e. Kadın ve Tesettür

Tesettür (örtünme) diğer bütün canlılar arasında sadece insana ait bir husûsiyet ve meziyet olup çıplaklık öteden beri bütün toplumlarda arsızlık ve hayâsızlık olarak görülmüştür. Bütün semâvî dinler örtünmeyi emretmiştir. Râhibelerin örtünmeleri bunun açık bir delilidir. Ancak, fertler ve toplumlar öteden beri kültür, iklim, moda, toplumsal çözülme, yabancılaşma ve başıboşluk gibi faktörlerin tesiriyle bu konuda farklı farklı ölçü ve anlayışlara sahip olagelmişlerdir.

İslâm, aynı ve karşı cinsler arası mahremiyet, yakınlar ve yabancılara karşı örtünme, kadınların erkeklerle bir arada bulunması, dokunma, bakma gibi husûsî hayatla alâkalı bir takım hükümler getirmiştir. Kur’ân’da kadınların ev dışına çıkarken üzerlerine örtü (cilbâb) almaları, erkek ve kadınların gözlerini haramdan sakındırmaları, iffetlerini korumaları, kadınların zinet yerlerini göstermemeleri, başörtülerini yakalarının üzerine kavuşturmaları ve bağlamaları istenmiştir. (Ahzâb, 59; Nûr, 30-31, 60)

Kadınlar; el, yüz ve ayakları hariç bütün vücutlarını, erkekler de diz kapağı ile göbek arasını örtmelidir. Avret yerlerini gösterecek kadar ince, vücut hatlarını belli edecek kadar dar elbise giyilmemelidir. Bunun dışında, her erkek ve kadın, avret yerlerini örtmek kaydıyla şahsî ve mahallî zevkine, kültürüne, şart ve imkânlarına göre giyinebilir.

İffetli müslümanlar kılık kıyafetlerine çok dikkat ederler. Kıyafetin gösteriş ve övünmek için değil, vücûdun mahrem yerlerini yabancılardan gizlemek ve zarif görünmek için giyildiğini bilirler. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise bahşettik. Takvâ elbisesi ise daha hayırlıdır.” (A‘râf, 26)

“Ey Peygamber! Zevcelerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle; (bir ihtiyaç için dışarı çıktıklarında) dış kıyâfetlerini üzerlerine alsınlar! Bu, onların (iffetli kadınlar olarak) tanınmalarını ve rahatsız edilmemelerini temin eder. Şüphesiz Allah, çok bağışlayıcıdır, rahmet edicidir.” (Ahzâb, 59)

Rasûlullah (s.a.v), Hz. Âişe’nin kardeşi Esmâ’nın ince bir elbise giydiğini görünce başını çevirmiş ve:

“–Ey Esmâ! Bülûğa erdikten sonra kadınların, -yüzüne ve eline işâret ederek- şu ve şundan başka bir yerinin görülmesi doğru olmaz” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Libâs, 31/4104)

Yine birgün Âişe vâlidemiz kızkardeşi Esmâ ile birlikte oturuyorlardı. Peygamberimiz (s.a.v) içeri girdi. Esmâ’nın üzerinde geniş kollu Şâmî bir elbise mevcuttu. Efendimiz Esmâ’yı görür görmez derhal dışarı çıktı. Hz. Âişe, kardeşine:

“−Uzaklaş, Rasûlullah (s.a.v) sende hoşlanmadığı bir şey gördü” dedi.

Esmâ (r.a) çıkınca Allah Rasûlü (s.a.v) içeri girdi. Âişe vâlidemiz bu davranışının sebebini sorduğunda:

“−Görmüyor musun durumu? Müslüman bir kadının ancak şu kadarı görünebilir” buyurdu ve elleriyle kendi yenlerini tutup parmaklarına kadar örttü, sonra da elleriyle şakaklarını örterek sadece yüzünü açık bıraktı. (Heysemî, V, 137)

Rasûlullah (s.a.v), sadece süslenmek için giyinen, dışarı çıkarken câzip ve dikkat çekici kıyafetler kullanan ve vücut hatlarını belli edecek şekilde dar ve şeffaf elbiseler giyen kimseler hakkında “giyinmiş çıplaklar” tâbirini kullanmıştır. Şöyle buyurur:

“Cehennemliklerden henüz görmediğim (daha sonra ortaya çıkacak) iki grup vardır: Bunlardan biri, sığır kuyrukları gibi kırbaçlarla insanları döven bir topluluktur. Diğeri, giyinmiş oldukları hâlde çıplak görünen (vücûdunun bir kısmını açan, ince ve dar giyinen, Allah Teâlâ’nın nimetleri her taraflarını kuşattığı hâlde şükrünü edâ etmeyen ve onlarla hayır yapmayan), Cenâb-ı Hakk’a itaatten ayrılan, kendi işlediği kötülükleri başkalarına da öğreten, gurur ve kibirle salınarak yürüyen ve başları deve hörgücü gibi olan kadınlardır. İşte bu kadınlar Cennet’e giremezler. Hatta onun çok uzak mesâfeden hissedilen kokusunu dahî alamazlar.” (Müslim, Cennet, 52)

Dıhye (r.a) der ki:

“Rasûllullah (s.a.v) Efendimiz’e, kubtiyye denilen Mısır’da dokunmuş ince kumaşlar getirilmişti. Onlar­dan birini bana verdi ve:

«–Bunu ikiye böl, birini kendine gömlek dik, diğerini de hanımı­na ver, kendisine başörtüsü yapsın!» buyurdu. Ben tam döndüm giderken:

«–Hanımına söyle, bu ince kumaşın altına, vücûdunu göstermeyen başka bir elbise daha giysin!» buyurdu. (Ebû Dâvûd, Libâs, 36/4116. Krş. Muvatta’, Libâs, 6)

İffet timsâli Hz. Fâtıma (r.a) ölüm hastalığındayken Esmâ bint-i Umeys’e:

“–Ey Esmâ! Doğrusu ben mezara defnedilmek üzere götürülen kadınlara yapılan muâmeleyi beğenmiyorum. Kadının üzerine bir bez atıyorlar, bu da onun vücut hatlarını belli ediyor” demişti. Esmâ (r.a):

“–Ey Rasûlullah’ın kızı! Sana Habeşistan’da gördüğüm bir şeyi anlatayım mı?” dedi ve taze hurma dalları istedi. Onları yay gibi eğdi ve üzerlerine bir bez parçası atarak tabuta benzer bir mahfaza yaptı. Bunu gören Hz. Fâtıma memnuniyetini ifade ederek kendisine öyle yapılmasını vasiyet etti. (İbn-i Esîr, Üsüdü’l-gâbe, VII, 226)

Hz. Fâtıma (r.a), cenâzesini kimsenin görmemesini, Hz. Ali ve Hz. Esmâ tarafından yıkanarak çok yakınları tarafından gece defnedilmesini vasiyet etti. Bu vasiyeti aynen yerine getirildi.

Kılık kıyafet husûsunda umûmî yerlerde çok daha dikkatli olmak gerekir. Bilhassa umûma açık hamamlarda, havuzlarda ve sahillerde bu durum daha çok ehemmiyet kazanır. Hz. Âişe’nin yanına Şamlı kadınlardan bir grup gelmişti. Âişe (r.a):

“–Sizler herhâlde, hanımları hamamlara giren (orada tesettüre dikkat etmeyen) bölgedensiniz!” dedi. Kadınlar; “Evet!” diye cevap verdiler. Hz. Âişe (r.a):

“–Ama ben, Allah Rasûlü (s.a.v)’in; «Elbisesini evinin hâricinde bir yerde çıkaran her kadın, mutlakâ Allah ile kendi arasındaki perdeyi yırtmış olur» buyurduğunu işittim” dedi. (Ebû Dâvûd, Hammâm, 1/4010; Tirmizî, Edeb, 43/2804)

Nerede olursa olsun yabancı erkek ve kadınların birbirlerine karşı tesettüre riâyet etmesi zâten zaruridir. Burada istenen dikkat ve hassasiyet, sadece kadınların bulunduğu mekânlar için sözkonusudur.

Müslümanlar, çalışırken veya spor yaparken de örtünmeye riâyet ederler. (Müslim, Hayz, 78)

İslâm, giyim kuşamda kadınlarla erkeklerin birbirlerine benzemesini yasaklar. Rasûl-i Ekrem Efendimiz, kadın gibi giyinen erkeklerin ve erkek gibi giyinen kadınların, rahmet-i ilâhiyeden uzak kalacağını beyân buyurur. (Buhârî, Libâs, 61; Ebû Dâvûd, Libâs, 28)

Bu konuda Prof. Dr. M. Hamidullah şöyle der:

Yabancı bakışları üzerine çekmeye çalışmak şöyle dursun, bir müslüman hanım câzibe ve güzelliğini kendi kocasına tahsis etmekle yükümlüdür. Kadın için örtünün diğer faydalarını hesaba katmaksızın şunu ifade etmek yeterlidir: Tarlada çalışan kadınlarla meselâ Güneş’e maruz kalmayan kadınlar arasındaki fark malûmdur. Bir kuşun iç ve dış tüyleri de böyledir. Gerçekten örtü, cildin güzelliğini ve tazeliğini uzun süre muhafaza eder. Bir kimse yüzünün ve elinin derisiyle elbise tarafından örtülmüş vücut kısmının derisini mukayese ettiği zaman bu hususta tam bir kanaate varır. Örtü aslâ inziva ve tecrit demek değildir. O sadece yabancılara karşı câzibeyi azaltır. Örtünmenin vereme sebep olduğunu ileri sürmek, sadece ve sadece insanların saflığını kötüye kullanmaktır. En son araştır­maların ortaya koyduğu neticelere göre bu hastalık sadece siyah Af­rika’da değil, bilakis Finlandiya’dan İtalya’ya kadar en yüksek sosyetede dahi mevcuttur ki buralarda hanımlar asla örtünmezler. (Prof. Dr. M. Hamidullah, İslâm’a Giriş, s. 143-144)

İslâm’ın tesettürü emretmekteki maksadı, cinsler ve insanlar arası münasebetleri mâkul bir dengede tutmak, nesebin karışmasını, nesillerin bozulmasını ve akrabalık bağlarının kopmasını önlemek, insanın haysiyetine yakışır bir cinsî hayat ve âile hayatı kurmasını sağlamak, kadını muhafaza edip yüceltmektir. Zira İslâm hem âilenin hem de âileyi ve toplumu ayakta tutan değerle­rin korunmasına büyük ehemmiyet vermiştir.

Diğer taraftan İslâm; örtünme, iffeti muhafaza, gözleri haramdan sakındırma gibi emirleri hem kadınlara hem de erkeklere aynı üslup ve kesinlikte ayrı ayrı yöneltir, topluma da bu hususta gerekli tedbirleri alma vazifesi verir.

%d bloggers like this: