Hayatını Allah teâlâ’nın muhabbet ve iştiyâkı ile geçiren Rasûlullah (s.a.v) ölümü âdeta büyük bir hasret ve heyecânla istemişti. Hz. Âişe (r.a) o ânı şöyle anlatır:
“Rasûlullah (s.a.v) sağlıklı günlerinde birçok defâ:
‘Hiçbir peygamber, cennetteki makâmını görmedikçe rûhu kabzolunmaz. Sonra dünyâda kalmak ile makâmına gitmek arasında muhayyer bırakılır’ buyurmuştu.
Kendisi hastalanıp vefâtı yaklaşınca başı benim dizimdeyken üzerine bir baygınlık geldi. Ayılınca gözünü evin tavanına çevirdi ve:
‘Rabbim, Refîk-ı Aʻlâ!’ dedi. Ben o zaman:
‘Rasûlullah (s.a.v) bizi tercih etmiyor!’ dedim. Anladım ki Efendimiz’in bu temennîsi, sıhhatli zamanlarında bize verdiği o haberin kendisinde tahakkuk ettiğinin bir işâretidir.”[1]
Yine Hz. Âişe vâlidemiz şöyle anlatır:
“Allah Rasûlü (s.a.v) son anlarını yaşarken, mübârek başı benim göğsüme yaslı bulunuyordu. Ben ‘Ey insanların Rabbi, hastalığı gider, gerçek hekim, hakîki şifâ verici ancak Sen’sin!’ diyerek şifâ diliyordum. Rasûlullah (s.a.v) ise:
‘–Hayır ey Rabbim beni Refîk-ı Aʻlâ’ya kavuştur. Rabbim, bana mağfiret et, bana rahmetini ihsân eyle, beni Refîk-ı Aʻlâ’ya kavuştur’ diye duâya devâm ediyordu.”[2]
Hz. Âişe (r.a) diğer rivayette bu hâdiseyi şöyle anlatmıştır:
Rasûlullah (s.a.v) bizden biri rahatsızlandığında onu sağ eliyle mesheder ve şöyle derdi:
أَذْهِبِ الْبَاسَ رَبَّ النَّاسِ وَاشْفِ أَنْتَ الشَّافِي لَا شِفَاءَ إِلَّا شِفَاؤُكَ شِفَاءً لَا يُغَادِرُ سَقَمًا
“Ey insanların Rabbi, hastalığı gider, şifâ ver, sen şifâ verensin, senden başka kimse şifâ veremez, hiçbir hastalık bırakmayacak şekilde şifâ ver!”
Rasûlullah (s.a.v) hastalanıp ağırlaştığı zaman ben de sağ elini tutarak onun yaptığını yapmak istedim. Elini elimden çekti ve
اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِي وَاجْعَلْنِي مَعَ الرَّفِيقِ الْأَعْلَى
“Rabbim beni mağfiret et ve Refîk-ı Aʻlâ ile beraber eyle” dedi, ben bakakaldım, bir de ne göreyim emir tamam olmuştu.[3]
Refîk-ı Aʻlâ, en yüce dost demektir. Rasûlullah (s.a.v) bu ifadeyle Allah teâlâ’yı kastetmiş olabileceği gibi peygamberler, melekler, şehidler ve sâlihlerin ruhlarının bulunduğu kurb-i ilâhîdeki yüce bir meclisi kastetmiş de olabilir.
[1] Buhârî, Megâzî, 84; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/89.
[2] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/108, 231.
[3] Müslim, “Selâm”, 46.