Bizleri Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e ümmet kılan, kıyamet günü şefaat edecek faziletli ve mübarek annelere evlat eyleyen Yüce Rabbimize sonsuz hamd ü senâlar olsun.
Mü’minlere kendilerinden daha yakın olan ve onlara İslâm’ı anlatacak pek çok anneler yetiştiren Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e sonsuz salât u selâm olsun.
Bütün insanlığa peygamber olarak gönderilen Rasûlullah (s.a.v) İslâm’ı dünyanın her tarafına yaymak için nice sahâbîler yetiştirmiştir. İslâm’ın ilk günlerinde fedakârlık yapan, mühim bir şahıs veya kabîleyle bağ kurmayı sağlayan, aklı, ilmi ve gayretiyle İslâm’ın tebliğinde rol alacak olan bazı hanımlarla evlenmiş ve onları en güzel şekilde yetiştirip bu ümmete anne olarak ihsan eylemiştir. Dünya üzerindeki insanların yarısını hatta biraz fazlasını kadınlar teşkil ettiği için onların tâlim ve terbiyesiyle meşgul olacak kendi cinslerinden hocalara ihtiyaç vardır. Rasûlullah (s.a.v) güçlü bir âile hayatı sâyesinde hem günün bütün saatlerinde uygulanacak sünnetleri hem de erkek-kadın bütün insanlara ait hükümleri en güzel şekilde tebliğ, tâlim ve tatbik etme imkânı bulmuştur. Bu hüküm ve bilgileri öğrenen vâlidelerimiz bunları ümmetin kadınlarına naklederlerdi. Bu sebeple evlerinde misâfirleri hiç eksik olmazdı. Sahâbî hanımlar, dînî bilgileri öğrenmek için sık sık yanlarına gelir vâlidelerimiz de onları güler yüzle karşılar ve kendileriyle ilgilenirlerdi.[1]
Bunun yanında annelerimiz, mescidin bitişiğinde çocuklara okuma yazma öğretmek için inşa edilen odalarda kız çocuklarının eğitimiyle bizzat meşgul olurlardı. Onların günlük hayatında ibadetler, dînî eğitim faaliyetleri ve ev işleri vardı.[2]
Dışarıdan gelen heyetler de soru sormak veya hatırlarını almak için evi mescide bitişik olan annelerimizi ziyaret ederlerdi.[3]
Allah ve Rasûlü mü’minlere anne olacak kimselere çok ihtimam göstermiş, onları büyük bir îtinâ ile yetiştirmişlerdir. Bunu şu âyet-i kerimelerden anlıyoruz:
“Ey Peygamber! Eşlerine şöyle de: Eğer dünya hayatını ve süsünü (refahını) istiyorsanız gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de sizi güzellikle salıvereyim.
Eğer Allah’ı, Peygamberini ve âhiret yurdunu istiyorsanız bilin ki Allah içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükâfat hazırlamıştır.
Ey Peygamber’in hanımları! Sizden kim açık bir hayâsızlık yaparsa onun azabı iki katına çıkarılır. Bu, Allah’a göre kolaydır.
Sizden kim Allah’a ve Rasûlüne itaat eder ve sâlih bir amel işlerse ona mükâfâtını iki kat veririz ve ona (cennette) bol rızık hazırlamışızdır.
Ey Peygamber’in hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah’tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir edâ ile konuşmayın, sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Güpgüzel, dosdoğru söz söyleyin.
Evlerinizde vakârınızla oturun, eski câhiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Rasûlüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt, Allah sâdece sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz, pampâk etmek istiyor.
Oturun da Allah’ın evlerinizde okunup duran âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şübhesiz ki Allah her şeyin iç yüzünü bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdârdır.”[4]
32. âyette yer alan “Ey Peygamber’in hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz” hitâb-ı ilâhisinden anlaşıldığına göre ezvâc-ı mutahharâtın hepsi de kadınların en faziletlileridir. Onların efdali de Hz. Hatîce’dir. Ezvâc-ı tâhirâtın her biri birçok üstün meziyetleri hâiz olduklarından hiçbirisine diğer kadınları kıyâs etmek mümkün değildir.[5]
Tâbiînin büyük âlimlerinden Katâde (r.a) 33. âyetten hareketle Ehl-i Beyt hakkında:
“Onlar Allah’ın kötülükten temizlediği ve kendilerine husûsî olarak rahmet ettiği bir âilenin fertleridir” demiştir.
Yine tâbiîn âlimlerinden Dahhâk (r.a) da bu âyetle ilgili Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in şöyle buyurduğunu nakleder:
“Biz Ehl-i Beyt, nübüvvet ağacı, risâlet mekânı, meleklerin gelip gittiği, rahmet evi ve ilim maʻdeniyiz.”[6]
Son âyette Ehl-i Beyt’in evlerinde Kur’ân ve sünnetin okunduğu ve bunların devamlı hatırlanıp tekrar edilmesi, üzerinde tefekkür edilmesi, kıymetinin bilinmesi, korunması ve yaşanması gerektiği hatırlatılıyor. O evlerde Allah’ın âyetlerini ve hikmeti okuyan Cibrîl (a.s), Rasûlullah (s.a.v), Ümmehât-ı Mü’minîn ve bir kısım sahâbedir. Onlar hikmeti hem öğrenirken hem de öğretirken okumuşlardır. Kur’ân’ı gönül huzuruyla tilâvet ederek uzun uzun ibadetler etmişler ve dersler yapmışlardır. Hikmet pınarı, o evlerde kaynayıp oradan bütün âleme feyezân etmiş ve taşmıştır. Bu, Allah’ın mü’minlere ihsân ettiği çok büyük bir nimetidir, ne kadar hamd ve şükür edilse azdır.
Dolayısıyla Nûr’un indiği ve oradan bütün âlemi aydınlatarak her tarafın rûhâniyetle dolduğu bu evlerin sahiplerini tanımak, onların hâtıraları arasına gizlenmiş olan ilim, hikmet ve ahlâkı öğrenmek her müslümanın en mühim vazifesidir.
Gerçekten annelerimizin her biri ayrı bir fazilet âbidesidir. Yüce Rabbimiz insanların madden ve rûhen en güzellerini ona eş yaptığı gibi insanların en seçkinlerini de ona ashâb yapmıştır. Allah teâlâ’nın bu kadar üstün ve değerli insanı Peygamber Efendimiz’e eş yapması -Allahu aʻlem- ona verilen Kevser’in yani hayr-ı kesîr’in (bol hayrın) bir tezâhürüdür. Zira âlimlerimiz Kevser’e çok, pek çok, gayet çok şey, her şeyin çoğu, Peygamberimizin şeri‘atinin bekāsı, ümmetinin enbiyâ veresesi olan ulemâsı, hayırlı etbâʻ ve taraftarlarının, nesil ve evlâdının çokluğu gibi mânalar vermişler, dünyevî uhrevî tasavvur olunabilen ve henüz tasavvur olunamayan her hayr-ı kesîr buna dâhil olabilir, demişlerdir. Bu sebeple Allah Rasûlü’ne pekçok eş lutfedilmesi de ona verilen Kevser’in bir parçası sayılabilir.
Diğer taraftan âlimlerimiz nikâha ve kadınlara olan meyil ve muhabbetin insânî kemâlâttan (olgunluktan) kaynaklandığını söylemişlerdir.[7]
Rasûlullah (s.a.v) her hanımı için mescide bitişik mütevâzı bir oda yapmış, böylece onların mesken ihtiyacını karşılamıştı. O, âile efrâdını muhabbet ve merhametle terbiye etmiş, mânevî dünyalarını zenginleştirerek onları âhirete hazırlamıştı. Bunun yanında dünyevî geçimlerini de aslâ ihmâl etmemişti. Ganimet olarak elde edilen Nadîroğulları hurmalığının mahsulünü satıp âilesinin bir senelik nafakasını ayırır, kalan kısmını da Beytülmâl’e devrederdi. Rasûlullah (s.a.v) bu âdetine hayâtı boyunca devâm etmişti.[8]
Yine Efendimiz (s.a.v) âilesinin geçimi için develer edinmişti. Bu deve sürüsü Uhud ve Cemmâ otlaklarında gün aşırı otlatılır, eve gelen sürüler sağılıp sütleri akşam yemeği olarak misafirlere ikrâm edilir, kalan süt ile ertesi sabah sağılan süt Rasûlullah Efendimiz’in hanımlarına paylaştırılırdı. Ayrıca Ümmü Seleme (r.a) vâlidemiz, Peygamber Efendimiz’in her hanımına farklı isimlerle anılan birer deve tahsis ettiğini, Allah Rasûlü’nün de herkesinkinden daha fazla süt veren ayrı bir devesi bulunduğunu bildirmiş, geçimlerinin büyük bir kısmının bunlarla ve davarlarla olduğunu söylemiştir.[9]
Allah Rasûlü (s.a.v) vefâtından sonra da hanımlarının maîşetini temin edebilmek için Hayber’in gelirinin kendi hissesine düşen kısmından her bir hanımına senelik 80 vesk[10] hurma ve 20 vesk buğday tahsis etmiş,[11] kalanını da devletin ve halkın ihtiyaçları için harcamıştır.[12] Bu konudaki şu sözü de çok anlamlı idi:
“…Zevcelerimin geçimi ve âmilimin maaşı dışında geride bıraktığım mallar sadaka (vakıf)tır.”[13]
Allah Rasûlü (s.a.v) hanımlarına çok iyi davranırdı. Devamlı gönüllerini alır, onlara asla kırıcı davranmazdı. Hz. Âişe (r.a):
“Rasûlullah (s.a.v) hanımlarıyla baş başa kalınca insanların en yumuşağı ve en güler yüzlüsü olurdu” demiştir.[14]
Rasûlullah (s.a.v) zaman zaman hanımlarına latîfe de yapardı. Bir gün tek tek yanlarına varıp her birine birer dirhem vermiş ve “Bunu diğer kardeşlerine söyleme, sana verdiğimi diğerlerine vermedim” buyurmuştu. Bu sözüyle bir hanımına verdiği dirhemi diğerine vermediğini kastediyordu, çünkü her birine ayrı bir derhem vermişti. Bunu da onları memnun etmek için yapmıştı.[15]
Allah Rasûlü’nün “Rabbimden evlendiğim her kadını cennette benimle kılmasını istedim, O da bunu bana ihsân etti”[16] sözü onun hanımlarına beslediği muhabbetin sınırları hakkında bize bir fikir vermektedir.
Rasûlullah (s.a.v) hanımlarına asla vurmamıştır. Hz. Âişe (r.a) vâlidemiz şöyle der: “Rasûlullah (s.a.v) Allah yolunda savaşma hâli dışında ne bir kadına ne de bir hizmetçiye, kısacası hiç kimseye el kaldırmadı. Kendisine fenâlık yapan kimseden de intikam almadı. Yalnız Allâh’ın yasak ettiği şeyler çiğnenince, o yasağı çiğneyenden Allah adına intikam alırdı.”[17]
Ashâb-ı kirâm, muhterem annelerimize çok büyük hürmet gösterirlerdi. İkrime (r.a) şöyle anlatıyor: “Bir gün Sabah namazından sonra İbn Abbâs’a Peygamber Efendimiz’in zevcelerinden birinin vefat ettiği söylenmişti, hemen secdeye kapandı. “Bu vakitte secde mi yapıyorsun?” denildiğinde “Rasûlullah (s.a.v): ‘(Allah’ın âyetlerinden) bir âyet gördüğünüz vakit secde edin’ buyurmadı mı? Allah Rasûlü’nün zevcelerinden birinin gitmesinden daha büyük hangi âyet vardır?” dedi.[18]
Son olarak bu çalışmanın ortaya çıkmasına vesile olan Y. Selman Tan abime teşekkürlerimi arzediyorum ve sizleri annelerimizin hâtıralarıyla başbaşa bırakıyorum.
Her ki diler rahmet-i Hak kazana
Fâtiha okuya bunu yazana
Doç. Dr. Murat KAYA
Sultantepe 2024
[1] Bkz. Buhârî, Îmân 32, Teheccüd 18; Müslim, Müsâfirîn 221.
[2] Bkz. Temel İslam Ansiklopedisi (TİA), “Âişe”, (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2020), 1/185-186.
[3] Bkz. TİA, “Âişe”, 1/187.
[4] Hayreddin Karaman vd., Kur’an Yolu Türkçe ve Meal Tefsir (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı, 2014), el-Ahzâb 33/28-34.
[5] Süleyman Sırrı Efendi, Makāsıd-ı Münciye fî Siyer-i Fahri’n-Nübüvve, thk. Selim Argun (İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, 2020), 157-158.
[6] İbn Ebû Hâtim, Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm, thk. Esʻad Muhammed et-Tayyib (Mekketü’l-Mükerreme: Mektebetü Nezzâr Mustafa el-Bâz, 1419), 9/3133; Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, 6/606. Krş. İbn Asâkir, Târîhu Dımeşk, 73/190.
[7] Bkz. Ahmed b. Muhammed el-Kastallânî, el-Mevâhibü’l-ledünniyye bi’l-minahi’l-Muhammediyye (Kahire: el-Mektebetü’t-Tevfîkiyye, ts.), 2/221; Süleyman Sırrı Efendi, Makāsıd-ı Münciye fî Siyer-i Fahri’n-Nübüvve, 84. Krş. Buhârî, “Nikâh”, 4.
[8] Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmail el-Buhârî, el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ, thk. Muhammed Züheyr b. Nasr (Dâru Tavki’n-Necât, 1422), “Nafakât”, 3; Ebü’l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc Müslim, el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ, nşr. Muhammed Fuâd Abdülbâkī (Kahire, 1374-75/1955-56), “Cihâd”, 49.
[9] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ (Beyrut: Dâru Sâdır, 1968), 1/494-496.
[10] Bir vesk, yaklaşık 200 kg. eder.
[11] İbn Saʻd, et-Tabakātü’l-kübrâ, 8/56, 69, 127.
[12] Ebû Zekeriyyâ Muḥyi’d-Dîn Yaḥyâ b. Şeref Nevevî, el-Minhâc şerḥu ṣaḥîḥi Müslim b. el-Ḥaccâc (Beyrut: Dâru İḥyâʾi’t-Turâs̱i’l-ʿArabî, 1972), 12/82.
[13] Buhârî, Vesâyâ, 32; Müslim, Cihâd, 55. Hadiste geçen “âmil” kelimesi ile Allah Rasûlü’nün arâzilerine bakan ve orada bizzat çalışan vazifeli kimse kastedilmiştir. Nitekim bâzı rivâyetlerde Rasûlullâh’ın hurmalıklarıyla ilgilenen böyle bir şahıstan bahsedilmektedir. (Müslim, Müsâkât, 99-100)
[14] Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, VII, 222.
[15] Muhibbuddîn et-Taberî, es-Simtu’s-semîn fî menâkıbı ümmehâti’l-mü’minîn, thk. Muhammed Ali Kutub (Kahire: Dâru’l-Hadîs, 1408), 18.
[16] Ebû Abdillah Muhammed b. Abdillah en-Neysâbûrî Hâkim, el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn, thk. Mustafa Abdülkâdir Atâ (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1411), 3/148; Ebü’l-Hasen Nureddin Ali b. Ebî Bekr Heysemî, Mecmaʻu’z-zevâid ve menbaʻu’l-fevâid, thk. Hüsâmüddîn el-Kudsî (Kahire: Mektebetü’l-Kudsî, 1414), 10/17.
[17] Müslim, “Fedâil”, 79; Ebû Dâvûd Süleymân b. el-Eşʿas b. İsḥâḳ b. Beşîr b. Şeddâd b. ʿAmr el-Ezdî es-Sicistânî, Sünen-i Ebî Dâvûd, thk. Şuʿayb Arnavut-Muḥammed Kâmil Karh Belelî (Beyrut: Dâru’r-Risâleti’l-Âlemiyye, ts.), “Edeb”, 4; Ebû Abdillâh Muhammed İbn Mâce, es-Sünen, thk. Muhammed Fuad Abdülbaki (Kahire: Dâru İhyâi Kütübi’l-Arabiyye, ts.), “Nikâh”, 51.
[18] Ebû Dâvûd, “Salât”, 269; Muḥammed b. ʿÎsâ b. Sevre b. Mûsa b. ed-Ḍaḥḥâk et-Tirmizî, el-Câmiʿu’l-kebîr / Sünenü’t-Tirmizî, ed. Beşşâr Avvâd Maʿrûf (Beyrut: Dâru’l-Ġarbi’l-İslâmî, 1998), “Menâkıb”, 63.