Hz. Hüseyin (r.a) şöyle anlatır:
“Bir gün Mescid’e girdiğimde Hz. Ömer (r.a) Minber’in üzerinde idi. Yanına çıktım ve:
«‒Babamın minberinden in ve kendi babanın minberine git!» dedim. Ömer (r.a):
«‒Benim babamın minberi yok!» dedi ve beni kucaklayıp yanına oturttu. Elimdeki çakıl taşlarını evirip çeviriyordum.
Minber’den inince beni evine götürdü ve bana:
«‒Sana bu sözü kim öğretti?» diye sordu. Ben:
«‒Vallâhi kimse öğretmedi!» dedim.
«‒Yavrucuğum, bizi de bağrına bassan!» dedi.
Bir defâsında yine Hz. Ömer’in yanına gitmiştim, Muâviye (r.a) ile baş başa görüşüyorlardı, Hz. Ömer’in oğlu da görüşmek için kapıda bekliyordu. Hz. Ömer’in oğlu görüşmekten ümidini keserek geri döndü. Ben de onunla birlikte döndüm. Daha sonra benimle karşılaşınca:
«‒Seni neden göremiyorum?» dedi. Ben de:
«‒Ey Mü’minlerin Emîri! Ben sana geldim ama sen Hz. Muâviye ile görüşüyordun, oğlun da kapıda sıra bekliyordu. Oğlun geri dönünce ben de onunla birlikte döndüm.» dedim.
Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) bana:
«‒Sen izin verilmeye Ömer’in oğlundan daha çok hak sâhibisin! Başımızın üzerindeki tüyler, önce Allah -azze ve celle-’nin sâyesinde, sonra sizin hürmetinize büyüdü! (Yani bu makâma ve nâil olduğumuz bütün nimetlere sizin Muhterem Ceddiniz’in bereketi sâyesinde vâsıl olduk! Sallallâhu aleyhi ve alâ âlihi ve sellem)”[1]
[1] Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, I, 471; İbn-i Asâkir, Târîhu Dımeşk, XIV, 176; İbn-i Hacer, el-İsâbe, II, 69.