7.1. Musʻab b. Umeyr (r.a)
Musʻab b. Umeyr b. Hâşim el-Kureşî el-Abderî (r.a). Künyesi Ebû Abdullah veya Ebû Muhammed’dir. Kureyş’in ana kollarından Benî Abdüddâr’a mensup zengin bir âilenin çocuğu idi. Peygamber Efendimiz’in büyük dedesi Kusay, vefat ederken Kâbe hizmetlerini (Sidâne ve Hicâbe), hacılara su ikram etme işini, sancaktarlığı ve Dârünnedve’yi yönetme hakkını büyük oğlu Abdüddâr’a bırakmıştı. Böylece onu Kureyş’in en önemli adamı hâline getirmişti.
Musʻab (r.a) ilk îmân eden insanlardan biridir. Âilesi İslâm’a şiddetle karşı çıktığı için Peygamber Efendimiz’in yanına bir müddet gizlice gidip geldi ve namazlarını gizli kıldı. Âilesi durumu öğrenince onu hapsettiler ve geri dönmesi için çeşitli baskılar yaptılar fakat o direndi.
7.1.1. Hicreti
Biʻsetin 5. senesinde ilk kâfile ile Habeşistan’a hicret etti. Mekke ileri gelenlerinden bazılarının İslâm’a girdiği yolunda yanlış bir haber duyulunca otuz sekiz kişiyle birlikte geri döndü. Birinci Akabe Beyʻatı’na kadar (621) Mekke’de kaldı. Bu tarihte Medîneliler’in talebi üzerine Rasûlullah (s.a.v) onu İslâm tarihinin ilk muallimi olarak Medîne-i Münevvere’ye vazifelendirdi. Bu sebeple ilk hicret eden sahâbî, ilk muhâcir olma şerefine de erdi.
7.1.2. Hizmetleri
Musʻab (r.a) Medîne’de genç sahâbî Esʻad b. Zürâre’nin evinde kaldı. Onun desteğiyle çok bereketli faaliyetler yaptı. Peygamber Efendimiz’in tebliğ tarzını çok iyi kavraması, Kur’ân-ı Kerîm’den o zamana kadar inmiş âyetleri ezbere bilmesi ve tesirli konuşmasıyla pek çok kişinin îmân etmesine vesile oldu. Bunların içinde kabile reisleri Üseyd b. Hudayr ve Saʻd b. Muâz (r.a) da vardı. Medîne-i Münevvere’de İslâm’ın girmediği bir ev kalmamıştı.
Medîne’de Esʻad b. Zürâre ile birlikte cuma ve vakit namazlarını kıldırdı. 1 sene sonra 622 yılının hac mevsiminde ikisi kadın yetmiş beş kişiyle Mekke’ye geldi ve Rasûlullah’a o vakte kadar yaptığı tebliğ faaliyetini anlatarak onun takdirini kazandı. Üç ay Mekke’de kalıp geri döndü ve faaliyetlerine devam etti. Medîne’ye hicretin başlangıcı sayılan İkinci Akabe Beyʻatı’nın hazırlanması ve gerçekleştirilmesinde mühim bir rol oynadı.
Hicretten sonra Rasûlullah (s.a.v) onu muhacirlerden Saʻd b. Ebî Vakkās ve Ensâr’dan Ebû Eyyûb el-Ensârî ile kardeş yaptı. Sanki onu hem Muhâcirlerden, hem de Ensâr’dan sayıyordu.
Rasûlullah (s.a.v) kabilesinin sancaktarlık vazifesini dikkate alarak ona Bedir’de muhacirlerin, Uhud’da bütün müslümanların sancağını verdi. Uhud Gazvesi’nde Peygamber Efendimiz’in yanından hiç ayrılmadı. İbn Kamîe’nin kılıç darbeleriyle her iki eli de kesilince sancağı kollarıyla göğsüne bastırarak dik tutmaya çalışırken yine onun mızrağıyla şehid düştü. O esnâda 40 yaşında idi.
Savaştan sonra Rasûlullah (s.a.v) yüzüstü yerde yatmakta olan Musʻab’ın başında durdu “Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice kişiler vardır. Onlardan bazısı sözünü yerine getirip o yolda canını vermiş, bazısı da (şehidliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir”[1] âyetini okudu ve:
“–Allah’ın Rasûlü sizin kıyamet günü Allah katında şehit olduğunuza şâhitlik eder” buyurdu. Sonra insanlara dönerek:
“–Ey insanlar, onları ziyaret edin, yanlarına varın ve selam verin, nefsim yed-i kudretinde olan Zât’a yemin ederim ki kıyamet gününe kadar bir müslüman bunlara selam verdiğinde mutlaka onun selâmına karşılık verirler” buyurdu.[2]
Bu sebeple başta Bedir Ashâbı ve Uhud şehitleri olmak üzere Cennetü’l-Bakîʻ, Cennetü’l-Muʻallâ ve dünyanın diğer yerlerindeki ashâb-ı kirâmı ziyaret edip onlara selâm vermek gerekir.
Musʻab b. Umeyr (r.a) hayatı boyunca baştan ayağa hayır ve bereket kesilmiş ve bu sebeple Musʻabü’l-Hayr diye isimlendirilmiştir.
Daha sonraki bolluk ve refah dönemlerde sahâbîler Musʻab’ı dâimâ hayırla ve hasretle yâd etmişlerdir.
Musʻab (r.a) ümmü’l-mü’minîn Zeyneb binti Cahş’ın kız kardeşi Hamne ile evliydi.[3] Yani Rasûlullah (s.a.v) daha sonra onunla bacanak oldu.
7.1.3. Rivâyetleri
Berâ b. Âzib (r.a) şöyle anlatır: “Peygamber Efendimiz’in ashâbından bize (Medîne’ye) ilk hicret edenler Musʻab b. Umeyr (r.a) ile İbnü Ümmi Mektûm (r.a) idi. Bunlar geldiler ve bize Kur’ân okutmaya başladılar. Sonra Ammâr b. Yâsir, Bilâl ve Saʻd b. Ebî Vakkâs (r.a) geldiler. Daha sonra yirmi kişi ile birlikte Ömer b. Hattâb (r.a) geldi. Bunlardan sonra Rasûlullah (s.a.v) geldi…”[4]
֎
Musʻab b. Umeyr (r.a) genç yaşta müslüman oldu. İslâm’ı Medîne’ye götürüp neşretti, gönülleri îmân nûruyla canlandırdı, her evi İslâm ile yeşertti, bütün bir şehre hayat verdi. İnsanları Hak dînine kavuşturmak için tahammül-fersâ bir gayret sarf ediyordu. Daha evvel Mekke’de Rasûlullah (s.a.v) ile görüşerek müslüman olan genç sahabî Esʻad b. Zürâre (r.a) onu evinde misafir ediyor ve bütün gücüyle ona yardımcı oluyordu.
O birgün Musʻab’ı yanına alarak Zaferoğulları’nın bahçesindeki bir kuyunun başına oturmuştu. Abdüleşheloğulları’nın önde gelenlerinden Saʻd b. Muâz bunu haber alınca Üseyd b. Hudayr’a:
“–Sen işini iyi bilen ve kimsenin yardımına muhtaç olmayan bir adamsın. Zayıflarımızın inançlarını bozmak için mahallemize gelmiş olan şu adamların yanına git ve onları îkâz et, bir daha mahallemize gelmesinler. Esʻad akrabam olmasaydı bu işi kendim yapardım” dedi.
Üseyd mızrağını kaptığı gibi yanlarına vardı ve gâyet öfkeli bir şekilde:
“–Siz buraya niçin geldiniz? Şu yanındaki yabancıyı zayıflarımızın inançlarını bozması için mi getirdin? Bir daha sakın böyle bir şey yapmaya kalkma! Eğer canınızı seviyorsanız hemen burayı terk edin” dedi.
Basîretli bir sahâbî olan Musʻab (r.a) ona gâyet sakin bir şekilde ve tatlı bir dille:
“–Biraz oturup söyleyeceklerimi dinler misin? Sen akıllı bir adamsın, sözlerimi beğenirsen kabûl edersin, beğenmezsen kabûl etmezsin” dedi.
Üseyd “Yerinde bir söz söyledin” dedikten sonra mızrağını yere saplayıp yanlarına oturdu. Musʻab (r.a) güzel bir üslûpla İslâm’ı anlatıp Kur’ân-ı Kerîm okudu. Üseyd Kur’ân-ı Kerîm’i dinlediği zaman daha konuşmaya başlamadan önce yüzünde İslâm’ın nûru parıldadı ve kalbi İslâm’a yumuşadı. Kur’ân-ı Kerîm hakkında da:
“–Bu ne güzel, ne yüce bir kelâm! Siz bu dîne girmek istediğinizde ne yaparsınız?” dedi.
Üseyd (r.a) kalkıp Hz. Musʻab ve Hz. Esʻad’nın tâlimâtı üzere gusletti, elbisesini temizledi ve şehâdet getirdi. Sonra da kalkıp iki rekât namaz kıldı. Namazını bitirince:
“−Yanınıza gelirken geride öyle bir adam bırakmıştım ki o size tâbî olursa kavminden hiç kimse ona muhâlefet etmez. O Saʻd b. Muâz’dır. Ben şimdi gider onu size gönderirim” deyip ayrıldı.
Bir müddet sonra Saʻd b. Muâz kızgın bir şekilde yanlarına geldi. Fakat o da nihâyetinde Musʻab’ın tatlı ve yumuşak diliyle beyân ettiği ilâhî hakîkatlere teslîm olarak İslâm’a girdi. Sonra kabîlesinin yanına giderek:
“–Ey Abdüleşheloğulları, beni nasıl bilirsiniz?” diye sordu. Onlar:
“–Sen bizim seyyidimiz, fikirce en üstünümüz ve reisimizsin” dediler. Bunun üzerine Saʻd (r.a):
“−Siz Allah’a ve Rasûlü’ne îmân edinceye kadar erkek ve kadınlarınızla konuşmak bana harâm olsun” dedi.
O gün akşama kadar bu kabîleden müslüman olmayan kimse kalmadı.[5]
֎
İkinci Akabe Beyʻati için kâfilenin başında Mekke’ye gelen Musʻab (r.a) kendi evinden önce Rasûlullah Efendimiz’in yanına giderek hasretini dindirmeye çalışmıştı. Medînelilerin büyük bir hızla İslâm’ı kabûl ettiklerini haber vermiş, Allah Rasûlü’nü mesrûr etmişti.
Hz. Musʻab’ın önce Allah Rasûlü’nün yanına gitmesi müşriklerden olan annesinin kulağına gidince çok kızdı. Musʻab ise:
“–Ben Rasûlullah (s.a.v)’den önce kimsenin yanına gitmem, o varken kimseye öncelik veremem” dedi.
Efendimiz’den izin istedikten sonra annesinin yanına gitti ve onu tekrar İslâm’a dâvet etti.[6]
֎
Müslümanlar, düşmanları bile olsa Allah’ın kullarına şefkat ve merhametle muâmele ederler. Musʻab b. Umeyr’in kardeşi Ebû Azîz, Bedir’de müşriklerin bayraktarlığını yapmıştı. Savaşın sonunda esir düştü. Ebû Azîz, esâreti müddetince müslümanlardan gördüğü şefkat ve merhameti şöyle anlatır:
“Bedir Savaşı’nda ben de esir düşmüş, Ensâr’dan bir topluluğa teslîm edilmiştim. Bedir’den dönerken sabah ve akşam yemekleri geldiğinde ekmeği bana verirler, kendileri kuru hurma ile öğünlerini geçiştirirlerdi. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v) esirlere güzel muâmelede bulunmalarını tavsiye etmişti. Onlardan birinin eline bir ekmek parçası geçse hemen onu bana getirirdi. Ben hayâ eder o ekmek parçasını onlardan birine iâde ederdim ancak o ekmeği tekrar bana verir, kesinlikle el sürmezdi.”[7]
֎
Hz. Ali (r.a) şöyle anlatır:
Biz Rasûlullah (s.a.v) ile birlikte mescitte oturuyorduk. Musʻab b. Umeyr çıkageldi. Üzerindeki kürk parçalarıyla yamanmış hırkasından başka bir şeyi yoktu. Allah Rasûlü (s.a.v) Musʻab’ı görünce onun Mekke’de nîmetler içindeki hâliyle şimdiki hâlini düşündü ve gözyaşlarına hâkim olamayarak ağladı. Sonra da:
“–Biriniz sabahleyin ayrı, öğlenden sonra ayrı güzel elbise giydiği, önüne bir tabağın konup ötekinin kaldırıldığı, evlerinizi Kâbe’nin örtüldüğü gibi örtülere büründürdüğünüz zaman hâliniz nice olur?” buyurdu.
“–Ey Allah’ın Rasûlü, tabiî ki o gün hâlimiz bugünkünden daha iyi olur. Çünkü o zaman geçim derdimiz olmaz, kendimizi tamâmen ibâdete veririz” dediler. Rasûlullah (s.a.v):
“–Bilâkis bugün siz o günden daha hayırlı durumdasınız” buyurdu.[8]
Demek ki insan içinde bulunduğu hâle şükretmeli, her hâl u kârda asıl derdi Allah’a daha iyi kulluk yapabilmek olmalıdır.
֎
Musʻab b. Umeyr (r.a) Uhud’da Allah Rasûlü’nü müdâfaa ederken genç yaşta şehîd olmuştu. Bunun üzerine meleklerden biri Hz. Musʻab’ın sûretine girerek elinden sancağı aldı. Rasûlullah (s.a.v) ise henüz onun şehâdetinden haberdar olmadığı için günün sonunda sancaktara hitâben:
“–تَقَدَّمْ يَا مُصْعَبُ: İlerle ey Musʻab!” buyurdu.
Melek ona dönüp “Ben Musʻab değilim” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) onun Musʻab’a yardım eden bir melek olduğunu anladı.[9]
Daha sonra Musʻab b. Umeyr’ın mübârek naaşı bulundu ancak bu sefer de onu saracak bir kefen bulunamadı. Sonunda kısa da olsa bir hırka bulundu fakat başı örtülse ayakları, ayakları örtülse başı açıkta kalıyordu. Vaziyet Allah Rasûlü’ne bildirildi. Rasûlullah (s.a.v) mübârek şehîdin başının hırkayla, açıkta kalan ayaklarının da Arfec veya İzhir denilen güzel kokulu otlarla örtülmesini emir buyurdu.[10]
֎
Abdurrahman b. Avf’ın oğlu İbrahim’den rivâyet edildiğine göre oruçlu olduğu bir gün Abdurrahman b. Avf’ın önüne iftar sofrası getirdiler. O sofraya şöyle bir baktıktan sonra şunları söyledi:
“Musʻab b. Umeyr Uhud Savaşı’nda şehit edildi. O benden daha iyi idi. Ama kefen olarak eski bir elbiseden başka bir şeyi yoktu. Onunla da başı örtülse ayakları, ayakları örtülse başı açıkta kalıyordu. Sonra dünyalık olarak her şey önümüze kondu -ya da dünyalık olarak her şey bize verildi-. İyiliklerimizin karşılığı dünyada peşin verilmiş olmasın! Bundan endişelenmekteyiz” deyip ağlamaya başladı, yemeği de terketti.[11]
֎
Habbâb b. Eret (r.a) şöyle anlatır:
“Biz Allah teâlâ’nın rızâsını kazanmayı arzu ederek Rasûlullah (s.a.v) ile birlikte Medîne’ye hicret ettik. Allah’ın ecrimizi vereceği kesinleşti. Bizden bazıları ecrinden hiçbir şey yemeden vefat etti. Onlardan biri de Musʻab b. Umeyr’dir. O Uhud günü şehit edilmişti. Arkada yünden yapılmış çizgili bir kaftan bıraktı. O kaftanla başını örttüğümüzde ayakları açılıyor, ayaklarını örttüğümüzde de başı açıkta kalıyordu. Neticede Rasûlullah (s.a.v) başını örtmemizi ayaklarına da bir miktar Mekke ayrığı koymamızı emretti. Bizden bazılarının da hicretinin meyvesi olgunlaşmış ve onu devşirmiştir.[12]
7.2. Hamne binti Cahş el-Esediyye (r.a)
Hz. Hamne’nin annesi, Abdülmuttalib’in kızı ve Allah Rasûlü’nün halası Ümeyme’dir. Babası Cahş b. Riâb, Harb b. Ümeyye ile dostluk antlaşması yapmıştı. Ümmü’l-mü’minîn Zeyneb ile Ümmü Habîbe isminde iki kız kardeşi daha vardır. Ümmü Habîbe, Abdurrahman b. Avf ile evlenmiştir.
Hamne (r.a) Mekke’den Medîne’ye ilk hicret eden ve Peygamber Efendimiz’e beyʻat eden kadınlardandır. Musʻab b. Umeyr’den bir kızı olmuştur.
Muhammed b. Abdullah b. Cahş’tan rivâyet edildiğine göre İslâm ordusu Uhud Gazvesi’nden Medîne-i Münevvere’ye döndüğünde merak içinde bekleyen kadınlar savaşa katılan yakınlarından haber soruyor ancak hiç kimse onlara cevap vermiyordu. Bunun üzerine kadınlar Peygamber Efendimiz’e geldiler. Rasûlullah (s.a.v) hepsine cevap verdikten sonra sıra Hamne’ye gelince ona kardeşi Abdullah’ın ve dayısı Hamza’nın şehid olduğunu söyledi. Hamne derin bir tevekkülle “Allah onlara rahmet etsin ve onları bağışlasın” dedi. Ardından kocasının da şehid olduğunu söyleyince Hamne “Âh savaş âh!” diye feryat etti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) “Kadınlarda kocalarına karşı ayrı bir bağlılık vardır” buyurdu.[13]
Rasûlullah (s.a.v) ona:
“–Diğerleri için söylemediğin bu sözü Musʻab için neden söyledin?” diye sordu, o da:
“–Yâ Rasûlallah, çocuğunun yetimliğini düşündüm ondan söyledim” dedi.[14]
Uhud Gazvesi’nde mücâhidlere su dağıtan ve yaralıları tedavi eden Hamne’ye Rasûlullah (s.a.v) Hayber’de 30 vesk yiyecek vermiştir.[15]
Hamne binti Cahş (r.a) daha sonra Talha b. Ubeydullah ile evlendi ve ondan iki oğlu oldu. Âbid ve zâhid bir kimse olduğu için “Seccâd” lakabıyla anılan oğlu Muhammed Cemel Vakʻası’nda şehid edildi. Diğer oğlu İmrân, Fadl b. Abbâs’ın kızı Ümmü Külsûm ile evlendi.[16]
Hayız dönemi bittikten sonra da kanaması devam eden Hamne, kız kardeşi Zeyneb’in evine gelerek vaziyetini Peygamber Efendimiz’e anlatıp hükmünü sormuştu.[17]
İfk hâdisesinde kız kardeşi olan Zeyneb vâlidemize destek olma niyetiyle onun kuması olan Hz. Âişe vâlidemiz aleyhinde konuşanlara karışmış, bu sebeple kendisine kazif haddi uygulanmıştır. Kız kardeşinin bu davranışına rağmen Zeyneb vâlidemizi takvâsı korumuş, “Ey Allah’ın Rasûlü, kulağımı işitmediğim, gözümü de görmediğim şeylerden dâimâ muhâfaza ederim. Ben Âişe hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum” demiştir.
Hamne’nin ne zaman vefat ettiği bilinmiyor. Allah Rasûlü’nden bazı hadîsler rivâyet etmiş, kendisinden de oğlu İmrân nakilde bulunmuştur.[18]
[1] el-Ahzâb 33/23.
[2] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/121.
[3] Bkz. Hüseyin Algül, “Musʻab b. Umeyr”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/musab-b-umeyr (05.05.2023).
[4] Buhârî, Tefsîr, 87/1.
[5] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, 2/43-46; İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/604-605; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, Kâhire 1970, 1/112-113.
[6] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/119.
[7] Bkz. İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, 2/288; Heysemî, Mecmaʻu’z-zevâid, 6/86.
[8] Tirmizî, Kıyâmet, 35/2476.
[9] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/121-122.
[10] Bkz. İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/121; Buhârî, Cenâiz, 27.
[11] Buhârî, Cenâiz, 27, Meğazî, 26.
[12] Buhârî, Cenâiz, 27, Menâkıbu’l-Ensâr, 45, Megâzî, 17, 26, Rikāk, 16; Müslim, Cenâiz, 44. Krş. İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 3/121; Nesâî, Cenâiz, 40.
[13] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 8/241 Krş. İbn Mâce, Cenâiz, 53.
[14] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 8/241.
[15] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 8/241.
[16] İbn Kuteybe, el-Maʻârif (Ukkâşe), 231-232.
[17] Bkz. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/381, 439; Ebû Dâvûd, Tahâret, 95.
[18] Mehmet Aykaç, “Hamne binti Cahş”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/hamne-bint-cahs (05.05.2023).