Öğren lisân-ı asr ü rüsûm-i zemâneyi
Bak tab-ı nâsa vakte münâsip tekellüm et[1]
Şeyhülislam Muhammed Es’ad
İslâm’ın temel esaslarına ve ruhuna ters düşmemek kaydıyla şartların ve imkânların mutlaka göz önünde bulundurulması îcâb eder. Muhâtaba müsbet yönde tesir edebilmek için zaman ve zemînin oldukça mühim bir rolü vardır. İnsanların uygun vakitlerinin kollanması ve her yönüyle müsâit bir yerin tercih edilmesi, gâyeye ulaşmada şüphesiz hızlandırıcı bir vazîfe icrâ eder. Aksi durumda tebliğci bıkkınlığa, muhâlefete ve zıtlaşmaya kadar varan menfî tavırların uyanmasına yol açma ve netîcede de o kimse ile ilâhî hakîkatin arasında perde olma bahtsızlığına düşer. Yerinde ve zamânında yapılan bir tebliğ daha tesirli ve faydalı olurken, yersiz söylenen bir söz de tepki ve nefrete sebebiyet verebilir.
Şâir Ziyâ Paşa’nın bu husustaki îkâzı ne kadar anlamlıdır:
Bir yerde ki yok nağmeni takdîr edecek gûş,
Tazyî-i nefes eyleme, tebdîl-i mekân et!
“Bir yerde, söylediklerinin kıymetini anlayabilecek bir kulak yoksa boş yere nefeslerini zâyi etme, mekân değiştirerek kadir kıymet bilecek kimseler bul!”
Binaenaleyh tebliğci her şeyden önce yaşadığı zamân ve mekânın şartlarını tesbit etmeli, sonra da bu şartlara uygun olarak çalışma planını hazırlayıp tatbîke yönelmelidir. Vakitsiz bir çıkış, o anda tükenmeyi berâberinde getirebilir. Bu sebeple Müslüman olduğunda:
– Yâ Resûlallâh sen bana ne yapmamı emredersin? diye soran Ebû Zerr -radıyallâhu anh-’a Efendimiz:
“– Ey Ebû Zer! Bu işi gizli tut ve memleketine dön. Ortaya çıkıp açık dâvete başladığımızı duyduğun zaman yanıma gel!” buyurmuştur. (Buhârî, Menâkıb, 6)
Aişe -radıyallâhu anhâ-’nın anlattığı şu hâdise de Allah Resûlü’nün tebliğ ve dâvet için münâsip zamânı gözetmede ne derece titiz davrandığını göstermektedir:
Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- bana:
“– Biliyor musun, senin kavmin Ka’be’yi yeniden inşâ ederken Hz. İbrahim’in atmış olduğu temellere tam riayet etmeyip noksan yaptı” buyurdu.
Ben:
– Ey Allah’ın Resulü, Ka’be’yi Hz. İbrahim’in temelleri üzerine yeniden yapmayacak mısın? dedim.
Bunun üzerine Âlemlerin Efendisi:
“– Kavmin câhiliye döneminin etkisinden tamâmen kurtulabilmiş olsaydı bunu mutlaka yapardım!” buyurdu. (Bûhârî, Hac, 42)
Aynı şekilde dâvete engel çıkaranlara karşı takınılacak tavır husûsunda da zamanın ehemmiyeti büyüktür. Ferve bin Müseyk -radıyallâhu anh- diyor ki:
Peygamber Efendimiz’e birgün:
– Ey Allah’ın Resulü, kavmimden İslâm’ı kabul edenlerle bir araya gelerek dînimizden yüz çevirenlere karşı mücadele edeyim mi? diye sordum.
İzin verdi ve beni bu hususta emir tâyin etti. (Medine’den) ayrıldığımda:
“– Gutayfî ne yaptı?” diye sormuş. Gittiğim söylenince hemen peşimden birisini göndererek beni geri çağırdı. Geldiğimde bir kısım ashâbı ile berâberdi. Bana şu talimatı verdi:
“– Kavmini İslâm’a dâvet et. Onlardan İslâm’a girenlerin Müslümanlığını kabul et. İnkâr edenlerle savaşmakta acele etme, ben sana yeni bir emir gönderinceye kadar bekle!” (Tirmizî, Tefsir, 34/1)
Sevgili Peygamberimiz, Mekke döneminde her türlü fevrîlik ve taşkınlıktan, netîceye götürmeyen sırf heyecan yüklü hareketlerden kaçınarak şirkle mücâdele etmiştir. İlk olarak insanları îmân esaslarını kabule çağırmış, böylece her şeyden önce sağlam bir akîde te’sîsine gayret göstermiştir.
Diğer taraftan Müslümanların eğitilip geliştirilmesi sürecinde de zaman ve mekâna riâyet etmek gerekir. Ebû Vâil şöyle anlatır:
Abdullah bin Mes’ûd -radıyallâhu anh- insanlara perşembe günleri vaaz ederdi.
Bir kimse ona:
– Ebû Abdurrahman! Keşke bize her gün vaaz etsen, dedi.
İbn-i Mes’ûd şunları söyledi:
– Sizi usandırmamak için her gün vaaz etmiyorum. Nitekim Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- de bıkıp usanmayalım diye, dinlemeye istekli olduğumuz günleri kollardı. (Buhârî, İlim, 11-12)
Dinleyenlerin bıkmaması, acelesi olanların içten içe kızmaması için kısa ve özlü konuşmaya dikkat etmek, insanların fazla vaktini almamak ve ısrarcılık ederek nefrete sebebiyet vermemek gerekir.
Yine Ebû Vâil’in anlattığına göre, Ammâr bin Yâsir özlü bir hutbe okumuştu. Konuşmayı zevkle dinleyen Müslümanlar ona künyesiyle hitâb ederek:
– Ebü’l-Yakzân! Çok güzel konuştun. Hutbeyi biraz daha uzatsaydın iyi olurdu, dediler.
O zaman Ammâr -radıyallâhu anh-, konuşmasını neden gereğinden fazla uzatmadığını şöyle açıkladı:
– Ben Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’i şöyle buyururken işitmiştim:
“Bir adamın namazı uzun kıldırıp hutbeyi kısa kesmesi, dini iyi bildiğini gösterir. Bu sebeple namazı uzun kıldırıp hutbeyi kısa kesiniz. Çünkü öyle sözler vardır ki insanı âdeta büyüler.” (Müslim, Cuma, 47)
İkrime -rahimehullah- ise şöyle demektedir:
İbn-i Abbas -radıyallahu anhüma- dedi ki:
– İnsanlara her Cuma bir kere konuşma yap! Buna uymazsan iki kere olsun. Daha çok yapmak istersen üç olsun. Sakın halkı Kur’ân’dan usandırma! Halk kendi meselelerini konuşurken, senin onlara gelip sözlerini keserek bir şeyler anlatıp onları bıktırdığını görmeyeceğim. Onlar konuşurken sus ve dinle. Onlar sana gelip: “Konuş!” diye talebte bulununca, istiyorlar demektir, o zaman konuşursun. Duâ’da secî[2] meselesine dikkat et ve ondan kaçın! Zira ben, Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- ve ashab-ı kiramın devrinde yaşadım, duâda secî yapmıyorlar, bilakis ondan kaçınıyorlardı. (Buhârî, Deavât, 20)
Allah Resûlü zaman ve zemine uygun şekilde tebliğ yapma düstûruna son derece ihtimam göstermiştir. Bazen bir sual sorulduğu zaman açıklama yapmış, bazen önemli bir hâdise olmasa da dikkat çekici ifadeler kullanmış, yanındakileri dinlemeye ve öğrenmeye hazırladıktan sonra söyleyeceğini söylemiştir. Böylece tebliğ ettiği hususları söylenip geçilen ve duyulup unutulan sıradan bir söz olarak bırakmamış, senelerce sonra bile hatırlanan, kıyâmete kadar bâki kalacak kıymetli bilgiler ve unutulmayan tatlı hâtıralar olarak ümmetine emânet etmiştir.
Görüldüğü üzere tebliğin hedefine ulaşabilmesi için zaman ve mekân unsuru son derece önem arzetmektedir. Bu bakımdan tebliğci vazîfesini hakkıyla îfâ için, dâima en uygun zaman ve mekânı kollamak mecbûriyetindedir.
[1] İçinde yaşadığın zamânın usûl ve erkânını, konuşma tarzını iyi bir şekilde öğren! İnsanların tabiat ve temâyüllerini nazar-ı îtibâra alarak zaman ve zemîne uygun bir şekilde konuş!
[2] Fâsılaların, cümle ve mısra sonlarındaki kelimelerin aynı harfle bitmesi, revî uygunluğu. Cümleleri şiir okur gibi kâfiyeli söylemek.