Yukarıda gördüğümüz naslar yanında Hz. Ebû Bekir’in hilafetine işaret eden bir takım olaylar da mevcuttur. Bunların içinde en önemli görüleni, onun Rasûlullah’ın son günlerinde cemaate imam tayin edilmesi olmuştur. Allah Rasûlü (s.a.v) mescide çıkamayacak kadar hastalanınca namazı Ebû Bekir’in kıldırmasını emretmiştir.[1] Âişe (r.a) o günü şöyle anlatır: “Rasûlullah’ın vefatına sebep olan hastalığı esnasında, bir namaz vakti gelmişti. Ezan okundu. Efendimiz; «Ebû Bekir’e söyleyin, halka namaz kıldırsın!» buyurdu. Kendisine; «Ebû Bekir yufka yürekli bir kimsedir, senin yerinde namaza duracak olursa (ağlamaktan) halka namaz kıldıramaz» denildi. Efendimiz (s.a.v) sözünü tekrar ettiğinde (hanımları) yine aynı şeyleri söylediler. Üçüncü defa tekrar etti ve şöyle buyurdu; «Siz Yusuf’la uğraşan kadınlar gibisiniz! Ebû Bekir’e emredin insanlara namaz kıldırsın!» Ebû Bekir (r.a) çıktı ve namaza durdu. Allah Rasûlü kendisinde bir hafiflik hissetti. İki kişinin yardımı ile mescide çıktı. Şu anda ağrıdan yerde sürünen ayaklarını görür gibiyim. Ebû Bekir geri çekilmek istedi. Ancak Allah Rasûlü (s.a.v) ona: «Yerinden ayrılma!» diye işaret etti. Sonra Rasûlullah, Ebû Bekir’in yanına getirildi ve oraya oturdu.” Rasûlullah namaz kılıyor, Ebû Bekir ona tâbi oluyor ve cemaat de Ebû Bekir’e uyuyordu. Allah Rasûlü (s.a.v), Ebû Bekir’in soluna oturdu, Ebû Bekir namazı ayakta kıldırdı.[2]
Süyûtî, bu hadisin mütevatir olduğunu söyler ve hangi tariklerden nakledildiğini zikreder.[3]
Bir defasında Hz. Ebû Bekir orada olmadığı için sahabiler Hz. Ömer’i imam yapmışlardı. Yüksek sesli bir zat olduğu için Rasûlullah (s.a.v) onun sesini tanıdı ve “Ebû Bekir nerede? Bunu Allah da kabul etmez, müslümanlar da!” diyerek hatanın düzeltilmesini istedi. Hemen adam gönderilerek Ebû Bekir bulundu ve gelip namazı tekrar kıldırdı. Bunun üzerine Ömer (r.a), kendisine namaz kıldırmasını söyleyen Abdullah b. Zemʻa’ya çıkışarak; “Sen söyleyince ben bunu Rasûlullah emretti zannettim. Öyle olmadığını bilseydim insanlara namaz kıldırmazdım” dedi. O da; “Ebû Bekir’i göremeyince insanlara namaz kıldırmaya en fazla senin hak sahibi olduğunu düşündüm” diye cevap verdi.[4]
Süyûtî’nin nakline göre âlimler bu hadiste, Sıddîk’ın kesin olarak sahabenin en faziletlisi, hilafete en fazla hak sahibi ve imamete en lâyık olduğuna dair en açık delaletin bulunduğunu söylemişlerdir.[5]
Enes de bu namazların sonunu bize şöyle nakleder: “Rasûlullah’ın hastalığı şiddetlendiği zaman, cemaate namazı Ebû Bekir kıldırıyordu. Pazartesi günü, cemaat saf saf dizilip namaza durduğu esnada Allah Rasûlü (s.a.v) hücresinin perdesini açtı, ayakta bize bakıyordu. Mübarek yüzü sanki Mushaf yaprağı gibi (nurlu ve anlamlı) idi. Sonra tebessüm etti. Rasûlullah’ı bu halde görmenin sevinciyle neredeyse namazı bozacaktık. İmam mevkiinde olan Ebû Bekir arkasındaki safa geçmek için geri çekilmeye başladı. Rasûlullah’ın namaza geldiğini zannetmişti. Ancak Allah Rasûlü (s.a.v) bize işaret ederek namazı tamamlamamızı söyledi ve perdeyi indirdi. Bu, Allah Rasûlü’nü son görüşümüz oldu. Nebî (s.a.v) o gün vefat etti.”[6]
Diğer bir rivayette Enes (r.a) şöyle der: “Rasûlullah (s.a.v) ashabının namazdaki halini görünce sevincinden tebessüm etti. Allah Rasûlü’nü hiçbir vakit bu andan daha güzel bir vaziyette görmemiştim!”[7]
Hz. Ebû Bekir’in o günlerde kaç vakit imamlık yaptığı konusunda ihtilaf edilmiştir. İbn Teymiyye (v. 728/1328), şiî İbnü’l-Mutahhar el-Hillî’ye (v. 726/1325) cevap verirken şöyle der: “Nebiyy-i Ekrem’in hastalığında Hz. Ebû Bekir’in müslümanlara kıldırdığı namaz bir iki vakit veya bir iki gün değildir. En az söylenen on yedi vakit kıldırdığıdır. Onlara Cuma akşamı yatsı namazını kıldırmış, Cuma günü hutbe okumuştur. Bu hususta sahih hadisler tevatür derecesine çıkmıştır.”[8]
Rivayetlerden hareketle Hz. Ebû Bekir’in o günlerde 8, 9 veya 12 gün imamlık yaptığı hesaplanmıştır.[9] Bu ihtilafın, kişilerin rivayetlere vukufiyetindeki farklılık sebebiyle ortaya çıktığını söyleyebiliriz.
Ali b. Ebî Tâlib bu imamlık hususunda Kays b. Ubâde’ye şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.v) son günlerinde birkaç gün hastalandı. O günlerde namaza çağrıldığında; «Ebû Bekir’e söyleyin, insanlara namazı kıldırsın!» buyururdu. Nebî (s.a.v) vefat ettiğinde baktım ki namaz İslâm’ın alemi (sembolü), dinin özü ve temeli imiş! İşte o zaman, Rasûlullah’ın dinimiz için razı olduğu kişiye biz de dünyamız hususunda razı olduk ve derhal Ebû Bekir’e beyʻat ettik.”[10]
Yine Ali (r.a) şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.v) Hz. Ebû Bekir’i öne geçirdi, o da insanlara namaz kıldırdı. O zaman ben oradaydım, başka bir yerde değildim; sıhhatliydim, hasta değildim. Eğer beni öne geçirmek isteseydi bunu yapardı. Biz, Rasûlullah’ın dinimiz için razı olduğu kişiye dünyamız hususunda razı olduk.”[11]
Kıraat âlimlerinden Ebû Bekir b. Ayyâş (v. 193/809), Hz. Ebû Bekir’in 8 gün imamlık yaptığını, bu esnada vahiy inmeye devam ettiği halde konuyla ilgili herhangi bir emrin gelmediğini, Hz. Ebû Bekir’in hilafetini yasaklayan bir vahiy gelmeyince Allah Rasûlü’nün de bu hususta bir şey söylemediğini, o bir şey söylemeyince Müslümanların da sükût ettiğini, böylece Hz. Ebû Bekir’in üç sükûtla halife seçildiğini söylemiştir.[12]
Halife seçimi esnasındaki konuşmalarda bu konunun sık sık gündeme getirildiği görülmektedir. Bu sebeple Hz. Ebû Bekir’in ısrarla imamete geçirilmesinin, insanların geneli tarafından onun hilafetine kuvvetli bir işaret olarak görüldüğünün söylemek mümkündür.
[1] Kettânî, I, 118; Fayda, “Ebû Bekir” mad., DİA, X, 103.
[2] Buhârî, Ezân, 39.
[3] Süyûtî, Târîhu’l-hulefâ, s. 144-145.
[4] İbn Hişâm, II, 652; İbn Saʻd, II, 222; Ahmed, IV, 322; Ebû Dâvûd, Sünnet, 11/4660. Şuayb Arnaût “zayıf”, Elbânî ise “hasen sahih” olduğunu söylemiştir.
[5] Süyûtî, Târîhu’l-hulefâ, s. 145.
[6] Buhârî, Ezân 46, 94, Amel fi’s-Salât 6, Megâzî 83; Müslim, Salat 98; Nesâî, Cenaiz 7.
[7] İbn Hişâm, II, 653.
[8] İbn Teymiyye, Ebü’l-Abbâs Takıyyüddîn Ahmed b. Abdilhalîm b. Mecdiddîn Abdisselâm el-Harrânî (v. 728/1328), Minhâcü’s-sünneti’n-nebeviyye fî nakdı kelâmi’ş-şîati’l-kaderiyye (I-IX), thk. Muhammed Reşâd Sâlim, Câmiatü’l-İmam Muhammed b. Suûd el-İslâmiye, 1406, V, 486-487; Kettânî, I, 118.
[9] Bkz. İbn Asâkir, XXX, 298; İbn Teymiyye, Münhâcü’s-sünneti’n-nebeviyye, V, 486; Kettânî, I, 118.
[10] İbn Abdilberr, el-İstîâb, III, 971/1633. Krş. İbn Saʻd, III, 183.
[11] İbn Batta, el-İbânetü’l-kübrâ, IX, 755; Ebû Nuaym Ahmed b. Abdillâh b. İshâk el-İsfahânî (v. 430/1038), Fedâilü’l-hulefâi’l-erbaa ve ğayrihim, thk. Sâlih b. Muhammed el-Akîl, el-Medînetü’l-Münevvere: Dâru’l-Buhârî, 1417, s. 151/190; İbn Asâkir, XXX, 265; Zehebî, Aʻlâmü’n-nübelâ, (Râşidûn), s. 11-12.
[12] İbn Asâkir, XXX, 298; Süyûtî, Târîhu’l-hulefâ, s. 147-148; Zehebî, Mîzânü’l-iʻtidâl, IV, 501.