وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَقَفَّيْنَا مِنْ بَعْدِه۪ بِالرُّسُلِ وَاٰتَيْنَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَاَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ اَفَكُلَّمَا جَاۤءَكُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوٰىۤ اَنْفُسُكُمُ اسْتَكْبَرْتُمْ فَفَر۪يقًا كَذَّبْتُمْ وَفَر۪يقًا تَقْتُلُونَ ﴿87﴾
87. “Hiç şüphesiz biz Mûsâ’ya Kitab’ı ihsân ettik ve ondan sonra birbiri ardınca peygamberler gönderdik. Meryem oğlu Îsâ’ya da apaçık mûcizeler lûtfettik ve onu Rûhu’l-Kudüs (Cebrâîl) ile kuvvetlendirdik. Artık ne zaman bir peygamber size, nefsinizin hoşlanmadığı bir şey getirse hemen büyüklük taslayacak, kimini yalanlayıp kimini de öldürecek misiniz?!”
Tefsir:
87. Cenâb-ı Hak, İsrâîloğulları’na bir nimet olarak Mûsâ (a.s)’ı gönderdi ve ona Tevrat’ı verdi. Ondan sonra da pek çok peygamberler lutfetti. Bunlar Dâvûd, Süleyman, Uzeyr, İlyâs, Elyesea, Yunus, Zekeriyya, Yahya ve diğerleriydi. Aleyhimü’s-selâm.
Daha sonra da Îsâ (a.s)’ı gönderip ona inkâr edilmesi mümkün olmayan apaçık mûcizeler lûtfetti. Onu Rûhu’l-Kudüs ile destekleyip kuvvetlendirdi.
“Rûhu’l-Kudüs” kelime olarak fevkalâde temizlik, nezahet, bereket rûhu ve mukaddes ruh mânâlarına gelip, Cebrâîl (a.s)’ın bir ismidir. (Nahl 16/102; Şuarâ 26/193; Meryem 19/17)
Bu da gösteriyor ki, Rûhu’l-Kudüs, Hz. Îsâ’nın şahsiyetinden bir parça değil, sadece onun destekleyicisidir. Şu hâlde hristiyanların, Rûhu’l-Kudüs’ü, Îsâ (a.s)’ın öz şahsiyetinin bir parçası gibi tasavvur etmeleri, batıl bir inançtır.
Cebrâîl (a.s), diğer peygamberlere de vahiy getirmiş olmakla birlikte Hz. Îsâ’ya daha çok destek vermiştir. Hz. Meryem’e onun doğumunu müjdeleyen, Cebrâîl (a.s)’dır. Hz. Îsâ, onun nefhi (üflemesi) ile doğmuş, onun terbiye ve desteğiyle büyümüş, her nereye gittiyse Cebrâîl (a.s)’ı yanında bulmuştur.
Allah’ın insanlara peygamber gönderme sünneti ve bilhassa bu konuda Benî İsrâil’e yönelik lütufları hatırlatıldıktan sonra, Allah’a ve peygamberlerine isyanı âdet hâline getiren yahûdilerin inkâr ve zulümleri yüzlerine vurulmaktadır. Cenâb-ı Hak onları azarlayarak ve yaptıkları çirkinlikleri ayıplayarak şöyle sormaktadır:
Benim peygamberlerim, nefsinizin hevâsına uymayan ilâhî emirlerle geldiğinde, onlara tâbî olmayı kibrinize yediremeyip kafa tutacaksınız, sonunda bir kısmını yalanlayıp bir kısmını da öldürecek misiniz?
İsrâiloğulları’nın tarih boyunca yaptığı bundan ibarettir. Kendilerine gelen peygamberlere tâbî olmamış, onları yalanlamış, kimine hayat boyu zulmetmiş, kimini de şehîd etmişlerdir. Son Peygamber Rasûlullah (s.a.v) gelince yine kibirlenmişler, onu yalanlamakla kalmayıp şehîd etmeyi bile planlamışlardır. Zîrâ bu âyet-i kerimede, Peygamber Efendimiz’i öldürme azminde olduklarına açık bir işaret vardır.
Yahudiler, Cenâb-ı Hakk’ın o güzel nasihatlerine, dâvetlerine, acı tatlı hatırlatmalarına, îkaz ve azarlamalarına karşı küstahça cevap verdiler: