D. KAPI ÇALMA ve İZİN İSTEME ÂDÂBI

“İzin istemek üç defâdır. İzin verilirse girersin, verilmezse geri dönersin.”

Buhârî, İsti’zân, 13

Günlük hayatımızda gerek kendimize ait gerekse başkalarının bulunduğu mekânlara girer çıkarız. Elbette bu durum, mü’min bir kimse için belirli bir âdâb içinde gerçekleşecektir. Kur’an-ı Kerîm bu husûsta bizlere şöyle seslenmektedir:

“Ey îmân edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi farkettirip ev halkına selâm vermeden girmeyiniz!” (en-Nûr 24/27)

Eve veya benzeri bir mekâna girmek için izin istemek, mahremiyetin korunması esasına dayanır. Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir hadislerinde buna şöyle işarette bulunmuştur; “İzin istemek göz(ün evin ayıplarını görmemesi) için şart kılınmıştır.” (Buhârî, İsti’zân, 11)

Hadisin beyânına göre mahremiyeti ihlâl, sâdece bir yere girmekle değil aynı zamanda bakmakla da meydana gelir. Dolayısıyla kişi herhangi bir yere girmek üzere izin almak istediğinde Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’in âdeti veçhile, kapının biraz gerisinde, sağ ya da sol yanını dönerek durmalıdır. (Ebû Dâvûd, Edeb, 127)

Hele hele başkasının evine pencere veya anahtar deliği gibi yerlerden bakmak ve içeridekileri gözetlemek, şahsiyetli bir mü’mine kesinlikle yakışmayan bir davranıştır. Zîra bu davranış, bakan açısından ahlâkî düşüklük ve hasta ruhluluk, bakılan için de mahcûbiyet ve huzursuzluk kaynağıdır.

Sehl bin Sa’d -radıyallâhu anh-’den rivâyet edildiğine göre bir adam, Resûlullah Efendimiz’in kapısındaki bir delikten evin içine bakmıştı. O esnâda Resûlullah’ın elinde bir tarak vardı. Adamın bu davranışını farkeden Efendimiz şöyle buyurdu:

“Senin beni gözetlediğini bilmiş olsaydım, bununla gözünü oyardım. İzin istemek, evin içerisi görülmesin diye emredilmiştir.” (Müslim, Âdâb, 40-41)

Yine Peygamber Efendimiz; “Bir kimse, izinleri olmaksızın insanların evinin içine bakarsa, gözünü çıkarmaları onlara helâl olur.” (Müslim, Âdâb, 43) buyurarak, böyle insanların ne kadar büyük bir suç ve günah işlediklerine dikkat çekmiştir. Burada Allah Resûlü’nün, bakanın gözünü çıkarmanın helâl olduğunu söylemesi, yapılan edepsizliğin ne kadar insanlık dışı ve kötü bir davranış olduğunu anlatmak içindir. [1]

Asr-ı saâdette evler, hurma dallarından, çoğunlukla tek katlı ve basit yapılarda inşâ edildiği için o gün insanlar kapı önünde, evdekilerin duyabileceği bir sesle “Selâmun aleyküm, girebilir miyim?” demek sûretiyle izin talep ediyorlardı. Nitekim bu duruma uymayan sahâbîlerin Resûlullâh tarafından te’dib edildiğini görmekteyiz.

Kilde bin Hanbel -radıyallâhu anh- diyor ki, Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in yanına gittim ve selâm vermeden huzuruna girdim. Bunun üzerine Efendimiz:

“– Geri dön ve «es-Selâmü aleyküm, girebilir miyim?» de” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Edeb, 127)

Benî Âmir’den bir zât, Allâh Resûlü evde iken, “İçeri gireyim mi?” diye izin istemişti. Resûl-i Ekrem Efendimiz hizmetçisine:

“– Çık, bu adama izin istemeyi öğret. Önce «es-Selâmü aleyküm» desin, sonra «Gireyim mi?» diye sorsun.” buyurdu. Adam Peygamberimiz’in söylediklerini duyarak:

– es-Selâmü aleyküm, girebilir miyim? dedi. Bunun üzerine Efendimiz izin verdi, o da içeri girdi. (Ebû Dâvûd, Edeb, 127)

Zamanımızda binâlar ve kapılar, asr-ı saâdettekilere benzemediği için izin istenirken öncelikle selâmı duyurmanın güç olacağı muhakkaktır. Nitekim günümüzde zarûreten, ilk önce kapı zili çalınarak izin istenmektedir. Bununla birlikte izin isteyen kimsenin ev sâhibiyle karşılaştığı an önce selâm vermesi yine sünneti ifaya uygun bir hareket olacaktır.

Ayrıca herhangi bir evin kapısını çalarak izin isteyen kimse, bu işi en fazla üç defa tekrarlamalı, cevap verilmediği takdirde ısrarcı olmamalıdır. Âyet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır:

“Eğer (girmek istediğiniz) evlerde kimseyi bulamazsanız, izin verilinceye kadar oraya girmeyin! «Geri dönün!» denirse hemen dönün, bu sizin için daha uygundur. Şüphesiz Allâh yapmakta olduklarınızı hakkıyla bilendir.” (en-Nûr 24/28)

Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- de; “İzin istemek üç defâdır. İzin verilirse girersin, verilmezse geri dönersin.” buyurmuştur. (Buhârî, İsti’zân, 13) Bununla birlikte içerdekiler tarafından duyulmadığını zanneden kimsenin, kapıyı daha fazla çalmasında bir mahzur yoktur.

İzin isterken “kimsiniz?” sorusuna “ben” veya “benim” gibi bilinmezlik ifâde eden ve bir tanıtma unsuru taşımayan kelimelerle cevap vermek de hoş değildir. Çünkü tanıdık olsa bile insanları her zaman seslerinden farkedebilme imkânı yoktur. Oysa, “sen kimsin?” veya “kim o?” tarzındaki sorular, karşıdakini asgari ölçüde tanıma isteği taşır. “Ben”, “benim”, “bir insan”, “bir şahıs”, “Allâh’ın bir kulu”, “bildiğiniz kişiyim” gibi cevaplar yeterli değildir. Nitekim şu rivâyet bu husûsta bizleri açıkça uyarmaktadır. Câbir -radıyallâhu anh- diyor ki; “Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e geldim ve kapısını çaldım. Resûl-i Ekrem:

«Kim o?» dedi.

– Benim, diye cevap verdim. Allâh Resûlü:

« Benim, benim!» diye tekrar etti. Gâliba bu cevaptan hoşlanmamıştı.” (Buhârî, İsti’zân, 17) [2]

Başka bir kısım haberlerde ise Peygamber Efendimiz’in “kimsiniz?” sorusuna bazı sahâbîlerin, “ben filan” diye isimlerini belirterek mukâbele ettikleri görülür. (Buhârî, Rikâk, 13) Dolayısıyla evimiz bile olsa kapıyı çaldığımızda kendimizi tanıtacak belirgin bir ifade kullanmalıyız.

Bütün bu rivâyet ve değerlendirmelerden anlaşılacağı üzere bir Müslüman, bilhassa başkasının evine girerken belli âdâb kurallarına uyarak ev sâhibini haberdar edip onun hüsn-ü kabûlünü almalıdır. Aksi bir hareket mü’mine yakışmaz.

Bunun yanında kişinin aile içinde evdeki odalara girerken de belirli âdâb esaslarına uyması gerekir. Meselâ evdeki hizmetçi ve çocuklarının, günün belirli vakitlerinde kişinin yatak odasına izinsiz giremeyecekleri bir âyet-i kerîmede şöyle ifâde edilmektedir:

Ey îmân edenler! Ellerinizin altında bulunan (köle ve cariyeleriniz) ve içinizden henüz ergenlik çağına girmemiş olanlar şu üç vakitte; sabah namazından önce, öğleyin istirahat için elbiselerinizi çıkardığınız vakit ve yatsı namazından sonra (yanınıza gireceklerinde) sizden izin istesinler. Bunlar mahrem halde bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu vakitler dışında ise birbirinizin yanına girip çıkmanızda, ne sizin ne de onlar için bir vebâl yoktur.” (en-Nûr 24/58)

Bülûğ çağına ulaşmış çocukların ise artık yetişkinler gibi her girdiklerinde izin istemeleri gerektiğini Kur’an-ı Kerîm şöyle beyan etmektedir; “Çocuklarınız ergenlik çağına girdiklerinde, kendilerinden öncekilerin (büyüklerinin) istediği gibi onlar da izin istesinler.” (en-Nûr 24/59)

Şu rivâyet, meselenin anlaşılması bakımından oldukça açıklayıcıdır. Bir kimse Peygamber Efendimiz’e gelerek:

– Ya Resûlallâh, içeriye girmek için annemden de izin alacak mıyım? diye sorunca Efendimiz:

“– Evet” buyurdu. Adam:

– Ancak ben onunla beraber ikâmet etmekteyim, dedi. Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“– Yine de izin almalısın.” buyurdu. Adam:

– Ben onun dâimî hizmetçisiyim, dedi. Efendimiz:

“– İzin almalısın! Sen onu çıplak görmek ister misin?” buyurdu. Adam:

– Hayır, dedi. Allâh Resûlü tekrâr:

“– Öyleyse ondan izin al!” buyurdu. (Muvatta, İsti’zân, 1)

Netice itibariyle yakın akraba ve aile fertleri bile, birlikte ikâmet ettikleri evlerine ve bilhassa birbirlerinin odalarına girmek istediklerinde dikkatli olmalı, en uygun bir şekilde izin almayı ihmâl etmemelidirler.



[1] Günümüz tâbiriyle “röntgencilik” yaparak insanların gizli hâllerini izlemek, kimsenin tasvip etmeyeceği çirkin bir harekettir. Zira hiç kimse evinin ve mahrem durumlarının gözetlenmesini kesinlikle istemez. Bu hadisiyle Resûlullâh, böyle kötü bir hasleti şiddetle reddetmiş olmaktadır. Röntgencilik yapan bir insanda, başkalarının gizli hâllerini gözetlemek zamanla hastalık hâline gelir. İslâm bu tür çirkin fiilleri henüz meydana gelmeden veya iyice ilerlemeden engellemek ister. Çoğu haram olan şeyin azını da yasaklaması bu sebeptendir. Bu hikmete mebnî olarak içkinin çok az bir miktarını da sarhoş etmediği hâlde, haram kılmıştır. Burada da böyle şiddetli bir tehditle, insanların evlerini gözetlemek gibi kötü bir hareketin önüne geçilmek istenmiştir.

[2] Şârihler bu hadîsin şerhinde şu işârî mânâya da yer vermişlerdir; “Peygamber Efendimiz, Câbir’in «ben» kelimesini söylemesine râzı olmadı. Çünkü, «ben» sözünde benlik, kibir ve büyüklük vardır.” Mevlâna hazretleri hadisin bu mânâsından hareketle şöyle der: “Birisi geldi, bir dostun, bir sevgilinin kapısını çaldı. Sevgilisi içerden; «Ey güvenilir kişi, kimsin?» diye seslendi. Kapıyı çalan; «Benim.» deyince, sevgilisi; «Git! Senin için içeri girme zamanı değildir. Böyle bir mânevî nimetler sofrasında ham kişinin yeri yoktur.» dedi. Ham kişiyi, ayrılık ve firak ateşinden başka ne pişirebilir? Nifaktan, iki yüzlülükten onu ne kurtarabilir? O zavallı adam kapıdan döndü, tam bir sene yollara düştü, sevgilisinin ayrılığı ile yandı, yakıldı. O yanık âşık, ayrılık ateşi ile pişerek döndü geldi, dostun evi etrafında yine dolaşmağa başladı. Ağzından sevgiliyi incitecek bir söz çıkmasın diye, yüzlerce korku ile yüzlerce defa edebi gözeterek kapının halkasını vurdu. Sevgilisi içerden; «Kapıyı çalan kimdir?» diye seslendi. Adam; «Ey gönlümü almış olan! Kapıdaki de sensin.» cevabını verdi. Sevgilisi; «Mâdemki şimdi ‘sen’ ‘ben’sin. Ey ‘ben’ olan, ‘ben’den ibâret olan içeri gir. Bu ev dardır, bu evde iki ‘ben’i alacak yer yok­tur. İğneden geçirilecek iplik, iki ayrı iplik olursa, ucu çatallaşır da iğne­den geçmez. Mâdemki sen tek katsın, birsin; gel bu iğneden geç!» dedi.” (Mesnevî, beyt: 3052-3064)

%d bloggers like this: