5. Mucizevî Yönleri

Kur’ân-ı Kerîm; nazmı, fesâhatı, belâğati, gönüllere tesir edişi, kanun koyma (teşrî‘) husûsiyetleri, gaybdan haber vermesi gibi pek çok yönüyle insanları, kendisine benzer bir söz söylemekten âciz bırakmıştır.[1]

Müşrikler Kur’ân’a inanmayınca Cenâb-ı Hak onlara meydan okudu. Diledikleri bütün mahlûkâtı yardıma çağırıp Kur’ân’a benzer bir kitap, bunu başaramayınca on sûre, sonra bir sûre[2], nihayet tam misli olmasa da kısmen Kur’ân’a benzeyen bir söz söylemelerini istedi:

“Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun sûrelerinden birine (herhangi bir yönden) benzer bir sûre getirin, eğer iddiânızda doğru iseniz Allah’tan gayri şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın! Eğer yapamazsanız -ki hiçbir zaman yapamayacaksınız- o hâlde yakıtı insanlarla taşlar olan ateşten sakının! O ateş kâfirler için hazırlanmıştır.” (Bakara, 23-24)

Son âyetteki “وَلَنْ تَفْعَلُوا: ki hiçbir zaman yapamayacaksınız” ibâresi öyle bir eminlik ve kat’îlik ifade etmektedir ki, böylesi bir hüküm ancak ilmi ve kudreti sınırsız, tam ve kusursuz olan bir zât, yani Allah tarafından verilebilirdi. Hakîkaten Allah’tan başka hiç kimse, beşer açısından gayb, yani belirsiz ve kapalı olan istikbâle dâir böylesi bir kesinlikte hüküm veremez ve kat’î ifadeler kullanamaz.

İnkârcılar, acziyetlerini ilân eden bu ilâhî sözleri duydular ve bu sözler içlerine oturdu, hırslarını iyice artırdı, lâkin bir şey yapamadılar. Bu âyet, onların âcizliklerini dilden dile dolaştırıp ufuktan ufuğa taşıdı, zaafiyetlerini tescil etti ve dillerini âdeta mühürledi.[3]

Müşrikler, Kur’ân’ın meydan okumasına cevap veremedikleri için onun yerine; yalanlama, kışkırtma, hakâret ve iftirâ gibi saldırganca tavırlar takındılar. “Bu Kur’ân’ı dinlemeyin! Okunurken gürültü yapın, belki gâlip gelirsiniz!”[4] diyerek, her ne kadar inkâr etseler de aslında ilâhî kudret karşısında tamamen mağlûb olduklarını ortaya koymuş oldular. Bu acziyet günümüze kadar devam etmiştir.



[1] Prof. Dr. M. S. R. el-Bûtî, Min ravâi‘ı’l-Kur’ân, s. 125.

[2] Kasas, 49; İsrâ, 88; Tûr, 34; Hûd, 13; Yûnus, 37-38.

[3] M. S. Râfi‘î, İ‘câzü’l-Kur’ân, Beyrut 2003, s. 142.

[4] Fussılet, 26.

%d bloggers like this: