Abdullah bin Mes’ûd (r.a) şöyle buyurur:
“Nebiyy-i Muhterem Efendimiz (s.a.v) vaaz ve nasîhat husûsunda bize bıkkınlık gelmesin diye hâlimize bakıp ona göre gün ve saat kollardı.” (Buhârî, İlm, 11)
{
Enes (r.a), Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in şöyle buyurduğunu nakleder:
“Kolaylık yolunu gösterin, güçlüğe gitmeyin! Tebşîr edin (müjdeleyin), nefret ettirmeyin!” (Buhârî, İlm, 11)
Şerh:
İlmi, ameli, ahlâkı ve fazileti hep sevdirerek öğretmek îcâb eder. Bıkkınlık verecek ve nefret ettirecek davranışlardan sakınmalıdır. Yani eğitim ve öğretim esnâsında büyük bir dikkat ve hikmetle hareket etmelidir. Nitekim İbn-i Abbâs (r.a):
“Kitab ta’lim etmekte olduğunuz ve ders alıp vermekte bulunduğunuz için rabbânîler olunuz!”[1] âyet-i kerîmesini; “Hilim ve hikmet sahibi fakîh âlimler olunuz!” şeklinde tefsîr etmiştir.
“Rabbânî, insanları, evvelâ ilmin küçük ve basit meselelerini, daha sonra da derece derece ağır ve zor mevzûları öğreterek yetiştiren kişidir” de denilmiştir. (Buhârî, İlim, 10)
Abdullah bin Mes’ûd (r.a) insanlara perşembe günleri vaaz u nasihatte bulunurdu. Bir kişi ona:
“–Ebû Abdurrahman! Keşke bize her gün vaaz etsen” dedi.
İbn-i Mes’ûd (r.a) şunları söyledi:
“–Sizi usandırmamak için her gün vaaz etmiyorum. Nitekim Rasûlullah (s.a.v) de bıkıp usanmayalım diye, dinlemeye istekli olduğumuz günleri kollardı.” (Buhârî, İlim, 12)
{
İkrime (r.a) ise şöyle der:
“İbn-i Abbas (r.a) bana buyurdu ki:
«–İnsanlara her Cuma bir kere konuşma yap! Buna uymazsan (haftada) iki kere olsun. Daha çok yapmak istersen üç olsun. Sakın halkı Kur’ân’dan usandırma! Halk kendi meselelerini konuşurken, senin onlara gelip sözlerini keserek bir şeyler anlatıp onları bıktırdığını görmeyeyim. Onlar konuşurken sus ve dinle! Onlar sana gelip: “Konuş!” diye talepte bulununca, istiyorlar demektir, o zaman konuşursun. Duâ’da secî[2] meselesine dikkat et ve ondan kaçın! Zira ben, Rasûlullah (s.a.v) ve ashab-ı kiramın devrinde yaşadım, onlar duâda secî yapmıyor, bilakis ondan kaçınıyorlardı».” (Buhârî, Deavât, 20)
{
İbn-i Abbas (r.a) talebeleriyle birlikte oturduğunda onlara bir müddet hadîs-i şerîf nakleder, sonra:
“–İştahımızı açın! Yâni lâtife yapın, şiir okuyun, muhakkak ki rûh da, bedenlerin usanması gibi usanır” der ve Arapların darb-ı mesellerini anlatmaya başlardı. Sonra yine derse döner ve bunu ihtiyaç duydukça defalarca tekrarlardı. (Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye, II, 237)
{
Ammâr bin Yâsir (r.a) özlü bir hutbe okumuştu. Konuşmayı zevkle dinleyen Müslümanlar ona künyesiyle hitâb ederek:
“–Ebü’l-Yakzân! Çok güzel konuştun. Hutbeyi biraz daha uzatsaydın iyi olurdu!” dediler.
O zaman Ammâr (r.a), konuşmasını neden gereğinden fazla uzatmadığını şöyle îzâh etti:
“–Ben Rasûlullâh (s.a.v) Efendimiz’i şöyle buyururken işittim:
«Bir kişinin namazı uzun kıldırıp hutbeyi kısa kesmesi, dini iyi bildiğini gösterir. Bu sebeple namazı uzun kıldırıp hutbeyi kısa kesiniz. Çünkü öyle sözler vardır ki insanı âdeta büyüler».” (Müslim, Cuma, 47)
{
Ebû Mûsâ (r.a) anlatıyor:
“Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) ashabından birini herhangi bir iş için gönderdiğinde:
«Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız!» diye emir buyururlardı.” (Müslim, Cihâd, 6; Ebû Dâvûd, Edeb, 17/4835)
Hâsılı;
ü Bir muallim talebesinin hâlini simasından anlamalıdır…
ü Fuzûlî tekrarlar bıkkınlık verir…
ü Muallim zil çaldığında derse girmeli, zilin çalmasıyla da dersten çıkmalıdır. Vâiz de ezân okunmaya başladığında konuşmasını nihâyete erdirmelidir.