» deyince bana:

«–Ben Ensâr’ın Rasûlullah’a çok hizmet ettiğini görmüş ve kendi kendime ‘Şâyet Ensâr’dan biriyle arkadaşlık yaparsam ben de ona hizmet edeceğim’ diye yemin etmiştim» dedi.”[81]

֎

Sâbit el-Bünânî, arkadaşıyla birlikte Hz. Enes’in yanına girip:

“–Ey Ebû Hamza, ben hastalandım” dedi. Enes (r.a):

“–Sana Peygamber Efendimiz’in hastaya okuduğu duâyı okuyayım mı?” diye sordu. Sâbit de:

“–Oku” dedi. Bunun üzerine Enes şu duâyı okudu:

اَللّٰهُمَّ رَبَّ النَّاسِ، مُذْهِبَ الْبَاسِ، اِشْفِ أَنْتَ الشَّافِي لَا شَافِيَ إِلَّا أَنْتَ، شِفَاءً لَا يُغَادِرُ سَقَماً

“Ey insanların ıstırabları gideren Rabbi Allah’ım! Şifâ ver, sen şifâ verensin, senden başka şifâ veren yok, hiçbir hastalık bırakmayacak şekilde şifa ver.”[82]

֎

Enes (r.a) azık ve eşyâsı aynı deve üzerinde olduğu hâlde hacca gitmişti. Hâlbuki o asla cimri biri değildi, imkânı da vardı. Belki de kendisini cimri zannedecek kimseleri düşünerek bu davranışının sebebini şöyle açıkladı:

“Rasûlullah (s.a.v) azığı ve eşyâsı aynı deve üzerinde olduğu hâlde deve ile hacca gitti.”[83]

O sünnet-i seniyyeye uygun bir hayat yaşıyordu. Bu sebeple hacca giderken yanına azığı ve eşyâsını taşıyan ikinci bir deve (zâmile) almamıştır. Hâlbuki o zaman imkânı olan kimseler bunu yapıyorlardı.

֎

Enes bin Mâlik (r.a) şöyle anlatır:

“Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’den kıyamet günü bana şefaat etmesini istedim:

«–Ederim!» buyurdular. Ben:

«–Ey Allah’ın Rasûlü! Sizi nerede arayayım?» dedim. Efendimiz (s.a.v):

«–Beni ilk olarak Sırât üzerinde ara!» buyurdular.

«–Sırât üzerinde sizi bulamazsam?» dedim.

«–Mîzân’ın yanında ara!» buyurdular.

«–Sizi Mîzân’ın yanında bulamazsam!» dedim.

«–O zaman beni Havz’ın yanında ara! Mutlaka bu üç yerden birinde olurum.» buyurdular.”[84]

Rasûlullah (s.a.v) Sırat’ta ve Mizan’ın başında ümmetine şefaatte bulunacak, havzın başında da onlara ikrâm edecektir. Nitekim bir hadîs-i şerifinde şöyle buyurmuştur:

“Kim bir kardeşinin ihtiyacını giderirse kıyamet günü onun mizanı önünde duracağım, mîzânı ağır gelirse ne âlâ, ağır gelmezse ona şefaat edeceğim.”[85]

֎

Alâ b. Abdurrahmân anlatıyor:

“Bir gün öğleden sonra Enes b. Mâlik’in yanına gitmiştik. Biz varınca Enes (r.a) hemen kalkarak ikindi namazını kıldı. Namazını bitirince kendisine namazı erken kıldığını söyledik. O da niçin böyle erken kıldığını anlatarak şöyle dedi:

Allah Rasûlü’nün şöyle buyurduğunu işittim:

«O münâfıkların namazıdır, o münâfıkların namazıdır, o münâfıkların namazıdır! Onlardan biri oturur oturur, tam güneş sararıp batmaya yüz tutunca, şeytanın iki boynuzu arasına girince kalkar kuşun yem toplaması gibi hızlıca dört defâ yatıp kalkar, namazda Allah’ı da pek az zikreder».”[86]

Enes (r.a) ikindi namazını geciktirmeyip ilk vaktinde kılmanın gerekliliğini anlatıyordu. O zamanki idareciler namazı geciktirdiği için Allah Rasûlü’nün tavsiyesi üzerine kendisi namazını vaktinde kılıyor, onlarla birlikte kıldığını da nâfile sayıyordu.

Bir de bu hadisten anlaşıldığına göre namaz huşû ile acele etmeden kılınmalı ve rükû ve secdelerde Allah’ı çok çok zikretmelidir.

֎

Bir yaz günü bahçıvanı Hz. Enes’e gelerek yağmur yağmadığını ve bahçenin kuruduğunu söyledi. Enes (r.a) su isteyerek abdest aldı ve namaza durdu. Selâm verdikten sonra bahçıvana:

“–Gökyüzünde bir şey görebiliyor musun?” diye sordu. Bahçıvan:

“–Göremiyorum” dedi. Enes (r.a) tekrar içeri girip namaz kılmaya devâm etti. Üçüncü yahut dördüncü kez:

“–Gökyüzünde bir şey görebiliyor musun?” diye sorunca bahçıvan:

“–Kuş kanadı kadar bir bulut görüyorum” dedi. Bunun üzerine Enes (r.a) namazını ve duâsını sürdürdü. Az sonra bahçıvan yanına girdi ve:

“–Gök bulutlarla kaplandı ve yağmur yağmaya başladı” dedi. Enes (r.a):

“–Haydi Bişr bin Şegaf’ın gönderdiği ata bin de yağmurun nerelere kadar yağdığına bakıver” dedi.

Bahçıvan ata binip etrâfı dolaştığında yağmurun Müseyyerîn köşkleriyle Gadbân sarayından öteye geçmediğini gördü ki Hz. Enes’in bahçesi de bu sınırlar dâhilindeydi.[87]

֎

Enes b. Mâlik (r.a) Kur’ân-ı Kerîm’i hatmettiği zaman âilesini toplar, onlarla birlikte hatim duâsı yapardı.[88] Kur’ân’ın hatmedildiği anda inen büyük rahmetten âilesinin istifade etmesini isterdi.

֎

Enes b. Mâlik (r.a) şöyle anlatıyor:

“Biz bir yerde konakladığımız zaman develerin yüklerini çözüp onları rahatlatmadan Allah’ı tesbih (nâfile namaz) ve ibâdete başlamazdık.”[89]

Ashâb-ı kirâm Peygamber Efendimiz’den gördükleri üzere her fırsatta nâfile namaz kılar, ibadete koşarlardı. Yolculuk yaparken devenin gittiği istikamete doğru nâfile namaz kılarak giderler, Kur’ân okuyup zikrederler, konakladıkları zaman da hemen öncelikle namaza koşarlardı. Ama burada bir incelik daha vardır. Onlar ibadet ederken diğer canlıların hakkını da aslâ yemezlerdi. Önce hayvanların üzerindeki ağırlıkları indirip onları rahatlatırlar, sonra ibadete koşarlardı. Hem Allah’a tâzimleri, hem de O’nun mahlûkâtına şefkatleri tam idi.

֎

Nebevî terbiye altında yetişen Enes (r.a) çocukların yanından geçerken onlara selâm verir ve:

“Rasûlullah (s.a.v) de çocuklara böyle selâm verirdi” derdi.[90]

Hz. Enes, diğer bir rivâyette şöyle demiştir: “Çocuklarla birlikte oyun oynadığım o çocukluk günlerimden birinde Rasûlullah (s.a.v) yanımıza gelerek bize selâm verdi. Elimden tuttu ve beni bir işe gönderdi. Kendisi de ben dönene kadar duvarın gölgesinde oturdu.”[91]

֎

Enes b. Mâlik (r.a) çocuklarına şöyle derdi:

“Evlâtlarım, birbirinize ikramlarda bulunup hediyeleşin. Çünkü bu aranızdaki muhabbeti artıran en kuvvetli müessirdir.”[92]

֎

Muhammed b. Sîrîn şöyle der: Abîde es-Selmânî’ye:

“–Bizim yanımızda Allah Rasûlü’nün mübârek saç tellerinden mevcut. Onu Enes’ten veya Enes’in âilesinden temin etmiştik” dedim.

Büyük bir heyecanla şu cevâbı verdi:

“–Vallahi bende onun bir tek saç telinin bulunması benim için dünya ve içindekilerden daha sevimli ve kıymetlidir.”[93]

Muhammed b. Sîrîn (r.a) tâbiînden olup hadis ve fıkıh âlimidir. Rüya tabiriyle de meşhur olmuştur. İran’ın Cercerâyâ kasabasından olan babası Sîrîn, Hâlid b. Velîd’in Aynüttemr’i fethi esnasında elde edilen esirler arasında bulunuyordu. Enes b. Mâlik kendi payına düşen Sîrîn’i mükâtebe usulüyle âzat etti. 34/654 yılında Basra’da oğlu Muhammed dünyaya geldi.

Demek ki Enes (r.a) Sîrîn’i âzâd etmekle kalmamış, daha sonra ona ve âilesine sahip de çıkmış, hatta Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in mübarek saç tellerinden birini hediye etmiştir.

Abîde es-Selmânî (r.a) ise Kûfe’nin meşhur dört fakîhinin en büyüğü idi. Fıkhı ve kıraati Abdullah b. Mesʻûd’dan öğrenmişti.

Bu âlimlerimiz ilimleri yanında Rasûlullah (s.a.v) muhabbetiyle de dikkat çekmektedirler.

֎

Âsım el-Ahvel anlatıyor:

“Allah Rasûlü’nün su bardağını Enes b. Malik’in yanında gördüm, çatlamıştı. Enes onu gümüş (halkalar) ile bağlayıp tutturmuştu. O Nudâr Ağacı’ndan yapılmış geniş bir bardaktı.”

Nudâr, Necid’de yetişen bir ağaç çeşididir.

Enes (r.a) “Ben bu bardakla Allah Rasûlü’ne sayamayacağım kadar çok su ikram ettim” derdi.

Muhammed b. Sirin (r.a) der ki:

“Ben bu bardağı gördüm, demirden bir halkası vardı. Enes (r.a) onun yerine gümüşten veya altından bir halka koymak istemişti de Ebû Talha (r.a) ona:

“–Allah Rasûlü’nün yapmış olduğu bir şeyi değiştirme” dedi, o da bundan vazgeçti.

Enes (r.a) der ki: “Ben bu bardağımla Allah Rasûlü’ne her çeşit meşrubat içirdim: Bal, nebiz, su ve süt.”[94]

Buhârî (r.a) şöyle der: “Bu kadehi Basra’da gördüm ve ondan su içtim. Nadr bin Enes’in mîrâsından üç yüz bin (dinara) satın alınmıştı.”[95]

֎

Haccâc bin Hassân anlatıyor:

“Enes b. Mâlik (r.a)’in yanındaydık. Hizmetçisinden Efendimiz’in su kabını getirmesini istedi… Sonra ona su koydurup getirtti. O sudan içtik, başımıza ve yüzümüze döktük ve Rasûlullâh (s.a.v) Efendimiz’e salevât getirdik.”[96]

15.3.3. Hilmetli Sözleri

Enes b. Malik (r.a) şöyle demiştir:

“Biz yanımızda bulunmayan, bizden uzakta olan arkadaşlarımız için: «Allah’ım! Falan kimseye geceler boyu teheccüd namazı kılan, gündüzleri oruç tutan kimselere yaptığın gibi salât eyle!» diye duâ ederdik.”[97]

Allah’ın salât etmesi, rahmet ve mağfirette bulunmasıdır. Ashâb-ı kirâmın bu duasından onların ne kadar engin bir gönle sâhip oldukları ve din kardeşlerine olan muhabbetin seviyesi anlaşılmaktadır.

֎

Hz. Enes (r.a) şöyle der:

“Hıyânet olan evde bereket olmaz.”[98]

֎

Enes (r.a) şöyle der:

“Beni size çok hadîs nakletmekten alıkoyan şey, Allah Rasûlü’nün:

«Kim benim adıma kasten yalan uydurursa Cehennem’deki yerine hazırlansın»” buyurmuş olmasıdır.[99]

֎

Ebû Ümâme (r.a) bir sabah Enes b. Mâlik’in yanına varıp:

“–Bizimle beraber çöl yolculuğuna katılır, oradaki tarihî eserle­ri görüp ibret alman için bizimle beraber gelir misin?” dedi. Enes de “Evet gelirim” cevabını verdi. Bunun üzerine hepsi de bineklerine bindiler ve halkı helak olmuş, yıkılıp yok olmuş, tavanları çökmüş bir diyara geldiler. Ebû Ümame, Hz. Enes’e:

“–Bu diyarı tanıyor musun?” diye sordu. Enes (r.a) de:

“–Burayı ve halkını çok iyi tanırım. Bu di­yarın kavmini azgınlık ve haset helak etmiştir. Çünkü haset hasenâtın nûrunu söndürür, azgınlık da bunu ya tasdik eder ya da yalanlar. Yine aynı şekilde göz zina eder, el, ayak, beden, dil ve mahrem yer de bunu ya tasdik eder ya da yalanlar” dedi.[100]

֎

Zübeyr b. Adî şöyle dedi:

Enes b. Mâlik’e gittik ve Haccâc’ın zulmünden şikâyet ettik. Enes (r.a) şöyle dedi:

“–Rabbinize kavuşuncaya dek sabredin! Zira her gelen gün geçmiş günden daha kötü olacaktır. Ben bunu Peygamber Efendimiz’den işittim.”[101]

֎

Enes b. Sîrîn şöyle dedi:

“Ben, Enes b. Mâlik (r.a)ile birlikte Mecûsîlerden bir grubun yanında idim. Gümüşten bir kap içinde pelte tatlısı getirildi. Enes (r.a) ondan yemedi. Getiren kişiye bu tatlıyı başka bir kaba aktarması söylendi, o da ağaçtan yapılmış bir kaba aktarıp getirdi. Enes de ondan yedi.”[102]

Peygamber Efendimiz (s.a.v) altın ve gümüş kaplardan yemeyi yasakladığı için Enes (r.a) o gümüş kapta gelen tatlıyı yememiş, sünnete uymanın güzel bir örneğini sergilemiştir.

Enes b. Sîrîn biraz önce bahsi geçen Muhammed b. Sîrîn’in kardeşidir. Muhammed gibi kardeşleri Yahyâ, Ma‘bed, Enes ve Hafsa da güvenilir hadis râvilerindendir. Enes b. Mâlik (r.a) babaları Sîrîn’i kölelikten âzâd edip âilesiyle ilgilenmiştir.

15.4. Enes b. Nadr (r.a)

Enes b. Mâlik’in amcasıdır. Enes’e amcasının adını verdiler. Enes b. Nadr (r.a) Uhud’da ümidsizlik içinde ne yapacağını bilemeyen birtakım mü’minlerden Âlemlerin Efendisi’nin şehîd olduğu şâyiasını duyduğunda büyük bir gönül yangını içinde:

“–Rasûlullah şehîd olduktan sonra artık yaşayıp da ne yapacaksınız? Haydi siz de onun gibi savaşarak şehîd olun” diye haykırıp müşriklerin üzerine hücûm eden, bir müddet sonra da seksenden fazla yara alarak şehâdet şerbetini yudumlayan bir yiğittir.[103]

Enes (r.a) şöyle anlatmaktadır:

Amcam Enes b. Nadr (r.a) Bedir Savaşı’na katılamamış ve bu onun çok ağırına gitmişti:

“–Yâ Rasûlallah! Müşriklerle yaptığın ilk savaşta bulunamadım. Eğer Allah teâlâ müşriklerle yapılacak başka bir savaşta beni bulundurursa, neler yapacağımı elbette görecektir” dedi.

Sonra Uhud Gazvesi’ne katıldı. Müslüman safları dağılınca arkadaşlarını kasdederek; “Rabbim, bunların yaptıklarından dolayı sana özür beyân ederim”, müşrikleri kasdederek de “Bunların yaptıklarından da uzak olduğumu bildiririm” deyip ilerledi. Saʻd b. Muâz’la karşılaştı ve:

“–Ey Saʻd! İstediğim cennettir. Kâbe’nin Rabbi’ne yemin ederim ki Uhud’un eteklerinden beri hep o cennetin kokusunu alıyorum” dedi.

Saʻd, daha sonra hâdiseyi anlatırken “Ben onun yaptığını yapamadım yâ Rasûlallah!” demiştir.

Amcamı şehîd edilmiş olarak bulduk. Vücûdunda seksenden fazla kılıç, süngü ve ok yarası vardı. Müşrikler müsle yapmış, uzuvlarını kesmişlerdi. Bu sebeple onu kimse tanıyamadı. Sâdece kız kardeşi parmak uçlarından tanıdı. Şu âyet, amcam ve onun gibiler hakkında nâzil oldu:

“Mü’minler içinde öyle yiğitler vardır ki Allah’a verdikleri sözlerine sadâkat gösterdiler. Onlardan kimi ahdini yerine getirdi (çarpıştı, şehîd düştü), kimi de (sırasını) beklemektedir. Bunlar aslâ sözlerini değiştirmemişlerdir.”[104]

Müşriklerle yiğitçe savaşan Enes b. Nadr (r.a) çarpışma esnâsında Süfyân b. Uveyf tarafından şehid edilmişti. Düşman tarafından burnu, kulakları ve muhtelif uzuvlar kesilip her tarafı yara bere içinde olduğundan kız kardeşi Rubeyyiʻ (r.a) onu zorla tanıyabildi.[105]

15.5. Harâm b. Milhân (r.a)

Ensâr’dan olan Harâm (r.a) Enes b. Mâlik’in dayısıdır. Bedir ve Uhud gazvelerine katılmıştır. Rasûlullah (s.a.v) Âmir b. Saʻsaa kabilesi reisi Ebû Berâ’nın isteği üzerine hicrî 4. yılın Safer ayında (Temmuz 625) çoğu ehl-i Suffe’den yetmiş kadar sahâbîyi İslâm’ı öğretmek üzere onun kabilesine gönderdi. Sahâbîler Bi’r-i Maûne’ye varınca bir mağarada konakladılar. Başkanları olan Münzir b. Amr, Harâm b. Milhân ile iki arkadaşını Rasûl-i Ekrem’in mektubunu kabile reisine götürmekle vazifelendirdi. Harâm ile arkadaşları yolda, baştan beri İslâm’a kin besleyen ve Ebû Berâ’nın yeğeni olan Âmir b. Tufeyl’in emrindeki birkaç kişi ile karşılaştılar. Harâm, onların niyetini bilmediğinden arkadaşlarına kendisinden ayrı durmalarını, eman verirlerse yaklaşmalarını, kendisini şehîd ederlerse dönüp arkadaşlarına haber vermelerini söyledi. Âmir’e de Rasûl-i Ekrem’in elçileri olduklarını bildirerek ondan eman istedi. Ancak Âmir adamlarından birine işaret edip onu arkadan mızraklattı.

Harâm b. Milhân (r.a) yarasından fışkıran kana ellerini sürüp yüzüne ve başına sürerek, “Kâbe’nin Rabbine yemin ederim ki kazandım” diye bağırdı.[106]

Ölü zannedilerek bırakılan arkadaşı Kâ’b b. Zeyd ise yaralı olarak dağa kaçıp canını kurtardı. Harâm’ın kardeşi Süleym de Bi’r-i Maûne’de şehid düştü.[107]

Enes (r.a) bu hâdiseden şöyle bahseder:

Birtakım kimseler Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e gelerek, “Bize Kur’ân’ı ve Sünnet’i öğretecek insanlar gönderseniz» dediler. Rasûl-i Ekrem, içlerinde dayım Harâm’ın da bulunduğu, Ensâr’dan kendilerine kurrâ denilen yetmiş kişiyi onlara gönderdi. Bunlar Kur’ân okuyor, geceleri onu aralarında müzâkere edip öğreniyorlardı. Gündüzleri ise su getirip mescide koyuyor, odun toplayıp onu satıyor, bedeliyle de Suffe ehline ve fakirlere yiyecek satın alıyorlardı. İşte Nebî (s.a.v) onlara bu kişileri göndermişti. Fakat gidecekleri yere varmadan önlerine çıktılar ve onları şehîd ettiler. Onlar:

“–Allah’ım! Bizim sana kavuştuğumuzu, senden râzı olduğumuzu ve Sen’in de bizden râzı olduğunu Peygamberimiz’e ulaştır” dediler.

Bir kimse dayım Harâm’a arkasından yaklaşıp mızrağını sapladı, hatta mızrağı vücûdunun bir tarafından öbür tarafına geçirdi. Bunun üzerine Harâm:

“–Kâbe’nin Rabbi’ne yemin ederim ki kazandım” dedi.

Bu esnâda Rasûlullah (s.a.v) ashâbına şöyle buyurdular:

“–Şüphesiz ki din kardeşleriniz şehîd edildiler. Onlar hem de şöyle dediler: «Allah’ım! Bizim sana kavuştuğumuzu, senden râzı olduğumuzu ve senin de bizden râzı olduğunu Peygamberimiz’e ulaştır».”[108]

Allah teâlâ da onların selâmını Rasûlü’ne ulaştırdı. Efendimiz (s.a.v) selâmı aldı, onlara dualar etti ama hıyânete uğramalarına da çok üzüldü. Hiç kimseye yapmadığı kadar o hâinlere beddua etti.

15.6. Ümmü Harâm (r.a)

Enes b. Mâlik’in teyzesidir. Peygamber Efendimiz’e beyʻat eden kadınlardandı. Ubâde b. Sâmit ile evlendi ve Muhammed isminde bir yavruları doğdu.

Peygamber Efendimiz’in dedesi Abdülmuttalib’in annesi Selmâ hâtun, Medîne’li Neccâroğulları’ndan olduğundan Ümmü Harâm ve Ümmü Süleym ile Rasûlullah (s.a.v) arasında süt veya neseb akrabalığı vardı. Bazı âlimler Ümmü Harâm’ın, Peygamber Efendimiz’in sütteyzelerinden biri olduğunu, diğerleri de aralarında babası veya dedesi yönünden sütteyzeliği bulunduğunu söyler.[109] Bundan dolayı Rasûlullah (s.a.v) kendini bu âileye daha yakın hissederdi. Evleri Kubâ’da idi. Rasûlullah (s.a.v) oraya gittiğinde her iki kardeşe de misafir olur, onlarla yemek yer, evlerinde kaylûle yapar, onlara nâfile namaz kıldırırdı.

Ümmü Harâm’ın anlattığına göre bir defasında Rasûlullah (s.a.v) onun evinde kaylûle yapıyordu. Tebessüm ederek uyandı. Ümmü Harâm (r.a) niçin tebessüm ettiğini sordu. Rasûlullah (s.a.v):

“Ümmetimden bir grup insan bana gösterildi. Allâh yolunda gazâ ediyorlardı. Tahtında oturan sultanlar gibi şu denizin sırtına biniyorlar” buyurdu.

Ümmü Harâm (r.a) hemen kendisinin de onlardan olması için duâ etmesini istedi. Efendimiz de duâ etti. Ardından tekrar uykuya daldı. Bir müddet sonra tekrar tebessümle uyandı. Ümmü Harâm sebebini yine sordu. Rasûlullah (s.a.v) yine ümmetinden bazı kimselerin gelecekte deniz üzerinde gazâya çıkacaklarını müjdeledi. Ümmü Harâm (r.a) onlardan olması için de duâ istedi. Rasûlullah (s.a.v) “Sen öncekilerdensin” buyurdu.[110]

Uhud ve Huneyn gibi savaşlara katılıp yaralılara hizmet eden Ümmü Harâm (r.a) kocasıyla birlikte Dımaşk’a giderek Sûriye savaşlarına katıldı.[111] Yine kocasıyla birlikte Hz. Osman’ın hilâfetinde 28 (648-49) senesinde yapılan ve müslümanların ilk deniz seferi olan Kıbrıs seferine katıldı. Yanlarında Ebû Zer el-Gıfârî ve Ebü’d-Derdâ (r.a) gibi sahâbîler de vardı. Kıbrıs’a vardıktan bir müddet sonra Ümmü Harâm (r.a) bindiği katırdan düşüp boynu kırıldı ve bu yara sebebiyle şehîd olarak oraya defnedildi.[112]

Ümmü Harâm’ın Kıbrıs’ta Larnaka civarında Tuzla’daki kabri bugün Hala Sultan Tekkesi diye bilinir ve hâlâ ziyaret edilmektedir. Onun Hala Hatun veya Hala Sultan diye zikredilmesi, Arapça hâle kelimesinin “teyze” anlamına gelmesi sebebiyledir. Kaynaklardaki bilgiye göre kabri geçmiş yıllarda “sâliha bir kadının kabri” diye bilinir ve orayı gayri müslimler de ziyaret ederlerdi.

Ümmü Harâm (r.a) Peygamber Efendimiz’den 5 hadîs rivâyet etmiştir. Ondan da kocası Ubâde b. Sâmit, yeğeni Enes b. Mâlik, tâbiîn âlimlerinden Atâ b. Yesâr, Umeyr b. Esved ve Yaʻlâ b. Şeddâd b. Evs rivâyette bulunmuşlardır.[113]

15.7. Berâ b. Mâlik (r.a)

Hz. Enes’in Berâ isminde bir kardeşi vardır. Muhârebe meydanlarının kahramânı, Rasûlullah’ın ashâbı idi. Uhud’da, Hendek’te ve diğer muhârebelerde bulunmuş, ağaç altında beyʻat etmiş Ashâb-ı Şecere’den, Ashâb-ı Rıdvân’dan idi. Müseylimetü’l-Kezzâb ile savaşırken müslümanlar çok zorlanmışlar ve pek çok kayıplar vermişlerdi. Berâ (r.a) arkadaşlarına kendisini kalkanın üzerine koyup kalkanı da mızraklarıyla kaldırarak duvarın üzerinden kalenin içine atmalarını söyledi. Onlar da öyle yaptılar. Kalenin içine atlayan Berâ (r.a) düşmanla göğüs göğüse çarpıştı, şiddetle üzerlerine saldırdı ve kalenin kapısını içerden müslümanlara açmayı başardı. Bu sayede zafer müyesser oldu. O gün amcası gibi seksen küsur yara almıştı. Hâlid b. Velîd (r.a) yaralarını tedavi için bir ay başında bekledi.

Sadece harp öncesi mübârezelerde 100 adet şecaat ehli düşmanı öldürdüğü meşhur olmuştur. Harp esnâsındaki öldürdükleri ise hesaba gelmez.

Şu rivayet onun Peygamber Efendimiz’in gönlündeki yerini göstermetedir: Hz. Enes’in naklettiğine göre birgün Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:

“İçinizde saçı-başı dağınık, eski elbiseler içinde, garip görünümlü ve insanların îtibâr etmediği nice kimseler vardır ki Allah’a yemin etseler Allah onların yemin ettikleri şeyi gerçekleştirir. Berâ b. Mâlik de bunlardan birisidir.”[114]

Nitekim Hz. Ömer zamanında Berâ (r.a) yine bir gazâya çıkmış ve müşriklerle karşılaşmışlardı. Düşman müslümanlara çok zâyiʻât verdirdi. Yanındakiler ona:

“–Ey Berâ! Rasûlullah (s.a.v) eğer sen Allah için yemin edecek olsan Allah’ın onu gerçekleştireceğini söyledi. Rabbine kasem et!” dediler. O da:

“Yeminle Sen’den istiyorum Rabbim, onların boyunlarını bize ver!” diye dua etti. Gerçekten de Allah teâlâ düşmanın boyunlarını müslümanlara ihsan etti.

Bir müddet sonra Sûs Köprüsü[115] üzerinde tekrar düşmanla karşılaştılar. Yine düşman müslümanlara çokça kayıplar verdirdi. Ona:

“–Ey Berâ! Rabbine kasemle dua et!” dediler. O da bu sefer:

“Yeminle Sen’den istiyorum Rabbim, onların boyunlarını bize ver ve beni Peygamberime (s.a.v) kavuştur!” diye dua etti. Gerçekten de düşmanların boyunları müslümanlara verildi ve Berâ (r.a) da şehîd edildi.[116] Böylece yeni bir mûcize-i Muhammedî daha tahakkuk etmiş oldu.

Şehadeti de şöyle oldu: Hicrî 21 senesinde Tüster şehrini kuşattıklarında kalenin dışından şehrin ortasına çıkan bir dehliz buldular. Berâ (r.a) birkaç cengâverle oradan şehre girdi. Şehrin ortasında düşmanla kıyasıya savaştı ve orada şehîd edildi. Allah da şehri müslümanlara açtı.[117]

Yani ona hiçbir şey mâni olamıyordu. Hem sûrların üstünden, hem de altından şehrin ortasına giriyor ve kaleyi içerden fethediyordu.

15.8. Diğer Akrabaları

Hz. Enes’in bir halası daha vardı. İsmi Ümmü Hârise b. Sürâka idi. Ona Ümmü Rübeyyiʻ binti Berâ da denirdi. Bu halanın oğlu Hârise, Bedir Savaşı’na hazırlanırken rastgele atılan bir okla şehit edilmişti. Annesi oğlunun şehid olup olmadığı konusunda tereddüd ederek Peygamber Efendimiz’e geldi ve:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Bana oğlum Hârise’den haber verir misiniz? Eğer cennette ise sabredeceğim, değilse ona bütün gücümle ağlayacağım” dedi. Rasûlullah (s.a.v):

“–Ey Ümmü Hârise! Şüphesiz cennetin içinde cennetler vardır. Senin oğlun ise bunların en üstünü olan Firdevs cennetindedir” buyurdu.[118]

Bu müjde üzerine Hârise’nin annesi büyük bir sevinçle tebessüm ederek dönüp giderken kendi kendine:

“–Bak hele! Bak hele senin şu yüce nasîbine ey Hârise!” diyordu.[119]

֎

Enes b. Mâlik’in amcası Hişâm b. Âmir’in oğlu Saʻd, tâbiîn neslinden Allah yolunda cihâd aşkıyla dolu bir genç idi. Şehîd oluncaya kadar Bizanslılara karşı savaşmaya ve bir daha evine geri dönmemeye niyet etti. Bunun için öncelikle karısından ayrılmak istedi. Sonra kalkıp Medîne-i Münevvere’ye geldi. Oradaki arazisini satıp paranın bir kısmıyla silah ve at satın almak, geri kalanını da Allah yolunda infak etmek istiyordu. Bunu işiten bazı müslümanlar ona bu düşüncenin yanlış olduğunu, savaşa îcâb ettiğinde gitmek gerektiğini söylediler. Daha önce böyle düşünerek karılarını boşamak isteyen altı kişiye Allah Rasûlü’nün izin vermediğini hatırlattılar. Saʻd (r.a) bu niyetinden vazgeçti.

Medîne-i Münevvere’ye gelmişken de Hz. Âişe’yi ziyaret edip ona zihnindeki bazı soruları sormak istedi. İlk olarak:

“–Ey Mü’minlerin annesi! Bana Allah Rasûlü’nün ahlâkını anlatır mısınız” dedi. Hz. Âişe (r.a):

“–Sen Kur’ân’ı okuyorsun değil mi?” diye sordu. Saʻd:

“–Evet, okuyorum” diye cevap verdi. Bunun üzerine Âişe (r.a) da:

“–Peygamber Efendimiz’inahlâkı Kur’ân idi” dedi.

Daha sonra gece namazı ve vitir hakkında da sorular sordu.[120]

Saʻd (r.a) hanımından tamamen ayrılmadığı için ona geri döndü ama gönlündeki cihâd aşkı taptaze duruyordu. Bir fırsatını bulup doğu taraflarına yapılan bir sefere katılarak İran’daki Mekrân’da veya bazı rivâyetlere göre Hindistan’daki Mükrân’da şehid oldu.


[1] Buhârî, Meğâzî, 18.

[2] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/261; Hâkim, el-Müstedrek, 3/397, no: 5504.

[3] Hâkim, el-Müstedrek, 3/397, no: 5503.

[4] Hâkim, el-Müstedrek, 3/397, no: 5502.

[5] Âl-i İmrân 3/92.

[6] Buhârî, Zekât, 44, Vesâyâ, 10, 17, 26, Tefsîr, 3/5; Müslim, Zekât, 42, 43.

[7] Bkz. M. Yaşar Kandemir, “Ebû Talha el-Ensârî”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/ebu-talha-el-Ensâri (27.04.2023).

[8] Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, Beyrut 1967, 1/342.

[9] Buhârî, Tefsîr, 5/11.

[10] Muvatta’, Salât, 69.

[11] Buhârî, Menâkıb, 25; Müslim, Eşribe, 142.

[12] Müslim, Eşribe, 143.

[13] Müslim, Eşribe, 143.

[14] Müslim, Eşribe, 143.

[15] Müslim, Eşribe, 143.

[16] Müslim, Eşribe, 143.

[17] el-Haşr 59/9.

[18] Buhârî, Tefsîr, 59/6; Müslim, Eşribe, 172-173.

[19] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 1/373. Krş. Buhârî, Edeb, 39.

[20] Müslim, Hac, 326. Krş. Tirmizî, Hac, 73.

[21] Buhârî, Menâkıb, 25; Müslim, Münâfıkîn, 14.

[22] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/120.

[23] Nesâî, Sehv, 55.

[24] Buhârî, Libâs, 88, Bedü’l-Halk, 7; Müslim, Libâs, 83, 87.

[25] Buhârî, Cihâd, 29.

[26] et-Tevbe 9/41.

[27] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 6/42. Krş. Buhârî, Cihâd, 29.

[28] Ebü’l-Hasan Nûru’d-dîn Ali b. Abdillah es-Semhûdî, Vefâü’l-vefâ bi-ahbâri Dâri’l-Mustafâ (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1419), 1/210.

[29] Ebû Zekeriyyâ Muḥyi’d-Dîn Yaḥyâ b. Şeref en-Nevevî, el-Minhâc şerḥu ṣaḥîḥi Müslim b. el-Ḥaccâc (Beyrut: Dâru İḥyâʾi’t-Turâs̱i’l-ʿArabî, 1972), 16/10.

[30] Buhârî, Cihâd, 38; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 104.

[31] Müslim, Fedâil, 84, 85.

[32] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 8/428.

[33] Buhârî, İlim, 50, Gusül, 22; Müslim, Hayız, 32.

[34] Buhârî, Fedâilü’s-Sahâbe, 6.

[35] Bkz. M. Yaşar Kandemir, “Ümmü Süleym”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/ummu-suleym (27.04.2023).

[36] Buhârî, Cenâiz, 42, Akîka, 1; Müslim, Edeb, 23; Fezâilü’s-Sahâbe, 107.

[37] Buhârî, Cenâiz, 42.

[38] Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 107; İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 8/431-434.

[39] el-Ahzâb 33/53. Buharî, Tefsir, 33, Nikâh, 67, 64, Et’ime, 59; Müslim, Nikâh, 89.

[40] Buhârî, İstizân, 41.

[41] Müslim, Fedâil, 84.

[42] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/119; 6/376.

[43] Tirmizî, Menâkıb, 45/3830.

[44] Buhârî, Vesâyâ, 25.

[45] Tirmizî, İsti’zân, 10, Menâkıb, 45/3828.

[46] Buhârî, Savm, 61.

[47] Tirmizî, Menâkıb, 45/3833.

[48] Buhârî, Hibe, 5.

[49] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/98-292.

[50] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/205, 235, 250.

[51] Heysemî, Mecmaʻu’z-zevâid, 9/325. Bkz. İbrahim Canan, “Enes b. Mâlik”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/enes-b-malik (27.04.2023).

[52] Tirmizî, İlim, 16/2678.

[53] Buhârî, Etʻime, 33, Büyû’ 30; Müslim, Eşribe, 144. Krş. Muvatta’, Nikâh, 51.

[54] Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 145, 146.

[55] Tirmizî, İsti’zân, 10.

[56] Müslim, İmâre, 145. Krş. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/137.

[57] Buhârî, Humüs, 19, Libâs, 18, Edeb, 68; Müslim, Zekât, 128. Krş. Ebû Dâvûd, Edeb, 1; Nesâî, Kasâme, 24; İbn Mâce, Libâs, 1.

[58] Buhârî, Küsûf, 2, Tefsîru sûre (5), 12, Nikâh, 107, Rikak, 27, Eymân, 3; Müslim, Salât, 112, Küsûf, 1, Fezâil, 134.

[59] Buhârî, Vudû’ 32, 45, Menâkıb, 25; Müslim, Fezâil, 5.

[60] Buhârî, Vudû’ 46; Müslim, Fezâil, 4. Krş. Nesâî, Tahâret, 61; Tirmizî, Menâkıb, 6.

[61] Tirmizî, Kader, 7.

[62] Müslim, Eşribe, 124-126.

[63] Müslim, Salât, 9.

[64] Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 1080.

[65] Ebû Yaʻlâ, Müsnedü Ebî Yaʿlâ, thk. Ḥüseyin Selim Esed (Dımaşk: Dâru’l-Me’mûn li’t-Türâs̱, 1404), 8/123, no: 4091; Heysemî, Mecmaʻu’z-zevâid, 1/161.

[66] Taberânî, el-Mu’cemu’s-sağîr, 1/270, no: 444.

[67] Taberânî, el-Muʻcemü’l-evsat, 9/183, no: 9484.

[68] Ebû Yaʻlâ, el-Müsned, 6/95.

[69] Buhârî, Tefsîr, 38, Deavât, 55; Müslim, Zikr, 23, 26, 27. Krş. Ebû Dâvûd, Vitir, 26, Menâsik, 51; Tirmizî, Deavât, 72; İbn Mâce, Menâsik, 32.

[70] Müslim, Zikr, 26.

[71] Beyhakî, Şuab, 7/477.

[72] Buhârî, Meğâzî, 83; Dârimî, Mukaddime, 14. Bkz. İbn Mâce, Cenâiz, 65.

[73] Buhârî, Fardu’l-Humus, 5.

[74] Buhârî, Fardu’l-Humus, 5.

[75] Buhârî, Savm, 53, Menâkıb, 23; Müslim, Fedâil, 82.

[76] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/222.

[77] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/111; Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 974.

[78] Heysemî, IX, 325; İbn-i Hacer, el-Metâlibü’l-âliye, 2/111.

[79] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 7/20.

[80] Cerîr b. Abdullah(r.a) Yemen’deki Becîle kabîlesinin reisiydi. Hicretin 10. senesi Ramazan’ında yâni Peygamber Efendimiz’in vefâtından üç ay kadar önce yüz elli kişilik bir heyetle Medîne’ye gelerek müslüman oldu. Peygamber Efendimiz’i çok severdi. Allah Rasûlü de onu sever ve kendisini her gördüğünde tebessüm ederdi.

[81] Buhârî, Cihâd, 71; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 181.

[82] Buhârî, Tıb, 38. Krş. Ebû Dâvûd, Tıb, 19.

[83] Buhârî, Hac, 3. Krş. İbn Mâce, Menâsik, 4.

[84] Tirmizî, Kıyâmet, 9/2433; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/178

[85] Ebû Nuaym, Hilye, 6/353.

[86] Muvatta’, Kur’ân-ı Kerîm, 46; Müslim, Mesâcid, 195.

[87] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 7/21-22.

[88] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef (Hût), Riyad 1409, 6/128.

[89] Ebû Dâvûd, Cihâd, 44/2551.

[90] Buhârî, İsti’zân, 15; Müslim, Selâm, 15.

[91] Ebû Dâvûd, Edeb, 135-136/5203.

[92] Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, no: 595.

[93] Buhârî, Vudû, 33.

[94] Buhârî, Eşribe, 30, Humus, 5. Krş. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/247.

[95] İbn Hacer, Fethü’l-Bârî, 10/100.

[96] Ahmed, 3/187.

[97] Süyûtî, Menâhilü’s-safâ (Semir), 208, no: 1114; M. Yaşar Kandemir, Şifâ-i Şerîf Şerhi, 2/470.

[98] Beyhakî, Şuab, 7/220, no: 4902.

[99] Buhârî, İlim, 38.

[100] Ebû Dâvûd, Edeb, 44/4904.

[101] Buhârî, Fiten, 6.

[102] Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, 1/28.

[103] Bkz. İbn Hişâm, Sîretü’n-Nebî (Beyrut: Dâru’l-Fikr, ts.), 3/31; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/253.

[104] el-Ahzâb 33/23. Buhârî, Cihâd, 12.

[105] Bkz. İsmail Hakkı Ünal, “Enes b. Nadr”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/enes-b-nadr (27.04.2023).

[106] Buhârî, Cihâd, 9, Meğāzî, 28; Müslim, İmâre, 147.

[107] Mehmet Aykaç, “Harâm b. Milhân”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/haram-b-milhan (29.04.2023).

[108] Müslim, İmâre, 147. Bkz. Buhârî, Cihâd, 9.

[109] Nevevî, Şerhu Müslim, 13/57, 16/10.

[110] Buhârî, Cihâd, 3, 8, 63, 75, 93, İsti’zân, 41, Taʻbîr, 12; Müslim, İmâre, 160.

[111] İbn Asâkir, Târîhu Dımaşk (Şihâbî), 486.

[112] Buhârî, Cihâd, 63, 75.

[113] M. Yaşar Kandemir, “Ümmü Harâm”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/ummu-haram (29.04.2023).

[114] Tirmizî, Menâkıb, 54/3854.

[115] Sûs, Hûzistan’da bir belde olup bugün İran sınırları içinde yer almaktadır.

[116] Hâkim, el-Müstedrek, 3/331, no: 5274.

[117] Bkz. Hâkim, el-Müstedrek, 3/330-331; Zehebî, Aʻlâmi’n-nübelâ, 1/195-198.

[118] Buhârî, Cihâd, 14. Krş. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/272; Buhârî, Meğâzî, 9, Rikâk, 51; Tirmizî, Tefsîr, 23.

[119] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe, 1/426.

[120] Müslim, Müsâfirîn, 139. Krş. Nesâî, Kıyâmü’l-Leyl, 2.