3. Zübeyr b. Avvâm ve Âilesi

3.1. Zübeyr b. Avvâm (r.a)

Ebû Abdullâh Zübeyr b. Avvâm (r.a) Allah Rasûlü’ne ilk iman eden sahâbîlerdendir. Cennetle müjdelenen on sahâbînin içinde yer alır. Çocukluğunun büyük bir kısmını Rasûlullah’ın çocuklarıyla birlikte geçirmiştir. Babasını küçük yaşta kaybedince annesi Safiye onu akrabaları Hâşimoğulları arasında büyüttü. Oğlunun terbiyesi husûsunda zaman zaman katı davrandığı için tenkid edilmiş, ancak o evlâdını iyi yetiştirmek için böyle yaptığını söylemiştir.[1]

Zübeyr b. Avvâm (r.a) esmer, iri yapılı, uzun boylu, cesur ve kahraman bir şahsiyetti. Hayatı boyunca putlara hiç tapmamış, Câhiliye inançlarına meyletmemiş, İslâm’ın ilk günlerinde 16 yaşındayken Hz. Ebû Bekir’in tesiriyle dört, beş veya yedinci müslüman olmuştur.[2] İslâm’a girmesine önce amcası Nevfel b. Huveylid karşı çıktı, dönmediği takdirde kendisine işkence edeceğine dair yemin etti. Bundan bir netice alamayınca onu bir hasıra sarıp tavana astı, altına ateş yakarak dumanıyla ona işkence etti, ancak Zübeyr (r.a) imanından vazgeçmedi.[3] Oğluna eziyet edildiğini öğrenen annesi Safiyye (r.a) onu Nevfel’in elinden kurtardı.

Zübeyr (r.a) küçük yaşta ok atmayı, kılıç kullanmayı ve ata binmeyi öğrenmişti. Oğlu Urve’nin anlattığına göre bir gün şeytan Peygamber Efendimiz’in müşrikler tarafından yakalandığı yaygarasını yaymıştı. Çocuk yaştaki Zübeyr (r.a) bunu duyunca yalın kılıç dışarı fırladı. Yolda Allah Rasûlü’ne rastladı. Efendimiz (s.a.v):

“–Hayırdır, bu telâşın nedir?” diye sorunca,

“–Seni yakalayanlara vurmak istedim” dedi.

Bundan memnun olan Rasûlullah (s.a.v) ona ve kılıcına duâ etti. Onun kılıcı Allah yolunda çekilen ilk kılıç oldu.[4]

Bu dönemde Rasûlullah (s.a.v) Zübeyr’i Abdullah b. Mesʻûd ve Talha b. Ubeydullah ile kardeş yaptı.

3.1.1. Hicreti

Müşrikler müslümanlara olan baskı ve işkencelerini artıp Habeşistan’a hicret izni verilince Zübeyr (r.a) ilk kafileyle hicret etti. Bir müddet sonra Mekkeli müşriklerin iman ettiği yönünde yalan bir haber yayıldı. Bunun üzerine geri dönenler arasında Hz. Zübeyr de vardı. Haberin asılsız olduğunun ortaya çıkması üzerine Zemʻa b. Esed’in himayesinde Mekke’ye girdi. Ancak baskı ve işkencelerin artması üzerine ikinci kez Habeşistan’a hicret etmek mecburiyetinde kaldı. O günlerde Habeşistan’da Necâşî Ashama’ya karşı bir ihtilâl girişimi oldu. İhtilâli bastırmak için yapılan savaşta Zübeyr (r.a) Ashama’nın yanında yer aldı. Mücadelede galib geldiklerinde Necâşî Ashama ona kıymetli bir mızrak hediye etti. O da bu mızrağı dönüşünde Rasûl-i Ekrem’e hediye etti.[5]

Zübeyr (r.a) Medîne’ye hicretten kısa bir süre önce Mekke’ye döndü. Esmâ binti Ebû Bekir (r.a) ile evlendi ve ticaret yapmaya başladı. Bir Şam seyahatinden dönerken Medîne yakınlarında Rasûlullah (s.a.v) ve Ebû Bekir ile karşılaştı. Medîne’ye hicret ediyorlardı. Onlara beyaz renkli elbiseler hediye etti. Hemen Mekke’ye gidip mühim işlerini gördükten sonra Medîne’ye hicret etti.[6] Bu onun Allah yolunda yaptığı üçüncü hicret oluyordu. Rasûlullah (s.a.v) onu Medîne’de Ensâr’dan Seleme b. Selâme b. Vakş veya Kâʻb b. Mâlik ile kardeş yaptı. Atından başka bir mal varlığı yoktu. Rasûlullah (s.a.v) ona Nakīʻ bölgesinde tarım yapılmayan bir araziyi tahsis etti. O da bir yandan bu araziyi ıslâha çalışırken bir yandan da Bakīʻ çarşısında kasaplık yapıyordu.

3.1.2. Âilesi

Hz. Zübeyr’in Esmâ binti Ebû Bekir ile evliliğinden sekiz evlâdı oldu. Daha sonra Ümmü Hâlid ile evlendi. Ondan da Hâlid, Amr, Habîbe, Sevde ve Hind adlı çocukları doğdu. Ümmü Külsûm binti Ukbe ile evliliğinden de kızı Zeyneb dünyaya geldi. Kızı Remle’yi Hâlid b. Yezîd b. Muâviye ile, diğer bir kızını da Yemen Vâlisi Yaʻlâ b. Ümeyye ile evlendirdi.

Daha sonraki dönemlerde Hz. Zübeyr’in çocukları ve torunları ilmî ve siyasî alanlarda etkin rol üstlendikleri için âilesi Zübeyrîler diye anıldı. Oğulları Abdullah ve Urve ilmî alanda; Musʻab b. Zübeyr, Abdullah b. Musʻab b. Zübeyr, Bekkâr b. Abdullah b. Zübeyr ve Zübeyr b. Bekkâr da siyasî alanda öne çıkmışlardır.

3.1.3. Hizmetleri

Zübeyr (r.a) Mekke’de olduğu gibi Medîne’de de devamlı Allah Rasûlü’nün yakınında bulundu. Onunla birlikte bütün gazvelere iştirak etti. Bedir’deki üç süvariden biriydi. Orada çok büyük kahramanlıklar gösterdi. Rasûlullah (s.a.v) Bedir’de müslümanlara yardıma gelen Cebrâil (a.s) ile diğer meleklerin başlarında Zübeyr b. Avvâm’ın sarığına benzeyen sarıklar gördüğünü bildirdi.[7]

Uhud’da muhacirlerden Hz. Hamza, Musʻab, Hz. Ömer, Talha b. Ubeydullah ve Hz. Ali gibi seçkin sahâbilerle birlikte cephenin en ön safına yerleştirildi. Savaşın en zor anında Peygamber Efendimiz’in etrafını kuşatıp onu müşriklere karşı muhâfaza edenlerden biri de Zübeyr (r.a) idi.

Hendek Gazvesi’nde Benî Kurayza yahudilerinin andlaşmayı bozarak müslümanlara ihanet ettiği haberi gelmişti. Rasûlullah (s.a.v) haberi teyit etmek için ashâbından birinin oraya gidip durumu tahkik etmesini istedi. Zübeyr (r.a) hemen atılarak herkesten önce bu vazifeye talip oldu. Vazifesini icrâ edip döndüğünde Rasûlullah (s.a.v) “Her peygamberin bir havârisi vardır, benim havârim de Zübeyr’dir” buyurdu.[8]

Zübeyr b. Avvâm (r.a) Allah Rasûlü’nün vefatından sonra da çok mühim vazifeler îfâ etti. Hz. Ebû Bekir halîfe olunca Medîne yakınlarına kadar gelen mürtedlere karşı savaştı. 15/636 yılında Yermük Harbi’ne giderken on üç yaşındaki oğlu Abdullah’ı da yanına aldı. Diğerlerinde olduğu gibi bu harpte de büyük kahramanlıklar gösterdi ve ciddi yaralar aldı. Sıhhatine kavuştuktan sonra bu yaraların yeri çukur olarak kaldı. Oğlu Urve (r.a) çocukken babasının bedenindeki bu çukurlara parmaklarını sokup oynadığını söylemiştir. Bu izlerin göz çukuru şeklinde olduğu da ifade edilmiştir.[9]

Hz. Ömer’in hilâfetinde Amr b. Âs kendisinden yardımcı kuvvet talep edince ona yiğitlikte 1000 atlıya bedel olduğunu söylediği Zübeyr b. Avvâm’ı 4000 veya 5000 askerle gönderdi. Zübeyr (r.a) bilhassa Babilon ve İskenderiye şehirlerinin fethinde mühim roller üstlendi. Yedi aydır kuşatıldığı hâlde bir türlü fethedilemeyen Babilon şehrine gizlice sızarak kale kapısını açtı ve müslümanların şehre girmesini sağladı.

Hz. Osman’ın hilâfetinde 30/650 yılında Taberistan’ın fethine ve diğer muhtelif seferlere katıldı. Bunun dışında ticaret ve ziraatla da meşgul oldu. Mühim bir şahsiyet olması sebebiyle, fitne olayları esnâsında art niyetli bazı kimseler onun dilinden Hz. Osman’a karşı harekete geçilmesi yolunda mektuplar uydurdular. Zübeyr (r.a) bu tür mektuplarla bir alâkası olmadığını ilan etti.[10] İsyancılar Hz. Osman’ın evini kuşattığında ise oğullarını halifeyi korumaları için gönderdi.

Zübeyr b. Avvâm (r.a) Hulefâ-yı Râşidîn döneminde ziraat ve ticaretle uğraştığından büyük bir servet kazanmıştı. Muhtelif şehirlerde gayrimenkulleri vardı. Son derece cömert bir insandı. Hz. Ömer’in vefatından sonra kendini divandan çıkarttırdı ve bir daha pay almadı. Hz. Osman, Abdullah b. Mesʻûd ve Abdurrahman b. Avf gibi yedi sahâbî vefat ederken mallarını ve âilelerini Hz. Zübeyr’e emanet ettiler.

Muhtelif vesilelerle Peygamber Efendimiz’in duâsını alan ve cennette kendisine komşu olacağı bildirilen Zübeyr b. Avvâm (r.a) vahiy kâtipliği yaptığı ve Rasûlullah (s.a.v) ile uzun süre beraber bulunduğu hâlde ancak 38 kadar hadîs nakletmiştir.[11] Oğlu Abdullah şöyle anlatır: Babam Zübeyr’e:

“–Ben senin falan ve filanın Allah Rasûlü’nden hadis naklettiği gibi hadis rivâyet ettiğini duymuyorum?” dedim. Bana şöyle cevap verdi:

“–(İslâm’a girdiğim günden beri) Allah Rasûlü’nden hiç ayrılmadım, lâkin onun şöyle buyurduğunu işittim: «Kim benim adıma yalan uydurursa Cehennem’deki yerine hazırlansın!».”[12]

Hz. Zübeyr’den oğulları Abdullah, Caʻfer ve Urve ile Kays b. Ebû Hâzim, Mâlik b. Evs b. Hadsân, Meymûn b. Mihrân, Nâfi’ b. Cübeyr ve diğer bazı kişiler rivayette bulunmuşlardır.[13]

3.1.4. Rivâyetleri

Bedir’de Allah yolunda cihâd ederken Zübeyr b. Avvâm’ın elinde iki tarafı eğilen bir harbe’yi Allah Rasûlü (s.a.v) istemiş, vafat edinceye kadar yanında saklamıştı. Efendimiz (s.a.v)’in vefâtından sonra Zübeyr (r.a) harbesini geri aldı. Sonra bu harbeyi sırayla dört halife isteyip vefat edinceye kadar yanlarında sakladılar. Nihayet Abdullah bin Zübeyr (r.a) harbeyi Hazret-i Ali’nin akrabalarından alıp vefat edinceye kadar yanında sakladı.[14]

Birçok harbe varken bilhassa bu harbeye karşı gösterilen bu hırs ve ihtimamın sebebi nedir? Demek ki bunda, diğerlerinden daha güzel bir hâl var.

Ayrıca şuna dikkat ediniz ki, onu elde etmek için büyük bir gayret gösterenler kimlerdir? Dinin temelleri, tevhidin imamları ve şeriatin koruyucuları olan Rasûlullah (s.a.v), dört râşid halife, Zübeyr bin Avvâm ve Abdullah bin Zübeyr (r.a)…

֎

Kur’ân-ı Kerîm’den “Sonra siz muhakkak kıyamet günü Rabbinizin huzûrunda muhâkemeye duracak, birbirinizden dâvâcı olacaksınız”[15] âyet-i kerîmesi nâzil olmuştu. Zübeyr (r.a):

“‒Yâ Rasûlallah! Dünyada dâvâlaştıktan sonra aramızdaki husûmet âhirette de tekrarlanacak mı?” diye sordu.

Rasûlullah (s.a.v):

“‒Evet (her hak sahibine hakkı verilinceye kadar devam edecek)!” buyurdu.

Zübeyr (r.a):

“‒O zaman iş çok ciddî ve çetin!” dedi.[16]

֎

Urve’nin nakline göre babası Zübeyr (r.a), “Onlara merhamet ederek tevâzu kanadını indir…”[17] âyetini “Onların sevdiği ve istediği hiçbir şeyi yerine getirmekten kaçınma!” şekilde tefsir etmiştir.[18]

֎

Zübeyr b. Avvâm’dan rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v)şöyle buyurmuştur:

“Herhangi birinizin iplerini alıp dağa gitmesi ve sırtına bir bağ odun yüklenip getirerek onu satması ve Allah’ın bu sebeple onun yüzsuyunu koruması, verseler de vermeseler de insanlardan bir şeyler dilenmesinden çok hayırlıdır.”[19]

֎

Uhud’da müşriklerden bir kişi devesinin üzerinde meydana çıkarak çarpışmak için er diledi. Müşrik, herkesin kendisinden çekindiğini ve geri durduğunu görünce talebini üç defa tekrarladı. Bunun üzerine Zübeyr (r.a) ona doğru yürüdü. Devenin üzerine sıçrayıp adamın boğazına sarıldı ve boğuşmaya başladılar. Rasûlullah (s.a.v):

“–Aşağıya doğru çek, yere düşür onu!” buyurdu. Çok geçmeden müşrik yere düştü. Hz. Zübeyr de üzerine çöküp onun işini bitirdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v):

“–Eğer Zübeyr çıkmasaydı, herkes geri durduğu için onun karşısına ben çıkacaktım!” buyurdu.[20]

֎

Hz. Ali veya Zübeyr b. Avvâm (r.a) şöyle demiştir:

“Rasûlullah (s.a.v) bize hutbe îrâd edip de Cenâb-ı Hakk’ın üzerimizdeki nimetlerini hatırlatıp eski milletlere olan azâbını dile getirirlerken, mübârek yüzlerinin endişeden nasıl değiştiğini görürdük. Sanki sabah erkenden baskına uğrayacak olan kavmine bu durumu bildiren haberci gibi heyecanlanırdı. Şayet Cebrâil (a.s) kendisine yakında gelmişse, vahyin şiddeti üzerinden büsbütün gidene kadar tebessüm etmezdi.”[21]

֎

Hz. Enes’in bildirdiğine göre Rasûlullah (s.a.v), Zübeyr ve Abdurrahman b. Avf’a yakalandıkları uyuz hastalığı sebebiyle ipek elbise giyme ruhsatı vermiştir.[22] Normalde erkeklerin ipek elbise giymeleri yasaktır.

֎

Abdullah b. Zübeyr (r.a) şöyle anlatır:

“Cemel vak’ası günü muhârebe durunca babam Zübeyr beni çağırdı. Hemen ayağa kalkıp yanına vardım. Bana:

«–Yavrucuğum! Bugün öldürülenler ya zâlim veya mazlumdur. Bana gelince, bugün mazlum olarak öldürüleceğim kanaatindeyim. En büyük endişem borçlarım. Ne dersin, borçlarımızı ödedikten sonra geriye malımızdan bir şey kalır mı?» dedi. Ardından:

«–Yavrucuğum! Malımı sat, borcumu öde» diye tenbih etti.

Borcunu bana vasiyet edip duruyor ve:

«–Yavrucuğum! Şayet borcumdan bir kısmını ödemekten âciz kalırsan Mevlâmdan yardım iste!» diyordu. Allah’a yemin ederim ki ben ne demek istediğini tam anlayamadım ve:

«–Babacığım Mevlân kim?» dedim. O:

«–Mevlâm Allah’tır!» dedi.[23]

Allah’a yemin ederim ki, onun borcunu ödemekte sıkıntıya düştükçe «Ey Zübeyr’in Mevlâsı, onun borcunu ödeyiver!» derdim. Cenâb-ı Hak hemen (bir sebep halkederek) ödeyiverirdi.

Babam, altın ve gümüş bırakmadan şehîd edildi. Sadece bir bölümü Gâbe mevkiinde bulunan bir arâzi ile bâzı evler bırakmıştı. Onun üzerindeki borçlar şöyle olmuştu: Bir kimse kendisine gelir, ona bir emânet bırakmak ister, babam Zübeyr de:

«–Hayır, emânet olmaz, fakat borç olarak bırak. Çünkü ben onun zâyi olmasından korkarım» derdi.

Hayâtı boyunca ne bir vâlilik ne haraç toplama memurluğu ne de başka bir idârî vazife yaptı. Sadece Rasûlullah (s.a.v) veya Ebû Bekir, Ömer ve Osman (r.a) ile birlikte cihâda çıkardı. Babamın üzerindeki borçları hesapladım, iki milyon iki yüz bin rakamını buldum.”

O günlerde Hakîm b. Hizâm (r.a), Abdullah b. Zübeyr ile karşılaştı ve:

“–Ey kardeşimin oğlu! Kardeşimin borcu ne kadar?” diye sordu… Miktârı söyleyince, Hakîm:

“–Buna güç yetirebileceğinizi zannetmiyorum. İhtiyâcınız olduğunda benden yardım isteyin!” dedi.

Hz. Zübeyr’den dört yüz bin alacaklı olan Abdullah b. Caʻfer de Zübeyr’in oğlu Abdullah’a geldi ve:

“–Dilerseniz alacağımdan vazgeçip bağışlayayım.” dedi. Abdullah:

“–Hayır” dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Caʻfer (r.a):

“–Şayet borcunuzdan bir bölümünü tehir etmek isterseniz, benim alacağımı geri bırakabilirsiniz” dedi. Zübeyr’in oğlu Abdullah:

“–Hayır, bunu da istemiyoruz” dedi.

Abdullah b. Zübeyr babasının borçlarını ödeyip bitirince kardeşleri:

“–Mîrâsımızı aramızda taksim et!” dediler. Abdullah (r.a):

“–Allah’a yemin ederim ki dört sene hac mevsiminde «Kimin Zübeyr’de alacağı varsa bize gelsin, borcunu ödeyelim» diye îlân etmedikçe onun mîrâsını paylaştırmayacağım” dedi.

Dört sene boyunca bu şekilde îlân etti. Dört sene geçince, mîrâsı taksim etti.[24]

Bu rivâyette nümûne-i imtisâl olacak nice güzel davranışlar vardır. Ashâb-ı kirâmın her biri fazîlet ve ahlâkın zirvesinden misaller sergilemişlerdir. Zübeyr (r.a) hayâtı boyunca büyük bir hassâsiyetle yaşamış, etrâfındaki herkese iyiliklerde bulunmuş, vefât etmeden önce de borçlarının ödenmesini ısrarla tenbihleyerek kul hakkı husûsundaki titizliğini göstermiştir. Oğlu Abdullah (r.a), babasının vasiyetini yerine getirmek ve borçlarını ödemek için elinden gelen her şeyi yapmıştır. Diğer sahâbîler de devamlı Abdullah’ın hâlini sormuş ve onunla dert ortağı olmak için zor zamanında yardımına koşmuşlardır. Alacağı olanlar ise bundan vazgeçebileceklerini veya tehir edebileceklerini söyleyerek her türlü kolaylığı sağlamışlardır.

3.2. Esmâ binti Ebî Bekr (r.a)

Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ (r.a), Zübeyr b. Avvâm ile evlenmiş ve bu izdivacdan Abdullah, Urve, Münzir, Âsım ve Muhâcir adlarında beş erkek, Hadîcetü’l-Kübrâ, Ümmü’l-Hasan ve Âişe adlarında üç kız çocukları olmuştur.[25] 

Rasûlullah (s.a.v) ile Ebû Bekir (r.a) hicret edip Medîne’ye ulaştıktan bir müddet sonra Mekke’ye adam göndererek geride kalan yakınlarını Medîne’ye getirttiler. Bu esnâda hâmile olan Esmâ (r.a) zorlu bir yolculuktan sonra Kuba’ya vardıklarında oğlu Abdullah’ı dünyaya getirdi. Muhâcirlerin Medîne’de doğan bu ilk çocukları müslümanları çok sevindirdi. Zira yahudiler, Medîne’ye hicret eden müslümanlara sihir yaptıkları ve bir daha çocuklarının olmayacağı, böylece nesillerinin tükeneceği yolunda bir söylenti yaymışlardı. Müslümanlar da endişeye kapılmışlardı. Abdullah’ın doğması bu söylentinin doğru olmadığını ortaya koydu.[26]

Esmâ (r.a) diyor ki:

“Çocuk dünyaya gelince onu alıp Peygamber Efendimiz’e götürdüm ve kucağına bıraktım. Rasûlullah (s.a.v) bir hurma istedi, çiğneyerek ezdikten sonra birazını alıp çocuğun ağzının içine sürdü. Abdullah’ın midesine ilk inen şey Allah Rasûlü’nün ağzından çıkan hurmaydı. Daha sonra hayır ve bereketli bir hayat sürmesi için duâ etti ve çocuğa Abdullah ismini verdi.”[27]

Esmâ (r.a) ev işleriyle birlikte kocasının atının bakımı ve bahçelerinden toplanan mahsûlun taşınmasıyla da meşgul olurdu.[28]

Esmâ binti Ebî Bekir (r.a), Peygamber Efendimiz’in bir kısım hadîslerinin gelecek nesillere ulaştırılmasında mühim bir rol üstlenmiştir. İlk müslümanlardan olması, Allah Rasûlü’ne çok yakın bir âileye mensup olması ve uzun bir ömür sürmesi onu zengin bir kültür birikimine sahip kılmıştır. Onun bu birikimini yakın çevresi çok iyi değerlendirmiş, bilhassa iki oğlu Abdullah ve Urve, torunları Abdullah b. Urve, Abbâd b. Abdullah, Fâtıma binti Münzir b. Zübeyr, oğlunun torunu Abbâd b. Hamza b. Abdullah, ayrıca meşhur sahâbîlerden Abdullah b. Abbâs, Ebû Vâkıd el-Leysî, sahâbî olduğu söylenen Safiye binti Şeybe, tâbiîlerden Muhammed b. Münkedir, Abdullah b. Zübeyr’in kadısı İbn Ebî Müleyke gibi kişiler kendisinden hadîs rivâyet etmişlerdir. O İslâm’ı en iyi anlayan ve yorumlayanların başında yer almaktadır.[29]

3.2.1. Rivâyetleri

Hz. Esmâ’nın en bâriz vasfı cömertliği idi. Oğlu Abdullah, annesi ile teyzesi Hz. Âişe kadar cömert başka bir insan görmediğini, teyzesinin eline geçen şeyleri biriktirip belli bir miktara ulaştıktan sonra dağıttığını, annesinin ise eline geçeni ertesi güne bırakmadan hemen verdiğini söylemiştir.[30]

Bunun sebebini Hz. Esmâ’nın naklettiği bir hadîste görmekteyiz. O şöyle der: Rasûlullah (s.a.v) bana şöyle buyurdu:

“Kesenin ağzını sıkma! Allah da sana sıkarak verir! (Az da olsa) gücün yettiği kadar sadaka ver!”[31]

Diğer bir rivâyete göre Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“İnfak et sayıp durma, Allah da sana karşı nimetini sayıp esirger. Paranı çömlekte saklama, Allah da senden saklar.”[32]

Bir defasında Esmâ (r.a) kardeşi Muhammed’in oğlu Kāsım b. Muhammed ile diğer kardeşi Abdurrahman’ın torunu Abdullah b. Ebî Atîk’e şöyle demiştir:

“Kardeşim Hz. Âişe’den bana Gābe’de bir yer miras kaldı, Muaviye onun karşılığında bana yüz bin verdi (satmadım), orası siz ikinizin olsun.”[33]

֎

Esmâ (r.a) şöyle anlatır: Bir kadın:

“–Ey Allah’ın Rasûlü! Benim bir kumam var. Kocamın bana vermediği bir şeyi verdi diye kumama karşı gösteriş yapsam bunun bana bir günahı olur mu?” diye sordu. Rasûlullah (s.a.v):

“–Kendisine verilmemiş bir şey ile doymuş görünen kişi, iki sahte elbise giyerek gösteriş yapan kimse gibidir” cevabını verdi.[34]

֎

Hz. Esmâ (r.a) şöyle anlatıyor:

“(Küsûf [Güneş tutulması] esnasında) Âişe namaz kılarken yanına vardım:

«‒Bu insanlara ne oluyor, neden korkuyorlar?» dedim.

(Güneş tutulması yaşandığını anlatmak üzere başıyla semaya doğru işaret etti. Bir de baktım ki bütün insanlar namaza durmuş. Âişe «Sübhânallah!» dedi. Ben:

«‒Bu mühim bir hâdise ve ilâhî azametin alâmetlerinden biri mi?» diye sordum. Başıyla «Evet» diye işaret etti. Bunun üzerine ben de namaza durdum. Rasûlullah (s.a.v) kıraati pek ziyâde uzattığı için üzerime baygınlık geldi. Yanımdaki kırbadan başıma su dökmeye başladım. Namazdan sonra Rasûlullah (s.a.v) Allah’a hamd ü senâdan sonra şöyle buyurdular:

«‒Şimdiye kadar bana gösterilmeyen şeylerin tamamı şu namaz kıldığım esnada bana arzedildi. Cennet ve Cehennem bile gösterildi. Bana sizin kabirlerinizde, Mesîh Deccâl (yüzünden çekilecek) imtihanlara benzer veya ona yakın bir imtihân geçireceğiniz vahyedildi. (Kabre giren kimseye):

“‒Bu adam (Yani Rasûlullah [s.a.v]) hakkındaki fikrin nedir?” diye sorulacak. Mü’min, yâhud yakîn sâhibi olan kimse:

“‒O Zât-ı Şerif, Muhammed’dir, Allah’ın Rasûlü’dür. Bize apaçık deliller ve hidâyet getirdi. Biz de onun davetine icâbet ettik ve izinden yürüdük. O, Muhammed (s.a.v)’dir!” diyecek ve bu sözünü üç kere tekrâr edecek. Bunun üzerine kendisine:

“‒O hâlde yat da rahâtına bak, güzel bir şekilde uyu! Onun nübüvvetine yakînen îmân ettiğini açıkça gördük” denilecek.

Kabre giren kimse eğer münâfık ise veya kalbinde şek varsa o suâle:

“‒Ben ne bileyim? İşittim, öteki beriki bir şeyler söylüyordu, ben de onlar gibi söyledim” cevabını verecek».”[35]

Güneş tutulmasının kudret-i ilâhiye alâmetlerinden biri olduğunu bildiren Rasûlullah (s.a.v) bu esnâda Küsûf Namazı kıldırmış ve akabinde kendisine gösterilen istikbâle dâir gaybî hâdiselerden bahsetmiştir. Bunlardan biri de “kabir suâli”dir. Kabirde ilk sorulacak sorulardan biri de Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in peygamberliğidir. Allah teâlâ Peygamber Efendimiz’e hakkıyla îmân edebilmeyi ve kabir suallerine doğru cevap vererek kabir fitnesinden selâmete çıkabilmeyi nasîb eylesin. Âmîn!

֎

Esmâ binti Ebî Bekir (r.a) şöyle anlatıyor:

“Bir kadın Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’e gelip:

«‒Yâ Rasûlallah! Birimizin hayız kanı elbisesine bulaşırsa ne yapsın, ne buyurursunuz?» diye sordu. Rasûlullah (s.a.v):

«‒Elbisesini eliyle ovaladıktan sonra üzerine su döküp sıkar. Sonra üzerine azar azar su döker. Ondan sonra onunla namazını kılar» buyurdu.”[36]

Esmâ (r.a) Peygamber Efendimiz’in kendisine söylediklerini, ashâbına anlatırken işittiklerini ve soru soranlara verdiği cevapları bizlere naklederek ne büyük iyilikte bulunmuştur, Allah ondan râzı olsun.

֎

Esmâ binti Ebî Bekir (r.a) Mekke’nin üst tarafındaki Hacûn mevkiine her uğradığında:

“–Allâh Teâlâ, Rasûlü’ne salât ve selâm eylesin! Biz O’nunla birlikte burada konaklamıştık…” derdi.[37]

֎

Esmâ (r.a) bir gün bir cübbe çıkarıp şöyle dedi:

“Bu Allâh Rasûlü (s.a.v)’in cübbesiydi. Vefâtına kadar Hazret-i Âişe’nin yanında kaldı. Hazret-i Âişe’nin vefatından sonra cübbeyi ben aldım. Nebî (s.a.v) onu giyerdi. Biz onu hastalar için yıkıyor ve suyu ile (teberrük ederek Allâh Teâlâ’dan) şifâ taleb ediyoruz.”[38]

3.3. Abdullah b. Zübeyr (r.a)

Hicrî 2. senenin zilkade ayında (Mayıs 624) Medîne-i Münevvere’de dünyaya geldi. Muhâcirlerin Medîne’de doğan ilk çocuğu olması sebebiyle doğumu onlar arasında büyük bir sevince sebep oldu. Zira yahûdîler, muhâcirlere sihir yaptıkları ve artık çocuklarının olmayacağı yaygarasında bulunuyorlardı. Ağzına ilk giren şey Rasûlullah (s.a.v)’in ağzında yumuşatarak damağına sürdüğü hurma oldu. İsmini Rasûlullah (s.a.v) koydu. Yedi veya sekiz yaşına geldiğinde babası onu Peygamber Efendimiz’e beyʻat etmeye gönderdi. Rasûlullah (s.a.v) Abdullah’ı görünce tebessüm ederek ona yöneldi ve ondan beyʻat aldı.[39]

Abdullah b. Hişâm da daha altı yaşında bir çocuktu. Annesi Zeyneb binti Humeyd onu da Mekke fethinde Rasûlullah Efendimiz’e götürüp:

“–Yâ Rasûlâllah! Oğlumdan müslüman olduğuna dâir beyʻat al!” demişti. Rasûlullah (s.a.v):

“–O daha küçük!” buyurdu ve başını sıvazlayarak Abdullah’a duâ etti. Abdullah b. Hişâm ileriki yaşlarında çarşıya çıkar, gıdâ maddeleri satın alırdı. Abdullah b. Ömer ile Abdullah b. Zübeyr (r.a) onu çarşıda görünce hemen yanına varıp:

“–Bizi de bu mala ortak et, zira Rasûlullah (s.a.v) senin için bereket duâsında bulundu” derlerdi. Abdullah da on­ları ortak ederdi. Bâzı zaman olurdu ki tam bir deve yükü kâr elde eder ve onu evine gönderirdi.[40]

3.3.1. Hizmetleri

Abdullah b. Zübeyr (r.a) daha çocuk denecek yaşta iken babasıyla birlikte Sûriye’nin fethine katıldı ve Yermük Harbi’nde bulundu. Kumandan sahâbî Amr b. Âs (r.a) Mısır’ın fethi için gönderilmiş, ardından Zübeyr b. Avvâm (r.a) kumandasında 5000 kişilik yardımcı kuvvet sevkedilmişti. Bunlar arasında Abdullah da vardı. Mısır’ın fethi esnâsında bütün askerî harekâta iştirak etti. Hz. Osman devrinde 647 yılında Mısır Vâlisi Abdullah b. Saʻd b. Ebû Serh’in, merkezi Sübeytıla olan İfrîkıye bölgesine yaptığı sefere katıldı. Düşmanın şiddetle mukavemet ettiği ve her iki tarafın ağır kayıplar verdiği savaşta Abdullah b. Zübeyr (r.a) İfrîkıye genel vâlisi Gregorios’u öldürünce müslümanlar gâlip geldiler. Abdullah’ın bu kahramanlığı bilhassa Medîne’de büyük bir yankı uyandırdı.

Hz. Osman (r.a) Hz. Ebû Bekir tarafından mushaf haline getirilen Kur’ân-ı Kerîm’in nüshalarını çoğaltmak için kurduğu dört kişilik heyete, kurrâdan olması sebebiyle Abdullah b. Zübeyr’i de dâhil etti. Yani o hem cihâd meydanlarının kahramanı, hem de ilim meydanının kurrâ ve âlimi idi.

Hz. Osman’ın evi Mısırlılar tarafından kuşatılınca diğer büyük sahâbîlerin oğullarıyla birlikte Abdullah (r.a) da halifeyi müdâfaa etti ancak şehid edilmesine mâni olamadı.

3.3.2. Hilâfeti

Kerbelâ faciasından sonra Abdullah (r.a) Yezîd’e karşı muhalefetin lideri hâline geldi. Onun halîfeliğini kabul etmemekle birlikte açıkça cephe almayıp bekledi. Yezîd’in öldüğünü öğrenince 64/683 yılında “Emîrü’l-mü’minîn” unvanıyla halfeliğini îlân etti. Hicaz ile doğu vilâyetlerinde Abdullah b. Zübeyr (r.a), Suriye, Filistin ve Mısır’da Emevîler hâkimdi. Uzun mücadeleler sonunda Emevî halîfesinden istediği izni ve yardımı alan Haccâc Mekke’ye gelip şehri kuşattı. Hac zamanı kendisine ve askerlerine haccetme izni verilmeyince Mekke’yi mancınıklarla taşa tuttu. Muhâsara uzadıkça şehirde kıtlık zuhûr etti. Altı ay sonra gıda tamamen tükenince Abdullah b. Zübeyr’in taraftarları kendisini birer birer terketmeye başladılar. Yanında pek az kuvvet kaldı. Bunu gören Esmâ binti Ebû Bekir (r.a) ona gittiği yolun doğru olduğuna inanıyorsa sonuna kadar mücadeleye devam etmesini tavsiye etti. Bunun üzerine Abdullah (r.a) teslim olmayıp şehâdeti tercih etti. 14 Cemâziyelevvel 73 / 1 Ekim 692 günü bir hurûc hareketi yaparak kahramanca savaştı ve şehîd düştü. Haccâc-ı zâlim onun başını keserek Sûriye’ye gönderdi. Cesedi bir müddet darağacında asılı kaldı. Hz. Esmâ’nın ricâsı üzerine defnine ancak izin verildi.

Cebele b. Sühaym şöyle anlatır: İbn Zübeyr ile birlikte savaştığımız sene kıtlık oldu. Bize erzak olarak hurma dağıtıldı. Hurmayı yerken Abdullah b. Ömer yanımızdan geçer ve bize şöyle derdi: “Hurmayı çifter çifter yemeyiniz. Çünkü Peygamber (s.a.v) bize hurmayı çifter çifter yemeyi yasakladı.” Sonra İbn Ömer sözlerine devamla “Fakat arkadaşı izin verirse çifter çifter yiyebilir” derdi.[41]

Genç sahâbîlerin önde gelenlerinden biri olan Abdullah b. Zübeyr (r.a) İslâm topraklarının yarıya yakın kısmında 10 seneye yakın halifelik yaptı. Son derece cesur bir asker, iyi bir kumandan ve hırslı bir siyaset adamıydı.

3.3.3. İlmi ve İbadeti

Abdullah (r.a) Mekke-i Mükerreme’nin önde gelen âilelerinden birine mensuptu ve iyi bir eğitim görmüştü. Bizzat Peygamber Efendimiz’den, babasından, annesinden, dedesi Hz. Ebû Bekir’den, teyzesi Hz. Âişe’den, Hz. Ömer ve Hz. Osman gibi önde gelen sahâbîlerden 33 kadar hadîs rivâyet etti. Kendisinden de iki oğlu Abbâd ve Âmir, kardeşi Urve, yeğenleri Hişâm ve Muhammed b. Urve, Tâvûs, Atâ, İbn Ebî Müleyke gibi âlimler hadîs rivâyet etti.

Abdullah b. Zübeyr (r.a) tefsir ilminde söz sahibi idi. Çok ibâdet eden bir âbid olması sebebiyle kendisine Hamâmetü’l-Mescid (mescid güvercini) denilirdi. Namazı derin bir vecd ve huşû içinde kılardı. Haccâc Mekke’ye mancınıkla taş atarken çok yakınına taşlar düştüğü hâlde namazdaki huzûru asla bozulmadı. Saatlerce kıyâmda durur, rükû ve secde yapardı. Çokça oruç tutardı. Cesaret, ibadet ve hitabette kimse onunla boy ölçüşemezdi.[42]

3.3.4. Rivâyetleri

Abdullâh bin Zübeyr (r.a)bir gün Allâh Rasûlü’nün yanına geldiğinde Efendimiz (s.a.v) hacamat yaptırıyordu. Hacamat bitince Allâh Rasûlü (s.a.v):

“−Abdullâh! Bu kanı götür, kimsenin görmeyeceği bir yere dök!” buyurdu.

Abdullâh, Rasûlullâh (s.a.v)’den uzaklaşınca kanı içti. Geri dönünce Nebi (s.a.v):

“−Abdullâh, kanı ne yaptın?” diye sordu. Abdullâh (r.a):

“−İnsanların görmediğini bildiğim en gizli yere koydum” dedi. Allâh Rasûlü (s.a.v):

“−Herhalde sen onu içtin?” buyurunca, Abdullâh (r.a); “Evet” dedi. Bunun üzerine Allâh Rasûlü (s.a.v):

“−Sana o kanı içmeni kim söyledi! Vay insanlardan çekeceklerine! Vay insanların senden çekeceğine!” buyurdu.[43]

Diğer rivayetlerde Efendimiz niçin böyle yaptığını sorduğunda, Abdullâh (r.a):

“−Allâh Rasûlü’nün kanını yere dökmeyi istemedim, onun benim içimde olmasını istedim” diye cevap vermişti.

Bunun üzerine Rasûlullâh (s.a.v) ayağa kalkıp eliyle Abdullâh’ın başını sıvazlamış ve “Sana cehennem ateşi dokunmaz!” müjdesini vermiştir.[44]

el-Cevheru’l-Meknûn fi zikri’l-kabâili ve’l-meknûn isimli eserde şöyle denmektedir:

“Abdullâh bin Zübeyr (r.a) kanı içtikten sonra ağzı misk kokmaya başladı. Bu güzel koku, o şehîd edilinceye kadar ağzında kalmaya devam etti.”[45]

Ebû Âsımşöyle demiştir:

“Herkes Abdullâh’ta gördüğümüz o kuvvetin bu kan yüzünden olduğunu düşünüyordu.”

֎

Hz. Osman’ın evi âsîler tarafından muhâsara edildiğinde Abdullah b. Zübeyr (r.a) ona:

“–Ey Mü’minlerin Emîri! Yanında bir grub insan var. Allah’ın yardımına güvenerek âsîlere karşı koyalım. Eğer Allah dilerse daha az bir grubla da seni muhâfaza edebilir. Bize izin ver onlarla savaşalım!” demişti. Hz. Osman (r.a):

“–Kim benim yüzümden kendisinin veya başka birinin kanını akıtmak istiyorsa ona Allah’ı hatırlatırım” dedi. Abdullah (r.a) sabredemeyerek tekrar:

“–Bu adamlarla savaş! Yemin ederim ki Allah teâlâ sana bunların katlini helal kılmıştır” dedi. Hz. Osman ise:

“–Hayır! Allah’a yemin ederim ki ben kesinlikle savaşmayacağım” cevabını verdi. Sonra da şunları ilâve etti: “Sizin benim yanımda en hayırlınız, elini ve silahını tutup savaşmayan kimselerdir.”[46]

֎

Abdullah b. Zübeyr (r.a) tamir maksadıyla Kâbe’yi yıkmak istediğinde, sahabeyi toplayarak istişare etti. İbn Abbas (r.a), sadece tamire ihtiyacı olan yerlerin yıkılarak sağlam taraflara dokunulmamasını teklif etti. Rasûlullah (s.a.v) devrinde kullanılan kadîm taşların muhâfaza edilmesini istedi. Şöyle dedi:

“–Bana bu bâbda bir fikir zâhir oldu. Kaʻbe’nin harâb olan yerlerini tamir etmeni ve insanların müslüman oldukları vakit buldukları beyti, yine pek çok insan müslüman olduğu ve Nebî (s.a.v) peygamber olarak gönderildiği zaman mevcut olan taşları muhâfaza etmeni muvafık görürüm.”[47]

֎

Bir kişi Hz. Âişe’ye gelerek, sattığı veya bağışladığı bir şey hususunda yeğeni Abdullah b. Zübeyr’in “Vallahi Âişe ya bu işten vazgeçer veya ben onun böyle davranmasına mâni olurum” dediğini söylemişti. Âişe (r.a) bu haberi getiren kişiye “O böyle mi dedi?” diye sordu. Oradakiler de “Evet, böyle söyledi” dediler. Bunun üzerine Hz. Âişe:

“–Allah’a ahdim olsun ki bir daha Abdullah b. Zübeyr ile aslâ konuşmayacağım!” dedi.

Hz. Âişe’nin dargınlığı uzayınca İbn Zübeyr barışmak için araya şefaatçiler koydu. Fakat teyzesi “Hayır, vallahi ben onun hakkında kimsenin şefaatini kabul etmem ve adağımı bozarak günaha girmem” dedi.

Dargınlık hayli uzayınca Abdullah b. Zübeyr, Misver b. Mahreme ile Abdurrahman b. Esved b. Abdiyegûs’a konuyu açarak:

“–Allah aşkına beni Hz. Âişe’nin yanına götürüp barıştırın. Benimle ilgiyi kesip konuşmamak üzere adak adaması helâl değildir” dedi.

Misver ile Abdurrahman bu teklifi kabul edip Hz. Âişe’nin evine geldiler ve:

“–Allah’ın selâmı ve bereketleri üzerine olsun, girebilir miyiz?” diye izin istediler. Hz. Âişe de:

“–Girin” dedi.

“–Hepimiz mi girelim?” diye sordular. Yanlarında İbn Zübeyr’in olduğunu bilmediği için o da:

“–Evet, hepiniz girin” dedi. İbn Zübeyr de onlarla birlikte içeri girdi, perdenin arkasına geçerek teyzesinin boynuna sarıldı ve kendisini bağışlamasını isteyerek ağladı. Misver ile Abdurrahman da “Allah aşkına onu bağışla” diye yalvardılar ve:

“–Bildiğin üzere Rasûlullah (s.a.v)de küs durmayı yasaklamıştır. Bir müslümanın din kardeşiyle üç günden fazla dargın durması helâl değildir” diyerek onunla barışmasını istediler. Hataları affetmenin fazileti, akraba ile alâkayı kesmenin günahı üzerine o kadar çok şey söylediler ki nihayet Hz. Âişe ağlamaya başladı ve onlara adağı yerine getirmenin önemini hatırlatarak:

“–Ben konuşmamak üzere adak adadım, adağı bozmak büyük günahtır” dedi. Mahreme ile Abdurrahman onun gönlünü yapmak üzere o kadar çok şey söylediler ki sonunda Hz. Âişe İbn Zübeyr ile konuşmaya başladı. Adağını bozduğu için de kırk köle âzad etti. Âişe (r.a) sonraki günlerde bu adağını devamlı hatırlayıp ağlar, gözlerinden akan yaşlar baş örtüsünü ıslatırdı.[48]

Abdullah b. Zübeyr (r.a), teyzesinin yanına Zühre Oğulları’ndan bir takım insanlarla gitmişti. Zühre Oğulları, Allah Rasûlü’nün annesi Hz. Âmine’nin kabilesi idi. Hz. Âişe ise Rasûlullah Efendimiz’e yakınlıkları sebebiyle onlara karşı son derece şefkat ve merhametle davranır ve ikramlarda bulunurdu.[49] Dolayısıyla onların sözünü kıramayarak yeğenini affetti.

Hz. Âişe (r.a) Rasûlullah (s.a.v) ve Hz. Ebû Bekir’den sonra en çok Abdullah b. Zübeyr’i severdi. Zira insanların ona en çok iyilik edeni Abdullah idi. Abdullah (r.a) teyzesinin bir gayr-i menkûlünü çok ucuza satıp parasını Allah rızası için infak ettiğini duymuş, kendisine gelen malları hiç tutmayıp tasadduk ettiğini görmüştü. Teyzesinin bu cömertliğini aşırı bularak elinin tutulması gerektiğini söylemişti. Yeğeninin bu sözü kendisine ulaşınca Hz. Âişe vâlidemiz çok üzülmüş, bu sebeple onunla aslâ konuşmayacağına ahdetmişti. Abdullah (r.a) teyzesini gücendirdiğine çok üzülmüş, elini öpüp gönlünü almak için defalarca teşebbüste bulunmuş ama başaramamıştı. Nihayet ashâb-ı kirâmdan Misver b. Mahreme ile Rasûl-i Ekrem’in dayısının oğlu olup Hz. Âişe’nin çok değer verdiği Abdurrahman b. Esved’in şefaatleriyle maksadına ulaşabilmişti.

֎

Abdullah b. Zübeyr’in hilâfeti zamanındaki kadısı Abdullah b. Ebî Müleyke şöyle anlatır:

Hz. Âişe vâlidemiz ölüm döşeğindeydi. İbn Abbâs (r.a) onun huzûruna girmek için izin istedi. Hz. Âişe (r.a) “Beni senâ etmesinden korkuyorum” buyurdu ve izin ver­mek istemedi. Kendisine “İzin isteyen Allah Rasûlü’nün amcasının oğlu ve müslümanların önde gelenlerindendir” denildi. Bu sefer Hz. Âişe “Ona izin verin girsin!” buyurdu.

İbn Abbâs (r.a) odasına girip “Kendini nasıl hissediyorsun?” diye hâlini hatırını sorunca Âişe (r.a) “Eğer Allah’a karşı takvâ sahibi olabilirsem hayır üzere ve iyi olacağım” diye cevap verdi. İbn Abbâs: “İnşâallah sen hayır üzeresin, iyisin. Zira Allah Rasûlü’nün zevcesisin, Rasûlullah (s.a.v) senden başka bir bâkire ile evlenmedi, sana iftira atıldığında temiz olduğuna dair beraatın semâdan indi” diye onun faziletlerinden bahsetti.

İbn Abbâs (r.a) ziyaretini bitirip çıktıktan sonra içeriye Abdullah b. Zübeyr (r.a) girdi. Mü’minlerin annesi Hz. Âişe (r.a) yeğeni Abdullah’a, yüksek tevâzu ve takvâsını gösteren şu sözleri söyledi:

“‒Biraz önce İbn Abbâs ziyaretime geldi ve beni medheden sözler söyledi. O esnâda yok olmayı, unutulup gitmeyi yanî zikredilir birşey olma­mayı istedim.”[50]

֎

Efendimiz (s.a.v)’in dua ettiği bütün mekânlar icâbet mahallidir. Oralarda yapılan dualar daha çok ve daha çabuk kabul edilir. Bu sebeple Allâh Rasûlü’nün dua ve ibadet ettiği yerleri arayıp oralarda dua etmek müstehaptır. Yezîd bin Ebî Ubeyd şöyle anlatır:

“Seleme bin Ekvaʻ (r.a) ile birlikte Mescid’e gelirdim. O, Mushaf’ın yanındaki direğin yanında namaz kılardı. Kendisine:

“–Ey Ebû Müslim, bilhassa bu direğin yanında namaz kılmaya gayret ettiğini görüyorum, sebebi nedir?” dedim. Seleme (r.a):

“–Ben Rasûlullâh (s.a.v) Efendimiz’in bu direğin yanında namaz kılmaya ayrı bir îtinâ gösterdiğini, namaz için burayı tercih ettiğini gördüm.” diye cevap verdi.[51]

Bu direk, Üstüvânetü’l-Muhâcirîn ismiyle mârûftur. Muhâcirler onun yanında toplanırlardı. Üstüvânetü Âişe de denir.

Hz. Âişe (r.a): “İnsanlar bu direğin fazîletini bilseler, orada namaz kılabilmek için oklarını alıp birbirleriyle çarpışırlar” demiştir.

Âişe vâlidemiz bu direğin faziletiyle ilgili yeğeni Abdullâh b. Zübeyr’e gizlice bazı şeyler söylemişti. Bu sebeple İbn Zübeyr (r.a) orada çok namaz kılardı.[52]

Hazret-i Osman (r.a) zamanında çoğaltılıp Medîne’ye gönderilen Mushaf, bu direğin yanındaki bir sandığa konurdu. NitekimUbeydullâh bin Abdullâh, Hazret-i Osman (r.a) zamanında çoğaltılan nüshalardan Medîne Mushafı’nın Mescid-i Nebevî’de muhafaza edildiğini ve her sabah cemaate okunduğunu haber verir.[53]

Bununla birlikte Mescid-i Nebevî’nin bütün direklerinin kendine mahsûs fazileti vardır. Her birinin yanında Rasûlullâh (s.a.v) ve ashâbı nice derin yakarışlar ve gözyaşlarıyla uzun uzun namazlar kılmışlardır. Enes (r.a) şöyle buyuruyor:

“Peygamber Efendimiz’in ashâbının büyüklerini gördüm, akşam olunca Mescid’in direklerine koşuşurlardı.”[54]

֎

Tâbiînin önde gelen tefsîr ve kıraat âlimlerinden Mücâhid (r.a) şu hâtırasını nakleder:

“Abdullah b. Zübeyr (r.a) ibâdette hiç kimsenin ulaşamadığı bir seviyeye erişmişti. Bir defâsında Kâbe’nin tavaf mahallini sel basmış, her taraf su ile dolduğu için insanlar bir hafta boyunca tavaf yapamamıştı. Abdullah (r.a) ise bir hafta boyunca Kâbe’yi yüzerek tavâf etti.”[55]

Böylece tavâfı kesintiye uğratmayarak Allah’ın evinin ibadetten mahrum kalmasını önledi.

֎

Abdullah b. Zübeyr (r.a) namazdan sonra selâm verince her defasında şöyle derdi:

لَا إِلٰهَ إِلَّا اللهُ وَحْدَهُ لَا شَرِيكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ. لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللهِ، لَا إِلٰهَ إِلَّا اللهُ وَلَا نَعْبُدُ إِلَّا إِيَّاهُ، لَهُ النِّعْمَةُ وَلَهُ الْفَضْلُ وَلَهُ الثَّنَاءُ الْحَسَنُ. لَا إِلٰهَ إِلَّا اللهُ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ.

“Lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr. Lâ havle velâ kuvvete illâ billah. Lâ ilâhe illallâhu velâ naʻbüdü illâ iyyâh, lehü’n-niʻmetü ve lehü’l-fadlu ve lehü’s-senâü’l-hasen. Lâ ilâhe illallâhu muhlisîne lehü’d-dîne velev kerihe’l-kâfirûn.”

Allah’tan başka ilâh yoktur, yalnız Allah vardır. O tektir, ortağı yoktur. Mülk O’nundur, hamd O’na mahsustur. O’nun gücü her şeye yeter. Günahtan kaçacak güç, ibadet edecek kuvvet ancak Allah’ın yardımıyla kazanılabilir. Allah’tan başka ibadete lâyık bir ilâh yoktur. Biz yalnız O’na ibadet ederiz. Sahip olduğumuz nimet ve lutuf O’nundur. En güzel medh ü senâ O’na yakışır. Kâfirler hoşlanmasa bile bütün samimiyetimizle ‘Allah’tan başka ilâh yoktur’ deriz.”

Abdullah b. Zübeyr, Allah Rasûlü’nünher namazdan sonra bu sözlerle sesini de biraz yükselterek zikrettiğini söylemiştir.[56]

֎

Abdullah b. Zübeyr’in oğlu Âmir cömert ve hassas kalbli bir insandı. Fakir ve âbidlere yardım eder ancak onları incitmemek için büyük bir hassâsiyet gösterirdi. Yardım edeceği kimseler secdedeyken para kesesini ayakkabılarının yanına hafiften hissettirerek bırakır ve görünmeden oradan uzaklaşırdı. Onun âdetini bilen yakınları “Yardımını neden birisiyle göndermiyorsun?” diye sorunca kalbî inceliğini gösteren şu güzel cevabı verdi:

“–Onlardan birinin gönderdiğim kişiyle veya benimle karşılaştığında yere bakmasını istemem, onun için böyle yapıyorum.”[57]

Sağ elin verdiğini sol elin duymayacağı şekilde gizli vermek, İslâm’ın tâlim ettiği temel esaslardan biridir.

3.4. Urve b. Zübeyr (r.a)

Zübeyr b. Avvâm’ın diğer oğlu Urve (r.a) 23 (643) yılında Medîne-i Münevvere’de dünyaya geldi. Annesi Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ’dır. Urve (r.a) ağabeyi Abdullah gibi siyâsî hâdiselere karışmadı, kendini ilme ve ibadete verdi. Arkadaşlarıyla birlikte geceleri düzenli bir şekilde Medîne mescidinde toplanarak ilmî müzâkerelerde bulunurlardı. Arkadaşları Kabîsa b. Züeyb, kardeşi Musʻab b. Zübeyr, Ebû Bekir b. Abdurrahman, Abdurrahman b. Misver, İbrâhim b. Abdurrahman b. Avf, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe, Abdülmelik b. Mervân gibi kimselerdi.

Basra vâlisi olan Abdullah b. Abbâs’ı ziyaret ettikten sonra Mısır’a gitmiş ve yedi yıl orada kalıp evlenmişti.[58] Daha sonrakilerle birlikte toplam dört evlilik yapmış, 11’i erkek, 7’si kız 18 evlâdı olmuştur.

Urve (r.a) ağabeyi Abdullah b. Zübeyr’in siyâsî mücâdelelerine katılmamakla birlikte 64 (683) senesinde o Mekke-i Mükerreme’de halîfeliğini ilan edince Medîne’den Mekke’ye geçmiş ve ağabeyi 73/692 senesinde şehîd edilinceye kadar orada kalmıştı. Bu esnâda ilmî faaliyetlerine devam etti. Ağabeyi Abdullah şehîd edilince Dımaşk’a Halife Abdülmelik b. Mervân’ın yanına gitti. Abdülmelik, Medîne’deyken Urve’nin ders arkadaşı idi, bu sebeple onu büyük bir saygıyla karşıladı. Urve ondan ağabeyinin darağacına asılan cesedini kendilerine teslim etmelerini ve Haccâc’ın takibâtından kurtulabilmek için eman taleb etti. Abdülmelik, Haccâc’a bir mektup yazarak Urve’ye eman verdiğini bildirip Abdullah’ın cesedini de âilesine teslim etmesini emretti. Urve (r.a) Dımaşk’tan dönüp ağabeyinin cenazesini teslim aldı ve namazını kıldırıp kabrine defnetti.

İlmî faaliyetlerine devam eden Urve (r.a) siyâsî çekişme ve kargaşalardan hep uzak durdu. Medîne-i Münevvere’nin güneybatısındaki Akīk vâdisinde bir ev yaptırıp yanına da bir kuyu kazdırdı. Hayatının geri kalanını orada inzivâda geçirdi.[59] Rasûlullah’ın mescidinden uzaklaştığı için kendisini tenkid edenlere toplumda ortaya çıkan fitneler sebebiyle böyle yaptığını söylerdi.

3.4.1. Sabrı

Velîd b. Abdülmelik halife olunca 86/705 yılında Urve (r.a) yakın dostu şâir İsmâil b. Yesâr ile birlikte Dımaşk’a gitmeye karar verdi. Vâdi’l-kurâ’ya vardıklarında Urve’nin sol ayağında bir yara çıktı. Dımaşk’ta hekimler tedavisine uğraşsalar da bir netice alamadılar ve ayağını kesmek zorunda kaldılar. Bu yolculukta yanında bulunan oğlu Muhammed de bir kaza sonucu vefat etti. Urve (r.a), Dımaşk’tan döndükten sonra 8 sene daha yaşadı. 94 (713) yılında Medîne’ye 200 km. mesafedeki Fur’ köyünde yer alan evinde vefat etti ve oraya defnedildi. Çok sayıda fakihin vefatı sebebiyle bu seneye Senetü’l-Fukahâ (Fakihler senesi) denildi.[60]

Onun başından geçen bu büyük imtihanları İbn Hallikân şöyle anlatır:

“Urve b. Zübeyr (r.a) Medîne’den Şam’a Velid b. Abdülmelik’in yanına geldi. Yanında oğlu Muhammed de vardı. Muhammed hayvan ahırına girdi, bir hayvan kendisine tekme atınca hemen oracıkta vefat etti. Urve’in de ayağında bir hastalık zuhûr etti. Velid b. Abdülmelik ayağının kesilmesi gerektiğini aksi hâl­de hastalığın bütün vücuduna yayılacağını söyledi, o da kabul etti. Bunun için bacağı kesecek kişi çağrıldı. Urve’ye:

«‒Ayağın kesilirken bir acı hissetmemen için sana şarap içirelim» dediler. Urve (r.a):

«‒Hastalıktan kurtulmak için Allah’ın haram kıldığı bir şeyi kullanamam» dedi.

«‒O hâlde seni uyutacak bir ilaç verelim» dediler. Bunu da kabul etmedi ve:

«‒Bir uzvum kesilirken acısını hissetmeyeceğim bir de Cenâb-ı Hak’tan ecrini isteyeceğim, böyle bir şeye râzı olamam» dedi.

Bu defa yanına bir kaç kişi geldi. «Bunlar kimdir?» diye sordu. Bunların kendisini tutmak için geldiğini, zira acının kimi zaman dayanılmaz olduğunu söylediler. Urve (r.a) «İnşaallah sabreder, size güçtük çıkarmam” diyerek onları reddetti.

Ayağı bıçakla kesildi, bıçak kemiğe da­yanınca testere getirildi ve kesme işine devam edildi. O, hiç kimse kendisini tutmadan dayandı, sonuna kadar tehlil ve tekbir getirerek لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَاللّٰهُ أَكْبَرُ dedi ve sabretti. Sonra zeytinyağı kızdırılarak kesilen yer dağlandı. Bu esnâda Urve (r.a) bayıldı. Ayıldığında yüzündeki teri silerek «Hakikaten şu yolculuğumuz sebebiyle başımıza (epeyce) sıkıntı geldi»[61] âyet-i kerîmesini okuyordu.

Ayağını doktorların elinde görünce onu istedi, eline alıp çevirdi ve «Beni sana taşıttıran zâta ye­min ederim ki O seninle hiç bir harama gitmediğimi bilir» dedi.

O sene Şam’a Abs Oğulları’ndan bazı kimseler gelmişti. Ara­larında âmâ biri vardı. Velid ona gözlerini neden kaybettiğini sordu. O da şöyle anlattı:

«‒Yâ Emîra’l-mü’minîn! Birgün bir vâdide geceledim. Abs Oğulları’ndan hiçbirinin benim kadar malı yoktu. Gece bir sel baskınına uğradık. Bir deve ve yeni doğmuş bir bebek dışında âile fertlerimin ve malımın hepsini alıp götürdü. Deve de bu sırada kaçıp uzağa gitmişti. Çocuğu bırakıp devenin peşine düştüm. Pek fazla gitmemiştim ki çocuğumun feryatlarını duydum. Bir kurt yavrumun başını ağzına almış yiyordu. Koştum ama kurtaramadım. Sonra devenin peşine düştüm, deve yüzüme bir tekme attı, iki gözüm de kör oldu. İşte gördüğün gibi ne malım, ne çocuklarım, ne de gözle­rim kaldı.»

Velid:

«‒Bu zâtı Urve b. Zübeyr’e götürün de in­sanlar arasında ondan daha büyük belâlara duçar olanlar bulunduğunu görsün» dedi.

Urve (r.a) Medîne-i Münevvere’ye dönünce şöyle duâ etti: «Ey Rabbim! Benim iki elim, iki ayağım vardı, birini aldın, üçünü bana bı­raktın, sana sonsuz hamd ü senâlar olsun! Allah’a yemin ederim ki Sen bir nimeti alır­san ona mukâbil pekçok nîmet lûtfedersin, bir defa ibtilâ verirsen çoğu zaman âfiyette kılarsın!»

Bu şekilde Cenâb-ı Hakk’a hamd ve şükürler etti. Allah ona rahmet etsin ve ondan râzı olsun. Onun bu dâsitânî sabrı, şâirin şu sözüne ne kadar da benzemektedir:

Sabırla ya­rışa başladı, sabır ondan yardım diledi,

Sabûr,[62] sabrı tesellî ederek «Ey sabır, sabırlı ol!» dedi.”[63]

3.4.2. İbâdet Hayatı

Urve b. Zübeyr (r.a) her gün Mushaf’a bakarak Kur’ân’ın dörtte birini okurdu. Daha sonra bu dörtte birlik kısımla geceyi ihyâ eder, namaz kılardı. Bu virdini hiç terketmedi, sâdece kangren olan ayağının kesildiği gece okuyamadı. Lâkin bir sonraki gece bu âdetine tekrar devâm etti.

Urve (r.a) âbid olduğu kadar aynı zamanda cömert bir insandı. Tâze hurmaların olgunlaştığı günlerde bahçesinin duvarından bir kapı açar, insanlar oradan girip tâze hurma yer ve evlerine götürürlerdi. Kendisi de bahçesine girdiğinde, oradan çıkıncaya kadar devamlı şu âyet-i kerîmeyi okurdu:

وَلَوْلَٓا اِذْ دَخَلْتَ جَنَّتَكَ قُلْتَ مَا شَٓاءَ اللّٰهُۙ لَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ

“Bağına girdiğin vakit «Mâşâallah! Kuvvet yalnız Allah’ındır» deseydin ya!».”[64]

Urve (r.a) çok oruç tutardı, vefât ettiğinde de oruçlu idi.[65] Âbid ve zâhid kişiliğiyle tanınırdı, defalarca haccetmişti.

3.4.3. İlmi

Babası, ağabeyi ve üvey kardeşi Musʻab’ın karıştığı siyâsî hâdiselerden uzak durarak ilim tahsil etti. Medîneli meşhur yedi fakihten biri olup büyük bir hadîs ve siyer âlimidir. Daha çok fıkıh ve hadîs üzerine teksif oldu. Babası, annesi, teyzesi Hz. Âişe ve diğer pekçok sahâbîden hadîs rivâyet etti. Ondan da oğlu Hişâm, İbn Şihâb ez-Zührî, Ömer b. Abdülazîz ve Caʻfer es-Sâdık gibi pekçok âlim rivâyette bulunmuşlardır.

Bütün hadîs âlimleri onu güvenilir (sika, sebt, hâfız) kabul etmişlerdir. Toplumun her kesimi tarafından takdir edilen meşhur bir âlim olmuştur. Medîne Vâlisi Ömer b. Abdülazîz (r.a) 87/706 senesinde fakihlerden kurduğu on kişilik istişâre meclisine Urve’yi de dâhil etmiş ve ondan takdirle söz etmiştir.[66] Peygamber Efendimiz’in hadîs-i şeriflerini öğrenmeye ve başkalarına nakletmeye çok ehemmiyet verirdi. Hadîs-i şeriflerin tedvînini başlatan ilk nesil içinde yer aldı. Bir hâdise meydana geldiğinde re’yi ile hareket etmeyip hadîse müracaat etmeyi esas edinmişti.[67]

Urve (r.a) teyzesi Hz. Âişe’den fıkıh da öğrenmişti. Nübüvvet âilesine yakın olduğu için dinî konular yanında siyer ve megāzî alanında da ilk elden güvenilir bilgilere sahipti. Megāzî konusunda ilk eseri yazmış[68] ve bu ilmin kurucusu sayılmıştır. Ama maalesef eserleri günümüze ulaşmamıştır. Halife Abdülmelik ve daha sonra Velîd’in arzusu üzere İslâm’ın ilk devirleriyle ilgili çeşitli hâdiseler hakkında bilgileri yazıp kendilerine göndermiştir.

Urve (r.a) Peygamber Efendimiz’in hayatının muhtelif yönleriyle alâkalı rivâyetleri derlemiş ancak savaşların tafsîlâtına girmemiştir. Yazdıkları Asr-ı saâdet’le sınırlı kalmamış, ridde, Kādisiye ve Yermük savaşları gibi Hulefâ-yi Râşidîn dönemine ait hâdiseleri de kaydetmiştir. Târihî rivâyetleri gerçekçi ve mübâlağadan uzak bir yaklaşımla, son derece sade ve açık bir üslûpla takdim etmiştir. Urve’nin başlattığı çalışmaları talebesi İbn Şihâb ez-Zührî bir bütünlüğe kavuşturmuştur. Hadîs-i şeriflerin naklinde en mühim unsur olan isnâd sisteminin yerleşmesinde Urve (r.a) ile talebesi İbn Şihâb ez-Zührî’nin çok büyük rolleri vardır.[69] Onun eserlerindeki bilgiler siyer, tarih ve hadîs kitaplarında yer alarak bize gelmiştir.

3.4.4. Rivayetleri

Urve b. Zübeyr (r.a) şöyle anlatır:

“Hz. Âişe bana şöyle dedi:

«‒Ey kız kardeşimoğlu! Duydum ki Abdullah b. Amr (r.a) hacca gider­ken bize (Medîne-i Münevvere’ye) uğrayacakmış. Onunla görüş de kendisine bir şeyler sor. Çün­kü o Peygamber (s.a.v)’den çok ilim almıştır.»

Bunun üzerine ben kendisiyle görüşerek ona pekçok şeyler sordum. Onları Allah Rasûlü’nden naklen söylü­yordu. Anlattıkları arasında şu da vardı. Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuşlar:

«Şüphesiz Allah ilmi insanlardan çekip alıvermez, lâkin ulemâyı alır, onlarla birlikte ilmi de ortadan kaldırır ve insanlar arasında bir takım câhil başlar bırakır. Bunlar insanlara ilimsiz fetvâ verirler, bu sûretle hem sa­parlar hem saptırırlar.»

Ben bu hadîsi Hz. Âişe’ye rivâyet ettiğim vakit onu pek büyük gördü ve yadırgadı.

«‒Abdullah sana Peygamber Efendimiz’i böyle buyururken işittiğini söyledi mi?» dedi.

Ertesi sene olunca Hz. Âişe (r.a) bana:

«‒Abdullah b. Amr yine gelmiş, onunla görüş de ona ilimden söz aç ve geçen sene sana ilim hak­kında naklettiği hadîsi sor» dedi.

Ben de kendisiyle görü­şerek ona bu hadîs-i şerifi sordum. Bu hadîsi bana ilk defa naklettiği gibi aynen rivâyet etti. Bu durumu Hz. Âişe’ye haber verdiğimde:

«‒Onun doğrudan başka birşey söylemediğini düşünüyorum. Zira görüyorum ki hadîs-i şerife ne bir şey ilave etti ne de noksanlaştırdı» buyurdu.”[70]

Hz. Âişe’nin Abdullah b. Amr hakkındaki sözleri onu itham için değil, hadîsi karıştırmış olabileceği veya hikmet kitaplarından okuyup da Efendimiz’den duyduğunu zannetmesi endişesiyledir. Abdullah ikinci sene hadîsi aynı şekilde tekrar edince Hz. Âişe’nin kalbi mutmain olmuştur.

֎

Urve’nin Hz. Âişe’den rivâyet ettiğine göre o:

“–Ey kız kardeşimin oğlu! Allah’a yemin ederim ki biz bir hilâli sonra diğerini sonra bir başkasını, yani iki ayda üç hilâli görürdük de Rasûlullah (s.a.v)’in evlerinde hiç ateş yakılmazdı” demişti. Ben:

“–Teyzeciğim! O halde geçiminiz ne idi?” dedim. Teyzem:

“–İki siyah, yani hurma ve su. Ancak şu var ki Allah Rasûlü’nün Ensâr’dan sağmal hayvanları bulunan komşuları vardı. Onlar Rasûlullah’a bu hayvanların sütlerinden gönderirlerdi, o da bize içirirdi” dedi.[71]

֎

Hz. Âişe’nin odasının duvarı Velid b. Abdülmelik zamanında Efendimiz ve arkadaşlarının kabirleri üzerine yıkılmıştı. Duvarı tekrar binâ etmeye başladılar. O esnâda bir ayak ortaya çıktı. Herkes dehşete düştü ve çok korktu. Zira onu Rasûlullah Efendimiz’in mübarek ayağı zannettiler. Bunu bilen birini de bulamadılar. Urve b. Zübeyr gelip:

“–Hayır, vallahi bu Rasûlullah’ın mübarek ayağı değildir, bu ancak Hz. Ömer’in ayağıdır” dedi.[72]

֎

Urve b. Zübeyr şöyle anlatır:

Teyzem Âişe’nin yanında Hassân b. Sâbit’e kızmaya ve hakkında ağır konuşmaya başladım. Âişe (r.a) beni durdurarak şöyle dedi:

“–Ona hakâret etme, çünkü o şiirleriyle Rasûlullah (a.s)’ı müdâfaa ederdi.”[73]

Peygamber Efendimiz’in şâiri Hassân b. Sâbit (r.a) Hz. Âişe’ye atılan iftiraya kapılmıştı. Ondan söz açılınca Urve (r.a) teyzesine yapılan bu haksızlığı hatırlayıp kızmış, Hz. Âişe’nin de buna bir şey demeyeceğini zannetmişti. Ama o büyük bir fazilet örneği sergileyerek Allah Rasûlü’nün hatırına onu affetmişti. Bu da onun Peygamber Efendimiz’e olan muhabbetini gösteriyordu.

֎

Bir gün Ömer b. Abdülaziz (r.a) namazı geciktirmişti. Bunun üzerine Urve b. Zübeyr (r.a) yanına girdi ve şunu haber verdi:

Irak’ta (vâli olan) Mugîre b. Şu’be de bir defâsında aynen bunun gibi namazı geciktirmişti. Hemen Ebû Mesʻûd el-Ensârî (r.a) yanına girdi ve:

“–Ey Mugîre, bu da neyin nesi?” dedikten sonra şöyle devam etti:

“–Bilmez misin ki Cibrîl (a.s) indi ve namaz kıldı, Rasûlullah (s.a.v) de onu takiben namaz kıldı. Belli bir müddet sonra Cibril (a.s) bir daha namaz kıldı, Rasûlullah (s.a.v) de kıldı. Sonra bir daha kıldı, Rasûlullah (s.a.v) de kıldı. Sonra bir daha kıldı, Rasûlullah (s.a.v) de kıldı. Sonra bir daha kıldı, Rasûlullah (s.a.v) de kıldı. Sonra Cibrîl (a.s):

«–İşte bununla emrolundun» buyurdu.”

Bu sözleri işiten Ömer b. Abdülaziz, Urve’ye:

“–Ne söylediğine dikkat et! Namaz vakitlerini Rasûlullah (s.a.v)’e Cibrîl mi öğretti?” dedi. O da:

“–Beşîr b. Ebû Mesʻûd, babasından böyle naklederdi” dedi…[74]

Bu rivayetlerde âlimlerimizin hadis rivayetinde çok titiz davrandıklarını, duydukları rivayetleri tahkik ederek iyice sağlamlaştırmadan, hadisin kimden alındığını ve ne mâna ifade ettiğini iyice araştırmadan kabul etmediklerini görüyoruz. Hem nakledenlerin hem de dinleyenlerin bu konuda büyük bir hassâsiyetle davrandıkları anlaşılıyor.

֎

Urve’den şöyle nakledilmiştir:

“Müezzin kâmet getirip insanlar sustuğunda Peygamber (s.a.v) Efendimiz ihtiyacı olanlarla konuşur, ihtiyaçlarını karşılardı. Efendimiz (s.a.v) için kıble tarafına bir odun parçası konulmuştu, kazık gibi yere çakılmıştı. Efendimiz (s.a.v) namaza kalkarken ve ayakta dururken ona tutunurdu.”[75]

Efendimiz (s.a.v)’in vefatından sonra bu odun çalındı. Hz. Ebû Bekir (r.a) onu bulamadı. Hz. Ömer (r.a) hilâfeti zamanında onu bir kişinin yanında buldu. O zât bu odunu toprağa gömmüş, kurtlar da onu yemişti. Hz. Ömer (r.a) onu başka bir ağaçla kaplayarak mescidin kıble tarafındaki duvara yerleştirdi. Ömer bin Abdülazîz, mescidi genişletirken o odun parçasını şu an mevcut olan Osmanlı mihrabının yanındaki duvara koydu.[76]

֎

Urve b. Zübeyr şöyle demiştir:

“…Hz. Âişe (r.a) öylesine cömertti ki Allah’ın rızık olarak yarattığı şeylerden kendisine gelen hiçbir şeyi yanında tutmaz, tasadduk ederdi…”[77]

֎

Hişâm, babası Urve b. Zübeyr’in bir gün evlâdlarına şöyle dediğini nakleder:

“Evlâtlarım! Sakın biriniz, bir büyüğe hediye edince utanacağı bir şeyi Allah için kurban olarak takdim etmesin! Zîra Allah, büyüklerin büyüğüdür ve O her şeyin en seçkinine ve en kıymetlisine herkesten ziyâde lâyıktır.”[78]

Onun bu sözünden mârifetullah ve muhabbetullah nûru parlamaktadır.


[1] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/101.

[2] İbn Hacer el-Askalânî, Tehzîbü’t-Tehzîb, 3/274-275.

[3] Süleyman b. Ahmed et-Taberânî, el-Muʻcemü’l-kebîr, thk. Hamdî b. Abdülmecid es-Silefî (Beyrut, 1404), 1/122.

[4] Hâkim, el-Müstedrek, 3/406-407.

[5] Belâzürî, Ensâbu’l-eşrâf, 1/202.

[6] Hâkim, el-Müstedrek, 3/12.

[7] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/103.

[8] Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 48.

[9] Zehebî, Aʻlâmi’n-nübelâ, 1/52; İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe, 2/459.

[10] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye, nşr. Ahmed Ebû Mülhim v.dğr., (Beyrut 1405/1985), 7/181, 182.

[11] İbn Hazm, Esmâ’ü’s-sahâbe ve mâ li-külli vâhidin minhüm mine’l-aded, nşr. Müs‘ad Abdülhamîd es-Sa‘denî, (Kahire, Mektebetü’l-Kur’ân, ts.), 39.

[12] Buhârî, İlim, 38; Ebû Dâvûd, İlim, 4; İbn Mâce, Mukaddime, 4/36; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/165.

[13] Mehmet Efendioğlu, “Zübeyr b. Avvâm”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/zubeyr-b-avvam (26.04.2023).

[14] Buhârî, Meğâzî, 12.

[15] ez-Zümer 39/31.

[16] Tirmizî, Tefsîr, 39/3236.

[17] el-İsrâ 17/24.

[18] Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 9.

[19] Buhârî, Zekât, 50, 53; Büyû’ 15, Müsâkât, 13. Ayrıca bkz. Nesâî, Zekât, 85; İbn Mâce, Zekât, 25.

[20] Halebî, İnsânu’l-Uyûn, Mısır 1964, 2/235.

[21] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/167; Heysemî, Mecmaʻu’z-zevâid, 2/188.

[22] Buhârî, Libâs, 29; Müslim, Libâs, 24-25. Ayrıca bkz. Buhârî, Cihâd, 91; Ebû Dâvud, Libâs, 9; Nesâî, Zînet, 92.

[23] Mevlâ, Cenâb-ı Hakk’ın isimlerinden biri olmakla birlikte o zamanlar koruyucu, yardımcı, sâhip, dost, kölesini âzâd eden efendi, âzâd edilen köle ve velâ sözleşmesinin taraflarından biri mânâlarında sıkça kullanılan bir tâbirdi. Abdullah (r.a), babasının bu kelimeyi âzâd edilen köle mânâsında kullanabileceğini düşündüğünden tereddüd ediyordu.

[24] Buhârî, Fardu’l-Humus, 13.

[25] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/100.

[26] Buhârî, Akīka, 1.

[27] Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 45, Akî­ka, 1; Müslim, Âdâb, 25, 26.

[28] Buhârî, Nikâh, 107.

[29] Ali Yardım, “Esmâ binti Ebû Bekir es-Sıddîk”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/esma-bint-ebu-bekir-es-siddik (15.04.2023).

[30] Buhârî, el-Edebü’l-müfred, 106, nr. 280.

[31] Buhârî, Zekât, 21. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd. Zekât, 46; Tirmizî, Birr, 40; Nesâî, Zekât, 62.

[32] Müslim, Zekât, 88.

[33] Buhârî, Hibe, 21.

[34] Buhârî, Nikâh, 106; Müslim, Libâs, 127. Krş. Tirmizî, Birr, 87.

[35] Buhârî, İlim, 24, Ezân, 89.

[36] Buhârî, Vudû’, 63.

[37] Müslim, Hac, 193; Buhârî, Umre, 11.

[38] Müslim, Libâs, 10.

[39] Müslim, Âdâb, 25.

[40] Buhârî, Şirket, 13.

[41] Buhârî, Etʻime, 44, Şirket, 4, Mezâlim, 14; Müslim, Eşribe, 150. Krş. Ebû Dâvûd, Etʻime, 43; Tirmizî, Etʻime, 16; İbn Mâce, Etʻime, 41.

[42] Hakkı Dursun Yıldız, “Abdullah b. Zübeyr b. Avvâm”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/abdullah-b-zubeyr-b-avvam (26.04.2023).

[43] Hâkim, el-Müstedrek, 3/638, no: 6343; Heysemî, Mecmaʻu’z-zevâid,  8/270.

[44] Dârekutnî, 1/228 [Hayz, 5]; Ebû Nuaym, Hilye, 1/330.

[45] Kastallânî, el-Mevâhibu’l-ledünniyye, 1/284.

[46] Bkz. İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/70.

[47] Müslim, Hac, 402.

[48] Buhârî, Edeb, 62; Menâkıb, 2.

[49] Buhârî, Menâkıb, 2.

[50] Buhârî, Tefsîr, 24/8. Krş. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/276; Hâkim, el-Müstedrek, 4/9.

[51] Buhârî, Salât, 95; Müslim, Salât, 264; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/48.

[52] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 4/453.

[53] ʿÖmer İbn Şebbe, Târîḫu’l-Medîne, thk. Fehîm Muḥammed Şeltût (Cidde: y.y., 1399), 7; İbn Kuteybe, Te’vîlü müşkilü’l-Kur’ân, thk. İbrahim Şemsüddîn (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, ts.), 51.

[54] Buhârî, Salât, 95.

[55] Bkz. Zehebî, Aʻlâmu’n-nübelâ, 3/370; Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, 13/471, no: 37228.

[56] Müslim, Mesâcid, 139, 140. Krş. Ebû Dâvûd, Vitir, 25; Nesâî, Sehv, 34.

[57] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-safve, thk. Ahmed b. Ali (Kahire: Dâru’l-Hadîs, 1421), 2/411.

[58] Bkz. Zehebî, Aʻlâmü’n-nübelâ, 4/423.

[59] Bkz. İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 5/181; Zehebî, Aʻlâmü’n-nübelâ, 4/428.

[60] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 5/182.

[61] el-Kehf 18/62.

[62] Yani çok sabreden kişi.

[63] Bkz. İbn Hallikân, Vefayât, Beyrut 1900, 3/255-257; Abdülhayy Leknevî, İkâmetü’l-hucce / Bid’at, İstanbul 1984, 78-80.

[64] el-Kehf 18/39. Beyhakî, Şuab, 3/513/2038. Krş. Zehebî, el-İber, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1/82.

[65] Zehebî, el-İber, 1/82. Krş. Beyhakî, Şuab, 3/513, no: 2038.

[66] Bkz. İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 5/245-246.

[67] İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, 7/183.

[68] Bkz. Zehebî, Târîhu’l-İslâm, 424; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye, 9/101.

[69] İrfan Aycan, “Urve b. Zübeyr”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/urve-b-zubeyr (26.04.2023).

[70] Müslim, İlim, 14.

[71] Buhârî, Hibe, 1; Rikāk, 17; Müslim, Zühd, 28.

[72] Buhârî, Cenâiz, 96.

[73] Buhârî, Edeb, 91.

[74] Buhârî, Mevâkîtü’s-Salât, 1.

[75] Abdürrazzâk, Musannef, 1/503/1930.

[76] Hâtem Ömer Tâhâ, el-Kevkebü’d-dürrî, el-Medînetü’l-Münvvere 1426, s. 202.

[77] Buhârî, Menâkıb, 2.

[78] Muvatta’, Hacc, 147.