Abdullah b. Abbâs (r.a) şöyle anlatır:
Allah teâlâ’nın haklarında “Eğer ikiniz de Allah’a tevbe ederseniz ne iyi, çünkü ikinizin de kalpleri eğildi…”[1] buyurduğu vâlidelerimizin kimler olduğunu Hz. Ömer’e sormayı çok istiyor, bunun için fırsat kollayıp duruyordum. Nihayet onunla birlikte hacca gittim. Bir ara Hz. Ömer (r.a) yoldan ayrılıp bir yere saptı. Ben de elimde deriden bir su kabı olduğu hâlde onunla birlikte yoldan ayrıldım. Ben kenarda beklerken Hz. Ömer (r.a) kuytu bir yerde tuvaletini yaptı. Yanıma gelince kaptan su döktüm, abdest aldı. Ben:
“–Ey Mü’minlerin Emîri! Peygamber Efendimiz’in zevcelerinden o iki kadın kimdir ki Allah teâlâ onlar için ‘Eğer ikiniz de Allah’a tevbe ederseniz ne iyi, çünkü ikinizin de kalpleri eğildi…’ buyurmuştur?” diye sordum.
Ömer (r.a) bana:
“–Hayret ederim sana ey İbn Abbâs! Onlar Hafsa ile Âişe’dir” dedi.
Sonra Hz. Ömer (r.a) hâdiseyi şöyle anlattı:
“–Ben Ensâr’dan bir komşum ile beraber Benû Umeyye ibn Zeyd yurdunda oturuyordum. Bu yurt Medine’nin Avâlî denilen semtindedir. Peygamber Efendimiz’in yanına nöbetleşe inerdik. Bir gün o iner, bir gün ben inerdim. Ben indiğim zaman o gün vahiy ve diğer şeylere dâir ne öğrenirsem gelir komşuma anlatırdım. O da indiği zaman böyle yapardı.
Biz Kureyşliler kadınlara hâkim insanlardık. Medine’ye Ensâr’ın yanına geldiğimizde bir de gördük ki onların kadınları erkeklerine gâlip geliyor. Derken bizim kadınlarımız Ensâr kadınlarının huyundan almaya başladılar. Bir gün ben hanımıma kızdım, o da bana cevap verdi. Ben onun bana söz yetiştirip cevap vermesinden hoşlanmadım ve kendisini azarladım. Bunun üzerine o:
‘–Benim sana karşı mırıldanmamı niçin münasip görmüyorsun? Vallahi Peygamber Efendimiz’in zevceleri bile ona karşı mırıldanıyorlar ve birisi o gün geceye kadar Efendimiz’in yanına uğramıyor’ dedi.
Hanımımın bu sözleri beni ürküttü:
‘–Onlardan kim bunu yaparsa perîşân olur, büyük günâh işlemiş olur’ dedim.
Sonra giyindim ve kızım Hafsa’nın yanına gittim. Ona:
‘–Hafsa! Sizden biri bütün gün tâ geceye kadar Allah Rasûlü’ne dargınlık eder mi?’ dedim. O:
‘–Evet’ dedi. Ben:
‘–O kadın perîşân olmuş ve zarar etmiştir. Siz, Rasûlü’nün öfkesinden dolayı Allah’ın size öfkelenmesinden emîn misiniz? Bakın, bu yüzden helâk olursunuz! Sen Allah’ın Rasûlü’nden çok isteklerde bulunma, ona cevap yetiştirme yarışına girişme, darılıp ondan ayrı durma! Bir ihtiyâcın olursa benden iste! Sakın arkadaşın (Hz. Âişe)nin, Allah Rasûlü’ne senden daha güzel ve daha sevgili olması seni aldatmasın!’ dedim.
Biz o günlerde ‘Gassânlılar bize karşı sefere çıkmak için atlarını nallatıyorlarmış’ diye havadis alıyorduk. Arkadaşım kendi nöbetinde Peygamber Efendimiz’in yanına gitti ve yatsı vaktinde döndü. Kapımı şiddetle vuruyor bir taraftan da acelesinden:
‘–Bu adam uyuyor mu, nerede kaldı?’ diyordu.
Ben korktum ve hemen kapıya çıktım. O:
‘–Çok mühim bir hâdise vukû buldu’ dedi. Ben:
‘–Nedir o, Gassânîler mi saldırdı?’ dedim.
‘–Hayır, fakat ondan daha büyük ve daha mühim, Rasûlullah (s.a.v) kadınlarını boşamış’ dedi. Ben:
‘Hafsa kaybetti ve ziyana uğradı. Ben yakında böyle bir şey olacağını biliyordum’ dedim. Elbisemi giyip gittim ve Peygamber Efendimiz’le beraber sabah namazını kıldım. Rasûlullah (s.a.v) hurma kütüğünden merdiveni olan ve birkaç basamakla çıkılan kendisine ait bir meşrubeye[2] girdi ve orada yalnız kaldı.
Ben Hafsa’nın yanına girdim, baktım ağlıyor.
‘–Neden ağlıyorsun, ben seni îkâz etmemiş miydim? Rasûlullah (s.a.v) sizleri boşadı mı?’ dedim.
Hafsa:
‘–Bilmiyorum. O işte şu meşrubede’ dedi.
Bunun üzerine Mescid’e çıktım ve Minber’in yanına geldim. Gördüm ki Minber’in etrafında bir takım kimseler var, bazıları da ağlıyor. Yanlarında biraz oturdum. Sonra içimdeki sıkıntı sebebiyle yerimde duramayıp Peygamber Efendimiz’in bulunduğu meşrubenin yanına geldim. Efendimiz’in siyah hizmetçisine:
‘–Ömer için izin isteyiver’ dedim.
İçeri girdi, Efendimiz’le konuştu. Sonra çıkıp:
‘–Arzunu Efendimiz’e ulaştırdım, ancak bir şey söylemedi’ dedi.
Oradan ayrıldım, Mescid’de Minber’in yanındaki topluluğun yanına oturdum. Sonra yine duramadım, hizmetçinin yanına geldim. Önceki sözlerini aynen tekrar etti. Ben yine Minber’in yanındaki topluluğun yanına oturdum. Sonra yine vicdanımda hissettiğim sıkıntı bana galebe çaldı. Tekrar hizmetçinin yanına gelip:
‘–Ömer için izin isteyiver’ dedim.
Hizmetçi önceki sözünü tekrar etti. Ben de döndüm giderken bir de baktım hizmetçi beni çağırıyor:
‘–Rasûlullah (s.a.v) sana izin verdi’ dedi.
Bunun üzerine huzûr-u âlîlerine girdim. Baktım ki Rasûlullah (s.a.v) bir hasır üzerine yatmış, mübarek vücuduyla hasır arasında bir döşek yok, hasırın örgüleri vücuduna iz yapmış. Hurma lifiyle doldurulmuş deriden bir yastığa yaslanmış. Kendilerine selâm verdi. Ayakta:
‘–Hanımlarınızı boşadınız mı?’ dedim. Mübarek gözlerini bana doğru kaldırarak:
‘–Hayır’ buyurdu.
Ben yine ayakta, Efendimiz’e yaklaşıp onu biraz neşelendirmek için:
‘–Yâ Rasûlallah, başıma gelenleri bir bilseydin! Biz Kureyş topluluğu kadınlara gâliptik. Sonra öyle bir kavmin yanına geldik ki kadınları onlara galebe çalıyor’ diye hanımımla aramdaki hâdiseyi anlattım.
Ben bunu söyleyince Rasûlullah (s.a.v) tebessüm etti. Ben şöyle devam ettim:
‘–Yâ Rasûlallah, Hafsa’nın yanına girdiğimi bir görseydin! Ona “Sakın arkadaşının Peygamber Efendimiz’e senden daha güzel ve daha sevgili olması seni aldatmasın” dedim.’
Rasûlullah (s.a.v) bir daha tebessüm etti.
Efendimiz’in tebessüm ettiğini görünce hemen oturdum ve gözümü kaldırıp odasının içine baktım. Vallahi içerde tabaklanmayı bekleyen üç hayvan derisinden başka kıymet verilecek hiçbir eşya yoktu. Bunun üzerine:
‘–Yâ Rasûlallah, Allah teâlâ’ya duâ etseniz de ümmetinize genişlik verse! Çünkü Allah’a ibâdet etmedikleri hâlde Farslara ve Romalılar’a genişlik verilmiş, kendilerine pek çok dünyalık ihsan edilmiş’ dedim.
Bunu söyleyince Rasûlullah (s.a.v) yaslanmış olduğu yerden doğruldu ve:
‘–Sen şüphe içinde misin ey Hattâb oğlu? Onlar karşılıkları ve nasipleri dünya hayâtında peşin verilip geçiştirilen insanlardır’ buyurdu. Ben de:
‘–Yâ Rasûlallah, benim için istiğfar ediver!’ dedim.
İşte Hafsa, Âişe’ye Efendimiz’in sırrını açıkladığı zaman Rasûlullah (s.a.v) hanımlarından ayrılıp inzivaya çekilmişti. (Çünkü hanımlarını memnun etmek için Rasûlullah (s.a.v) helâl olan bir şeyi kendisine yasaklamış, Cenâb-ı Hak da ‘Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi niçin haram kılıyorsun?’ diye itâbda bulunmuştu [azarlamıştı].[3]) Cenâb-ı Hak itâbda bulununca Rasûlullah (s.a.v) çok üzüldü, hanımlarına son derece kırılıp küstü ve ‘Bir ay yanlarına girmeyeceğim’ buyurdu. Yirmi dokuz gün geçince Rasûlullah (s.a.v) Hz. Âişe’nin yanına girdi ve görüşmeye onunla başladı. Hz. Âişe (r.a):
‘–Yâ Rasûlallah! Siz bizim yanımıza bir ay girmemeye yemîn etmiştiniz. Hâlbuki biz yirmi dokuzuncu gecenin sabahındayız. Ben bu günleri tek tek sayıyorum’ dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v):
‘–Ay bazen yirmi dokuz olur, işte bu ay da yirmi dokuz oldu’ buyurdu.”
Hz. Âişe dedi ki:
“Müteakiben tahyîr (muhayyer kılma) âyeti[4] indirildi. Rasûlullah (s.a.v) ilk olarak benimle başladı ve şöyle buyurdu:
‘–Sana bir durumdan bahsedeceğim, cevap vermede acele etme, anne babanla istişare edip sonra karar ver!’
Vallâhi o anne-babamın kendisinden ayrılmamı asla istemeyeceklerini kesinlikle biliyordu.
Sonra şöyle buyurdu:
‘–Allah teâlâ şöyle buyurdu: “Ey Peygamber, zevcelerine şunu söyle: Eğer siz dünyâ hayâtını ve onun zînetini istiyorsanız gelin size boşama bedellerinizi vereyim hepinizi güzellikle salıvereyim. Yok, eğer Allah’ı, Rasülü’nü ve âhiret yurdunu istiyorsanız, haberiniz olsun ki Allah içinizden güzel hareket edenlere pek büyük bir mükâfat hazırlamıştır”.’[5]
Ben de:
‘–Ben bunun hakkında mı ebeveynime danışacağım? Ben elbette Allah’ı, Rasûlü’nü ve âhiret yurdunu isterim’ dedim.”
Sonra Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) bütün kadınlarını böyle muhayyer kıldı; onlar da hep Hz. Âişe’nin dediği gibi dediler.[6]
[1] et-Tahrîm 66/4.
[2] Meşrübe yerden biraz yüksekçe küçük bir oda, kiler veya sadece oda mânâsınadır.
[3] et-Tahrîm 66/1-4.
[4] el-Ahzâb, 28-29.
[5] el-Ahzâb 33/28-29.
[6] Bkz. Buhârî, “Mezâlim”, 25, “Nikâh”, 83; Tefsîr, 33; Müslim, “Talâk”, 22, 34-35.