Rasûlullâh (s.a.v) lafzen kısa ancak mânâsı geniş olan zikir ve duâları daha çok severdi. Bir gün sabah namazından sonra Cüveyriye (r.a) namaz kıldığı yerde otururken Efendimiz (s.a.v) erkenden evinden çıkmıştı. Kuşluk vakti eve döndüğünde Hz. Cüveyriye’nin hâlâ yerinde oturmakta olduğunu gördü. Ona:
“–Yanından ayrıldığımdan beri hep burada oturup zikirle mi meşgul oldun?” diye sordu.
Muhtereme vâlidemiz, “Evet” cevâbını verince Rasûlullah (s.a.v) ona şöyle buyurdu:
“–Yanından ayrıldıktan sonra üç defa söylediğim şu dört cümle, senin sabahtan beri söylediğin zikirlerle tartılacak olsa sevap bakımından onlara eşit olur:
سُبْحَانَ اللهِ وَبِحَمْدِهِ عَدَدَ خَلْقِهِ وَرِضَا نَفْسِهِ وَزِنَةَ عَرْشِهِ وَمِدَادَ كَلِمَاتِهِ
‘Allâh’ı mahlûkâtı sayısınca, kendisinin râzı olacağı kadar, Arş’ının ağırlığınca ve bitip tükenmeyen kelimeleri adedince hamdiyle tesbih ederim (yani O’nu ulûhiyet makâmına yakışmayan bütün noksan sıfatlardan tenzîh eder ve O’na hamd ederim)’.”[1]
Allah Rasûlü (s.a.v) mânâsı derin ve kapsamlı zikirleri tercih ettiği gibi zikri hiç kesintiye uğratmaz, dâimâ Allah ile beraber olurdu. Hz. Âişe vâlidemiz şöyle demiştir:
“Rasûlullah (s.a.v) her ânında Allah teâlâ’yı zikir hâlindeydi.”[2]
Bu hâtırada olduğu gibi Rasûlullah (s.a.v) her fırsatta zevcelerine mühim bilgiler vererek o hakikatlerin bizlere ulaşmasını sağlamıştır.
[1] Müslim, “Zikir”, 79.
[2] Müslim, “Hayz”, 117.