5.1. Saîd b. Zeyd (r.a)
Saîd b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl el-Kureşî (r.a) milâdî 600 yılı civarında Mekke’de doğmuştur. Künyesi Ebü’l-Aʻver veya Ebû Sevr’dir. Adî b. Kâʻb oğullarından olup soyu dedelerinden Kâʻb b. Lüey’de Peygamber Efendimiz’in soyu ile birleşir. Babası Zeyd b. Amr b. Nüfeyl çok mühim bir şahsiyettir. İslâm’dan önce yaşayan ve Hanîf dinine mensup olan birkaç kişiden biridir. O câhiliye toplumunda putlara tapmaz, müşriklerin kestiği hayvanların etinden yemez, câhiliye âdetlerine değer vermez ve kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesine şiddetle karşı çıkardı. Annesi de Huzâa kabilesinden Fâtıma binti Baʻce’dir. Saîd (r.a) böyle şirke bulaşmayan bir âile ortamında yetişti. Babası ona devamlı Allah’ın birliğine iman etmesini telkin ederdi.
Saîd b. Zeyd (r.a) çok genç yaşta İslâm’a girmiş, on ikinci veya on üçüncü müslüman olmuştur. Rasûlullah (s.a.v) tarafından cennetle müjdelenen on sahâbîden yani Aşere-i Mübeşşere’den biridir.
Saîd (r.a) amcasının kızı ve Hz. Ömer’in kız kardeşi Fâtıma ile evlendi. Hz. Ömer de onun kız kardeşi Âtike ile evlendi.
Peygamber Efendimiz’i öldürmek gerektiği üzerinde ittifak eden müşriklere bu işi kendisinin yapabileceğini söyleyen Ömer b. Hattâb, yolda kız kardeşi Fâtıma ile eniştesinin müslüman olduğunu öğrenince Saîd b. Zeyd’in evine gitti. Onlara şiddet uygulamaya başladı. Saîd b. Zeyd (r.a) daha sonra o günlerden bahsederek şöyle demiştir:
“Vallahi, müslüman olmadan evvel Hz. Ömer’in beni ve kız kardeşini İslâm’a girdiğimiz için bağladığını görmüşümdür.”[1]
Ancak Hz. Saîd’in sabırlı davranması ve sorduğu sorulara inandırıcı cevaplar vermesi üzerine Ömer (r.a) onları bıraktı ve eve girerken işittiği sûreyi yazıldığı sahifeden okuduktan sonra iman etmeye karar verdi. Hz. Ömer’in müslüman olması İslâm için büyük bir kuvvet olmuştu ve buna vesile olan da eniştesi Saîd (r.a) idi.
5.1.1. Hizmetleri
İslâm’ın ilk yıllarında gizli dâvet döneminde Rasûlullah (s.a.v) ile birlikte Hz. Ebû Bekir, Saîd b. Zeyd ve Hz. Osman (r.a) gibi sahâbîler de insanları gizlice İslâm’a dâvet ve teşvik etmeye koyuldular. Daha sonra açık dâvet başlayınca Hz. Ömer, Hz. Hamza ve Ebû Ubeyde b. Cerrah (r.a) gibi sahâbîler de açıkça dâvet ettiler.[2]
Saîd (r.a) İslâm’ın ilk günlerinde müşriklerden çok eziyet gördü ve hanımıyla birlikte Medîne-i Münevvere’ye hicret etti. Rasûlullah (s.a.v) onu Râfiʻ b. Mâlik veya Übey b. Kâʻb ile kardeş ilân etti. Medîne’de Allah Rasûlü’nün yakın çevresinde bulunan Saîd (r.a) Mekke müşrikleri başta olmak üzere Rasûlullah (s.a.v) aleyhinde faaliyet gösterenler hakkında bilgi toplama konusunda mühim vazifeler icrâ etti. Bedir Gazvesi öncesi Mekkeliler’in Sûriye kervanı hakkında bilgi toplamakla vazifelendirildi. Bu sebeple savaşa fiilen katılamadı. Ancak Rasûlullah (s.a.v) ona ganimetten tam pay verdi ve gördüğü hizmete karşılık cihâd sevabı kazandığını müjdeledi.[3]
Saîd (r.a) Uhud ve Hendek gazveleri, Hudeybiye Antlaşması, Mekke’nin fethi, Huneyn ve Tebük seferleri ile Vedâ haccında bulundu. Allah Rasûlü’nün âhirete irtihâlinden sonra da mühim vazîfeler üstlendi:
– Hz. Ebû Bekir’in halife seçilmesi sırasında ortaya çıkan ihtilâfları gidermek için büyük gayret gösterdi.
– Hz. Ebû Bekir, vefatından önce yerine halife bırakacağı kimse ile ilgili genel eğilimi araştırırken onun da görüşüne başvurdu.
– Ecnâdeyn Savaşı’nda ordu kumandanı Hâlid b. Velîd’in tâlimatıyla süvari birliklerine, bu savaşta bozguna uğrayarak Fihl’e kaçan Bizans ordusuyla yapılan Fihl Muharebesi’nde piyade birliklerine kumanda etti ve her iki savaşın kazanılmasına büyük katkı sağladı (13/634).
– Yine kumandanlardan biri olarak katıldığı Yermük Savaşı’nda ve Dımaşk’ın fethinde mühim roller üstlendi.
– Ebû Ubeyde b. Cerrâh kendisine Dımaşk vâliliğini teklif edince o bunun yerine cihadı tercih etti.
– Hz. Osman ve Hz. Ali dönemlerinde her ikisi hakkında yapılan kötü propagandalara mâni olmaya gayret etti.
Hz. Ömer (r.a) vefatından önce oluşturduğu altı kişilik hilâfet şûrasına Aşere-i Mübeşşere’den sağ kalanları aldığı hâlde akrabası olduğu için Hz. Saîd’i dâhil etmedi.
Hz. Osman’ın hilâfeti döneminde Irak’ta bulunan arazileri dolayısıyla zaman zaman Kûfe’ye gitti ve burada oturdu. Fitne olaylarının ortaya çıkmasından sonra Medîne-i Münevvere’ye çekildi ve iç çekişmelerden uzak bir hayat yaşadı.
Gördüğü haksızlıklara müdahale etmekten çekinmez, ashâb-ı kirâm aleyhinde bulunanlara şiddetle karşı çıkardı.
Saîd b. Zeyd (r.a) hayatının son dönemlerini Medîne-i Münevvere yakınında bulunan Akīk vadisindeki evinde ziraatla meşgul olarak geçirdi. 50 veya 51 (671) yılında vefat etti. Techiz ve tekfin işleriyle komşusu Saʻd b. Ebî Vakkās ilgilendi. Cenaze namazını akrabası Abdullah b. Ömer (r.a) kıldırdı. Medîne-i Münevvere’ye götürülerek Cennetü’l-Bakī’a defnedildi.
Saîd b. Zeyd (r.a) Peygamber Efendimiz’den mükerrerleriyle birlikte 48 hadîs rivâyet etmiştir.[4]
5.1.2. Rivâyetleri
Ashâb-ı kirâmdan bazıları “Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’le birlikte herhangi bir harbe katılacak olurlarsa mutlaka sebat etmek ve şehid düşünceye kadar savaşmak” üzere söz vermişlerdi. Bunlar Hz. Osman, Talha, Saîd b. Zeyd, Hz. Hamza, Musʻab b. Umeyr (r.a) ve diğer bazı sahâbîlerdi. Onlar hakkında şu âyet-i kerime nâzil oldu:
“Mü’minler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler vardır. İşte onlardan kimi sözünü yerine getirip o yolda canını vermiş, kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.”[5]
֎
Saîd b. Zeyd (r.a) Kûfe mescidine varmıştı, vâli Muğîre b. Şuʻbe orada oturuyordu, etrafına da Kûfe ehli toplanmışlardı. Muğîre, Hz. Saîd’i karşılayıp yanına oturttu. O esnada biri gelip hakaretler savurmaya başladı. Saîd (r.a):
“–Bu kime sövüyor?” dedi. Hz. Ali’ye dediler. Saîd b. Zeyd (r.a) Muğîre’ye üç defa “Ey Muğîr b. Şuʻbe!” dedikten sonra:
“–Yanında Rasûlullah’ın ashâbına sövülüyor ve sen bunu kötü görmüyor ve değiştirmiyorsun öyle mi? Ben şâhitlik ederim ki Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu, bunu Allah Rasûlü’nden iki kulağım işitti, kalbim de ezberledi. Benim onun söylemediği bir şeyi söylemeye ihtiyacım yok. Eğer öyle bir şey yaparsam yarın kendisiyle karlılaştığımda bunu bana sorar. O şöyle buyurdu:
«On kişi Cennet’tedir: Ebû Bekir Cennet’tedir, Ömer Cennet’tedir, Osman, Ali, Zübeyr, Talhâ, Abdurrahmân, Ebû Ubeyde, Saʻd b. Ebî Vakkâs Cennet’tedir.»
Saîd b. Zeyd (r.a) bu dokuz kişiyi saydı, onuncuya gelince sükût etti. Mescidden bir gürültü yükseldi:
“–Allah adına yemin veriyoruz ey Rasûlullah’ın sahâbîsi, ey Ebü’l-Aʻver, onuncu kimdir?” diye ısrar ettiler. Bu taleb üzerine mübârek sahâbî:
“–Mâdem Allah adına yemin ettiniz o zaman söyleyeyim:
«–Ebü’l-Aʻver Cennet’tedir».”
Saîd (r.a) sözünü şöyle bağladı:
“–Allah’a yemin ederim ki onlardan birinin Rasûlullah (s.a.v) ile birlikte yüzü tozlanacak kadar bir harp meydanında bulunuvermesi, sizden birinin ömrü boyunca sâlih ameller işlemesinden daha hayırlıdır, velev kendisine Hz. Nûh’un ömrü verilse bile!”[6]
Saîd (r.a) da diğer sahâbîler gibi Peygamber Efendimiz’den herhangi bir şey naklederken ne kadar hassas davranılması gerektiğini göstermiştir. İşte Allah Rasûlü’nün hadîs-i şerifleri bize bu titizlikle gelmiştir.
Dikkatimizi çeken diğer konu Hz. Saîd’in tevâzuudur. Yine bütün ashâb-ı kirâm gibi o da tevâzuun zirvesindedir. Kendi ismini zikretmek istememektedir.
Nûh (a.s) uzun ömür sürmesiyle meşhûr olan bir peygamberdir. Onun ömrü husûsunda âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Andolsun ki biz Nûh’u kendi kavmine gönderdik de o dokuz yüz elli sene onların arasında kaldı. Sonunda onlar zulümlerini sürdürürken tufan kendilerini yakalayıverdi.”[7]
İşte sahâbe olmayan insanlar bu derece uzun yaşayıp bütün ömürlerini sâlih amellerle geçirseler yine de bu onların Rasûlullah (s.a.v) ile beraber yaşadıkları bir cihâd ânına denk olamaz.
֎
Ervâ binti Üveys isminde bir kadın Saîd b. Zeyd’in kendi arazisinden bir parça aldığını iddia etmiş ve onu Mervân b. Hakem’e şikâyet etmişti. Bunun Üzerine Saîd (r.a):
“‒Ben Rasûlullah Efendimiz’den işittiğim bir sözden sonra hiç onun yerinden bir şey alır mıyım?” buyurdu. Mervân:
“‒Allah Rasûlü’nden ne işittin?” deyince:
“‒Ben Rasûlullah (s.a.v)’i «Her kim zulüm yolu ile bir karış toprak alırsa orası kıyamet günü yedi kat yerin dibine kadar boynuna dolanır» buyururken işittim” cevabını verdi. Bunun üzerine Mervân:
“‒Bundan sonra senden herhangi bir beyyine istemiyorum” dedi. Hz. Saîd de:
“Allah’ım, eğer bu kadın yalancı ise gözünü kör et ve kendisini kendi yerinde öldür” diye bedduâ etti.
Gerçekten de bu kadın kör olmadan ölmedi. Bir gün kendi arazisinde dolaşırken birden bir çukura düşerek ölüp gitti.[8]
Kadın çok büyük bir ithamda bulunmuştu. Hele bu bir de çok yüksek mertebedeki bir sahâbîye karşı olunca daha da büyümüştü. Bu sebeple bedduaya müstahak oldu.
֎
Saîd b. Zeyd’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v)şöyle buyurmuştur:
“Malı uğrunda öldürülen şehittir, kanı uğrunda öldürülen şehittir, dini uğrunda öldürülen şehittir, âilesi uğrunda öldürülen şehittir.”[9]
֎
Saîd b. Zeyd (r.a) Allah Rasûlü’nü şöyle buyururken işittim dedi:
“Mantar, kudret helvası türünden ilâhî bir lütuftur, suyu da göze şifadır.”[10]
5.2. Fâtıma binti Hattâb (r.a)
Fâtıma binti Hattâb b. Nüfeyl el-Kureşiyye el-Adeviyye, Hz. Ömer’in kızkardeşi ve Saîd b. Zeyd’in hanımıdır. Künyesi Ümmü Cemîl, lakabı Ümeyme’dir. Annesinin adı Hanteme binti Hâşim’dir. Akrabası Saîd b. Zeyd ile evlenmiştir. Kocası, amcası Amr b. Nüfeyl’in torunudur. Bu evlilikten Abdurrahman isminde bir evlatları olmuştur.
Fâtıma (r.a) Peygamber Efendimiz’in Dâru’l-Erkam’a geçmesinden önce kocasıyla birlikte müslüman oldu. Habbâb b. Eret (r.a) zaman zaman evlerine gelerek onlara Kur’ân okumayı öğrentirdi.
O sıralarda Benî Adî b. Kâ’b kabilesinin reisi olarak Mekke yönetiminde sefâret görevini yürüten kardeşi Ömer b. Hattâb, Rasûl-i Ekrem hakkında verilen ölüm kararını uygulamak üzere yola koyulduğunda Benî Zühre’ye mensup birinden Fâtıma’nın müslüman olduğunu öğrendi ve yolunu değiştirip onun evine gitti. İslâm’ı kabul etmelerine kızarak eniştesi Saîd b. Zeyd’i ve kız kardeşine şiddet uyguladı. Fakat onlar İslâm’ı hak din olduğu için seçtiklerini, Allah’a ve Rasûlü’ne gönülden bağlandıklarını, doğru yolu bulduktan sonra kendisinden korkmadıklarını büyük bir cesaretle söylediler. Bunun üzerine Ömer yumuşadı, eve girmeden önce işittiği şeyleri görmek istediğini söyledi. Fâtıma (r.a) kardeşinden Kur’ân âyetlerinin yazılı bulunduğu deri parçalarını yırtmayacağına dair söz alıp boy abdesti almasını da sağladıktan sonra Kur’ân âyetlerini kendisine verdi. Bu âyetleri okuyunca Peygamber Efendimiz’i görmek istediğini söyleyen Ömer’e Rasûl-i Ekrem’in bulunduğu Erkam’ın evini tarif etti. Hz. Ömer’in İslâm’ı kabul etmesinde hiç şüphesiz Fâtıma’nın dinine samimiyetle bağlı olmasının büyük tesiri vardır.
Fâtıma (r.a) Mekke devrinde müslümanlara yapılan eziyetlerden kurtulmak için kocasıyla birlikte Habeşistan’a hicret etti.[11]
Hz. Ömer kardeşi Fâtıma ile aralarında geçen tartışma ve İslâm’a girişiyle ilgili bir şiir söylemiş ve sözlerine Allah’a hamd ile başlamıştır.[12]
5.2.1. Rivâyetleri
Fâtıma binti Hattâb şöyle der: Rasûlullah (s.a.v)’in şöyle buyurduğunu işittim:
“Ümmetim, fâsık âlimlerinde dünyâ sevgisi, aralarında câhil kurrâlar ve zorbalar zuhûr edinceye kadar hayır üzere olur. Bunlar zuhûr ettiği zaman Allah’ın hepsine birden umûmen cezâ vermesinden korkarım.”[13]
֎
Saîd’in kızı Esmâ’nın bir rivâyetini torunları şöyle naklederler:
Rebâh b. Abdurrahman b. Ebû Süfyân şöyle der: Ninem Esmâ binti Saîd b. Zeyd b. Amr Rasûlullah (s.a.v)’in şöyle buyurduğunu işitmiş:
“Abdesti olmayanın namazı yoktur, başında Allah teâlâ’nın ismini zikretmeyenin de abdesti yoktur. Bana iman etmeyen ve Ensâr’ı sevmeyen Allah’a îmân etmiş olmaz.”[14]
5.3. Babası Zeyd b. Amr b. Nüfeyl
Hz. Saîd’in babası, Hz. Ömer’in de amca oğlu olan Zeyd b. Amr b. Nüfeyl el-Adevî el-Kureşî biʻsetten önce yaşamış Mekkeli Hanîfler’in başında gelir. Câhiliye döneminde Kureyşliler yılda bir defa Büvâne ismini verdikleri putun yanında toplanıp bayram yaparlar, puta kurban kesip hediyeler sunar ve etrafında dönerlerdi. Bu günlerden birinde dört kişi gizlice bir araya gelerek bu yapılanların yanlış olduğunu konuştular ve yeni bir din aramak için merkezî şehirlere gitmeye karar verdiler. Bunlardan Varaka b. Nevfel ile Osman b. Huveyris Hıristiyanlığı kabul etti. İslâm’ın gelişine kadar arayışına devam eden Ubeydullah b. Cahş müslüman oldu. Habeşistan’a hicret edince orada Hıristiyanlığa geçti. Zeyd b. Amr ise araştırmaları neticesinde Yahudiliği de Hıristiyanlığı da beğenmedi ve kendi ifadesiyle “İbrâhim’in Rabbine” ibadet ederek yaşadı. Bu bakımdan Zeyd risâletten önce Mekke’de Hanîfliğin en önemli temsilcilerinden sayılır.
Zeyd b. Amr farklı bir din aramak için yola çıkmak istediğinde akrabalarının muhalefetiyle karşılaştı. Karısı Safiyye binti Hadramî onun niyetini Hattâb’a bildirdi, o da kendisine mâni oldu. Kabilesi tarafından dışlanan Zeyd bir dönem Hira dağında yaşamaya mecbur kaldı. Onun Mekkeli gençleri yanına çekmesinden endişelenen Hattâb bazı kişileri başına musallat ederek Mekke’ye girmesini engelledi. Zeyd şehre gizlice girmeye çalışırdı. Mekke’ye girebildiği zamanlarda insanları uyarır, Kâbe’nin yanında onlarla konuşur, İbrâhim’in dinine uyanlardan kendisi dışında kimsenin kalmadığını söyler ve: “Ey Allah’ım, ey İbrâhim’in ilâhı, dinim İbrâhim’in dinidir” diye duâ ederdi.[15] Bu dinin gereklerini tam bilemediğinden Kâbe’ye dönüp, “Allah’ım! Sana ibadet etmenin en iyi yolunu bilsem öyle ibadet ederdim, ne yazık ki bilmiyorum” diye hayıflanır, elleri üzerine secde ederdi. Onun ayrıca belirli vakitlerde Kâbe’ye yönelerek namaza benzer bir ibadeti yerine getirdiği zikredilmektedir.[16]
Zeyd, Hak dînini bulabilmek için Hayber ve Medîne yahudileriyle, Fedek, Eyle, Musul ve Cezîre taraflarındaki yahudi ve hıristiyan din adamlarıyla görüştü. Bunlarda aradığını bulamayınca Dımaşk’a gitti. Belkā’da karşılaştığı bir rahip kendisine aradığı dinin artık mensubu kalmayan Hanîflik olduğunu, onu ihya edecek peygamberin Hicaz’da çok yakında ortaya çıkacağını söyledi. Bunun üzerine geri döndü. Dolaştığı yerlerde Peygamber Efendimiz’in zuhuru ve sıfatları hakkında öğrendiklerini başkalarına anlattı.[17] Zeyd, Medîneli Hanîf Ebû Kays Sayfî b. Eslet ile de Mekke’de konuşmuştur. Ebû Kays kendisine birçok yeri dolaştıktan sonra İbrâhim’in dinine bağlı kalmayı tercih ettiğini söylemiştir.[18] Bu söz Zeyd’in inancını takviye etmiş olmalıdır.
Biʻsetten önce bir gün Rasûlullah (s.a.v) Tâif’ten dönerken Mekke dışında yaşayan Zeyd ile Beldah mevkiinde karşılaştı. Zeyd din arayışı sürecinde başından geçenleri ona anlattı. Rasûlullah (s.a.v) yanında bulunan Zeyd b. Hârise’nin hazırladığı yemeğe onu davet etti, ancak Zeyd putlar adına kesilmiş etten yemediğini söyleyerek puta tapanları eleştirdi. Peygamber Efendimiz de zaten hiçbir puta dokunmaz, onlar için kurban kesmez ve putlar adına kesilmiş etten yemezdi.[19]
Zeyd, Kureyş kabîlesinin hayvanlarını putlar adına kesmelerini ayıplar ve şöyle derdi:
«–Koyunu Allah yarattı. Onun için gökten yağmur indirdi, yerden de nebat bitirdi. Ama siz onu Allah’ın ismini zikretmeden kesiyorsunuz».”[20]
Zeyd, Câhiliye toplumunda yaygın olan birçok âdet ve uygulamadan uzak dururdu. Zinaya ve ribâya karşı insanları uyarırdı. Kız çocuklarının diri diri gömülmesini engellemeye çalışır, babaları tarafından gömülmek istenen kızların geçimini üstlenir, yetişkin hâle gelinceye kadar onlara bakardı.
Zeyd’in oğlu Saîd, Hz. Ömer’le birlikte Rasûl-i Ekrem’in yanına giderek, “Eğer babam size erişebilseydi iman ederdi, onun bağışlanmasını dileyebilir misiniz?” diye sormuş, Rasûl-i Ekrem de “Elbette onun için istiğfar ederim, o tek başına bir ümmet olarak haşredilecektir” cevabını vermiştir.[21] Rasûl-i Ekrem’in bu sözlerinden hareketle Zeyd ve onun gibi muvahhidler fetret ehlinden sayılmış, sahâbî kabul edilmedikleri hâlde bazı sahâbe tabakatlarında kendilerine yer verilmiştir.
Zeyd biʻsetten beş yıl kadar önce Kâbe’nin tamir edildiği dönemde milâdî 606 yılında vefat etti.[22]
5.3.1. Rivâyetleri
Bir rivâyette şöyle anlatılır:
“Zeyd b. Amr, Varaka b. Nevfel’i de yanına alarak, hakîkî dîni sorup ona tâbî olmak üzere Şam’a gitti. Orada bir yahûdî âlime rastladı. Ona dinleri hakkında suâl sordu ve:
«–Belki dîninize girerim, bana onun hakkında bilgi verebilir misin?» dedi. Yahûdî:
«–Sen Allah’ın gazabından nasîbini almadıkça bizim dînimize giremezsin» dedi. Zeyd:
«–Ben Allah’ın gazabından kaçarak buralara geldim, Allah’ın gazabından herhangi bir pay almaya aslâ niyetim yok. Sen bana başka bir dîn göster» dedi. Yahûdî âlim:
«–Ben Hanîflikten başka bir dîn bilmiyorum» dedi. Zeyd:
«–Hanîflik nedir?» diye sordu. Yahûdî âlim:
«–Hz. İbrâhîm’in dînidir. O ne yahûdî ne de hristiyandı, Allah’tan başka bir şeye de tapmıyordu» dedi.
Zeyd onun yanından çıkınca hristiyan âlimlerinden biriyle karşılaştı. Ona da aynı şeyleri sordu. O da:
«–Sen Allah’ın lânetinden nasîbini almadıkça bizim dînimize giremezsin» dedi. Zeyd ona da:
«–Ben zâten Allah’ın lânetinden kaçarak bu diyarlara geldim, elimden geldiğince hiçbir zaman Allah’ın lânetinden bir şey almayacağım. Sen bana başka bir dîn gösterebilir misin?» dedi.
O âlim de yahûdi âlim gibi hanîflikten bahsetti. Zeyd onların Hz. İbrâhîm hakkındaki sözlerini işitince oradan ayrıldı. Dışarı çıkınca ellerini kaldırıp:
«Allah’ım, seni şâhit kılıyorum, ben Hz. İbrâhîm’in dîni üzereyim» dedi.”[23]
֎
Esmâ binti Ebî Bekir (r.a) der ki:
“Câhiliye devrinde Zeyd b. Amr’ın ayakta dikilip sırtını Kâbe’ye dayayarak şöyle dediğini işittim:
«–Ey Kureyş cemaati! Vallahi ben hâriç hiçbiriniz İbrâhim’in dîni üzere değilsiniz!»
Zeyd, diri diri toprağa gömülecek kızları kurtarıp hayatlarını bağışlardı. Kızını öldürmek isteyen adama:
«–Onu öldürme, külfetini ben üzerime alıyorum» der ve kızı alırdı. Kız büyüyüp serpilince babasına:
«–Dilersen onu sana teslîm edeyim, dilersen ihtiyaçlarını görmeye devâm edeyim» derdi.”[24]
Belki de Zeyd’deki bu merhamet duygusu onu şirk ve küfürden muhâfaza etmiş, “hanîf” olarak âhirete intikâl etmesini sağlamıştır. Rasûlullah (s.a.v) onun hakkında:
“O, kıyâmet gününde, benimle Îsâ (a.s) arasında ayrı bir ümmet olarak diriltilecektir” buyurmuştur.[25]
[1] Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 34, 35.
[2] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 1/200, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, 1/123.
[3] Hâkim, el-Müstedrek, 3/495.
[4] Bkz. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/187-190; İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe, 3/87-88; Mehmet Efendioğlu, “Saîd b. Zeyd”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/said-b-zeyd (02.05.2023).
[5] el-Ahzâb 33/23. Zemahşerî, el-Keşşâf, 5/39.
[6] Bkz. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/187; Ebû Dâvûd, Sünnet, 9/4650; Tirmizî, Menâkıb, 25/3748.
[7] el-Ankebût 29/14.
[8] Müslim, Müsâkât, 139. Krş. Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 2.
[9] Ebû Dâvûd, Sünnet, 29; Tirmizî, Diyât, 21.
[10] Buhârî, Tefsîr, 2/4, 7/2, Tıb, 20; Müslim, Eşribe, 157-162. Ayrıca bkz. Tirmizî, Tıb, 22; İbn Mâce, Tıb, 8.
[11] Bkz. İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe, 8/271-272; Hüseyin Algül, “Fâtıma binti Hattâb”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/fatima-bint-hattab (02.05.2023).
[12] Ahmed b. Hanbel, Fedâilü’s-sahâbe, 1/284.
[13] Ebû Nuaym, Maʻrifetü’s-sahâbe, 6/3412; Deylemî, el-Firdevs, 5/93.
[14] Hâkim, el-Müstedrek, 4/66.
[15] Nesâî, Menâkıb, 13.
[16] İbn Hacer, el-İsâbe, 1/569-570.
[17] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 1/161-162; İbn Asâkir, Târîhu Dımeşk, 19/503-504; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 14/300.
[18] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 4/384.
[19] Bkz. İbn İshak, es-Sîre, 98; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/189-190, 2/68-69, 89-90, 127; Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr, 24, Zebâ’ih, 16; Nesâî, Menâkıb, 13; Ebû Ya’lâ, Müsned (nşr. Hüseyin Selîm Esed), Dımaşk-Beyrut 1409/1988, 13/170-172; Taberânî, el-Muʻcemü’l-kebîr, 5/86-87; Hâkim, el-Müstedrek, 3/216-217; Zehebî, Aʻlâmü’n-nübelâ, 1/124-135.
[20] Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 24; Zebâih, 16.
[21] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/189-190. Krş. İbn İshak, es-Sîre, 99-100.
[22] Halit Özkan, “Zeyd b. Amr”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/zeyd-b-amr (02.05.2023).
[23] Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 24.
[24] Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 24.
[25] Heysemî, Mecmaʻu’z-zevâid, 9/416.