Lokman (a.s)’ın Hz. Davud zamanında yaşadığı rivayet edilir. Terzi veya marangoz olduğu söylenir.[1] Kuvvetli görüş onun peygamber olmayıp sâlih bir kul olduğudur.
Lokman (a.s) sağlam yapılı ve azimli biriydi, çok konuşmaz, devamlı tefekkür hâlinde bulunurdu. Allah’ın yarattığı şeyler üzerinde çok düşündüğü için yakînî imana ulaşmış ve Allah’a olan muhabbeti artmıştı. Bu güzel hasletleri sebebiyle de Allah onu sevmiş ve kendisine hikmet vermişti.[2]
Hikmet Nedir?
Hikmet kelimesinin kökünde “men etme” ve “sağlam yapma” manaları vardır. Bu kökten türeyen hüküm, insanları zulümden men ettiği gibi hikmet de cehaletten alıkoyar. Bir kimse hikmet ehli olduğunda “أَحْكَمَتْهُ التَجَارِبُ: tecrübeler onu hakîm yaptı” denilir.[3] Yani insanı pişiren tecrübelerin hikmet sahibi olmada mühim bir yeri vardır. İnsana öğüt veren, onu sınırlayan, iyiliğe çağıran veya çirkinlikten nehyeden her söz hikmettir.[4]
Müfessirler hikmet kelimesinin Kur’ân’da zikrediliş şekillerine bakarak muhtelif tarifler yapmışlardır. Bunların birkaçı şöyledir:
– Hikmet, ilim ve amelde ihkâm (sağlam yapma), söz ve fiilde isabettir. Sözde isabet hakka, fiilde isabet hayra yöneliktir.
– Hikmet, ilim ve onunla ameldir. Herhangi bir nazarî ilim bizzat bir hikmet olmadığı gibi tesadüfî olan herhangi bir gayr-ı ilmî amel de hikmet değildir. Yani ilim amele sebep olmalı, amel ilimden kaynaklanmalı ve her ikisi de zararı defedip maslahatı celbetmelidir.
– Hikmet, her şeyi yerine ve mertebesine koymaktır, adalettir.
– Hikmet, ilâhî ahlâk ile ahlaklanmaktır. Hikmetin başı mevcûdâta ibret nazarıyla bakıp tefekkür ve tezekkürde bulunarak bir anlayışa ve ilme ulaşmak, ortası dîn ve tâat, sonu da âhiret saâdetidir.
– Hikmet Allah’ın kalpte yarattığı bir nûrdur ki vesvese ile makamın arası bununla ayrılır.[5]
Bu manalardan hareketle, hikmeti; “insanı cahillik, akılsızlık, haksızlık ve fesattan alıkoyan ve ona iyi şeyleri kazandıran ilim ve anlayış” diye tarif edebiliriz.
Hikmetin Başı: Tevhîd / Şükür
Lokman Hakîm’e verilen hikmetin başında Allah’ı bir tanımak ve üzerimizdeki tüm nimetlerin ondan geldiğini bilerek şükretmek yer alır. İnsan böyle yaparsa faydasını, yapmazsa zararını görür. Zira Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, O her türlü hamde lâyıktır. Allah’ın bu emrine uyan Lokman (a.s) oğluna nasihat ederken ilk olarak bununla başlamış ve “Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma, çünkü O’na ortak koşmak kesinlikle çok büyük bir haksızlıktır, zulümdür” demiştir.
Tefsirlerimizde Hz. Lokman’ın oğlunun kafir olduğu, babasının ona hikmetle nasihat ede ede nihâyet hidâyetine vesile olduğu söylenir. Allah teâlâ anne-babaların yavrularına şefkatle nasihat etmelerini istediği gibi evlatların da onlara hürmet ve minnet duymalarını emretmiştir. Onlar çocuğun dünyaya gelip büyümesi ve yetişmesi için nice fedakarlıklara katlanmışlardır. Bir günah emretmedikleri müddetçe isteklerini yerine getirmek gerekir. Allah’a isyanı emrederlerse sözlerine itaat edilmez, ancak dünyada onlara iyi davranmaktan da aslâ vazgeçilmez. Allah, anne-babanın hakkını korumakla birlikte, dâimâ yüzünü ve özünü Allah’a çevirenlerin yoluna uymayı emreder.
Hiçbir şey Gizli Kalmaz
Oğlu, Lokman Hakîm’e “Kimsenin görmediği yerde bir günah işlesem Allah onu nasıl bilir?” diye sormuştu. Bunun üzerine o, “Yavrucuğum, yaptığın iş bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa, bir kayanın içinde saklansa veya göklerde yahut yerin dibinde bulunsa yine de Allah onu açığa çıkarır. Şüphesiz Allah her şeyi bütün gizlilikleriyle bilir, O her şeyden haberdardır” dedi.[6]
Rasûlullah (s.a.v) bu âyeti şöyle tefsir etmiştir: “İstediğiniz kadar gizleyin! Vallâhi bir kul gizli bir iş yaptığında Allah Teâlâ mutlakâ o yaptığı işin mânevî hâlini o kimsenin üzerine giydirir; hayır ise hayır, şer ise şer olarak! Hatta biriniz yetmiş perdenin ardında hayırlı bir iş yapsa, Allah teâlâ o hayrı ortaya çıkarır ve insanlar o kişiden hayırla bahsederler. Biriniz de yetmiş perdenin ardında bir şer işlese, Allah teâlâ o şerri ızhâr eder ve insanlar o kimseden kötü bir şekilde bahsederler.”[7]
İbadet
Lokman (a.s) oğluna Allah’ın birliğini, ilmini ve kudretini anlattıktan sonra ibadet eğitimine geçerek, “Yavrucuğum, namazını özenle kıl, iyi olanı emret, kötü olana karşı koy, başına gelene sabret. İşte bunlar, kararlılık gerektiren işlerdendir” dedi.
Allah’ı tanıyıp ona kul olduğunu kavrayan bir gencin bu hakikati başkalarına da tavsiye etme sorumluluğu vardır. Bunu yaparken bazı tepkilerle karşılaşması muhakkaktır. Bunlara da sabretmesi gerekir, çünkü kendinin ve toplumun inşâsı gibi çok mühim bir vazife icra etmektedir.
Edep ve Ahlâk
Lokman (a.s)’ın eğitimde hakîmâne bir yol izlediğini görüyoruz. Zira o tedrîcîliğe riâyet ederek itikad ve ibadet eğitiminden sonra ahlâk eğitimine geçmiş ve en mühim esasları veciz bir şekilde şöylece özetleyivermiştir: “Gurura kapılarak insanlara burun kıvırma, ortalıkta çalım satarak yürüme; unutma ki Allah gurura kapılıp kendini beğenen hiç kimseyi sevmez. Yürüyüşünde ölçülü ol, sesini yükseltme; çünkü seslerin en çirkini eşeğin sesidir.”[8]
Lokman Hakîm burada oğluna, çevresiyle müspet ilişkiler kurmanın yolunu öğretmiştir. Tavsiye ettiği güzel vasıfları kazandıktan sonra insanlara üstünlük taslaması ve ahlâken kemâle erdiği düşüncesine kapılmasından korkarak tevazuu telkin etmiş, aşırı uçlara gitmeyen dengeli bir şahsiyet oluşturmaya çalışmıştır.
Diğer Nasihatler
Lokman Hakîm’in rivayet yoluyla gelen nasihatlerinin bir kısmı da şöyledir:
“Yavrucuğum! Allah’a itaati ticaret edinirsen kârlar sana sermayesiz olarak gelir.”[9]
“Yavrucuğum! Sükût ettiğim için hiç pişman olmadım! Konuşmak gümüş ise sükût altındır!”[10]
“Sükût hikmettir ama yapanı azdır.”[11]
“Hikmet, gariban insanları sultanların meclisine oturtur.”
“İnsanların en âlimi, başkalarının ilmini kendi ilmine ekleyen kişidir.”[12]
“Yavrucuğum, dünya derin bir denizdir, pekçok insan onda boğulmuştur. O derin denizde gemin Allah’a karşı takvâ olsun, içi imanla dolsun, yelkenleri tevekkül olsun, belki o zaman kurtulursun, yoksa kurtuluşun zordur!”
“Yavrucuğum! Büyük taş da taşıdım, demir de, ancak kötü komşudan daha ağır bir şey görmedim.”[13]
“Yavrucuğum! Oruç tut! Şehvetini keser. Ama seni namazdan alıkoyacak şekilde oruç tutma. Zira namaz, Allah katında oruçtan daha büyüktür.”[14]
“Âlimlerin meclislerinde bulun, hikmet ehlinin sözlerini dinle! Çünkü Allah teâlâ, ölü toprağı yağmurla dirilttiği gibi, ölü kalbi de hikmet nûruyla diriltir.”[15]
“Yavrucuğum! Tevbeyi geciktirme, çünkü ölüm ansızın geliverir!”[16]
Lokman Hakîm’e, “Seni şu gördüğümüz yüksek mertebeye ulaştıran nedir?” diye sorulduğunda, “Doğru sözlülük, emânete riâyet edip yerine getirmek ve beni ilgilendirmeyen şeyleri terk etmek” diye cevap vermiştir.[17]
[1] Taberî, Câmiu’l-beyân an te’vîli âyi’l-Kur’ân, Mekke-i Mükerreme: Dâru’t-Terbiye ve’t-Türâs, ts., XX, 135; İbn Kuteybe, Meʻârif, s. 25.
[2] İbn Asâkir, Târîhu Dımeşk, XVII, 85-87.
[3] Bkz. Halîl b. Ahmed, Kitâbu’l-Ayn, thk. Dr. Mehdî el-Mahzûmî – Dr. İbrahim es-Sâmirrâî, Dâru’l-Hilâl, ts., III, 66-67.
[4] İbn Düreyd, Cemheretü’l-luga, thk. Remzî Münîr Baʻlebekî, Beyrut: Dâru’l-İlm li’l-Melâyîn, 1987, I, 564.
[5] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul: Matbaa-i Ebüzziya, 1935, I, 915-928.
[6] Lokmân 31/16; Mukātil, Tefsîr, III, 435.
[7] Ebû Nuaym, Hilye, V, 36. Bkz. Ebû Yûsuf, el-Âsâr, s. 196.
[8] Lokmân 31/12-19.
[9] Ahmed b. Hanbel, ez-Zühd, nşr. Muhammed Abdüsselâm Şâhin, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1420, s. 43.
[10] A.g.e., s. 44.
[11] A.g.e., s. 88.
[12] A.g.e., s. 87.
[13] A.g.e., s. 86.
[14] Saʻlebî, Arâis s. 350.
[15] Mâlik, Muvatta’, İlim, 1; Heysemî, Mecmaʻu’z-zevâid, I, 125.
[16] Gazâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn, IV, 15-16.
[17] Muvatta’, Kelam, 17.