f. Kin

“Rabbimiz, kalplerimizde îmân

 edenlere karşı hiçbir kin bırakma”

                                                                                                                                                                   el-Haşr 59/10

Kin, öç almaya yönelik kalpte yerleşen düşmanlık duygusudur. Özellikle, âcizliği sebebiyle hemen intikam alamayan kimsenin kalbine yerleşen öfke, gizli bir düşmanlık duygusuna, kine dönüşür. Kin duyduğu şahsa içten içe kızan kişi, intikam almak için daima fırsat kollar. Yani kinin başlıca kaynağı öfke, nefret ve intikam hırsıdır. Bir âyet-i kerîmede kâfirlerin mü’minlere karşı beslediği bu olumsuz duygulara şöyle dikkat çekilmektedir:

“Ey îmân edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten şiddetli nefret ve düşmanlıkları, ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (nefret, kin ve haset) ise daha büyüktür.” (Âl-i İmrân 3/118)

Durum böyle olunca kin birçok manevî hastalığın menbaı konumundadır. Bunların başlıcaları, haset, gıybet, ilişkileri kesme, insanları aşağılama, sırları açıklama, çeşitli şekillerde eziyet etme, borç ve benzeri yükümlülüklerini yerine getirmeme ve başkalarının felaketlerine sevinme gibi insanı yüksek ahlâkî niteliklerden uzaklaştıran davranış ve huylardır. (Gazâlî, III, 339) Hz. Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-, mü’mine yakışmayan bu tür kötü huylardan uzak kalmak ve ümmetine örnek olmak üzere:

“Ey Rabbim!… kalbime hidâyet eyle, dilimi doğru kıl, göğsümdeki hile ve kin duygusunu gider” diye duâ ve niyâzda bulunmuştur. (Ebû Dâvûd, Vitr, 25; Tirmizî, Deavât, 102)

Bir hadîslerinde de kin ve hasedin insanın dinî hayatını nasıl tahrip ettiğini şu çarpıcı üslubuyla beyan etmiştir:

“Size geçmiş milletlerin haset ve kin hastalığı sirâyet etti. Bunlar kazıyıcıdır. Bilesiniz; kazıyıcı derken saçı kazırlar demiyorum. Dini kazıyıcıdırlar. Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl’e yemin ederim ki, sizler îmân etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de îmân etmiş olamazsınız. Birbirinizi sevmeye yardımcı olacak şeyi haber vereyim mi: Aranızda selâmı yayınız.” (Tirmizî, Kıyâme, 57)

Hadis-i şerîfin işaret ettiği üzere fertleri birbirine karşı sevgisiz, düşmanlık hissi besleyen, kin ve nefret duygularıyla dolu olan bir toplumda öncelikle dinî duygular yara almış demektir. Halkımızın dilinde de bu hakikat “hiçbir zaman din ile kin bir arada bulunmaz” ifadesiyle dile getirilmiştir. Dinî duyguların zayıfladığı bir toplumda ise ahlaklı, sağlam karakterli, birbirine saygılı insanların sayısı da oldukça azdır. İşte bundan dolayı kin, yüce dinimiz tarafından kötü görülmüş, kınanmış ve yasaklanmış, Müslüman kalbinin bu kötü hasletten arınması gerektiği üzerinde durulmuştur.

Abdullah bin Amr -radıyallâhu anhüma-’nın naklettiği bir rivâyete göre Resülullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e:

– İnsanların en üstünü kimdir? diye soruldu.

Efendimiz:

“– Kalbi mahmûm, doğru sözlü olan herkes” diye mukabelede bulundu.

Ashab:

– Doğru sözlülüğün ne anlama geldiğini biliyoruz ama “mahmûmü’l-kalb” ne demektir? diye sordu.

Efendimiz -sallallalahu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurdular:

“– Bu Allah’tan korkan tertemiz kalptir, içinde hiç bir günah, zulüm, kin ve haset yoktur.” (İbn-i Mâce, Zühd, 24)

Kur’ân-ı Kerîm de mü’minleri kin ve benzeri kötü huylara karşı uyararak, insanları affetmeye yönlendirir. Hz. Ebû Bekir’in Hz. Âişe’ye iftira eden akrabalarından Mistah’a, bir daha yardım etmeyeceğine yemin etmesi üzerine nâzil olan âyette, bağışlamanın ehemmiyetine şu ifadelerle dikkat çekilmektedir:

“Sizden fazilet ve servet sahibi kimseler, yakınlığı bulunanlara, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere, bir şey vermemeye yemin etmesinler; bağışlasınlar; feragat göstersinler. Allah’ın sizi bağışlamasını istemez misiniz?” (en-Nûr 24/22; Buhârî, Tefsîr, 24/6)

Bir başka âyette gerçek Müslümanların:

 

“Rabbimiz kalplerimizde îmân edenlere karşı hiçbir kin bırakma” (el-Haşr 59/10) diye duâ ettikleri belirtilmektedir.

Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîfte Müslümanların birbirlerine haset ve buğz etmemeleri gerektiğini emrederken (Müslim, Birr 32) diğer bir hadîs-i şerifte kalplerde bulunan kin ve nefretin izalesi için hediyeleşmenin lüzumuna şu şekilde değinmektedir:

“Hediyeleşiniz; zira hediye kalpteki kin ve nefreti giderir.” (Tirmizî, Hibe, 6)

Öte yandan kinin genellikle kötü bir duygu olduğunu ortaya koyan âyet ve hadislerden hareketle bir müslümanın, herkesi ve her şeyi sevmek zorunda olduğu da düşünülmemelidir. Hz. Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in “Amellerin en üstünü, Allah için sevmek Allah için buğz etmektir” (Ebû Dâvûd, Sünnnet, 2) hadîs-i şerifi esas alındığında, müslümanın sevdikleri yanında sevmedikleri, hatta buğzedip belki de kin besledikleri olabilecektir. Sevgi ne kadar tatlı ve sıcak, buğz ve kin de ne kadar sert ve soğuk görülse bile, “Allah için” olduğu zaman bu iki zıt duygu arasında hiç bir fark kalmayacak, her ikisi de en üstün amel derecesine yükselecektir. Zira duygu ve davranışlara anlam kazandıran, onların temelinde yatan niyetler ve yöneldikleri hedeflerdir. (Buhârî, Îmân, 41) Allah için seven bir gönül, Allah dostlarını da sevecek ve sevgisini onlara tabi olmak suretiyle ispat edecektir. Aynı şekilde Allah için kin tutan bir müslüman, fâsık, zâlim ve ma’siyet ehlinin yaptıklarına buğz ve kin besleyerek onları onaylamayacaktır.

%d bloggers like this: