“ Ailene namazı emret!
Kendin de ona sabırla devam et!..”
Tâhâ 20/132
İbadet, kulluk yapmak, itaât etmek ve boyun eğmek gibi anlamlara gelip kişinin bütün hareketlerini, sözlerini, duygu ve düşüncelerini Yüce Yaratıcı’nın istediği ölçülere göre tanzim etmesi demektir. Bu tarife göre her türlü hayırlı iş, kişi için bir ibadet vasfı taşır. Ancak biz, meseleyi namaz, oruç, hac gibi daha hususî anlamdaki ibadetler çerçevesinde ele alacağız.
İbadet, sadece Allah için yapılmalıdır. Âyeti kerîmede şöyle buyrulur:
“Onlara ancak dinde ihlâslı kimseler, Hakk’a yönelmiş hanifler33 olarak Allah’ın rızası için ve yalnız O’na kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştur. İşte sağlam din budur.” (el-Beyyine 98/5)
Allah Teâlâ, kulunu, ancak ibadetle huzura erecek bir kıvamda yaratmıştır. İnsanın dengeli bir hayat sürdürebilmesi için daimî bir gönül huzuruna sahip olması gerekir. Gönül huzuru Allah’a yaklaştıkça artar, Allah’a yaklaşmanın yolu da O’na ibadet etmekten geçer. Allah’a ibadet etmeyi öğrenmek ise belli bir eğitim sayesinde gerçekleşir.
İbadet eğitimi küçük yaşlardan itibaren verilmeye başlanmalıdır. Bu eğitim küçük yaşlarda alındığında, kişide gerek ibadetin gerekse ibadetle gelişecek müspet alışkanlıkların daha sağlıklı ve köklü olarak yerleşmesi mümkün olur. Zira çocuğun körpe zihnine yapılan bir telkin mermer üzerine yazılan yazı gibidir.
Çocuğa ibadet eğitiminin verilmesi, bilhassa onu dünyaya getiren insanların önemle üzerinde durmaları gereken bir husustur. İslâmiyet bu konuda birinci derecede babayı sorumlu tutmaktadır. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Ey îmân edenler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyunuz!” (et-Tahrim 66/6)
Bu âyeti açıklayan müfessirler, çocukların ve diğer aile fertlerinin gözetiminden ve dini terbiyesinden, daha ziyade aile reisi olan babanın mükellef olduğuna dikkat çekerler. (Kurtubî, XVIII, 195; Râzî, XXX, 41)
Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem- de; “Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz… Erkek ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur” (Buhârî, Vesâyâ, 9; Müslim, İmâre, 20) hadisinde babanın mesuliyetine vurgu yapmakla birlikte annenin de bu sorumluluğa ortak olduğunu beyan etmektedir. Şüphesiz çocukların bakımı ve yetiştirilmesi de annenin daima yapageldiği vazifelerdendir.
İbadet eğitimine, öncelikle dinin direği olarak nitelenen namazla başlanmalıdır. Çocuklarına doğru bir namaz eğitimi vermek isteyen kişi, evvelâ kendisi beş vakit namaz kılmak sûretiyle örnek bir davranış sergilemelidir. Kur’ân-ı Kerîm’de “Ailene namazı emret! Kendin de ona sabırla devam et!..” (Tâhâ 20/132) buyrularak bu hususa işaret edilmektedir.
Çocukların namaz kılma yaşı, Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in tavsiyeleriyle sabit olduğu üzere yedidir. Gerçi dinin yaşandığı bir aile çevresinde yetişen çocuk, etrafını tanımaya başladığı günden itibaren namazla tanışır. Kulluğu en güzel şekilde simgeleyen bu ibadet onun ilgisini çeker. Büyüklerini taklit ederek tıpkı onlar gibi namaz kılmaya çalışır. Bu durumda anne babaya düşen vazife, onun bazı eksiklerini tamamlamaktan ibarettir. Yedi yaşına kadar namaz kılmayı öğrenemeyen çocuklara ise, namazın önemi anlatılarak lüzumlu bilgiler verilmeli, bazı sûre ve duâlar öğretilmelidir. İbadet eğitiminde çocuğun ruh ve beden özellikleri dikkate alınmak suretiyle kendisine yaklaşılmalı, hadis-i şerifin beyanıyla “Bülûğ çağına varıncaya kadar çocuğun mükellef olmadığı” (Tirmizî, Hudûd, 1) göz önünde bulundurularak müsâmahakâr davranılmalıdır. Nitekim Peygamber Efendimiz’in bu husustaki uygulamaları bizlere kılavuzluk etmektedir.
Küçük yaşlardan itibaren Resûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in hizmetinde bulunma şerefine eren Enes -radıyallâhu anh-’a, Allah Resûlü şöyle buyurmuştur:
“–Yavrucuğum! Namazda iken sağa sola bakmaktan sakın. Çünkü sağa sola bakmak namazın faziletini götürür. Sağa sola dönmekten kendini alıkoyamıyorsan bari bu nâfilede olsun, farzda olmasın.” (Tirmizî, Cuma, 60)
Ümmü Seleme vâlidemiz anlatıyor:
Hz. Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- Eflah isimli küçük hizmetçimizi (namaz kılarken) gördü. O, secdeye vardığında (alnı toz olmasın diye toprağı) üflüyordu. Resûlullah Efendimiz:
“– Ey Eflah, yüzünü toprağa koy” buyurdu. (Tirmizî, Salât, 163)
Diğer taraftan çocukları namaza alıştırırken onların, mescitte veya evde namaz kılan büyüklerinin yanına rahatça sokularak hareketlerini izlemelerine imkan tanımak gerekir. Câbir bin Semure bize çocukluğundan ve Resûlullah ile beraberliğinden bahsederken şunları anlatır:
“Ben Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile birlikte öğle namazını kıldım. Sonra Efendimiz ailesinin yanına gitmek üzere çıktı. Ben de onunla beraber çıktım. Derken bazı çocuklar Resûlullah’ı karşıladılar. Peygamber Efendimiz onların yanaklarını birer birer sıvazlamaya başladı. Sıra bana gelince benim yanağımı da sıvazladı. Onun elinde hoş bir serinlik ve güzel bir koku hissettim. Sanki mübarek elini bir attâr sepetinden çıkarmıştı.” (Müslim, Fedâil, 80)
İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhuma- der ki:
“Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in hanımlarından teyzem Meymûne’nin evinde gecelemiştim. O gece Efendimiz de onun yanındaydı. Allah Resûlü yatsı namazını kıldırdı. Sonra evine gelerek dört rekat daha kıldı. Bir müddet uyuduktan sonra kalktı ve beni kastederek «yavrucak uyumuş» dedi. Sonra kalktı. Ben de (kalktım namaz kılmak için) solunda durdum. Efendimiz ise beni sağ tarafına aldı. Beş rekat namaz kıldı. Sonra iki rekat daha kıldı. Sonra uyudu… daha sonra da sabah namazına çıktı.” (Bûhârî, İlim, 41)
Yine İbn-i Abbâs’ın çocuk yaşta iken Hz. Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-’le birlikte cenaze ve bayram namazlarına katıldığını görmekteyiz. (Buhârî, Cenâiz, 60; Îdeyn, 16)
Efendimiz’in sünnetinde cemaatle namaz esnâsında çocukların hangi safta durmaları gerektiği de belirlenmiştir. Buna göre ilk safta erkeklerin, sonra erkek çocukların, ardından da kız çocukların ve kadınların saf tutmaları uygun görülmüştür. Ayrıca Allah Resûlü, ön saflarda bilhassa yaşlı ve olgun kişilerin bulunmasını ve saf düzeninde karışıklığa meydan verilmemesini tavsiye etmiştir. (Müslim, Salât, 132, 123)
Küçük yaşta Efendimiz’le birlikte sık sık namaz kılma bahtiyarlığına eren İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhuma- şöyle der:
“Ben Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in yanında onunla beraber namaz kılıyordum. Aişe -radıyallâhu anhâ- da arkamızda namaza durmuştu.” (İbn-i Huzeyme, III, 18)
Enes -radıyallâhu anh- der ki:
“Ben ve yetim bir çocuk evimizde Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in arkasında namaz kıldık. Annem Ümmü Süleym de arkamızda namaza durmuştu.” (Buhârî, Ezân, 78)
Özellikle günümüzde çocukların ibadet eğitimi ile alâkalı belirtilmesi gereken bir husus da şudur: Camiye gelen çocukların bir takım hareketlerine büyükler tarafından şiddetle tepki verilmesi, onların ibadetten ve mukaddes mekanlardan soğumalarına sebep olmaktadır. Bu husus göz önüne alınarak namaz ve diğer ibadetlere alışmaları için çocuklara sevgi ve müsamaha ile muamele etmeyi unutmamalıyız. Fahr-i Kâinat -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in bu konudaki davranışı bizlere güzel bir misal teşkil etmelidir. Peygamberimiz, torunu Ümame mübarek omuzlarında iken, mescidde cemaate namaz kıldırmıştır. Bu olayı anlatan Ebû Katâde -radıyallâhu anh-, Resûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in rükûya vardığı zaman torununu yere bıraktığını, secdeden başını kaldırdığı zaman, onu tekrar aldığını söylemektedir. (Buhârî, Edeb, 18; Müslim, Mesâcid, 41-43)
Namaz eğitimi yanında çocuklara ibadet şuurunun kazandırılmasında oruç da önemli bir yer tutmaktadır. İftar ve sahur sofralarında oluşan manevî atmosferin zevkinden çocuklarımızın faydalandırılması, bu şuurun oluşmasında son derece mühimdir. Bu ibadetle çocuk ihlâsı kazanır ve ilahi iradenin gizli açık her yerde mevcut olduğunun farkına varır. Açlığına ve susuzluğuna rağmen yeme ve içmeden uzak kalmak sûretiyle çocuk, aynı zamanda iradesini de terbiye etmiş olur.
Çocukların oruç ibadetine ısındırılmasında tedricîliğe dikkat etmek gerekir. Bu yüzden başlangıçta çocuklar tam gün oruç tutmaya zorlanmamalıdır. Dinî tutum ve davranışının gelişimine paralel olarak ibadetin ciddi bir iş olduğu vurgulanmalı, çocukların tam gün oruç tutması da teşvik edilmelidir. Hatta oruç tutmaya veya orucu tamamlamaya teşvik için bazı hediyeler dahi verilmelidir. Nitekim sahâbe, çocuklarını eğitirken bu tür hususlara özen göstermiştir. Bazı sahâbîlerin oruç tutan çocuklarına oyuncak alarak onları iftar vaktine kadar oyaladıklarını ve oruçlarını tamamlatmaya gayret ettiklerini görmekteyiz. Hanım sahâbîlerden Rubeyyi’ bint-i Muavviz -radıyallâhu anhâ- diyor ki:
“…Biz aşure orucu tutardık. Küçük çocuklarımıza da tuttururduk. Mescide gider çocuklara yünden oyuncaklar yapardık. Onlardan biri yiyecek için ağladığında bu oyuncağı ona verir ve iftar vaktine kadar beklemesini sağlardık.” (Bûhârî, Savm, 47; Müslim, Siyam, 136)
İmâm Buhârî Sahîh’inde “Çocukların oruç tutması” başlıklı müstakil bir bab açmış ve burada Hz. Ömer’in, ramazanda sarhoş olan birine:
– Yazıklar olsun sana! Bizim çocuklarımız bile oruç tutmaktadır, dediğini nakletmiştir. (Buhârî, Savm, 47)
Namaz ve oruç eğitimi yanında imkanı olan Müslümanların çocuklarına hac veya umre yaptırmaları da onların dinî şeâire ısındırılması bakımından takdire şayan bir durumdur. Hz. Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Büyüğün, küçüğün, güçsüzün ve kadının cihadı hac ve umredir.” (Nesâî, Hac, 4)
İbn-i Abbas -radıyallâhu anhümâ-’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-, Ravha mevkiinde bir kervana rastladı ve:
“– Sizler kimlersiniz?” dedi.
Onlar:
– Biz Müslümanlarız, sen kimsin, diye sordular.
Peygamberimiz:
“– Ben Allah’ın resulüyüm” dedi.
İçlerinden bir kadın, küçük bir çocuğu Efendimiz’e doğru kaldırarak:
– Bu çocuğun haccı olur mu? diye sordu.
Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“– Evet, ayrıca sana da sevap vardır” buyurdu. (Müslim, Hac, 409)
Saîb bin Yezîd -radıyallâhu anh- der ki:
“Yedi yaşımda iken bana veda haccında Resûlullah ile beraber hac yaptırıldı.” (İbn-i Hanbel, III, 449)
Efendimiz’in cömertliği öven ve cimriliği yeren beyanatlarının çokluğu dikkate alındığında infak eğitiminin yani Allah için başkasına yardım edebilme şuurunun da çocuklarımıza küçük yaşlarda verilmesi gerekmektedir. Bir kadın, kız çocuğu ile beraber Resûlullah’a gelmişti. Kızının kolunda kalın iki altın bilezik vardı. Resûlullah kadına:
“– Bunun zekatını veriyor musun?” buyurdu.
Kadın:
– Hayır, dedi.
Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“–Allah’ın kıyâmet gününde onların yerine sana ateşten iki bilezik takması hoşuna gider mi?” deyince, kadın hemen onları çıkarıp infâk etmesi için Peygamberimiz’e uzattı ve:
– Bunlar Allah Resûlü’ne aittir, dedi. (Ebû Dâvûd, Zekât, 4)
Her ne kadar mezhepler arasında küçük çocuğun malına zekatın düşüp düşmeyeceği tartışma konusu ise de elimizden geldiği kadarıyla, zekat miktarı malı bulunan çocukların zekatı verilmelidir. Hatta imkan nisbetinde zekat dışında sadaka ve hayır yapmak suretiyle de infak anlayışımızı daha geniş bir yelpazeye oturtmalıyız. Zira Efendimiz’in hayatında bu anlayışın örneklerini daima görmekteyiz.
İnfak kapsamında değerlendirilecek bir yardım çeşidi de fıtır sadakasıdır. Bu hususta yetişkin, çocuk ayrımı dahi yapılmamalıdır. İmkanı olan her şahıs kendi sadakalarını verdikleri gibi maiyetindeki kimselerin fıtır sadakasını da vermelidir. Abdullah bin Ömer:
“Resûlullah fıtır sadakasını hür köle, küçük büyük herkesin üzerine bir sa’ kuru hurma veya bir sa’ arpa olarak farz kıldı” demektedir. (Buhârî, Zekât, 70)
Ayrıca fakir fukaraya yardım etme işi, uygun görüldüğü zaman ve zeminlerde çocuklar eliyle de yaptırılmalı, böylece onların tasadduk kültürünü kazanmaları sağlanmalıdır.
Bunlarla birlikte Hz. Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in sünnetinde ibadetleri, çocuk veya yetişkin her kesime sevdirmenin önemli bir yere sahip olduğunu görmekteyiz.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, ashabını ibadetten soğutmamak ve bıktırmamak için büyük gayret sarfederdi. Kendisine karşı yapılan kabalıkları hoş görüp anlayışla karşılarken, insanları câmiden, cemaatten uzaklaştıracak davranışlara müsamaha göstermez, hatta bu tür yanlış tutumlardan dolayı öfkelendiği de olurdu.
Ebû Mes’ud el-Ensârî -radıyallâhu anh- anlatıyor:
Bir adam Peygamber -aleyhisselâm-’a gelerek:
– Falanca bize imamlık yaparken namazı çok uzattığı için bazen sabah namazına gitmek istemiyorum, dedi.
Ben, Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-’i hiçbir konuşmasında o günkü kadar öfkeli görmedim. Şöyle buyurdu:
“– Ey İnsanlar! İçinizde nefret ettiren kimseler var! Kim imamlık yaparsa, namazı kısa kıldırsın; zira arkasındaki cemaatin içerisinde yaşlı, çocuk, hasta ve iş güç sahibi olanlar vardır.” (Müslim, Salât 182-185)
Yine Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- namaz kıldırırken ağlayan bir çocuk sesi duyduğu zaman, annesinin câmide namaz kıldığını ve yavrusunun ağlamasından dolayı huzursuz olacağını düşünerek namazı uzatmazdı. (Buhârî, Ezân, 65)
Fahr-i Kâinât Efendimiz, ibadet eğitiminde itidal ve istikrara önem verirdi. Bir Müslüman öncelikle üzerine farz olan ibadetleri yerine getirmeli, nafileler hususunda mutedil ve istikrarlı olmalıdır. Yani ibadetler tâkat nisbetinde yapılmalı, az da olsa devamlılığa riâyet edilmelidir. Câbir bin Abdillah anlatıyor:
Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir kayanın üzerinde namaz kılmakta olan bir adamın yanından geçip Mekke’ye doğru geldi. Burada bir müddet durdu. Döndüğünde, adamı yine namaz kılıyor buldu. Bunun üzerine Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- ayağa kalktı. Ellerini birleştirdi. Sonra da üç kere:
“– Ey insanlar! Mutedil olun!” buyurup ardından şöyle devam etti: “Siz ibadetten usanırsınız ancak Allah (kendisine ibadet edilmekten ve ecir vermekten) usanmaz.” (İbn-i Mâce, Zühd, 28)
Efendimiz geceleri ibadetle, gündüzleri oruçla geçirmeye çalışan Abdullah bin Amr’ı da şöyle uyarmıştır:
“Böyle yapma, bazen oruç tut, bazen tutma; gece hem uyu, hem de teheccüde kalk. Şüphesiz senin üzerinde vücudunun hakkı vardır, iki gözünün hakkı vardır, hanımının hakkı vardır, ziyaretçilerinin hakkı vardır. Her aydan üç gün oruç tutman sana yeter. Çünkü yaptığın her iyiliğin on misli karşılığı vardır; bu da bütün zamanının oruçlu olması demektir.” (Buhârî, Savm, 55; Müslim, Sıyâm, 181)
İbadet arzusunda ısrar eden Abdullah bin Amr’a Hz. Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-, en nihayet birgün oruç tutup, birgün tutmamasını, yirmi veya on günde ya da bir haftada hatmetmesini tavsiye etmiştir. (Müslim, Sıyâm, 182, 189)
Ayrıca Resûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in bu husustaki bazı beyanları da şöyledir:
“Din kolaylıktan ibarettir.” (Buhârî, Îmân, 29)
“Allah katında en sevimli amel az da olsa devamlı olanıdır. (Farz olmayan) amellerden gücünüz yettiği kadar yapınız.” (Buhârî, Rikâk, 18)
Bunun yanında Allah Resûlü’nün hadislerinden, nafile namazların insanın istekli ve zinde olduğu anlarda yapılmasının daha münasip görüldüğünü anlıyoruz. (Buhârî, Vüdû 53; Müslim, Müsâfirîn, 222) Zira Allah’a karşı yapılan ibadetlerde tam bir uyanıklık ve şuur hâli aranır. Namaz, bir duâ, bir niyâz, bir yakarış, bir huzura varış ve nihayet Allah’la yüzyüze geliş ve O’nunla konuşmadır. Bu yüzden gönül ve kalb uyanıklığı kadar, vücudun zindeliği, canlılık ve diriliğine de ihtiyaç vardır.
Allah’a huşu içerisinde ve O’nu görüyormuş gibi ibadet etmek de sünnetin bilhassa dikkat çektiği hususlardandır. Hâdis-i şerîflerde şöyle buyurulur:
“Namaza durduğun zaman dünyaya veda eden bir kimse gibi namaz kıl!” (İbn-i Mâce, Zühd, 15)
“Kul namaz kılar fakat namazının ancak onda biri, dokuzda biri, sekizde biri, yedide biri, altıda biri, beşte biri, dörtte biri, üçte biri veya yarısı kendisi için yazılır.” (Ebû Dâvûd, Salât, 123-124/796)
Fahr-i Kâinât Efendimiz Vedâ Haccı’nda ümmetine haccın bütün menâsikini bizzat tatbik ederek öğretmiş ve detaylarına varıncaya kadar göstermiştir. Diğer ibadetlerde olduğu gibi hacda da itidali korumayı tavsiye etmiştir. Peygamber -aleyhisselâm- Arefe günü (Arafat’tan Müzdelife’ye) dönüyordu. Arka tarafta bazı kimselerin bağırıp çağırdığını, devesini dövdüğünü ve develerin böğürdüğünü duyunca, onlara kamçısıyla işaret ederek şöyle buyurdu:
“– İnsanlar! Yavaş olun! Acelecilik yapmakla sevap kazanılamaz.” (Buhârî, Hac, 94; Müslim, Hac, 268)
Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- orucun talimi hususunda da benzer hassasiyeti göstermiş, oruçlunun kaçınması gereken bazı hâl ve davranışlara şöyle dikkat çekmiştir:
“Kim yalan konuşmayı ve yalan dolanla iş yapmayı terketmezse, Allah o kimsenin yemesini içmesini bırakmasına (oruç tutmasına) kıymet vermez.” (Buhârî, Savm, 8)
Bu sebeple bütün ibâdetler Cibril hadisinde bildirilen “ihsan” kıvamında yani “Allah’ı görüyormuş gibi” edâ edilmelidir. Zira biz Allah’ı göremesek de O bizi her an görmektedir. (Müslim, İmân, 1)
Diğer taraftan ibâdet şuuru açısından sâhip olunması gereken şu anlayış hiçbir zaman unutulmamalıdır: Bir insan ne kadar iyilik ve ibadet yaparsa yapsın, sâdece bunlarla kurtuluşunu temin edemez. Ameller, kurtuluşun bedeli değil, Rabbin lûtuflarının şükrânesidir. Amele muvaffak kılan da onları kabul eden de Allah Teâlâ’dır. O hâlde yapılacak iş, Allah’ın lütf u keremine sığınarak mutedil ve müstakîm bir çizgide dini yaşamaya çalışmaktır. Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“– (İşlerinizde) orta yolu tutunuz, dosdoğru olunuz. Biliniz ki hiçbiriniz ameli sayesinde kurtuluşa eremez.”
Ashab-ı kiram dediler ki:
– Siz de mi kurtulamazsınız, ey Allah’ın Resûlü?
“– Evet, ben de! Ancak Allah rahmet ve keremi ile beni bağışlarsa o başka!” (Müslim, Münâfikîn, 76, 78)
Netice itibariyle Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in örnek hayatına bakıp, emir ve tavsiyelerine kulak verdiğimizde görürüz ki; ibadet eğitimi, öncelikle ebeveynin sorumluluğunda ve küçük yaşlarda başlamaktadır. Çocuklar, ekseriyetle büyüklerinin tavır ve hareketlerinden etkilendiklerine göre, büyüklerin sözlü tavsiyeleri yanında yaşayarak örnek olmaları, eğitimin en önemli boyutunu oluşturmaktadır. Çünkü insanlar, daha ziyade müşâhede ettikleri şahsiyetlerden etkilenirler. Ayrıca genel olarak ibadet eğitiminde sevdirme, nefret ettirmeme, kolaylaştırma gibi unsurlarla birlikte yeri geldiğinde uyarma ve dinî emirlerin tatbikinden taviz vermeme gibi prensiplere de bağlı kalınmalıdır. Ancak gerek ibadet eğitiminde gerekse ibadetlerin îfâsında itidal ve istikrarı bozacak her türlü ifrat ve tefritten sakınılmalıdır.