A. İLÂHÎ EMİRLERİ UYGULAMADAKİ TİTİZLİĞİ

İlâhî emirler muhtelif ve derece derecedir. Bunun, ferdin bâtınına ve zâhirine âit olanları bulunduğu gibi, onun kendisiyle, Rabbiyle, diğer insanlar ve mahlukâtla alâkalı davranışlarına taalluk edenleri de vardır. Peygamber Efendimiz, bu farklı derecelerdeki ilâhî ölçüleri, hepsine hakkını vererek îfâ etmiş, istikâmet üzere bir hayât sürmüştür. Bütün zorluğuna rağmen, istikâmetin her çeşidini şeriat, tarîkat, hakikat ve ma’rifet ehline model olacak şekilde yerine getirmiştir. İlâhî ölçülerin şahsî hayâtını ilgilendiren kısımlarında titiz davranmakla birlikte, özellikle ictimâî hayâtı ilgilendiren hususlarda bu titizliği daha da artmıştır. Allâh Resûlü’nün hayâtında, bu konuda birçok misâl bulmak mümkündür.

Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in ilâhî emirlere uymadaki titizliği, husûsiyle kul hakkına taalluk eden hadlerin tatbîkinde görülmektedir. Efendimiz Cenâb-ı Hakk’ın, “Eğer Allâh’a ve âhiret gününe îmân ediyorsanız Allâh’ın emrini tatbik husûsunda suçlulara karşı bir acıma duygusu sizi almasın!..” (en-Nûr 24/2) emrini dikkate alarak bu husûsta şöyle buyurmuştu:

“Siz Allâh’ın had cezâlarını, (akrabâlık ve diğer hususlarda) size yakın olana da uzak olana da tatbik edin. Allâh’ın hükmünü uygulamaktan sizi hiçbir kınayanın kınaması alıkoymasın.” (İbn-i Mâce, Hudûd, 3)

 “Allâh’ın had cezâlarından birinin yerine getirilmesi, bir beldeye kırk gece rahmet yağmuru yağmasından daha hayırlıdır.” (İbn-i Mâce, Hudûd, 3)

Resûl-i Ekrem Efendimiz’in, Allâh’ın emrettiği bir husûsta, O’nun emrini tatbikte yavaş davranması veya bunun aksine hareket etmesi mümkün değildir. Bu mevzu ile alakalı mühim bir hâdise şöyle cereyân etmiştir:

Benî Mahzûm kabilesinden hırsızlık yapan bir kadının durumu Kureyşlileri çok üzmüştü. Onlar, bu konuyu Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile kim konuşabilir, diye kendi aralarında müzakere ettiler. Bâzıları, buna Peygamberimiz’in çok sevdiği Üsâme bin Zeyd’den başka kimse cesâret edemez, dediler. Üsâme, onların istekleri doğrultusunda Resûlullâh ile konuştu. Bunun üzerine Efendimiz ona:

Allâh’ın koyduğu cezâlardan birinin tatbik edilmemesi için aracılık mı yapıyorsun?” diye sordu. Sonra ayağa kalktı ve halka şöyle hitap etti:

“Sizden önceki milletler şu sebeple yok olup gittiler: Aralarından soylu, mevki ve makam sâhibi biri hırsızlık yapınca onu bırakıverirler, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca da onu hemen cezâlandırırlardı. Allâh’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı, elbette onun da elini keserdim.” (Buhârî, Enbiyâ, 54; Müslim, Hudûd, 8, 9)

Allâh Teâlâ, haksız yere cana kıymayı yasaklamış ve bunu bütün insanları öldürmek kadar büyük bir günâh saymıştır. (el-Mâide 5/32) Rahmet peygamberi olan Efendimiz de bu husûsta büyük bir hassâsiyet ve titizlik göstermiştir. Bunun çarpıcı misâllerinden biri şu hâdisedir: Mikdâd bin Esved -radıyallâhu anh- anlatıyor:

“Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e dedim ki:

– Kâfirlerden bir adamla karşılaşsam ve onunla vuruşsak, o benim ellerimden birini kılıçla koparsa, sonra da benim elimden kurtulmak için bir ağacın arkasına sığınsa da:

– Ben, Allâh için Müslüman oldum, dese, böyle dedikten sonra onu öldürebilir miyim, yâ Resûlallâh! Ne dersin? dedim. Resûl-i Ekrem Efendimiz:

«– Sakın onu öldürme!» buyurdu. Ben:

– Ey Allâh’ın Resûlü! Adam benim iki elimden birini kopardı, ondan sonra benden korktuğu için bu sözü söyledi, dedim. Bunun üzerine:

«– Sakın öldürme, eğer onu öldürürsen, o, senin kendisini öldürmezden önceki durumundadır. Sen ise, onun o sözü söylemeden önceki durumuna düşersin!» buyurdu.” (Buhârî, Meğâzî, 12; Müslim, Îmân, 155)

Bunun bir benzeri de Üsâme bin Zeyd -radıyallâhu anhümâ-’nın kendisi ile alâkalı naklettiği şu rivâyettir:

Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-, bizi Cüheyne kabilesinin Hurâka kolu üzerine göndermişti. Sabahleyin sularının başında iken onlara hücum ettik. Ben ve Ensâr’dan bir kişi onlardan bir adama yetiştik. Üzerine yürüyünce, adam; “Lâ ilâhe illallâh” dedi. Bunun üzerine Ensâr’dan olan arkadaşım ona hücumdan vazgeçti; ben ise mızrağımı sapladım ve adamı öldürdüm. Biz Medine’ye gelince, bu olay Peygamber Efendimiz’in kulağına gitti ve bana:

“– Ey Üsâme! «Lâ ilâhe illallâh» dedikten sonra adamı öldürdün mü?” buyurdu. Ben:

– Yâ Resûlallâh! O, bu sözü sâdece canını kurtarmak için söyledi, dedim. Efendimiz:

“– «Lâ ilâhe illallâh» dedikten sonra, adamı öldürdün mü?” diye sözünü tekrâr etti.

Diğer bir rivâyette:

“– Kalbini yarıp baktın mı ki, bu niyetle söyleyip söylemediğini bilesin?” diye tekrar sordu. Bu sözü o kadar çok tekrarladı ki, ben, keşke daha önce değil de şimdi Müslüman olsaydım, diye temennî ettim. (Buhârî, Diyât, 2; Müslim, Îmân, 158-159)

 “Ey îmân edenler! Allâh yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayın, dinleyin! Size selâm verene, dünyâ hayâtının geçici menfaatini gözeterek, «Sen mü’min değilsin!» demeyin!” (en-Nisâ 4/ 94) âyeti bu hâdise üzerine nâzil olmuştur. (Vâhidî, s. 175-177)

Sevgili Peygamberimiz, Allâh Teâlâ’nın açık emri bulunan hususlarda, emre kayıtsız şartsız teslîm olmak, şahsî bir kısım ictihad ve temâyüllerle hareket etmemek gerektiğini bu hâdiselerdeki örnek davranışlarıyla bize göstermektedir.

%d bloggers like this: