Abdullah bin Ömer (r.a) Medîne-i Münevvere’ye geldiğinde kendisine Hz. Hüseyin’in Irak’a doğru yola çıktığı haberi verildi. Hemen peşine düşüp üç günlük mesafede Hz. Hüseyin’e yetişti ve:
“–Nereye gidiyorsun?” diye sordu.
Hz. Hüseyin (r.a):
“–Irak’a” dedi.
Hz. Hüseyin’in yanında kâğıt tomarları ve mektuplar vardı. (Iraklılar Hz. Hüseyin’e mektuplar yazarak onu yanlarına davet ediyor, kendisine tâbî olup zâlim Emevî idarecilerine karşı kendisine yardım edeceklerine söz veriyorlardı.)
İbn-i Ömer (r.a):
“–Onlara gitme!” buyurdu.
Hz. Hüseyin (r.a):
“–İşte bunlar Iraklıların mektupları ve beyʻatları!” buyurdu.
İbn-i Ömer (r.a):
“–Allah Teâlâ, Nebî’sini dünya ile âhiret arasında muhayyer bıraktı. Allah Rasûlü (s.a.v) âhireti tercih etti, dünyayı istemedi. Siz de Rasûlullah (s.a.v)’in bir parçasısınız. Vallâhi (hilâfet ve idarecilik), siz Ehl-i Beyt’ten hiç kimseye ebediyyen nasip olmaz. Allah Teâlâ onu sizden, ancak sizin için daha hayırlı olan (âhiret saadeti) sebebiyle uzaklaştırmaktadır. Bu sebeple geri dönün!”
Hz. Hüseyin (r.a) gitmekte ısrar etti ve:
“‒İşte bunlar onların mektupları ve beyʻatları!” buyurdu.
Bunun üzerine Abdullah bin Ömer (r.a) onun boynuna sarıldı ve ağladı. Sonra da:
“–Seni Allâh’a emanet ediyorum! Sen ölüme gidiyorsun!” buyurdu. (İbn-i Kesîr, el-Bidâye, IX, 241; Zehebî, Aʻlâmu’n-Nübelâ, III, 296)