11.1. Süheyl b. Amr (r.a)
Süheyl b. Amr b. Abdişems el-Âmirî el-Kureşî (r.a). Künyesi Ebû Yezîd’dir. Kureyş’in bir kolu olan Âmir b. Lüey kabilesine mensuptur. Câhiliye devrinde genç olmasına rağmen Kureyş’in ileri gelenleri arasında yer alırdı. Oğullarından Ebû Cendel ile Abdullah, kızlarından Sehle ile Ümmü Külsûm ve iki kardeşi Mekke döneminde müslüman oldular. Diğer oğulları Ubeydullah ve Utbe ise daha sonra İslâm’a girdiler.
Peygamber Efendimiz’in Tâif dönüşü Mekke’ye girebilmek için kendilerinden himaye talep ettiği kişilerin ikincisi Süheyl idi. Ancak o bu fırsatı kaçırdı.
Müslümanlara çok eziyet edenlerden biriydi. Bu sebeple kendilerine bedduâ edilenler arasında yer aldı.
Bedir Gazvesi’ne müşriklerin hatîbi olarak yer aldı. Mâlik b. Duhşüm (r.a) onu esîr aldı. Fidyesini ödeyip serbest kalınca hemen Mekke’ye dönerek tekrar savaşa hazırlanmaya başladı.
Hudeybiye Musâlahası’nda (6/628) Mekkelilerin son temsilcisi Süheyl b. Amr oldu. O zaman 30 yaşında güçlü bir müzakereci idi. Bu sebeple çok zor şartlar ileri sürdü ve anlaşma metnindeki bazı kelimelere itiraz ederek değiştirilmelerini sağladı.
Mekke fethi sırasında öldürülmek korkusuyla evine çekildi. Oğlu Abdullah’ı eman istemek üzere Allah Rasûlü’ne gönderdi. Rasûlullah (s.a.v) onun gibi akıllı bir kişinin İslâm’a kayıtsız kalamayacağını ifade ederek kendisine eman verdi.
Süheyl (r.a) bazı kaynaklara göre kardeşi Sehl ile birlikte Mekke’nin fethi esnâsında İslâm’a girdi. Bazılarına göre ise Huneyn Gazvesi’nden dönüşte Rasûlullah (s.a.v) ona ganimetten 100 deve verdi, bunun üzerine o da Ciʻrâne’de müslüman oldu ve Medîne-i Münevvere’ye hicret etti. Vedâ haccına kadar orada kaldı, sonra da Mekke’ye döndü.
Süheyl (r.a) İslâm’a girmekte geç kaldığı için çok üzülür, bunu telafi etmek için daha fazla ibadet etmeye çalışır, Kur’ân-ı Kerîm dinlerken ağlardı.
Mekke’nin bazı ileri gelenleri onun mevâlîden yani Arap olmayan veya köleyken âzâd edilen Müslümanlardan Kur’ân öğrenmesini ayıplamak isterlerdi. Süheyl (r.a) da onlara, kendilerini helâk eden şeyin işte bu gururları olduğunu söylerdi. Onun bu tavrı, gerçekten hikmet ve firaset ehli bir insan olduğunu göstermektedir.
Yermük Savaşı’nda Kurdûs denilen büyük bir atlı birliğinin kumandanı idi.
Hz. Ömer’in hilâfeti zamanında cihada iştirak etmek üzere âilesiyle birlikte Suriye taraflarına gitti ve âile fertleri orada vefat etti. Çocuklarından geriye sadece Medîne-i Münevvere’de bulunan Hind ve torunu Fâhite binti Utbe kaldı.
Süheyl b. Amr (r.a) 18/639 yılında Amvâs’ta çıkan veba salgınında şehîd oldu. Onun 15/636 yılında Yermük Savaşı’nda şehîd olduğu da kaydedilmiştir.
O şehîd olunca küçük torunu Fâhite’nin bakımını ve yetiştirilmesini Hz. Ömer üstlendi, daha sonra da onu Abdurrahman b. Hâris b. Hişâm ile evlendirdi. Süheyl’in nesli Fâhite yoluyla devam etti. Kendisinden Temîm b. Amr başta olmak üzere diğer âlimler rivâyette bulunmuşlardır.[1]
11.1.1. Rivâyetleri
Süheyl b. Amr (r.a) Kureyşlilerin hatîbi idi. Sözün fazlasıyla tesirli olduğu bir devirde devamlı İslâm aleyhine konuşurdu. Bu zât Bedir Gazvesi’nde esir edilince Hz. Ömer (r.a):
“–Yâ Rasûlallah, müsâade buyurun da Süheyl’in ön dişlerini sökeyim, dili dışarı sarkıp kalsın, bundan sonra hiçbir zaman ve hiçbir yerde senin aleyhinde hitâbede bulunamasın” dedi.
Rasûlullah (s.a.v):
“–Bırak onu ey Ömer, ben onun uzuvlarına böyle bir zarar veremem. Şâyet bunu yapacak olursam peygamber olmama rağmen Allah da aynısını bana yapar. Acele etme, gün gelir o senin medhedip hoşlanacağın bir makamda konuşma yapar ve seni sevindirir” buyurdu.
Rasûlullah (s.a.v) bu davranışıyla dâimâ Allah’tan korkup O’nun gazabını celbedecek davranışlardan son derece sakınmak gerektiğini tâlîm ediyordu.
Süheyl (r.a), Allah Rasûlü’nün haber verdiği o medhe şâyân konuşmasını zamanı gelince yaptı. Allah Rasûlü’nün vefâtı üzerine yer yer irtidad hareketlerinin görüldüğü, Mekke’nin çalkalandığı, genç vâli Attâb b. Esîd’in korkup gizlendiği bir hengâmede Süheyl (r.a) Kâʻbe’nin yanında ayağa kalkıp bir hutbe îrâd etti:
“Muhammed (s.a.v) kimin ilâhı ise bilsin ki o vefât etmiştir. Allah ise Hayy’dir ve hiç ölmez. Ey Kureyş cemaati! Sizler müslüman olanların en sonuncusu oldunuz, bâri irtidâd edenlerin ilki olmayın! Vallahi ben iyi biliyorum ki bu dîn güneşle ayın doğuşu ve batışı devam ettiği müddetçe dipdiri ayakta kalacaktır. Şu kendinizden olan kişi sakın sizi aldatmasın. Muhakkak ki benim bu iş hakkında bildiklerimi o da biliyor fakat kendisinin Hâşim Oğulları’na olan kıskançlığı sadrını kaplamış daraltmaktadır.
Ey insanlar! Ben Kureyşlilerin mal bakımından en zenginiyim. Siz emîrinizi büyük tanıyınız, ona zekâtlarınızı ödeyiniz. Eğer İslâm sonuna kadar devâm etmezse, ben sizin vermiş olduğunuz zekâtları geri ödemeyi tekeffül ediyorum” dedi ve duygulanarak ağlamaya başladı.
Süheyl (r.a) hutbesini bitirdiğinde insanlar yatışmıştı.
Hz. Ömer (r.a) Hz. Süheyl’in bu konuşmasını işittiğinde Allah Rasûlü’nün sözünü hatırladı ve:
“–Senin Allah’ın Rasûlü olduğuna bir kez daha şehâdet ederim yâ Rasûlallah” dedi ve gözleri doldu.[2]
֎
Rasûlullah (s.a.v) bir türlü sonuçlandırılamayan Hudeybiye anlaşması sırasında müşrikler adına Süheyl b. Amr’ın temsilci olarak geldiğini görünce onun ismindeki kolaylık mânâsından tefe’ül ederek, “İşiniz kolaylaştı” buyurmuştur.[3]
֎
Birgün Hâris b. Hişam ile Süheyl b. Amr (r.a) halîfe Hz. Ömer’in yanına gittiler. Onu aralarına alarak oturdular. Bir müddet sonra halîfenin yanına ilk muhâcirler gelmeye başladı. Her bir muhâcir geldikçe Hz. Ömer “Şöyle biraz açıl ey Süheyl! Biraz ileri git de yer ver ey Hâris!” diyerek onları kenara alıyordu. Sonra Ensâr gelmeye başladı. Hz. Ömer yine Süheyl ile Hâris’e yeni gelen Ensâr’a yer vermelerini söyledi. Öyle ki onlar insanların en sonuna oturdular. (Ömer (r.a) meclisine gelen kişileri İslâm’a girmedeki önceliğine ve ihlâsına göre yakınına oturtuyordu.)
Hz. Ömer’in yanından çıktıklarında Hâris, Süheyl’e:
“–Ömer’in bize yaptığını gördün mü?” dedi. Süheyl de:
“–Onu kınamaya hakkımız yok, asıl biz kendimizi ayıplayalım. Bu durumu başımıza kendimiz getirdik. O insanlar İslâm’a çağrıldıkları zaman hemen koştular, hiç beklemeden kabul ettiler, biz çağrıldığımızda ise yavaş davrandık, geri kaldık” dedi.
İnsanlar Hz. Ömer’in yanından dağılınca Hâris ile Süheyl (r.a) tekrar onun yanına varıp:
“–Ey mü’minlerin emîri, bugün yaptıklarını gördük. Ancak şunu da biliyoruz ki bu durumu başımıza getiren yine biziz. Acabâ bu hatânın telâfisi mümkün müdür?” dediler. Hz. Ömer (r.a):
“–Bunun telâfisi ancak şu şekilde olabilir” dedi ve Rum tarafındaki cephelere işâret etti. Bunun üzerine onlar da cihâd için çıkıp Şam’a gittiler ve bir daha da dönmediler.[4]
Süheyl (r.a) gerçekten akıllı ve dirayetli bir sahâbî imiş. Meseleyi özünden kavramış ve gereği ne ise onu yapmış. Zaten insan hatasını kabul etmeden telâfîsini yapamaz. Ona en büyük zararı sahip olduğu gururlar verir. Öncelikle insanın kalbindeki gururları atması gerekir. Bunu yapabildiği zaman yol açılır ve ilerlemesi kolaylaşır.
11.2. Abdullah b. Süheyl
Abdullah b. Süheyl b. Amr el-Âmirî (r.a) Ebû Cendel’in ağabeyidir. Künyesi Ebû Süheyl’dir. Mekke’de müslüman oldu ve ikinci Habeşistan Hicreti’nde yer aldı. Habeşistan’dan dönünce babası Süheyl İslâm’dan dönmesi için ona çok baskı yaptı. O da dinden dönmüş gibi görünmek zorunda kaldı. Babasıyla birlikte Bedir’e geldi, harp başlamadan evvel bir fırsatını bularak müslümanların safına kaçtı.
O günden sonra Peygamber Efendimiz’le birlikte bütün gazvelere iştirak etti. Hudeybiye Sulhü’nün şâhitlerinden yazıldı. Mekke fethedildiğinde babası için Peygamber Efendimiz’den eman taleb etti, bu şekilde onun İslâm’a girmesine vesile oldu. Müseylimetü’l-Kezzâb ile Yemâme’de yapılan savaşta 38 yaşında şehid oldu (12/633).[5]
11.3. Ebû Cendel (r.a)
Asıl ismi Âs b. Süheyl b. Amr el-Âmirî el-Kureşî’dir. İslâm’a girdikten sonra Ebû Cendel künyesiyle meşhur olmuştur. Mekke’de Bedir Gazvesi’nden önce İslâm’a girmişti. Buna çok öfkelenen babası onu hapsederek zincire vurdu ve hicret etmesine mâni oldu. Hudeybiye Sulhü imzalanacağı esnâda Ebû Cendel (r.a) hapsedildiği yerden kaçtı ve ayaklarındaki zincirleri sürükleyerek müslümanların yanına geldi (6/628). Mekkeliler’in temsilcisi olan babası Süheyl b. Amr bunu görünce, antlaşma gereği ilk iâde edilecek kişinin oğlu Ebû Cendel olduğunu söyledi. Rasûlullah (s.a.v) sulhün henüz imzalanmadığını, dolayısıyla Ebû Cendel’in bunun dışında tutulması gerektiğini söyledi. Süheyl bunu kabul etmeyince Ebû Cendel’i kendisine bağışlamasını rica etti. Ancak müşrik baba hiçbir şeyi kabul etmiyor ve oğlu iâde edilmezse sulhü imzalamayacağını söylüyordu. Bu sefer Rasûlullah (s.a.v) Ebû Cendel’e işkence etmeyeceğine dâir ondan söz aldı. Buna rağmen Süheyl oğlunu yerde sürükleyerek götürdü.
Ebû Cendel (r.a) müşriklere teslîm edilirken feryatlarla müslümanlara yalvarıyor ve yardım istiyordu. Son derece mahzun bir şekilde:
“–Beni tekrar aynı zulüm ateşlerinin içine mi atacaksınız?” diye sorarken yürekleri parçalamıştı. Müslümanlar onun hâline dayanamayıp ağlamaya başladılar. Yapılacak bir şeyin kalmadığı bu anda Allah Rasûlü (s.a.v) Ebû Cendel’e:
“–Ebû Cendel, biraz daha sabret, Allah teâlâ’dan bunun mükâfâtını bekle. Hiç şüphesiz yüce Allah sen ve yanında bulunan zayıf ve kimsesiz müslümanlar için bir genişlik ve çıkar yol yaratacaktır. Biz şu kavimle bir barış antlaşması yapmış ve bu yolda kendilerine Allah’ın ahdiyle söz vermiş bulunuyoruz. Onlar da bize Allah’ın ahdiyle söz verdiler. Sözümüze vefâsızlık edemeyiz. Zîrâ verdiğimiz sözde durmamak bize yakışmaz” buyurarak onu tesellî etti.[6]
Rasûlullah (s.a.v) ve müslümanlar onun durumuna çok üzüldüler ve o günü Yevmü Ebî Cendel diye andılar.
Hudeybiye Sulhü’nden sonra Ebû Basîr (r.a) de Medîne’ye sığınmıştı. Ancak Rasûlullah (s.a.v) şartnâmeye göre onu da müşriklere teslîm etmek zorunda kaldı. Ebû Basîr (r.a) önce Allah Rasûlü’nün bu hareketine bir mânâ veremeyerek:
“–Beni puta tapıcılığa mı döndürmek istiyorsunuz?” sözleriyle hayretini izhâr etti. Rasûlullah (s.a.v) sâkin bir şekilde onu tesellî etti:
“–Ebû Basîr! Biz ahdimizi bozamayız. Ama sen biraz sabret, Allah teâlâ sana ve senin gibilere elbette bir selâmet yolu gösterecektir” buyurdu.
Ebû Basîr (r.a) Peygamber Efendimiz’e itaat edip hükmüne boyun eğdi, umum müslümanların durumunu düşünerek müşriklere teslîm oldu. Ancak o Mekke’ye değil ölüme götürülüyordu. Bunu bildiğinden yolda bir fırsatını bulup kendisini götürenlere hücûm ederek nefsini müdâfaa etti. Yanındaki iki kişiden Huneys’i öldürdü, diğerini ise elinden kaçırdı. Ebû Basîr (r.a) Huneys’in elbisesini, eşyâlarını ve kılıcını ganimet olarak alıp Allah Rasûlü’ne getirdi:
“–Yâ Rasûlallah! Bunların beşte birini ayır, kendin için al” dedi. Efendimiz (s.a.v):
“–Ben bunun beşte birini aldığım zaman onlarla yapmış olduğum muâhedeye riâyet etmemiş olurum. Fakat sen ayrı bir durumdasın, senin davranışın da öldürdüğün adamın eşyâsı da seni ilgilendirir” buyurdu.[7]
Firâsetle hareket eden Ebû Basîr (r.a) bir müddet sonra Medîne’den çıktı. Kızıldeniz sâhilinde Mekke ile Şam arasında Îs (Sîfülbahr) denilen bir yere yerleşti. Kısa bir müddet sonra orası tarafsız bir bölge olarak bir ilticâ mekânı hâline geldi. Ebû Cendel de zâlimlerin elinden kurtularak Ebû Basîr’e katıldı. Böylece müslümanların sayısı çok geçmeden üç yüze ulaştı. Mekkelilerin Şam ticâret yolu tehlikeye girdi. Bunun üzerine Mekkeli müşrikler çâresiz kalarak Peygamber Efendimiz’den bu husustaki maddenin kaldırılmasını taleb ettiler. Bilhassa da Ebû Basîr ile Ebû Cendel ve arkadaşlarının Medîne’ye çağrılmasını ricâ ettiler. Buna karşılık ticâret kervanlarının vurulmamasını istediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) Ebû Basîr ve arkadaşlarına bir mektup yazarak Medîne’ye gelmelerini istedi. Mektup ulaştığında Ebû Basîr (r.a) vefat etmek üzereydi. Onun şehâdetinden sonra riyâsete geçen Ebû Cendel (r.a) arkadaşlarıyla birlikte Medîne’ye geldi.[8]
O günden sonra Peygamber Efendimiz’le birlikte bütün gazvelere katılan Ebû Cendel (r.a) Allah Rasûlü’nün vefatından sonra, Mekke fethinde İslâm’a giren babasıyla birlikte Dımaşk’ın fethine katıldı.
Onun Yemâme Savaşı’nda (12/633) şehîd olduğu veya 18 (639) yılında Ürdün’de zuhûr eden vebâ salgınında babasıyla birlikte vefât ettiği de söylenmiştir.[9]
11.4. Sehle binti Süheyl
Sehle binti Süheyl b. Amr el-Kureşiyye el-Âmiriyye (r.a). Annesi Fâtıma binti Abdüluzzâ b. Ebû Kays’tır. Kardeşleri Abdullah, Ebû Cendel ve Ümmü Külsûm ile birlikte ilk Müslümanlardan olmuştur. Sehle, kırk dördüncü müslüman olduğu söylenen kocası Ebû Huzeyfe ile birlikte Habeşistan’a hicret etti ve oğlu Muhammed’i orada dünyaya getirdi. Habeşistan’da iken Mekkeliler’in müslüman olduğu rivâyeti yayılınca kocasıyla birlikte Mekke’ye döndüler. Haberin asılsız olduğunun anlaşılması üzerine tekrar Habeşistan’a, oradan da Medîne-i Münevvere’ye hicret ettiler. Kocası Yemâme’de şehid olunca (12/633) Sehle (r.a) Şemmâh b. Saîd es-Sülemî, ardından Abdullah b. Esved el-Kureşî, daha sonra da Abdurrahman b. Avf ile evlendi. Şemmâh’tan Bükeyr veya Amr, Abdullah b. Esved’den Süleyt, Abdurrahman b. Avf’tan Sâlim isimli evlatları oldu.
Sehle ile ilgili iki hâdise bazı fıkhî hükümlere temel teşkil etmiştir. Birincisi kocası Ebû Huzeyfe’nin mevlâsı Sâlim’e sütanne olmasıdır. Ebû Huzeyfe’nin daha küçükken evlât edindiği Sâlim bulûğ çağına ulaşınca tek odalı bir evde Sehle’nin yanına girip çıkması karı kocayı rahatsız etmeye başlamıştı. Sehle (r.a) Peygamber Efendimiz’e giderek durumu arzetti. Rasûlullah (s.a.v) de süt mahremliği meydana gelmesi için ona sütünden içirmesini tavsiye etti.[10] Cumhur bu hükmün bu sahâbîlere has bir ruhsat olduğunu söylemiştir.
İkinci hâdise Sehle’nin uzayan âdet günleriyle ilgilidir. Süresi geçtikten sonra da âdet kanamasının devam etmesi üzerine Sehle (r.a) durumu Rasûl-i Ekrem’e sordu, o da her namaz için gusletmesi gerektiğini bildirdi. Ancak bu durum Sehle’ye zor gelince Rasûlullah (s.a.v) ona bir gusülle öğle ve ikindi namazlarını, ikinci bir gusülle akşam ve yatsı namazlarını cemetmesini, sabah namazı için de ayrıca gusletmesini söyledi.[11]
Sehle binti Süheyl, Peygamber Efendimiz’den iki hadîs rivâyet etmiş,[12] kendisinden Kāsım b. Muhammed b. Ebû Bekir rivâyette bulunmuştur.[13]
[1] Bkz. Bünyamin Erul, “Süheyl b. Amr”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/suheyl-b-amr (03.05.2023).
[2] Bkz. Vâkıdî, el-Meğāzî, 1/107; İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, 2/293, 4/346; Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, 1/303-304; Hâkim, el-Müstedrek, 3/318, no: 5228; İbn Abdilberr, el-İstîâb, 2/669-671.
[3] Buhârî, Şurût, 15.
[4] Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, 14/67, no: 37953; Hâkim, el-Müstedrek, 3/318, no: 5227.
[5] Bkz. İsmail Lütfi Çakan, “Abdullah b. Süheyl”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/abdullah-b-suheyl (03.05.2023).
[6] Bkz. Vâkıdî, el-Meğāzî, 2/607-608; İbn Hişâm, Sîretü’n-Nebî, 3/367; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/325; Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, 1/220.
[7] Vâkıdî, el-Meğāzî, 2/626-627.
[8] Bkz. İbn Hişâm, Sîretü’n-Nebî, 3/372; Buhârî, Şurût, 15.
[9] Bkz. Asri Çubukcu, “Ebû Cendel”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/ebu-cendel (03.05.2023).
[10] Muvatta’, Radâʻ, 12; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/39, 174, 201, 249; Müslim, Radâʻ, 26-30
[11] Dârimî, Vudû, 84; Ebû Dâvûd, Tahâret, 111.
[12] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/356; Taberânî, el-Muʻcemü’l-kebîr, 24/292.
[13] Bkz. Yusuf Ziya Keskin, “Sehle binti Süheyl”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/sehle-bint-suheyl (03.05.2023).