2. Zeyd b. Hârise ve Âilesi

2.1. Zeyd b. Hârise (r.a)

Zeyd (r.a) biʻsetten (Rasûlullah (s.a.v)’in peygamber olarak gönderilişinden) 30 sene kadar önce dünyaya geldi. Yemen’de bulunan Kelb kabilesine mensuptur. Yaşı yirmiye doğru yaklaşmış, hizmet çağına ulaşmış bir delikanlı[1] iken annesi Suʻdâ ile beraber Benî Maʻn kabilesindeki akrabalarını ziyârete gidiyorlardı. Bu esnâda Benî Kayn kabilesinin saldırısına uğradılar. Orada esir alınan Zeyd (r.a) Mekke-i Mükerreme’ye getirilerek Ukâz panayırında satıldı. Hakîm b. Hizâm (r.a) onu satın alarak halası Hz. Hatice vâlidemize hediye etti, o da Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e hediye etti.

Diğer bir rivâyete göre Zeyd, Ukâz pazarında satılırken Rasûlullah (s.a.v) onu gördü ve Hz. Hatice’ye “Çarşıda gayet akıllı, edebli ve yakışıklı bir delikanlı gördüm, param olsaydı onu alırdım” dedi. Hatîce vâlidemiz onu alıp Efendimiz’e hediye etti. Allah Rasûlü (s.a.v) de onu terbiye edip büyüttü.[2]

Ona “Zeyd” ismini Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in verdiği söylenir. Zira ataları Kusay’ın ismi olması sebebiyle Kureyş kabilesi “Zeyd” ismini çok severdi.[3]

2.1.1. Peygamber Efendimiz’i Tercih Etmesi

Babası Hârise onu bulmadan önce:

Zeyd’e ağladım, bilmem ne yaptı,

Sağ da ümid mi olunur yoksa ecel önüne mi geçti?

diye başlayan acıklı beyitler söylüyordu. Kelb kabilesinin hacıları Zeyd’i Mekke’de görüp tanıdıklarında bu beyitleri ona naklettiler. Zeyd (r.a) onlara “Biliyorum onlar bana çok üzülüp feryat ettiler, şu beytlerimi âileme götürün” dedi:

Kavmime arz-ı iştiyak ederim

Gerçi uzağım, çünkü Meşâ’ir’in yanında Beyt’in mukīmiyim.

Boğazınıza duran o aşırı üzüntüden vazgeçin

Develeri yeryüzünde boşuna koşturup yormayın

Allah’a hamd olsun ben en hayırlı âiledeyim

Atadan evlâda hep kerîm olan Maad kabilesindeyim.

Onlar gidip durumu babasına bildirdiler. Hârise ve biraderi Kaʻb onu kurtarmak için fidyesini alıp yollara düştüler. Mekke’ye gelerek Peygamber Efendimiz’i sordular. Mescidde olduğunu öğrenip yanına geldiler:

“–Ey Muttalib’in oğlu, ey kavmin efendisinin oğlu! Siz Allah’ın Harem-i Şerîfi’nin ehlisiniz, siz zor durumdakileri kurtarır, esirleri doyurursunuz. Biz sana yanındaki çocuğumuz için geldik, bize lütfet ve ihsan et, fidyemizi kabul ederek onu âzâd eyle” dediler. Efendimiz (s.a.v):

“–Bundan daha güzel bir yol olamaz mı?” buyurdu. Onlar şaşırdılar. Bundan daha iyi ne olabilirdi. Rasûlullah (s.a.v):

“–Onu kendi hâline bırakın ve kendisine seçme hakkı verin. Eğer sizi tercih ederse fidyesiz sizin olsun, yok beni tercih ederse vallahi ben beni tercih edene kimseyi tercih etmem” buyurdu. Hz. Zeyd’in babası ile amcası:

“–İnsaftan da öte davrandın” dediler. Zeyd’i çağırdılar. Efendimiz (s.a.v):

“–Bunları tanıyor musun?” diye sordu.

“–Evet, şu babam şu amcam” dedi. Efendimiz (s.a.v):

“–Ben de o bildiğin kimseyim, sana olan davranışlarımı da gördün, şimdi ya beni seç ya onları” buyurdu. O vakit Zeyd (r.a):

“–Ben sana karşı kimseyi tercih etmem, sen benim hem babam hem annem yerindesin” dedi. Buna karşı babası ile amcası:

“–Yazık sana ey Zeyd, köleliği hürriyete, babana, amcana ve ehl-i beytine tercih mi ediyorsun?” dediler. Zeyd de:

“–Evet, ben bu zattan öyle şeyler gördüm ki ona karşı hiç kimseyi tercih edemem” diye cevap verdi. Rasûlullah (s.a.v) bunu görünce onu Kâbe’nin yanındaki Hicr’e çıkarıp:

“–Şâhid olun Zeyd benim oğlumdur, bana vâris olacak ben de ona varis olacağım” buyurdu. Bunu gören babası ile amcasının gönülleri hoş oldu, memnun bir vaziyette dönüp gittiler.[4][5]

Bir rivayete göre babası, amcası ve diğer bazı akrabaları geldiğinde Zeyd onları tanıdı ancak Rasûlullah (s.a.v)’e saygısından dolayı onlar için ayağa kalkmadı. Rasûlullah (s.a.v):

“–Bunlar kim ey Zeyd?” buyurdu. O da:

“–Bu babam, bu amcam, bu kardeşim, bunlar da akrabalarım” dedi. Nebiyy-i Ekrem Efendimiz:

“–Kalk onlara selam ver ey Zeyd” buyurdu. O da kalkıp onları selamladı, onlar da onu selamladılar.[6]

֎

Allah Rasûlü (s.a.v) biʻsetten evvel Beyt-i Atîk’i (Kâʻbe’yi) tavâf ederdi. Bir gün Zeyd b. Hârise de onunla birlikte tavâf ediyordu. Bir ara Zeyd putlardan birine el sürdü, Rasûlullah (s.a.v) hemen onu bundan nehyetti. Sonra Zeyd meseleyi tam olarak anlamak için bir daha elini sürdü, Efendimiz (s.a.v) “Sana bunu yasaklamadım mı?” buyurdu. Meseleyi iyice tekid eden Zeyd (r.a) peygamberlik gelinceye kadar artık bir daha hiç putlara dokunmadı.[7]

Zeyd (r.a), Allah teâlâ kendisine vahiy ikrâm edinceye kadar Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in hiçbir puta dokunmadığına dâir yemin ederdi.[8]

2.1.2. Rasûlullâh’ın Habîbi

Peygamber Efendimiz’den sadece 10 yaş küçük[9] olmasına rağmen evlâtlığı olması sebebiyle önceleri Zeyd b. Muhammed diye anılırdı. Evlâtlıkların öz babalarına izâfe edilerek çağrılmasını emreden âyet (el-Ahzâb 33/5) nâzil olunca babası Hârise’ye nisbetle Zeyd b. Hârise diye çağrılmaya başladı.[10] Rasûlullah (s.a.v) kendisini çok sevdiğinden kendisine زيدٌ الْحِبُّ بْنُ حَارِثَةَ[11] veya Hibbü Rasûlillah[12] (Allah Rasûlü’nün çok sevdiği kimse) denildi. Allah Rasûlü (s.a.v) ona: يَا زَيْدُ ‌أَنْتَ ‌مَوْلَايَ ‌وَمِنِّي وَإِلَيَّ وَأَحَبُّ الْقَوْمِ إِلَيَّ “Ey Zeyd, sen benim âzadlımsın, bendensin, bana mensubsun ve insanların bana en sevgilisisin” buyurmuştur.[13]

Bir gün Caʻfer, Ali ve Zeyd b. Hârise bir araya gelmişlerdi. Caʻfer (r.a):

“–Rasûlullah (s.a.v)’e en sevgili olanınız benim” dedi. Hz. Ali ile Zeyd (r.a) da aynı şeyi iddia ettiler.

“–Haydi o zaman Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e gidip soralım” dediler. Hâne-i saadete gelip içeri girmek için izin istediler. Allah Rasûlü (s.a.v) izin verince girdiler ve

“–Yâ Rasûlallah, size insanların en sevgili olan şahsın kim olduğunu sormaya geldik” dediler. Efendimiz (s.a.v):

“–Fâtıma” buyurdu.

“–Erkeklerden soruyoruz” dediler. Rasûlullah (s.a.v) onlara şöyle buyurdu:

“–Caʻfer, senin yaratılışın bana benzer, ahlâkın da ahlâkıma benzer, sen bana âitsin ve benim soyumdansın. Sen ey Ali, benim kardeşim ve torunlarımın babasısın, sen bendensin ve bana âitsin. Sana gelince ey Zeyd, benim âzatlımsın, bendensin, bana âitsin ve insanların bana en sevgili olanısın!”[14]

Peygamberimiz onu o kadar severdi ki görenler gerçek oğlu zannederlerdi.[15] “Zeyd’e olan muhabbetimiz sebebiyle bizi ayıplamayın” buyururdu.[16] Hz. Zeyd’in de Rasûlullah (s.a.v)’e çok derinden bir bağlılığı ve muhabbeti vardı. O sebeple ilk Müslümanlardan oldu. İlk erkek müslüman olduğu bile rivâyet edilmiştir.

2.1.3. Hizmetleri

Rasûlullah (s.a.v) tebliğ için Tâif’e gittiğinde Zeyd de onunla beraberdi. Tâifliler Peygamber Efendimiz’e îmân etmeyip onu ayak takımına taşlattıklarında Zeyd (r.a) taşlara siper olarak epey yara aldı. Mekke devrinde Rasûlullah (s.a.v) onu Hz. Hamza ile kardeş ilân etti. Hz. Hamza savaşa gitmeden önce öldüğü takdirde ne yapacağını Zeyd’e vasiyet ederdi. Şehid olduğu Uhud günü de ona vasiyette bulunmuştu. Medîne’ye hicretten sonra Zeyd bir süre Saʻd b. Hayseme’nin Beytü’l-Uzzâb (bekârlar evi) denilen Kubâ’daki evinde misafir oldu ve Üseyd b. Hudayr ile kardeş ilân edildi.[17]

Zeyd b. Hârise (r.a) Bedir, Uhud, Hendek, Hudeybiye ve Hayber seferlerine katıldı. Bedir’de zafer kazanıldığında Peygamber Efendimiz’in devesi Kasvâ’ya binerek Medîne’ye müjde götürdü. Hendek Gazvesi’nde muhacirlerin sancaktarı idi. Pek çok seriyye onun kumandanlığında yapıldı. Ümmü Kırfe seferinden dönüşünde Rasûl-i Ekrem’in ona sarılıp öptüğü rivâyet edilir. Sefevân ve Müreysîʻ gazvelerinde Rasûlullah’a vekâlet için Medîne’de kaldı.

Hz. Âişe, “Rasûl-i Ekrem, Zeyd’i bir ordu ile sefere gönderdiğinde mutlaka onu kumandan tayin ederdi. Eğer kendisinden sonraya kalsaydı mutlaka onu halife tayin ederdi” demiştir.[18]

Seleme b. Ekvaʻ (r.a) şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.v) ile birlikte yedi gazveye katıldım. Zeyd b. Hârise ile ise dokuz seriyyeye katıldım. Rasûlullah (s.a.v) onu bize hep emîr tayin ederdi.”[19]

Rasûlullah (s.a.v) Zeyd için şöyle buyurmuştur: “Allah’a yemin ederim ki o hakikaten emirliğe lâyıktır ve aynı zamanda insanların bana en sevimli olanlarındandır.”[20]

Yine onun hakkında “Seriyye kumandanlarının en hayırlısı Zeyd b. Harise’dir; ganimeti herkese eşit dağıtmaya en fazla dikkat eden ve emrindeki askerlere an âdil davrananları odur” iltifatında bulunmuştur.[21]

Âişe (r.a) şöyle anlatır: “Bir seferinde Zeyd b. Hârise Medîne’ye dönmüştü, Rasûlullah (s.a.v) benim evimdeydi. Zeyd gelip kapıyı çaldı, Efendimiz aceleyle kalktı, üst elbisesi düşmüş olduğu hâlde onu yerde sürüyerek varıp Zeyd’e sarıldı ve onu öptü. Ne yaptığını sordu, o da Allah’ın lütfettiği zaferleri haber verdi.”[22]

Kardeşi Cebele’nin nakline göre Peygamber Efendimiz’e iki hulle (takım elbise) hediye edilmişti, birini kendisi aldı, diğerini Zeyd’e verdi.[23]

İşte Zeyd (r.a) bu şekilde pek çok yönden Allah’ın ve Rasûlü’nün maddî mânevî nimetlerine mazhar olmuş bir zat idi. Derin bir anlayış sâhibiydi, sahâbe içinde farklı bir boyuttu. Allah teâlâ ona çok üstün bir idrak ve kâbiliyet lûtfetmişti. Efendimiz’in en güvendiği insandı.

Hz. Zeyd’in Kur’ân-ı Kerîm’de ismi geçen tek sahâbî olduğunda ittifak vardır (el-Ahzâb 33/37).[24]

2.1.4. Evlilikleri

Zeyd (r.a) birkaç defa evlenmiştir. Rasûlullah’ın dadısı Habeşî Ümmü Eymen’le Mekke’de gerçekleşen ilk evliliğinden oğlu Üsâme doğdu. Zeyd, Ümmü Külsûm binti Ukbe, Dürre binti Ebû Leheb,[25] Hind binti Avvâm ve bazı rivâyetlere göre Ümmü Mübeşşir adlı hanımlarla da evlilik yaptı. Bedir Gazvesi’nden sonra Rasûl-i Ekrem’in halası Ümeyme’nin kızı Zeyneb binti Cahş ile evlenmişti. Ancak bu evlilik geçimsizlik yüzünden sürdürülemedi. Evlenmelerine bizzat aracı olan Rasûlullah (s.a.v) onların ayrılmasını arzu etmese de Zeyneb’in sırf Peygamber Efendimiz’in tavsiyesiyle yaptığı bu evlilik boşanma ile sonuçlandı. Rasûl-i Ekrem bu duruma üzüldü. Daha sonra konuyla ilgili âyetin inmesiyle (el-Ahzâb 33/37) Câhiliye döneminden kalma “evlâtlığın boşadığı hanımla evlenmeme” âdeti kaldırıldı ve Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Zeyd’in boşadığı Zeyneb ile evlendi. Rasûlullah’ın Zeyneb’le evlenmesinin asıl sebebi sözü geçen katı Arap âdetinin bizzat onun uygulamasıyla ortadan kaldırılması, evlâtlığın gerçek evlât olmadığı hakîkatinin zihinlere sağlam bir şekilde yerleştirilmesidir. Yoksa hiçkimse toplumdaki bu câhiliye âdetini kaldıramazdı.

2.1.5. Şehâdeti

Rasûl-i Ekrem, Mûte Savaşı için orduyu yola çıkarırken sancağı Zeyd’e vererek, “Eğer Zeyd şehid olursa sancağı Caʻfer alsın, o da şehid düşerse Abdullah b. Revâha alsın” buyurmuştu. Üç sahâbî de bu sıraya göre şehid oldu. Rasûl-i Ekrem şehâdet haberini Medîne’de ashabına gözyaşları içinde verdi ve şöyle duâ etti: “Yâ Rabbi Zeyd’e mağfiret et! Yâ Rabbi Zeyd’e mağfiret et! Yâ Rabbi Zeyd’e mağfiret et! Yâ Rabbi Caʻfer’e mağfiret et! Yâ Rabbi Abdullah’a mağfiret et!”

Saʻd b. Ubâde, ölülerin arkasından ağlamayı yasaklayan Rasûl-i Ekrem’in Zeyd için gözyaşı dökmesini garipseyince Rasûlullah (s.a.v) şunları söyledi: “Bu, sevgilinin sevgilisine olan özlemidir.”[26]

Hz. Zeyd’in elli beş yaşında şehid düştüğü kaydedilir. Onun Üsâme dışında Zeyd ve Rukayye adlı iki çocuğu daha vardır.[27]

Rasûlullah (s.a.v)’e Zeyd, Caʻfer ve Abdullah b. Revâha’nın şehâdet haberi ulaşınca Nebî (s.a.v) ayağa kalktı, onların hallerini zikretti ve Zeyd’den başlayarak:

اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِزَيْدٍ، اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِزَيْدٍ، اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِزَيْدٍ، اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِجَعْفَرَ وَلِعَبْدِ اللهِ بْنِ رَوَاحَة

“Ya Rabbi, Zeyd’i mağfiret eyle; ya Rabbi, Zeyd’i mağfiret eyle; ya Rabbi, Zeyd’i mağfiret eyle! Ya Rabbi, Caʻfer’i ve Abdullah b. Revâha’yı mağfiret eyle!” diye dua etti.[28]

Hz. Âişe vâlidemiz şöyle der:

“Zeyd, Caʻfer ve Abdullah şehid edilince Rasûlullah (s.a.v) oturup onlara ağladı, çok üzüldüğü her hâlinden anlaşılıyordu.”[29]

2.2. Ümmü Eymen (r.a)

Ümmü Eymen, Ümmü Üsâme ve Ümmü’z-Zabâ künyeleriyle anılırdı. Habeş asıllıdır. Abdülmuttalib’in kölesi idi, onun vefatında oğlu Abdullah’a veya gelini Âmine’ye mîras kaldı, onlardan da Peygamber Efendimiz’e intikāl etti. Rasûlullah (s.a.v) doğduğunda Ümmü Eymen onu emzirdi, dadılığını yaptı, annesiyle Medîne’ye dayılarını ziyarete giderken o da beraberlerinde idi. Dönüş yolunda Âmine Hâtun, Ebvâ’da vefat edince Efendimiz’i Mekke’ye Ümmü Eymen getirdi.

Ümmü Eymen (r.a) “Küçüklüğünde de büyüdüğü zaman da Rasûlullah (s.a.v)’in açlıktan ve susuzluktan şikâyet ettiğini hiç görmedim” demiştir.[30]

Rasûlullah (s.a.v) Hz. Hatîce ile evlendiğinde Ümmü Eymen’i âzâd etti. O da Ubeyd b. Zeyd el-Hazrecî ile evlendi. Onların bu evliliğinden Eymen isimli oğulları dünyaya geldi. Ona nisbetle Ümmü Eymen künyesini aldı. Bir müddet sonra kocası öldü. Peygamberliğin gelişinden kısa bir müddet sonra Rasûlullah’ın âzâd ettiği Zeyd b. Hârise ile nikâhlandı. Bu evliliğinden de oğlu Üsâme doğdu.

Rasûlullah (s.a.v) Ümmü Eymen’e çok değer verirdi. Çünkü dedesi ve babasından kalma bir yâdigâr idi. İslâm’ın ilk günlerinde İslâm’a girmişti. Bu sebeple Efendimiz (s.a.v) onu sık sık ziyâret eder ve kendisine “Anne” diye hitâb ederdi. “Annemden sonra annem, bu benim ev halkımdan sağ kalan tek kişidir” diyerek ona iltifât eder, kendisine derin bir hürmet ve muhabbet beslediğini izhar ederdi.[31]

2.2.1. Hicreti

Peygamber Efendimiz (s.a.v) kendisi hicret ettikten sonra Zeyd b. Hârise ile Ebû Râfiʻi Mekke’ye göndererek geride kalan âilesiyle birlikte Ümmü Eymen ve oğlu Üsâme’yi de Medîne’ye getirtti.

Rivayete göre Ümmü Eymen (r.a) hicret ettiği esnâda yolda oruç tutuyordu. Akşam olduğunda çok susamıştı. Ancak yanında su yoktu. Susuzluk canına tak etmişti. O esnâda semâdan önüne bir kova indi. Kova beyaz bir ipe bağlanmış, içi de su doluydu. Ümmü Eymen (r.a) onu alıp kana kana içti.

Kendisi der ki: “O suyu içtikten sonra bir daha hiç susuzluk çekmedim. Oruçluyken öğle sıcağında dışarı çıkardım da susamazdım. Çok sıcak günlerde oruç tutardım da yine susamazdım.”[32]

Diğer bir rivâyete göre Ümmü Eymen (r.a) Allah’a ve Rasûlü’ne hicret etmek üzere yola çıkmıştı. Oruçluydu. Yanında ne yiyecek ne binek ne de su kabı vardı. Tihâme çöllerinin şiddetli sıcağı altında yol alıyordu. Açlıktan ve susuzluktan ölmek üzereydi. İftar vakti geldiğinde başının üzerinde bir hışırtı işitti. Başını kaldırdığında beyaz bir iple asılmış bir kova gördü.

Hâdisenin devamını kendisi şöyle anlatır: “Kovayı aldım, kanıncaya kadar içtim, ondan sonra artık bir daha susamadım.”

O günden sonra Ümmü Eymen (r.a) susayabilmek için kızgın güneşin altında oruç tutar, Kâbe’yi tavaf ederdi ancak yine de susuzluk hissetmezdi. Bu durum ölünceye kadar böyle devam etti.[33]

2.2.2. Gazvelerdeki Hizmetleri

Ümmü Eymen (r.a) Rasûlullah (s.a.v) ile birlikte Uhud Gazvesi’ne katıldı, orada askerlere su dağıttı, yaralananları tedavi etti, müslümanlar bozguna uğradığında onları cesaretlendirerek tekrar savaşa teşvik etti. Bazı sahâbî kadınlarla birlikte Hayber Gazvesi’ne de katıldı. Bu sebeple kendisine ganimetlerden pay verildi. Yine evlatları Eymen ve Üsâme ile birlikte Huneyn Gazvesi’ne iştirak etti. Peygamber Efendimiz’in etrafında durup onu muhafaza edenlerden biri olan oğlu Eymen bu gazvede şehîd oldu. Mûte’ye giden orduya kumandan tâyin edilen kocası Zeyd b. Hârise de bu savaşta şehâdet şerbetini içti (8/629).

Ümmü Eymen (r.a) konuşurken peltek “se”leri sîn gibi telaffuz ederdi. Yine “Selâmullâhi aleyküm” ifâdesini bir türlü söyleyemediğinden Rasûlullah (s.a.v) onun yerine kısaca “selâm” diyebileceğini söylemişti. Halîfe Hz. Ömer (r.a) vefat ettiğinde Ümmü Eymen (r.a) “İslâm bugün zayıfladı” diye ağlayıp gözyaşı dökmüştü.[34]

Onun hayatı bir destan idi. Hayatın acılarına uzun müddet sabrettiği gibi insanlık târihinde bir benzerine daha rastlamanın mümkün olmadığı muazzam lütuflara da mazhar oldu. Köleliğin acısını tattığı gibi Rasûlullah (s.a.v) tarafından maddî ve mânevî hürriyete kavuşturulmanın târifsiz hazzına da kavuştu. Allah’ın Rasûlü’ne anne olma ve onun tarafından çok sevilme şerefine nâil oldu. Allah’ın dinini yaymak için âilece cihâdlara katıldı. Göz bebeği evlâdını Allah’ın Peygamberi’nin önünde şehîd vermenin haklı gururunu yaşadı. Allah Rasûlü’nün en sevdiği insanla evlenme saadetine erdiği gibi bu en değerli kocayı Allah yolunda çöllerde cihâd ederken şehîd vermenin ağır bir acıyla karışık şerefini iliklerine kadar hissetti. Allah uzun ömür verdi, Hz. Ömer’in adâletinin saadetini ve şehâdetinin hüznünü yaşadı. Allah şefaatine nâil eylesin.

֎

Rasûlullah (s.a.v)’in vefâtından sonra Ebû Bekir (r.a) Hz. Ömer’e:

“–Haydi kalk, Ümmü Eymen’e gidelim, Rasûlullah’ın yaptığı gibi biz de onu ziyâret edelim” dedi. Yanına vardıklarında Ümmü Eymen (r.a) ağlamaya başladı. Onlar:

“–Niçin ağlıyorsun? Rasûlullah (s.a.v) için Allah katındaki nîmetlerin çok daha hayırlı olduğunu bilmiyor musun?” dediler. Ümmü Eymen (r.a):

“–Ben onun için ağlamıyorum. Allah katındaki nîmetlerin Peygamber Efendimiz Efendimiz için elbette daha hayırlı olduğunu biliyorum. Ben vahyin kesilmiş olmasına ağlıyorum” dedi.

Allah’tan gelen vahye, katıksız ilme olan hasretini ifâde eden bu sözleriyle Hz. Ebû Bekir ve Ömer’i de duygulandırdı, onunla birlikte onlar da ağlamaya başladılar.[35]

2.3. Üsâme b. Zeyd (r.a)

Yaklaşık olarak biʻsetin (Rasûlullah (s.a.v)’in peygamber olarak gönderilişinin) 4. yılında yani milâdî 614 senesinde Mekke’de dünyaya geldi. Rasûlullah (s.a.v), anne ve babasını olduğu gibi Üsâme’yi de küçüklüğünden beri çok severdi. Bir dizine onu, diğerine de torunu Hz. Hasan’ı oturtarak “İlâhî ben bunları seviyorum sen de sev” diye Allah’a duâ ederdi.[36]

Hakîm b. Hizâm müslüman olmadan önce Rasûlullah’a Yemen hükümdarlarından Seyf b. Zîyezen’e ait güzel bir elbiseyi hediye etmek istemişti. Rasûlullah (s.a.v) müşriklerden hediye kabul etmediğini söyleyerek onu 50 dinara satın aldı. Sadece bir cuma günü giydikten sonra Üsâme’ye hediye etti.[37] Bu vaziyet Allah Rasûlü’nün onu ne kadar çok sevdiğinin bâriz bir alâmetidir.

Üsâme (r.a) Hibbü Rasûlillah (Rasûlullah’ın çok sevdiği kişi) veya babasından dolayı أُسَامَةُ الْحِبُّ بْنُ زَيْدٍ[38] veya اَلْحِبُّ ‌بْنُ ‌الْحِبِّ[39] el-Hibbü ibnü’l-Hib (Sevgilinin oğlu Sevgili) diye şöhret kazanmıştır.

Zeyd (r.a) beyaz tenli olduğu hâlde Habeşî bir anneden doğan Hz. Üsâme’nin koyu esmer oluşu sebebiyle bazı münafıklar nesebi hakkında dedikodu yapmışlardı. O günlerde Medîne’ye gelen meşhur kâif Mücezziz el-Müdlicî, yanyana uyuyan Zeyd ile Üsâme’nin örtünün dışına çıkmış ayaklarına bakarak, kim olduklarını da bilmeden, “Bu ayaklar birbirindendir” demişti. Peygamber Efendimiz (s.a.v) bunu duyunca çok sevindi. Zira bu dedikodu, münafıkların da güvendiği bir bilirkişinin sözleriyle ortadan kalkıvermişti.[40]

2.3.1. Cihâd Aşkı

Allah Rasûlü (s.a.v) yaşının küçüklüğü sebebiyle Üsâme’nin Uhud Gazvesi’ne iştirak etmesine müsâade etmedi. Üsâme (r.a) buna çok üzüldü ve ağladı.

Bir sene sonra Hendek Gazvesi’ne giderken yine geri çevrilme korkusuyla boyunu uzun göstermeye gayret ederek Efendimiz’in yanına geldi. Allah Rasûlü (s.a.v) onun bu iştiyâkı karşısında kendisine şefkat göstererek gazâya çıkmasına müsâade etti.

Üsâme (r.a) Mûte Seferi’nde babası Zeyd b. Hârise’nin sancağı altında cihâd ediyordu (8/629). Bu esnâda henüz 18 yaşını doldurmamıştı. Babasının şehâdete yürüyüşüne bizzat şâhit oldu. Ancak o durmadı, babasından sonra Caʻfer b. Ebû Tâlib, Abdullah b. Revâha ve Hâlid b. Velîd kumandasında cihâda devâm etti.

Üsâme (r.a) Mekke fethedilince Peygamber Efendimiz’le birlikte Beytullah’ın içine girdi.

İbn Ömer (r.a) şöyle anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v) Fetih günü Mekke’nin yukarı kısmından devesinin üzerinde olduğu hâlde ilerledi. Terkisinde Üsame b. Zeyd (r.a) vardı. Bilâl (r.a) ile Kâbe’nin hâciblerinden Osman b. Talha da beraberindeydi. Mescid-i Haram’da devesini ıhtırdı. Osman’a Kâbe’nin anahtarını getirmesini emretti. Osman annesine gitti. Ancak kadın anahtarı vermekten çekindi. Osman:

“–Vallahi ya anahtarı verirsin ya da şu kılıç belimden çıkacaktır” dedi.

Kadın anahtarı verdi, Osman onu Rasûlullah’a getirdi. Allah Rasûlü (s.a.v) Beytullah’a girdi. Onunla birlikte Üsame, Bilâl ve Osman da girdiler. Gündüz vakti Kâbe’nin içinde uzun müddet kaldı, sonra çıktı. İnsanlar içeri girmek için hücum ettiler. Abdullah b. Ömer (r.a) ilk giren kimseydi. İçeri girer girmez Hz. Bilâl’i kapının arkasında ayakta duruyor buldu ve ona:

“–Rasûlullah (s.a.v) nerede namaz kıldı?” diye sordu. Bilâl (r.a) Efendimiz’in namaz kıldığı yeri işaret etti.

Abdullah (r.a) sonraları: “Kaç rekât kıldığını sormayı unuttum” diye hayıflanırdı.[41]

Üsâme (r.a) Huneyn Gazvesi’nin başlarında yaşanan bozgunda kaçmayıp Allah Rasûlü’nün etrâfında kalan az sayıdaki sahâbîler arasında idi.

Vedâ Haccı’nda Bilâl-i Habeşî ile birlikte Peygamber Efendimiz’in yanındaydı. Bilal-i Habeşî devenin yularını tutuyor, Üsâme de ihramını Allah Rasûlü’nün başının üzerine kaldırarak onu güneşten koruyordu.[42]

Peygamber Efendimiz’in Mekke fethinde olduğu gibi daha birçok seferde Üsâme’yi devesinin terkisine bindirdiği rivâyet edilir. Bu da Rasûlullah’ın ona duyduğu muhabbetin bir alâmetidir.[43] Bu sebeple ona “Ridf” (اَلرِّدْفُ) de denilmiştir.[44]

2.3.2. Âilesi

Üsâme (r.a) siyah tenli, akıllı, zekî, iffetli, takvâ sâhibi biriydi. Gayet mütevâzı ve ihlâslı idi. İnsanları seven ve herkes tarafından sevilen bir zât idi. Hak bildiği şeyi hiç çekinmeden söylerdi. Altı defa evlendi. Bunların ikisine Rasûlullah (s.a.v) aracılık etti. Bu evliliklerden birçok çocuğu dünyaya geldi.[45]

Fâtıma binti Kays (r.a)şöyle anlatır: Allah Rasûlü’ne geldim ve:

“–Ebü’l-Cehm ve Muâviye b. Ebû Süfyân beni istiyorlar (ne dersiniz)?” dedim. Rasûlullah (s.a.v):

“–Muâviye’nin malı yoktur, fakirdir. Ebü’l-Cehm ise sopasını omuzundan indirmez” buyurdu.[46]

Müslim’in bir rivâyetinde “Ebu’l-Cehm kadınları çokca döven biridir” ifadesi bulunmaktadır.

Rasûlullah (s.a.v) kendisiyle evlenmek isteyen Muâviye ve Ebü’l-Cehm hakkında bildiklerini Fâtıma binti Kays’a açıkça söylemiştir. Onun bu sözleri, bir evlilik yapıp yuva kurmadan önce istişâre eden kişiye adaylar hakkında bildiklerini herhangi bir karalama gayesi olmadan söylemenin gıybet olmadığını gösterir. Böyle yapılmadığı takdirde kendisine fikir danışılan kimse yalan söylemiş veya hakîkati gizlemiş olur ki her ikisi de haramdır.

Rasûlullah (s.a.v) Fâtıma ile evlenmek isteyen bu iki kişi hakkında bildiklerini açıkça söyledikten sonra ona Üsâme b. Zeyd ile evlenmesini tavsiye etti. Fâtıma önce istemedi ama sonunda Efendimiz’in arzusu üzerine evlenmeyi kabul etti. Neticede kendisi bu evlilikten çok memnun kaldı ve Üsâme b. Zeyd’in olgunluğuna hayran kaldığını itiraf etti.

2.3.3. Kalbini Yarıp da Baktın mı?

Üsâme (r.a) hicrî 8. senenin Safer ayında (Haziran 629) Gālib b. Abdullah kumandasında Fedek civarındaki Mürre kabilesine gönderilen 200 kişilik seriyyede yer aldı. Savaş esnâsında Benî Mürre’nin müttefîki Cüheyneli Mirdâs b. Nehîk’ı “lâ ilâhe illallah” dediği hâlde, bunu can korkusuyla söylediğini düşünerek öldürdü. Bu hâdiseyi işiten Rasûlullah (s.a.v) Üsâme’yi çağırıp neden böyle yaptığını sordu. Onun ölümden kurtulmak için “lâ ilâhe illallah” dediğini söyledi. Rasûlullah (s.a.v) “Kalbini yarıp da baktın mı?” buyurarak yanlış yaptığını ifade etti. Üsâme (r.a) böyle bir hatâ yaparak Allah Rasûlü’nü üzdüğünden dolayı kendini affedemedi ve “Keşke daha önce değil de bugün müslüman olsaydım” dedi.[47]

Peygamber Efendimiz’in Üsâme’yi çok sevdiğini bilen bazı sahâbîler mühim gördükleri işlerinin halli için onu aracı olarak gönderirlerdi. Rasûlullah (s.a.v) meşru istekleri zaten her zaman kabul ederdi ancak İslâm’a uymayan bir talebi en sevdiği kimse bile olsa kabul etmesi mümkün değildi. Nitekim bir defasında hırsızlık yapan bir kadının cezasının uygulanmaması için Hz. Üsâme’yi ricâcı gönderdiklerinde bunu kabul etmedi. “Allah’ın hükümlerinden birinin tatbik edilmemesini istemek için mi geldin?” diye Üsâme’ye sitem etti. Kendi kızı Fâtıma dahi aynı suçu işlemiş olsa Allah’ın koyduğu cezayı mutlaka tatbik edeceğini söyledi. Üsâme (r.a) Allah Rasûlü’nün karşısında çok mahcûb oldu, yaptığına çok pişman olup üzüldü ve kendisini bu duruma düşürenlere de fenâ hâlde kızdı.[48]

2.3.4. Genç Kumandan

Rasûlullah (s.a.v) 11. senenin Safer ayında (Mayıs 632) Sûriye bölgesine göndermek üzere bir ordu hazırlayıp Üsâme b. Zeyd’i kumandan tayin etti. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer gibi sahâbîler de emri altındaydı. Buna “Üsâme Ordusu” denir. Üsâme (r.a) Medîne dışındaki Curf mevkiinde karargâhını kurdu. Bu esnâda Peygamber Efendimiz’in hastalığı ağırlaştı. Bazı insanlar Hz. Ebû Bekir ve Ömer gibi sahâbîler varken âzatlı bir kölenin genç ve tecrübesiz oğlunun kumandan tayin edilmesini tenkid etmeye başladılar. Bunu işiten Rasûlullah (s.a.v) mescide çıktı, Zeyd b. Hârise’yi Mûte Savaşı için kumandan tayin edişini hatırlatarak:

“Daha önce onun babasını kumandan tayin etmeme de karşı çıkmıştınız. Babası kumandanlığa nasıl lâyıksa oğlu da aynı şekilde lâyıktır” buyurdu.[49]

Allah Rasûlü’nün Mûte’de şehîd edilenlerin intikamını almak için hazırladığı bu ordu onun vefatı sebebiyle hareket edemedi. Üsâme (r.a) Hz. Ali ile birlikte Allah Rasûlü’nün yıkanıp kefenlenmesiyle meşgul oldu.

Hz. Ebû Bekir halîfe olunca ilk icraatı Peygamber Efendimiz’in hazırladığı bu orduyu yola çıkarmak oldu (1 Rebîülâhir 11 / 26 Haziran 632).

İslâm ordusu tekrar Curf’ta toplanınca Üsâme (r.a) Hz. Ömer’i Hz. Ebû Bekir’e gönderdi ve orduda kumandanlığından rahatsız olanların bulunduğunu, bu sebeple Medîne’ye dönmek istediğini söyledi. Ebû Bekir (r.a) ise Rasûlullah’ın kumandan tayin ettiği bir kişiyi aslâ vazîfeden almayacağını bildirip Curf mevkiindeki karargâha geldi. Orduyu yola çıkarıp bir müddet yanlarında yürüdü. Ebû Bekir (r.a) yaya yürüyor, genç kumandan Üsâme (r.a) ise at sırtında gidiyordu. Abdurrahman b. Avf da Hz. Ebû Bekir’in bineğini çekiyordu. Bu durumdan rahatsız olan Üsâme (r.a):

“–Ey Allah Rasûlü’nün Halifesi, yâ siz de binin ya ben de ineyim” dedi.

Hz. Ebû Bekir (r.a) buna şu güzel cevâbı verdi:

“–Vallahi ne sen ineceksin ne de ben bineceğim. Şu ayaklarımı bir müddet Allah yolunda tozlandırsam ne zararım olur? Çünkü Allah teâlâ kendi yolunda cihâda çıkan gâzînin her adımına yedi yüz sevap yazar, onu yedi yüz derece yükseltir ve yedi yüz hatasını da siler.”

Sonra Halîfe, genç kumandanı Üsâme’den Hz. Ömer’e müsâade ederek Medîne’de kendisine yardımcı bırakmasını ricâ etti, o da izin verdi.[50]

Üsâme ordusu 40 veya 70 gün süren vazifesini yapıp Medîne’ye döndüğünde büyük bir sevinçle karşılandı. Sahâbe-i kirâmın itiraz etmesine rağmen Hz. Ebû Bekir’in o kritik dönemde Üsâme ordusunu Suriye’ye göndermesi çok yerinde bir karar olmuştu. Müslümanlara saldırmak isteyen kabileler onların gücünü görerek geri çekildiler. Bu seferin mühim vasıflarından biri de müslümanların Sûriye istikâmetine akın tarzında yaptıkları askerî hareketlerin ilki olmasıdır.

Hz. Ömer (r.a) bu sefere katılamamıştı ancak sonraki dönemlerde Üsâme’ye hep “Kumandanım!” diye hitâb etmekten zevk alırdı. Zira birkaç gün de olsa onun kumandası altında bulunmuştu. Divan teşkilâtını kurup herkese vereceği atıyyenin miktarını tayin ederken Üsâme b. Zeyd’e 4000, kendi oğlu Abdullah’a ise 3000 dirhem veya Üsâme’ye 3500, Abdullah’a da 3000 dirhem tahsis etmişti. Abdullah babasının bu taksîmine îtirâz ederek:

“–Üsâme’yi niçin benden üstün tutuyorsun? O benden daha çok savaşa katılmadı ki!” demişti.

Ömer (r.a) Allah Rasûlü’ne olan engin muhabbetini ve ittibâ hırsını gösteren şu cevâbı verdi:

“–Oğlum! Rasûlullah (s.a.v) Üsâme’nin babasını senin babandan, Üsâme’yi de senden daha çok severdi. İşte bu sebeple Rasûlullah’ın sevdiğini kendi sevdiğime tercih ettim.”[51] 

Allah Rasûlü’nün vefatından sonra bir müddet Dımaşk’a bağlı Mizze’de kalan Üsâme (r.a) daha sonra Vâdilkurâ’da ve Medîne’de ikāmet etti. Hz. Muâviye’nin halîfeliği döneminde Curf’ta vefat etti (54/674).[52]

2.3.5. Rivâyetleri

Üsâme b. Zeyd (r.a) 128 hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Bunların bir kısmını buraya kaydedelim:

Üsâme b. Zeyd (r.a)şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) bizi Cüheyne kabilesinin Huraka kolu üzerine göndermişti. Sabahleyin onlar sularının başında iken üzerlerine hücum ettik. Ben ve Ensâr’dan bir kişi onlardan bir adama ulaştık. Biz onun üzerine yürüyünce adam: “Lâ ilâhe illallah” (Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur) dedi. Bunun üzerine Ensâr’dan olan arkadaşım ona hücumdan vazgeçti, ben ise mızrağımı saplayıp adamı öldürdüm. Medîne’ye gelince bu hâdise Peygamber Efendimiz’in kulağına gitti ve bana:

“–Ey Üsâme! «Lâ ilâhe illallah» dedikten sonra adamı öldürdün mü?” buyurdu. Ben:

“–Yâ Rasûlallah! O bu sözü sadece canını kurtarmak için söyledi” dedim. Rasûlullah (s.a.v) tekrar:

“–«Lâ ilâhe illallah» dedikten sonra adamı öldürdün mü?” diye tekrar sordu ve bu sözü o kadar çok tekrarladı ki ben daha önce İslâm’a girmemiş olmayı bile temennî ettim.[53]

Bu hâdiseyle ilgili Müslim’in bir rivâyeti de şöyledir: Rasûlullah (s.a.v):

“–Adam «Lâ ilâhe illallah» dedi ve sen de onu öldürdün öyle mi?” buyurdu. Ben:

“–Yâ Rasûlallah! O bu sözü sadece silahtan korktuğu için söyledi” dedim. Rasûlullah (s.a.v):

“–Kalbini yarıp baktın mı ki bu sebeple söyleyip söylemediğini bilesin?” buyurdu.

Bu sözlerini o kadar çok tekrarladı ki ilk defa o gün İslâm’a girmiş olmayı temennî ettim.[54]

֎

Cündeb b. Abdullah’tan (r.a) rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v) müşriklerden bir kavme askerî bir birlik göndermişti. Müslüman askerler müşriklerle karşılaştılar. Müşriklerden biri müslüman askerlerden istediğine saldırıp öldürüyordu. Müslüman bir asker de onun boş bulunduğu bir anı gözlüyordu. Biz aramızda bu müslümanın Üsâme b. Zeyd olduğunu konuşurduk. Üsâme kılıcını çekip de o müşriği öldüreceği esnâda o “Lâ ilâhe illallah” dedi, fakat Üsâme onu yine de öldürdü. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e müjdeci geldi. Peygamber Efendimiz ona ordunun durumunu sordu. O da olup bitenleri anlattı. Hatta o adamın durumunu ve Üsâme’nin ona ne yaptığını da anlattı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) Üsâme’yi çağırarak:

“–Adamı niçin öldürdün?” diye sordu. Üsâme:

“–Yâ Rasûlallah! O adam müslümanlara çok zarar verdi, falanı ve falanı şehîd etti” diyerek bir kaç kişinin ismini zikretti. Sonra şöyle devam etti:

“–Ben de onun üzerine yürüdüm, kılıcı görünce «Lâ ilâhe illallah» dedi.”

Rasûlullah (s.a.v):

“–Böyle diyen adamı öldürdün mü?” buyurdu. O “Evet” dedi. Rasûlullah (s.a.v):

“–«Lâ ilâhe illallah» kıyamet günü karşına çıktığında ne yapacaksın?” dedi. Üsâme (r.a):

“–Yâ Rasûlallah, benim için Allah’a istiğfâr ediver!” dedi. Rasûl-i Ekrem Efendimiz durmadan:

“–«Lâ ilâhe illallah» kelimesi kıyamet günü karşına çıktığında ne yapacaksın, söyle? «Lâ ilâhe illallah» sözü kıyamet günü karşına çıktığında ne yapacaksın?” diyor başka bir söz söylemiyordu.[55]

Bu hadîsle bundan önceki Üsâme rivâyetinin aynı hâdisenin farklı anlatımları olduğu anlaşılmaktadır.

֎

Hz. Âişe vâlidemizin anlattığına göre Mahzûm Oğulları kabilesinden hırsızlık yapan bir kadının durumu Kureyşlileri pek üzmüştü. “Bu konuyu Rasûlullah (s.a.v) ile kim görüşebilir?” diye konuştular. Bazıları:

“–Buna Rasûlullah’ın sevgilisi Üsâme b. Zeyd’den başka kimse cesaret edemez” dedi.

Üsâme (r.a) onların istekleri istikametinde Peygamber Efendimiz’le konuştu. Rasûlullah (s.a.v)Üsâme’ye:

“–Allah’ın koyduğu cezalardan birinin tatbik edilmemesi için aracılık mı ediyorsun?” buyurdu. Sonra da kalkıp bir konuşma yaptı ve şöyle buyurdu:

“Sizden önceki milletlerin helâk olmasına sebep, içlerinden soylu biri hırsızlık yapınca ona dokunmayıp, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca ona ceza vermeleriydi. Allah’a yemin ederim ki Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı onun da elini keserdim.”[56]

Bu hâdiseyle ilgili Buhârî’nin diğer bir rivâyeti de şöyledir: Allah Rasûlü’nün yüzü renkten renge girdi ve:

“–Allah’ın koyduğu cezalardan birinin tatbik edilmemesi için aracılık mı ediyorsun?” buyurdu. Bunun üzerine Üsâme (r.a):

“–Allah’a benim için istiğfâr ediver yâ Rasûlallah” dedi.

Sonra Rasûlullah (s.a.v) bu kadının elinin kesilmesi için emir verdi ve onun eli kesildi.[57]

֎

Hazret-i Üsâme (r.a) sabah namazının iki rekât sünnetini kılmıştı. Rasûlullâh (s.a.v) de ona yakın bir yerde hafifçe iki rekât kılıp oturmuştu. Üsame (r.a) Efendimiz (s.a.v)’in üç defa şöyle dua ettiğini işitti:

اَللّٰهُمَّ رَبَّ جِبْرِيلَ وَإِسْرَافِيلَ وَمِيكَائِيلَ ومُحَمَّدٍ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم أعُوذُ بِكَ مِنَ النَّارِ

“Ey Cebrail’in, İsrafil’in, Mikail’in ve Nebî Muhammed’in Rabbi olan Allah’ım! Cehennem ateşinden sana sığınırım.”[58]

Efendimiz’in bilhassa bu melekleri zikretmesi, onlar ile tevessül ettiği mânâsına gelir. Yani sanki Rasûlullâh (s.a.v):

“Allah’ım senden Cebrail, İsrafil ve Mikail vesilesiyle istiyorum” demiş gibidir.

֎

Bir kişi Üsâme b. Zeyd’e:

“–Hz. Osman’ın yanına gidip kendisiyle konuşsan olmaz mı?” dedi.

Üsâme (r.a) şöyle cevap verdi:

“–Sizin işittiklerinizden başka onunla konuşmadığımı mı zannediyorsunuz? Vallahi ben onunla başbaşa konuştum. İlk defa başlatmış olmayı hiç istemediğim bir fitneye sebep olmadan bu işi yaptım. (Yani idâreciye, herkesin içinde açıkça itiraz etme işini ilk başlatan olmayı hiç istemem.)

Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’i şöyle buyururken işittim:

“Kıyamet günü bir adam getirilir ve Cehennem’e atılır. Bağırsakları dışarı çıkar ve bu hâlde değirmen döndüren merkeb gibi döner durur. Cehennem halkı onun başına toplanarak:

«–Ey filân sana ne oldu, sen iyiliği emredip kötülükten nehyetmez miydin?» diye sorarlar. O da:

«–Evet, ben iyiliği emrederdim fakat kendim yapmazdım, münkerden nehyederdim fakat kendim yapardım» der.”

Bunu işittikten sonra artık bana âmir olacak hiç bir kimse için «Bu insanların en hayırlısıdır» demiyorum.”[59]

İdârecilere karşı edepli davranmak, lûtufla muâmele etmek, onları gizlice uyarmak ve gizlice nasihat etmek, halkın durumunu onlara bildirerek gerekli tedbirleri almalarını sağlamak lâzımdır. Buna imkân bulunamazsa açıktan îkâz edilebilir.

Hz. Üsâme’den istenilen şey Hz. Osman’ın yanına girerek insanlar arasında yayılan fitne ve bu fitneyi söndür­menin çâreleri hakkında onunla konuşmasıydı. Üsâme (r.a) ashabın bu isteğine karşı “Siz benim Hz. Osman’la yalnız sizin huzurunuzda konuştuğumu sanıyorsunuz. Ben onunla bu hususu alenen konuşup yeni bir fitne kapısı açmaktansa, ikimiz arasında gizlice konuştum” cevâbını vermiştir. Allah Rasûlü’nden rivâyet ettiği hadîs-i şerîfle de “kötülükten men ederken fitneyi körüklememek lâzım geldiği” hususuna işaret etmiştir. Çünkü bir kimsenin âmirine karşı âşikâre itirazda bulun­ması, İslâm birliğinin ve müslüman toplumunun dağılmasına ve fitnenin daha çok büyümesine sebep olur.

֎

Üsâme b. Zeyd (r.a) şöyle anlatır: Birgün:

“‒Yâ Rasûlallah! Hiçbir ayda Şâban ayındaki kadar oruç tuttuğunuzu görmüyorum?” diye sordum. Şöyle buyurdular:

“‒O ay, Receb ile Ramazan arasında insanların kendisinden gâfil kaldığı bir aydır. O, kendisinde amellerin Âlemlerin Rabbi’ne yükseltildiği bir aydır. Ben de amellerimin oruçlu iken yükseltilmesini istiyorum.”[60]

֎

Üsâme b. Zeyd (r.a) Rasûlullah (s.a.v)’inşöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

“Cennetin kapısında durdum, oraya girenlerin çoğunluğu dünyada bir şeyi olmayan yoksullardı. Zenginler ise hesaba çekilmek için alıkonulmuşlardı ancak onlardan cehennemlik olanların cehenneme gönderilmesi emredilmişti.”[61]

֎

Üsâme b. Zeyd (r.a), Allah Rasûlü’nünşöyle buyurduğunu nakletmiştir:

“Kendisine iyilik yapılan bir kişi iyiliği yapan kimseye «cezâkellâhü hayran» (Allah seni hayırla mükâfatlandırsın) derse ona en güzel şekilde teşekkür etmiş olur.”[62]

֎

Üsâme b. Zeyd’in bildirdiğine göre Nebî (s.a.v) müslüman, müşrik (puta tapan) ve yahûdî fertlerden oluşan bir topluluğa rastlamış ve onlara selâm vermiştir.[63]

İslâm âlimleri bunu şöyle îzâh ederler: Böyle meclislere selâm verilirken sadece orada bulunan müslümanlara niyet edilir. Yoksa orada bulunan müşrik ve kitap ehline selâm verilmez. Çünkü Peygamber Efendimiz’in içlerinde bir mü’min olmayan bir kâfirler topluluğuna selâm verdiği hiç görülmemiştir.

֎

Üsâme’den nakledildiğine göre Peygamber Efendimiz (s.a.v)şöyle buyurmuşlardır:

“Bir yerde bulaşıcı hastalık zuhûr ettiğini işittiğiniz vakit oraya girmeyin. Bulunduğunuz bölgede bulaşıcı bir hastalık zuhûr ederse oradan da çıkmayın.”[64]

֎

Abdullah b. Dînâr’ın anlattığına göre bir gün Abdullah b. Ömer (r.a) Mescid’de iken Mescid’in bir tarafında ihramını yerde sürüyerek yürüyen birini gördü:

“−Bak, şu kimdir? Keşke o kimse yanımda olsa (da ona nasihat etsem)” dedi.

Orada bulunan biri ona:

“−Ey Ebû Abdurrahmân onu tanımıyor musun? O, Üsâme b. Zeyd’in oğlu Muhammed’dir” dedi.

Abdullah b. Ömer (r.a) bir müddet ba­şını öne eğdi, elleriyle yeri karıştırdı ve sonra da şöyle dedi:

“−Eğer Allah Rasûlü (s.a.v) onu görseydi muhakkak severdi.”[65]

Peygamber Efendimiz’i çok yakından takip eden Abdullah (r.a) onun Zeyd’i ve âilesini çok sevdiğini biliyordu. Bu sebeple Zeyd’in torunu olan bu zâtı da mutlaka seveceğini söyledi.

{

Üsâme b. Zeyd’in nakline göre Peygamber Efendimiz (s.a.v) onu ve Hz. Ali’nin oğlu Hasan’ı kucağına alarak:

“Yâ Rabbi sen bunları sev, çünkü ben bunları seviyorum” diye duâ ederdi…

Üsâme b. Zeyd’in âzâdlısı Harmele, İbn Ömer’le birlikte bulunduğu sırada Mescid’e Haccâc b. Eymen girip namaz kılmıştı. (Eymen, Üsâme b. Zeyd’in ana-bir kardeşi idi ve Ensâr’dan bir zâttı.) Haccâc rukû ve secdelerini tam yapmamıştı. Bunun üze­rine İbn Ömer (r.a) ona:

“−Namazını tekrar kıl!” dedi. Haccâc dönüp giderken İbn Ömer (r.a) bana:

“−Kim bu?” diye sordu. Ben de:

“−Ümmü Eymen’in oğlu Eymen’in oğlu Haccâc’dır” de­dim.

Bunun üzerine İbn Ömer:

“−Eğer Rasûlullah (s.a.v) onu görseydi muhakkak severdi” dedi ve Peygamber Efendimiz’in Üsâme’ye ve Ümmü Eymen’in evlâtlarına olan muhabbetinden bahsetti.[66]

֎

İmam Abdurrahman el-Evzaʻî şöyle anlatır:

Üsame b. Zeyd’in kızı (Fâtıma), Halife Ömer b. Abdilaziz’in huzuruna girdi. Çok yaşlı olduğu için bir hizmetkârı elinden tutarak kendisine yardımcı oluyordu. Onu gören halife yerinden kalktı, yanına geldi, elbisesinin bir tarafıyla onun elini tuttu ve götürüp onu kendi makāmına oturttu. Kendisi de ona hürmeten önünde yere oturdu. Sonra da ne gibi ihtiyaçları varsa hepsini yerine getirdi.[67]

Ömer b. Abdülaziz (r.a) âlim bir halîfe idi. Peygamber Efendimiz’in bu âileyi çok sevdiğini biliyordu. Allah Rasûlü’ne muhabbeti sebebiyle onlara bu derece hürmet ve hizmet ediyordu.

2.4. Ümmü Külsûm binti Ukbe (r.a)

Babası azılı müşriklerden Ukbe b. Ebî Muʻayt, annesi ilk müslümanlardan Ervâ binti Küreyz’dir. Ervâ (r.a) Hz. Osman’ın da annesi olduğundan Ümmü Külsûm onunla anne bir kardeştir. Ümmü Külsûm (r.a) Mekke’de hicretten önce Allah Rasûlü’ne beyʻat etmişti. Hudeybiye Musâlahası’ndan sonra âilesinin muhalefetine rağmen bir gece Medîne-i Münevvere’ye hicret için yola çıktı. Bineği yoktu yürüyordu. Bu cesaretinden dolayı “âilesi yanında olmadan hicret eden tek Kureyşli kadın” ve “Rasûlullah’tan sonra ilk hicret eden hanım” vasıflarını kazandı. Kardeşleri Velîd ile Umâre peşinden Medîne’ye gelerek onu Mekke’ye götürmek istediler. Hudeybiye Sulhü’nde yer alan, “Medîne’ye gelen Mekkeliler’in iade edileceği” maddesine istinâd ediyorlardı. Rasûlullah (s.a.v) kadınların bu maddeye dâhil olmadığını bildirdi. O esnâda Ümmü Külsûm hakkında âyetler nâzil oldu (el-Mümtehine 10-11).

İmtihan neticesinde samimiyetle hicret ettiği ortaya çıkan mü’min bir kadının iâde edilemeyeceği beyan edildi.[68]

Ümmü Külsûm (r.a) Medîne’ye yerleşince Allah Rasûlü’nün âzâd ettiği Zeyd b. Hârise ile evlendi. Zeyd (r.a) Mûte’de şehîd düşünceye kadar evli kaldılar.

Kocasının şehâdetinden sonra Ümmü Külsûm (r.a) Zübeyr b. Avvâm ile evlendi. Bu evlilikten Zeyneb isimli kızı doğdu. Ancak anlaşmazlık sebebiyle bir müddet sonra boşandılar.

Bundan sonra Ümmü Külsûm, Abdurrahman b. Avf (r.a) ile evlendi. Bu izdivacdan da iki meşhur muhaddis İbrâhim ile Humeyd dünyaya geldiler.

Abdurrahman b. Avf’ın vefatından (32/652) birkaç sene sonra Ümmü Külsûm, Amr b. Âs (r.a) ile evlendi. Bu izdivacdan bir ay sonra vefat etti.

Ümmü Külsûm (r.a) Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den 10 hadîs rivâyet etti.[69] Ondan da oğulları İbrâhim ve Humeyd b. Abdurrahman ile Büsre binti Safvân nakilde bulundular.[70]

2.4.1. Rivâyetleri

Ümmü Külsûm (r.a) şöyle demiştir: “Peygamber Efendimiz’i şöyle buyururken dinledim:

«İnsanların arasını bulmak için hayırlı haber götüren (veya hayırlı söz söyleyen) kimse yalancı sayılmaz».”[71]

Müslim’deki rivâyete göre ise şöyle demiştir:

“Peygamber Efendimiz’in halkın söylediği yalanlardan sadece üçüne izin verdiğini işittim. Bunlar da:

– Harpte (düşmanı yanıltmak için),

– İki kişinin arasını ıslah için,

– Kocanın karısına, karının da kocasına (âile saâdetini muhâfaza maksadıyla) söylediği yalandır.[72]

2.5. Cebele b. Hârise (r.a)

Zeyd b. Hârise’nin büyük kardeşidir. Biʻsetten (Rasûlullah (s.a.v)’in peygamber olarak gönderilişinden) önce doğduğu tahmin edilmektedir. Babası Hârise de sahâbîdir. Cebele henüz çocuk yaşlarında iken annesi ölünce küçük kardeşi Zeyd’le birlikte öksüz kaldılar. Rasûlullah (s.a.v) Mekke’de iken Cebele bir ara babasıyla Mekke’ye gitti. Babası Zeyd’in yanında kaldı, Cebele geri döndü. Daha sonra tekrar Rasûl-i Ekrem’in huzuruna çıkarak müslüman oldu. Muhtemelen babasının ölümü üzerine Peygamber Efendimiz’in yanına tekrar geldi ve kardeşi Zeyd’i istedi. Rasûl-i Ekrem âzad etmiş olduğu Zeyd’i ağabeyi ile gidip gitmemekte serbest bıraktı. Ancak Zeyd hiç kimseyi Peygamber Efendimiz’e tercih edemeyeceğini söyleyince Cebele geri dönmek zorunda kaldı.

Cebele (r.a) bu hâdiseyi kendisi şöyle anlatır: “Peygamber Efendimiz’e varıp:

«–Yâ Rasûlallâh! Kardeşim Zeyd’i benimle birlikte gönder» dedim. Rasûlullah (s.a.v):

«–İşte kendisi burada! Eğer seninle birlikte gelmek isterse ben ona engel olmam» buyurdu. Ancak Zeyd benim teklîfimi reddetti ve:

«– Yâ Rasûlallâh! Ben hiç kimseyi size tercîh etmem?» dedi.

Daha sonra onun görüşünün benimkinden daha isâbetli olduğunu anladım.”[73][74]

Cebele’ye, “Sen mi büyüksün yoksa Zeyd mi?” diye sorulduğunda, “Ben önce doğmuşum amma o benden büyüktür” derdi.

Bir rivâyete göre Cebele, Peygamber Efendimiz’den kendisine faydalı bir şey öğretmesini istemiş, Rasûlullah (s.a.v) de yatağına girdiğinde uyumadan önce Kâfirûn sûresini okumasını tavsiye etmiştir.[75]


[1] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/40.

[2] Hâkim, el-Müstedrek, 3/235-236.

[3] İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe, 2/496.

[4] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/40-42; İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe, 2/495-496.

[5] İbn Hacer, el-İsâbe, 2/495-496.

[6] Hâkim, el-Müstedrek, 3/236.

[7] Hâkim, el-Müstedrek, 3/238, no: 4956; Heysemî, Mecmaʻu’z-zevâid, 8/226.

[8] İbn Hacer, el-Metâlibü’l-âliye, 16/357.

[9] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/44; Belâzürî, Ensâbu’l-eşrâf, 1/470.

[10] Ebü’l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc Müslim, el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ, nşr. Muhammed Fuâd Abdülbâkī (Kahire: y.y., 1374-75/1955-56), Fedâilü’s-Sahâbe, 62.

[11] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/40, 5/246; Hâkim, el-Müstedrek, 3/235.

[12] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, thk. Mustafa es-Sekkā (Kahire: Mektebetü Mustafa el-Bâbî, 1375), 1/586; İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 8/399.

[13] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/44; Şemsüddîn Muḥammed b. Ahmed ez-Zehebî, Siyeru aʻlâmi’n-nübelâ, thk. Şuʻayb el-Arnaût (Beyrût: Müessesetü’r-Risâle, 1405), 1/226; İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe, 2/497.

[14] Hâkim, el-Müstedrek, 3/239.

[15] Abdurrahman b. Ebî Bekir Celâlüddîn es-Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr fi’t-tefsîr bi’l-me’sûr (Beyrut: Dâru’l-Fikr, ts.), 6/616.

[16] Hâkim, el-Müstedrek, 3/238.

[17] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/44.

[18] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/226-227, 254, 281; Hâkim, el-Müstedrek, 3/238.

[19] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/45; Hâkim, el-Müstedrek, 3/241.

[20] Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmail el-Buhârî, el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ, thk. Muhammed Züheyr b. Nasr (Dâru Tavki’n-Necât, 1422), Megāzî, 42.

[21] Hâkim, el-Müstedrek, 3/238.

[22] Vâkıdî, el-Megāzî, 2/565; Tirmizî, İsti’zân, 32/2732.

[23] Hâkim, el-Müstedrek, 3/241.

[24] İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe, 2/497.

[25] Bazı kaynaklara göre Dürre ile evlenen Zeyd değil de oğlu Üsâme’dir.

[26] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/47.

[27] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/45-47. Bkz. Bünyamin Erul, “Zeyd b. Hârise”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/zeyd-b-harise (26.04.2023).

[28] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/46.

[29] Hâkim, el-Müstedrek, 3/237.

[30] Kandemir, Şifâ-i Şerîf Şerhi, 2/254.

[31] Bkz. İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 8/223; İzzüddîn Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-gābe fî maʻrifeti’s-sahâbe, thk. Ali Muhammed Muavvad – Âdil Ahmed Abdülmevcûd (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-ʿİlmiyye, 1415), 7/290-291.

[32] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 8/224.

[33] Ebû Bekr b. Hemmâm b. Nâfi‘ el-Himyerî Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Musannef, thk. Habîbü’r-Rahmân el-Aʻzamî (Beyrut: el-Mektebetü’l-İslâmî, 1403), 4/309; Ebû Nuaym el-İsfahânî, Hilyetü’l-evliyâ, 2/67; İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe, 8/359.

[34] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 8/226, 227. Bkz. Bünyamin Erul, “Ümmü Eymen”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/ummu-eymen (26.04.2023).

[35] Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 103.

[36] Buhârî, Fedâilü’s-Sahâbe, 18.

[37] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 4/65.

[38] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 4/61.

[39] Belâzürî, Ensâbu’l-eşrâf, 1/434; İbn Abdilber, el-İstîʻâb fî maʻrifeti’l-ashâb, thk. Ali Muhammed el-Bicâvî (Beyrut: Dâru’l-Cîl, 1412), 1/75.

[40] Buhârî, “Ferâiz”, 30; Bünyamin Erul, “Zeyd b. Hârise”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/zeyd-b-harise (26.04.2023).

[41] Buhârî, Cihâd 127, Salât 30, 81, 96, Teheccüd 25, Hacc 51, 52, Megazi 77, 48; Müslim, Hacc 389.

[42] Müslim, Sahîh, 2/942; Nesâî, Sünen, 5/270.

[43] Vehbe ez-Zühaylî, Üsâme b. Zeyd (Dımaşk 1410/1990), 34.

[44] Belâzürî, Ensâbu’l-eşrâf, 1/469.

[45] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 4/71-72.

[46] Müslim, Talâk 36. Krş. Süleymân b. el-Eşʿas b. İsḥâḳ b. Beşîr b. Şeddâd b. ʿAmr el-Ebû Dâvûd, Sünenü Ebî Dâvûd, thk. Şuʿayb Arnavut-Muḥammed Kâmil Karh Belelî (Beyrut: Dâru’r-Risâleti’l-Âlemiyye, ts.), Talâk, 39; Tirmizî, Nikâh 38; Nesâî, Nikâh 22.

[47] Buhârî, Meğāzî, 45; Müslim, Îmân, 158. Krş. İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 2/119.

[48] Bkz. İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 4/69-70; Buhârî, Fedâilü’s-Sahâbe, 18.

[49] Bkz. İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 2/190; Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe, 62-64.

[50] Bkz. Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Tarihu’t-Taberî (Beyrut: Daru’t-Turas, 1387), 3/226; Ebü’l-Fidâ İsmâil b. Ömer İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye, thk. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî (Kahire: Dâru Hecer, 1418), 6/297-298 Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, 10/578-579, no: 30268.

[51] Tirmizî, Menâkıb, 39/3813. Krş. Ebû Yûsuf, Kitâbü’l-Harâc (nşr. Muhibbüddin el-Hatîb), Kahire 1397, 46.

[52] Bkz. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/199-210; Mehmet Salih Arı, “Üsâme b. Zeyd”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/usame-b-zeyd (26.04.2023).

[53] Buhârî, Diyât, 2, Meğâzî, 45; Müslim, Îmân, l58-159.

[54] Müslim, Îmân, 158.

[55] Müslim, Îmân, 160.

[56] Buhârî, Enbiyâ, 54, Megâzî, 53, Hudûd, 11, 12; Müslim, Hudûd, 8, 9.

[57] Buhârî, Megâzî, 53.

[58] İmâm Nevevî, el-Ezkâr, 1/80-81.

[59] Müslim, Zühd, 51. Ayrıca bkz. Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 10; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/205-209.

[60] Nesâî, Sıyâm, 70/2355. Krş. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/201.

[61] Buhârî, Nikâh, 87, Rikāk, 51; Müslim, Zikr, 93.

[62] Tirmizî, Birr, 87.

[63] Buhârî, İsti’zân, 20; Müslim, Cihâd, 116.

[64] Buhârî, Tıb, 30; Müslim, Selâm, 100.

[65] Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 18.

[66] Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 18.

[67] İbn Asâkir, Tarihu Medîneti Dımaşk (Amri), 70/8; Nevevî, Tehzîbü’l-esmâ, 1/147, nr. 49; M. Yaşar Kandemir, Şifâ-i Şerîf Şerhi, 2/383.

[68] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 8/230-231.

[69] Bkz. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/403-404.

[70] Bkz. Huriye Martı, “Ümmü Külsûm binti Ukbe”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/ummu-kulsum-bint-ukbe (26.04.2023).

[71] Buhârî, Sulh, 2; Müslim, Birr, 101; Ebû Dâvûd, Edeb, 50; Tirmizî, Birr, 26.

[72] Müslim, Birr, 101.

[73] Tirmizî, Menâkıb, 39, no: 3815; Hâkim, el-Müstedrek, 3/237.

[74] Tirmizî, Menâkıb, 39, no: 3815.

[75] İbn Hacer, el-İsâbe (Bicâvî), 1/456-457. Bkz. Mücteba Uğur, “Cebele b. Hârise”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/cebele-b-harise (26.04.2023).