Ebû Râfiʻ İbrâhîm (Eslem) el-Kıbtî (r.a) Rüveyfiʻ ve Büreyh lakaplarıyla anılırdı. Aslen Mısır’ın yerlilerinden yani Kıptîlerdendi. Abbâs b. Abdülmuttalib’in kölesiydi. Hz. Abbâs’ın hanımı Ümmü’l-Fadl Lübâbe (r.a) ile birlikte Bedir Gazvesi’nden önce İslâm’a girmişti ancak köle olduğu için hicret edememişti.
Bedir’den sonra Ebû Süfyân, Zemzem Kuyusu’nun yanına gelmiş uğradıkları yenilgiyi anlatıyor gökle yer arasında duran yağız atlara binmiş ve beyazlar giyinmiş adamlar görüldüğünü ve onlar tarafından bozguna uğratıldıklarını söylüyordu. Ebû Râfiʻ (r.a) kendini tutamayarak onların melek olduğunu söyledi. Buna öfkelenen Ebû Leheb ona şiddetle vurdu. Bunu gören Ümmü’l-Fadl (r.a) Ebû Leheb’e çıkışarak Ebû Râfiʻi onun elinden kurtardı.
Ebû Râfiʻ (r.a) Bedir’de esir alınan efendisi Abbâs’ın kurtuluş fidyesini Medîne-i Münevvere’ye götürdü.
Abbâs (r.a) Ebû Râfiʻi Peygamber Efendimiz’e hediye etti. O da Bedir’den sonraki gazvelerin hepsine Peygamber Efendimiz’le birlikte katıldı. Amcası Abbâs’ın İslâm’a girdiği müjdelenince Rasûlullah (s.a.v) sevincinden Ebû Râfiʻi âzâd edip câriyesi Selmâ (r.a) ile evlendirdi. Bu evlilikten Ubeydullah b. Ebû Râfiʻ (r.a) dünyaya geldi.
10.1. Hizmetleri
Ebû Râfiʻ (r.a) Hayber’in fethine hanımı Selmâ (r.a) ile birlikte katıldı.
Umretü’l-Kazâ’ya giderken Rasûlullah (s.a.v) Ebû Râfiʻi amcası Hz. Abbâs’a gönderip dul kalan baldızı Hz. Meymûne’yi kendisi için istemesini taleb etti.
Selmâ (r.a) Peygamber Efendimiz’in oğlu İbrâhim doğarken ebeliğini yaptı. Ebû Râfiʻ de koşup Rasûl-i Ekrem’e bir oğlu doğduğunu müjdeledi. Buna çok sevinen Rasûlullah (s.a.v) ona bir köle hediye etti.
Peygamber Efendimiz’in eşyasını koruma vazifesi verilen Ebû Râfiʻ (r.a) Vedâ haccı esnâsında Mina dönüşü Muhassab’da Allah Rasûlü’nün çadırını kurdu.
Rasûlullah (s.a.v) vefatı yaklaştığı günlerde bir gece yarısı kabirdekilere mağfiret dilemek üzere Cennetü’l-Bakīʻe giderken yanına Ebû Râfiʻi de aldı.
Ebû Râfiʻ (r.a) sonraki yıllarda Mısır’ın fethine katıldı. 35/655 veya 40/660 yılında Kûfe’de (veya Medîne-i Münevvere’de) vefat etti. Geriye Râfiʻ, Hasan, Ubeydullah, Muʻtemir (Muğīre), Ali ve Selmâ isminde altı evlat bıraktı.
Ebû Râfiʻ (r.a) zayıf yapılı bir kimse idi.
Mekke’de yaşadığı yıllarda Zemzem Kuyusu’nun yanında ağaçları oyarak su tasları yapardı. Medîne-i Münevvere’ye hicret ettikten sonra Peygamber Efendimiz’in hanımlarına da bazı ev eşyaları yaptı.
Ebû Râfiʻ (r.a) uzun yıllar Peygamber Efendimiz’in yakın çevresinde bulunması ve âile fertlerine hizmet etmesi sebebiyle üstün bir ilme ve fazilete sahip olmuştu. Bu sebeple hadîs rivâyetinde mühim bir yeri vardır. Abdullah b. Abbâs (r.a) onu sık sık ziyaret eder, Peygamber Efendimiz’in sözlerini, fiillerini ve sünnetlerini sorar, aldığı bilgileri kaydederdi. Bizzat Rasûlullah’tan, onun hanımlarından, Hz. Ebû Bekir, Abdullah b. Mesʻûd ve Ebû Hüreyre’den 68 hadîs rivâyet etmiştir. Bunların çoğu Peygamber Efendimiz’in yakın çevresinde gördüğü hâdiselerle ilgilidir. Ondan da oğlu Ubeydullah, torunu Fadl b. Ubeydullah, Ebû Saîd el-Makbürî, Atâ b. Yesâr ve Şürahbîl b. Saʻd gibi âlimler rivâyette bulunmuşlardır.[1]
10.2. Rivâyetleri
Ebû Râfiʻ (r.a) şöyle anlatır: Kureyşliler beni Allah Rasûlü’ne elçi olarak göndermişlerdi. Rasûlullah’ı görünce gönlüme İslâm’a girme arzusu düştü:
“–Ey Allah’ın Rasûlü, vallahi ben Kureyşlilerin yanına asla dönmeyeceğim” dedim.
Rasûlullah (s.a.v):
“–Ben ahdimi bozmam ve bana gelen elçileri alıkoymam. Sen şimdi Kureyşlilerin yanına dön, eğer şu anda kalbine gelen (İslam’a girme arzusunu orada da) hissetmeye devam edersen buraya geri gel” buyurdu.
Bunun üzerine Mekke’ye gittim. (Elçilik vazifemi bitirince) Peygamber Efendimiz’e geldim ve müslüman oldum.[2]
֎
Ebû Râfi (r.a) şöyle demiştir:
“Hz. Fâtıma (r.a), Hz. Hasan’ı dünyaya getirdiğinde Allah Rasûlü’nün onun kulağına namaz ezanı gibi ezan okuduğunu gördüm.”[3]
֎
Ebû Râfiʻ (r.a) şöyle anlatır:
“Peygamber Efendimiz’e:
«–Ey Allah’ın Rasûlü! Bizim çocukların üzerinde hakkımız olduğu gibi onların da bizim üzerimizde hakları var mıdır?» diye sordum. Şöyle buyurdu:
«–Çocuğun baba üzerindeki hakkı ona yazı yazmayı, yüzmeyi, atıcılığı öğretmesi ve ona helâlden başka rızık yedirmemesidir».”[4]
֎
Ebû Râfiʻ Eslem’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Ölüyü yıkayıp da onda gördüğü hoş olmayan hâlleri gizleyen kimseyi Allah teâlâ kırk kere bağışlar.”[5]
Müslüman kusur örtücü olmalıdır. Hele kendini savunamayacak olan ölünün eksiklerini daha fazla örtmelidir.
֎
Ebû Râfî (r.a) şöyle anlatır:
“Ebû Hüreyre ile yatsı namazı kıldım. «İze’s-semâü’nşakkat» sûresini okudu ve secde etti. Ben ona:
“–Ey Ebû Hüreyre bu ne secdesi?” deyince şöyle cevap verdi:
“–Ben Ebü’l-Kâsım (s.a.v)’in arkasında bu sûrede secde ettim. Ben bu secdeye ölünceye kadar devam edeceğim.”[6]
Ashâb-ı kirâm Peygamber Efendimiz’den gördükleri gibi yaşıyor, ne olduğunu fazla sorgulamıyorlardı.
֎
Ebû Râfî’ şöyle anlatır:
Rasûlullah (s.a.v) için bir koyun kızartıldı ve kendisine ikrâm edildi. Bana:
“–Ebû Râfî’, kürek kısmını ver?” buyurdu. Ben de verdim. Tekrar:
“–Ebû Râfî’, kürek kısmını ver?” buyurdu. Bu sefer koyunun diğer küreğini verdim.
Heysemî’deki bir rivâyete göre Efendimiz (s.a.v) bu etleri Hendek harbi esnâsında ashâbına ikram ediyordu.
Allah Rasûlü (s.a.v) üçüncü defa:
“–Ebû Râfî’, kürek kısmını ver?” buyurunca ben:
“–Yâ Rasûlallah! Bir koyunun ancak iki küreği olmaz mı?” dedim. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v):
“–Sesini çıkarmasaydın, ben kürek kemiği istedikçe tencereden çıkarıp vermeye devam ederdin” buyurdu.
Rasûlullah (s.a.v) koyunun kürek kısmını severdi.[7]
Rasûlullah (s.a.v) sevdiği şeyi ashâbına da ikrâm ediyordu.
Şayet Ebû Râfiʻ (r.a) teslimiyet gösterebilseydi orada bir mucize yaşanacaktı. Tıpkı Hz. Mûsâ’nın taşa ve denize asâsıyla vurması gibi. O da “Asâyı taşa vurmakla su mu çıkarmış” deseydi o mucize yaşanmazdı.
֎
Hz. Hasan, Abdullah b. Abbâs ve Abdullah b. Caʻfer bir gün Peygamber Efendimiz’in hizmetkârı Ümmü Râfiʻ Selmâ Hanım’ın evine gittiler ve ondan Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in sevdiği bir yemek yapmasını taleb ettiler. Selmâ (r.a) Peygamber Efendimiz’in hizmetkârı, aynı zamanda oğlu Hz. İbrahim ile torunları Hz. Hasan ile Hüseyin’in de ebesiydi. Bu genç sahâbîler Hz. Selmâ’nın Fahr-i Âlem Efendimiz’e hizmet ettiğini, bu sebeple onun hangi yemeği sevdiğini çok iyi bildiğini düşünerek böyle bir talebde bulunmuşlardı. Selmâ (r.a) onlara:
“‒Yavrularım! Bugün siz o yemeği sevmezsiniz ama” diyerek kalktı bir miktar arpayı el değirmeninde öğüttü, kepeğini savurdu ve ondan ekmek yaptı. Katık olarak da üzerine birkaç biber serpiştirdiği zeytinyağını getirip sofraya koydu ve:
“‒İşte Rasûlullah (s.a.v) bunu severdi” dedi.[8]
[1] Bkz. Abdullah Aydınlı, “Ebû Râfiʻ”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/ebu-rafi (07.05.2023).
[2] Ebû Dâvûd, Cihâd, 151/2758.
[3] Ebû Dâvûd, Edeb, 106-107/5105; Tirmizî, Edâhî, 16/1514. Krş. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/391.
[4] Beyhakî, Şuab, 6/401, no: 5668; Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, 16/443.
[5] Hâkim, el-Müstedrek, 1/506, no: 1307.
[6] Müslim, Mesâcid, 110. Krş. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/229.
[7] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/8; Dârimî, Mukaddime, 7/45; Heysemî, Mecmaʻu’z-zevâid, 8/311.
[8] Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebir, XXIV, 299/759; Heysemî, Mecmaʻu’z-zevâid, 10/325; M. Yaşar Kandemir, Şifâ-i Şerîf Şerhi, 2/331.