Ebû Hüreyre (r.a) şöyle buyurur:
“Bir defasında:
«‒Yâ Rasûlallah, Kıyamet gününde senin şefâatinle en ziyâde mes’ûd olacak kimdir?” diye sordum.
Şöyle buyurdular:
«‒Ey Ebû Hüreyre, hadis öğrenme hususundaki hırsını gördüğüm için bu hadisi senden evvel kimsenin bana sormayacağını zâten biliyordum. Kıyamet gününde insanlardan şefâatime en ziyâde mazhar olacak kimse kalbinden veya içinden ihlâsla “Lâ ilâhe illallah” diyen kişidir».” (Buhârî, İlim, 33)
Câbir ibn-i Abdullah’tan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:
“Kim ezanı işittiği zaman:
اَللّٰهُمَّ رَبَّ هٰذِهِ الدَّعْوَةِ التَّامَّةِ وَالصَّلَاةِ الْقَائِمَةِ آتِ مُحَمَّدًا الْوَسِيلَةَ وَالْفَضِيلَةَ وَابْعَثْهُ مَقَامًا مَحْمُودًا الَّذِي وَعَدْتَهُ
«Ey şu mükemmel davetin ve kılınacak namazın Rabbi olan Allah’ım! Muhammed (s.a.v)’e “Vesîle”yi ve fazileti ver. Onu, kendisine vaad ettiğin “Makâm-ı Mahmûd”a ulaştır» diye dua ederse, kıyamet gününde o kimseye şefâatim vacip olur.” (Buhârî, Ezân, 8; Tefsîr, 17/11. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Salât, 37/529; Tirmizî, Salât, 43/211; Nesâî, Ezân, 38/678; İbn-i Mâce, Ezân, 4)
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in şöyle buyurduğunu işitmiştir:
“Müezzinin ezan okuduğunu duyduğunuzda, söylediklerinin aynısını siz de tekrar edin. Sonra bana salevat getirin. Çünkü kim bana bir salevat getirirse, Allah buna karşılık ona on defa salât eder. Daha sonra benim için Allah’tan «Vesîle»yi isteyin. Vesîle, cennette Allah’ın kullarından bir tek kişiye nasîb olacak bir makamdır. O kulun ben olacağımı umuyorum. Kim benim için Vesîle’yi isterse, ona şefaatim vâcip olur.” (Müslim, Salât, 11)
Abdullah ibn-i Abbas (r.a) şöyle buyurmuştur:
“(Bir defasında) Nebiyy-i Mükerrem Efendimiz (s.a.v) Medine veya Mekke bahçelerinden birinin yanından geçiyorlardı. Kabirlerinde azab gören iki insanın sesini duydular. Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v):
«‒Bunlar azap görüyorlar. Hem de azap görmeleri (zâhiren) büyük bir şey için değildir» buyurduktan sonra:
«‒Evet, (aslında günahları büyüktür); biri idrarından korunmazdı, diğeri de kovuculuk yapardı!» buyurdular.
Ondan sonra yaprakları olmayan taze bir hurma dalı istediler. Dalı ikiye bölüp her birinin kabri üzerine birer parça diktiler. Ashab-ı kiram:
«‒Yâ Rasûlallah, bunu niçin yaptınız!» diye sordular.
Efendimiz (s.a.v):
«‒Bunlar kurumadığı müddetçe belki azapları hafifler!» cevabını verdiler. (Buhârî, Vudû’, 55)
Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:
“Kıyâmet günü insanlar saf saf olur -bir rivâyete göre, cennet ehli saf saf olur-. Derken, cehennem ehlinden bir kişi cennet ehlinden birine rastlayıp:
«–Ey fülan! Hatırladın mı, sen su istemiştin de ben sana bir içimlik su vermiştim?» der, (ve bu sûretle şefaat ister). Mü’min de o kimseye şefaat eder.
(Cehennemlik olan bir başka) kimse, cennetlik olan birinin yanına varır ve ona:
«–Hatırlıyor musun, sana bir gün abdest suyu vermiştim?» diyerek (şefaat ister. O da hatırlar) ve ona şefaat eder.
Yine cehennemlik olanlardan biri, cennetlik birisine:
«–Ey fülan! Beni şöyle şöyle bir işe gönderdiğin günü hatırlıyor musun? Ben de o gün senin için gitmiştim» der. Cennetlik olan kimse de ona şefaat eder.” (İbn-i Mâce, Edeb, 8)
“Kabrimi ziyâret edene, şefaatim vâcip olur.” (Heysemî, IV, 2. Bkz. Beyhakî, Şuab, III, 488-490/3862)
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Kur’ân okuyunuz! Çünkü o, kıyamet günü kendisiyle hemhâl olan kişilere şefaatçi olarak gelecektir.” (Müslim, Müsâfirîn, 252)
Başka bir hadis-i şerifte de:
“Kim Allah’ın kitâbından bir âyet öğrenirse kıyâmet günü öğrendiği âyet o kişiyi, yüzüne gülerek karşılar” buyrulur. (Heysemî, VII, 161)
“Kıyâmet günü Kur’ân-ı Kerim, rengi uçuk bir adam gibi gelir ve (okuyucusuna):
«–Seni gece uykusuz ve gündüz susuz bırakan benim!» der.” (İbn-i Mâce, Edeb, 52)
Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdular:
“Kur’ân’da bir sûre vardır, otuz âyet… O sûre, mağfiret edilinceye kadar bir adama şefaat etti. O Tebâreke’llezî bi-yedihi’l-mülk Sûresi’dir.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân (Sevâbu’l-Kur’ân), 9/2891) Hasen
Rasûlullâh (s.a.v) kendisine hizmet eden bir zâta:
“–Bir ihtiyacın ve isteğin var mı?” diye sorar dururdu.
Birgün, yine ona böyle sorduğu zaman:
“–Dileğim vardır yâ Rasûlallah!” dedi.
Rasûlullâh (s.a.v) ona:
“–Nedir dileğin?” diye sordu. O zât:
“–Kıyâmet günü bana şefaat etmendir!” deyince, Peygamber (a.s):
“–Bunu istemeni sana kim öğretti?” diye sordu.
“–Rabbim!” dedi. Allâh Rasûlü (s.a.v) ona:
“–Öyleyse sen de çok secde ederek bu hususta bana yardımcı ol!” buyurdu. (Ahmed, III, 500)
Abdullah bin Abbâs’ın azatlısı Küreyb şöyle anlatır:
“İbn-i Abbâs’ın Kudeyd’de yahut Usfân’da bir oğlu vefat etmişti. Bunun üzerine İbn-i Abbâs:
«‒Ey Küreyb! Bak oğlumun cenazesine ne kadar cemâat tonlanmış?» dedi.
Bunun üzerine ben dışarıya çıktım. Bir de baktım ki oğlunun cenazesine bir hayli cemâat toplanmış. Bunu kendisine haber verdim. İbn-i Abbâs:
«‒Bu toplananlar kırk kişi var mıdır?» dedi. Ben:
«‒Evet» cevâbını verdim.
«‒O hâlde cenazeyi çıkarın. Zira ben Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’i şöyle buyururken işittim:
“Bir müslüman vefât ettiğinde, Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmayan kırk kişi cenâze namazını kılarsa, Allah Teâlâ o kişileri, cenâze için şefaatçi kılar”.» dedi. (Müslim, Cenâiz, 59)
Zübeyr b. Avvam’ın azadlı kölesi Yuhannes şunları anlattı:
“Fitne (karışıklık) zamanında Abdullah b. Ömer (r.a)’ın yanında oturuyordum. Azat ettiği bir cariye gelerek ona selam verdi ve:
“–Ya Eba Abdurrahman, ben Medine’den çıkmak istiyorum. Açlık sıkıntısı çekiyoruz.” deyince:
“–Otur ey akılsız! Şüphesiz ki ben Rasûlullâh (s.a.v)’in şöyle buyurduğunu işittim:
«Medine’nin minnet ve sıkıntısına sabreden kimseye şüphesiz kıyâmet gününde şefaatçi veya şahid olurum».” (Muvatta’, Câmi’, 3)
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyururlar:
“Ümmetimden biri, Medine’nin sıkıntı ve açlığına sabrederse, Kıyamet günü mutlaka ona şefaatçi veya şahit olurum!” (Müslim, Hacc 484; Tirmizi, Menakıb, 68/3918)
“Medine’de vefat etmeye muktedir olan orada vefat etsin! Zira ben, orada vefat edene şefaat ederim.” (Tirmizî, Menakıb, 67/3917) Sahih
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Sakın sizden biri, kıyâmet gününde omuzunda (hıyânetle elde ettiği) bir koyun avaz avaz melerken, öbürü de omuzunda bir at kişnerken karşıma çıkarak:
«–Yâ Rasûlallah, bana yardım et!» diye yalvarmasın. Aksi takdirde ben ona:
«–Sana hiçbir şekilde şefâat edemem, ben sana dünyada Allah’ın hükmünü teblîğ etmiştim!» diye cevap veririm.
Biri de omuzunda bir deve böğürdüğü hâlde bana gelip:
«–Yâ Rasûlallah, yardım eyle!» demesin! Ben ona da:
«–Senin için hiçbir sûretle şefâat edemem; çünkü ben sana dünyada Allah’ın hükmünü teblîğ etmiştim!» derim.
Bir başkası da omuzunda altın, gümüş yüklü olarak gelip:
«–Yâ Rasûlallah, bana yardım et!» demesin. Ben ona:
«–Sana hiçbir türlü yardım edemem. Çünkü ben, dünyada sana Allah’ın hükmünü teblîğ etmiştim» derim.
Bir diğeri de üzerinde (hıyânetle elde ettiği) elbiseler dalgalandığı hâlde gelip:
«–Yâ Rasûlallah, bana yardım et!» demesin. Ben ona da:
«–Sana hiçbir şekilde yardım edemem. Çünkü ben dünyada sana Allah’ın hükmünü teblîğ etmiştim» derim.” (Buhârî, Cihâd, 189; Müslim, İmâret, 24)